Küreselleşmenin üç önemli dinamiğinden bahsedecek olursak, bunları küreselleşme sürecini hızlandıran yeni teknolojik devrim, göç olgusu ve modern problemlerin artık evrensel problemler haline dönüşmesi şeklinde sıralamak mümkün görünmektedir. 
Özellikle küreselleşmenin özünü oluşturan teknolojik devrim, bilginin dünya çapında daha kolay daha hızlı ve daha ucuz bir biçimde yayılmasına olanak sağlamıştır. İnsanlar ulusal sınırları aşarak mali piyasalara ulaşabilmiş, ticari bakımdan geniş sahalara yayılabilmiştir. Hızla gelişen ekonomik hareketliliğin neticesinde büyük pazarlar git gide global pazarlar haline gelmiştir. Dolayısıyla bugün gelinen noktada hiçbir devlet kendi ekonomisini dünya ekonomisinden bağımsız addedemez durumdadır. 
Yeni global düzenin etkin motiflerinden olan medya, küreselleşmenin bir nevi şeffaf dosyasıdır. Dünya üzerindeki her türlü ekonomik/politik adımı, atılımı ya da gelişimi evrensel bazda saydamlaştırmış, çeşitli biçimlendirme veya yönlendirmelere açık hale getirmiştir. 
Finansal spekülasyonlar, konjonktürel dalgalanmalar, ekolojik tehditler, 3. Dünya ülkelerinin borçları, gelişmekte olan ülkelerin modern düzendeki konumları vb. sorunlar küresel problemlere örnek teşkil edebilir. Bu sorunların çözümlemeleri de ister istemez küresel olmalıdır. Hiçbir ‘’aktör’’ tek başına bu problemlerin üstesinden gelemez. Mevcut durum, ister istemez uluslararası işbirliğini zorunlu kılıp, küreselleşmenin etki alanını genişletmiştir.
Tam da bu noktada medya, ekseriyetle savunduğu neoliberal tutumu, ekonomik/siyasal öncelikler ve toplumun gelişme gereksinimlerine göre kısıtlamaya açık olmalıdır. Basit ve sade bir aktarma aracı ya da para ve vakit öldürücü bir eğlence kutusu olmaktan çıkıp ‘’sorumluluk’’ almalıdır. Yalnızca ideoloji pompalayan mekanik bir fikirsel havza olmamalı ya da düpedüz kâr odaklı bir işletme niteliği taşımamalıdır. Gerek yaşadığı ülkenin gelişmişlik düzeyi gerekse de içinde bulunduğu sosyo-kültürel ortam sebebiyle küreselleşme sürecine ayak uyduramayan kitlelere ‘’aydınlık’’ aşılamalı, onları evrensel perspