Şehit ettiği her Osmanlı askeri için çakısıyla kabzasına bir çentik açan İngiliz Casusu Lawrence’in bu tüfeği Londra’da Kraliyet Savaş Müzesinde özenle muhafaza ediliyor. Asıl adı Thomas Edward Lawrence olan bu İngiliz ajanı, Arap kabilelerini kışkırtarak Osmanlı’ya karşı başlatılan ve yaklaşık iki buçuk yıl süren isyanın baş aktörü olarak karşımıza çıkıyor. SMLE (Short Magazine Lee Enfield) adıyla bilinen bu tüfek, Çanakkale’de ağır bir yenilgiye uğrayan İngilizlerin çekilirken bütün ağırlıklarıyla birlikte bıraktıkları, tetiğe damlayan su ve akan kumla ateşlenen yüzlerce tüfekten biriydi. Üzerinde Osmanlıca “iğtinam edilmiştir” (savaş ganimetidir) ibaresi bulunan tüfek, İngilizlerin baskısıyla Sultan 2. Abdülhamid’in 1909 yılında Mekke Emirliğine atadığı Şerif Hüseyin tarafından Lawrence’e hediye edilmişti.

Lawrence’in tüfeğindeki 5 çentikten sonra bu işlemden vaz geçtiği biliniyor ama daha sonra ne kadar Türk askerini şehit ettiği ise bilinmiyor. Lawrence’in Türklere olan kini, Arapların ihanetiyle, yüz yıl önce ticaret yollarını ve petrol bölgelerini kontrol altına almak isteyen İngiliz ve Fransız orduları karşısında yenilen IV. Ordu çekilirken, Eylül 1918’de Şam ve Halep civarında esir düşen askerler için yanındaki Arap isyancılara; “ Türkleri esir almayın hepsinin başını kesin” talimatıyla da görülüyor.

Lawrence, 1914 – 1916 yıllarında bölgede arkeolog olarak bazı çalışmalara katılmış, aynı zamanda 14 Aralık 1914’te İngilizlerin Kahire’deki istihbarat bürosunda harita subayı asteğmen olarak görevlendirilmiştir.

Abdülhamid’in çok güvendiği Şerif Hüseyin, Peygamber soyundan geldiği iddia edilen Beni-Kutade ailesinin mensubudur. 6 Haziran 1916’da Mekke’deki Osmanlı Garnizonuna bu tüfekten atılan ilk kurşunla başlattığı ayaklanmayı Filistin ve Suriye’ye kadar genişletmiş ve sonuçta Arap Yarımadası’ndaki Osmanlı egemenliğinin son bulmasına neden olmuştur.

İngilizlerin vaad ettiği Arap Krallığı ve halifelik sözü yanında milyonlarca altın ve kıymetli hediyeler karşılığında devletine isyan eden Hüseyin, Necit Emiri İbni – Suud ile 1924 yılında yaptığı savaşta yenilerek Mekke’yi terk etmiş, önce Ürdün’e yerleşmiş, son yıllarını ise Kıbrıs’ta geçirmiştir.

Tam dörtyüz yıl boyunca Osmanlı tarafından korunan, kollanan, kavm-i necip denilerek el üstünde tutulan, askerlikten ve vergiden muaf sayılan Araplar, Lawrence adlı bu casusa inanarak İngiliz ve Fransızların safında yer almış, Osmanlı Ordusunu oluşturan Türkleri arkadan vurmuşlardır.

Koskoca imparatorluğun çöküş yıllarında bile İstanbul’un bölgeye olan ilgisi azalmamış, Almanlara borçlanarak dönemin en büyük projesi olan Hicaz demiryolu ve telgraf hatlarıyla ulaşım ve iletişim sağlanmıştır. İlk olarak 5. Padişah olan Çelebi Mehmet (1413-1421) zamanında başlayan surre alaylarının hac yolculuğu, kutsal ayların başlangıcı, Recep ayının 12. günü hacca gidecek Müslümanlarla birlikte Mekke ve Medine’nin ileri gelenleri ile halka dağıtılacak hediyeler ve 14 bin altınla Topkapı Sarayı’nda düzenlenen törenlerle padişah tarafından uğurlanarak başlatılmış ve bu gelenek Arap isyanının başladığı 1916 yılına kadar her yıl kesintisiz devam etmiştir. Önceleri Mısır’da yapılan Kabe’nin örtüsü, 1798’de Napolyon’un bu ülkeyi ele geçirmesinden sonra her yıl Bursa’da ve İstanbul’da Sultanahmet Camiinde ibrişim ipliği ve ipekle yapılarak altınla bezenmiş, görkemli törenler, altınlar ve hediyelerle gönderilmiş ayrıca heyette yer alan ustalar Kabe ve çevresinin onarım ve imarını yapmışlardır.

İstanbul saraylarının ihtişamı azalmasın, Arap aleminde, kutsal topraklarda düzen bozulmasın diye devlet hazinesini cömertce harcayan Osmanlı, yokluk ve yoksulluk içindeki Anadolu’yu görmezden gelmiş, hiç sevemediği Türkün erini, erkeğini cepheden cepheye göndermiş, onların kemiklerini bugün birçok ülkede gördüğümüz şehitliklerde, yabancı topraklarda bırakmıştır.

Yüz yıl önce yaşadığımız bu acı olaylardan ders almamış olacağız ki; bugün ABD dayatmasıyla bir İslam Ordusu oluşturma projesinin içine itiliyoruz. Yakın dönemde Musul Konsolosluğumuzun dört aya yakın bir süre kuşatılmasını, Süleyman Şah Türbesini nasıl kaçırdığımızı, Konya’da Amerikalılarla oluşturduğumuz “eğit-donat” projesinde eğitilen ÖSO mensuplarının ülkelerine döndüklerinde silahlarını IŞİD’e satıp nasıl kaçtıklarını, ecdad yadigarı, Mekke ve Medine’deki türbeleri, tarihi eserleri, önce Hind ve Fülfül kalelerini en son Ecyad kalesini kütüphane ve muvakkithaneyi, ne varsa tüm Osmanlı izlerini silmek için dozerlerle, patlayıcılarla nasıl yıktıklarını ne çabuk unutuyoruz.

ABD’nin tartışılan başkanı göreve başladıktan sonra ilk ziyaret ettiği Arabistan’da 110 milyar dolarlık silah satış anlaşmasını imzalamasının ardından kralla birlikte elinde kılıçla dans ediyordu. Savaşa hazırlanan Kızılderilililerin ya da vahşi Afrika kabilelerinin tam tam dansını hatırlatan bu gösteri, Ortadoğu’da yıllardır süre gelen vekalet savaşlarının yerine daha büyük çatışmaların yaşanabileceği mesajını veriyordu. Başta ABD ve İsrail olmak üzere bütün emperyal batının bölgede yıllardır döktüğü kanın oluşturduğu kan denizi, yakın gelecekte okyanuslara dönüşecek gibi görünüyor. Şimdi hedefte İran var. 500 yıldır barış içinde yaşadığımız bu ülkeyle bizi kapıştırmak istiyorlar. Epeydir içinde İran ve Irak’ın bulunmadığı 34 İslam ülkesiyle NATO benzeri bir oluşumu gerçekleştirmenin peşindeler. AHaber sitesine girdiğinizde bu ülkelerin aktif asker sayıları ile silah güçlerini görebilirsiniz. Senegal, Gine, Sıerra Leone, Nijer, Togo gibi ülkelerin asker sayıları bizim Ankara’daki Çevik Kuvvet mevcudunun altında, bazılarının tankı, uçağı bile yok. Vatanını seven herkesin Kahraman Mehmetçiğimizin bu çapulcu alayı içinde ne işi var diye sorması gerekmiyor mu ? Geçen yıl Arap Kralı’nın huzurunda (!) yapılan geçit resminde askeri birliğimizin şanlı bayrağımızla Arap bayrağı ve askerinin arkasında yürümesi yüreğinizi sızlatmadı mı ?

Yaşadığımız her siyasi ve askeri sorun sırasında, terör olaylarında bizi yalnız bırakan NATO’nun tavırları ortadayken, Yüce dinimiz İslam’a terör ve kanlı parayı bulaştıran, paragöz ve ihaneti meslek edinmiş bu çapulcularla böyle bir birliktelik nasıl göze alınır, onlara nasıl güvenilir ? Üç gün öncesine kadar Arabistan’la birlikte kanka (!) olduğumuz Katar’ı ABD ve İsrail dayatmasıyla satanlara nasıl inanabiliriz ?

NATO’ya gireceğiz diye 1950 yılında ABD’nin çağrısıyla dünyanın bir ucuna, Kore’ye gönderdiğimiz Mehmetlerimizin 741’i orada şehit oldu, 2176’sı yaralandı. 239’u tutsak edildi, 175’i ise kayıplar defterinde yazılı. Kuzey Kore topraklarında kaldıkları için 279 şehidimizin mezarları bile yok, bilinmiyor.

Kurulması düşünülen İslam Ordusu veya NATO’sunun başımıza ne dertler açabileceğini düşünmek dahi istemiyoruz.

Bu yazdıklarımdan sonra bazılarınız Lawrence’in akıbeti ne oldu diye sorabilirsiniz. Yaptığı bu hizmetler(!) sonunda Albaylığa terfi ettirilen Lawrence, 1922 yılında istifa ederek er olarak İngiliz Hava Kuvvetlerıne katılmış, 13 yıl sonra emekli olmuş ve 1935 yılında kuşkulu bir motosiklet kazası sonucunda ölmüştür.

Esen kalın Sevgili Okurlar.,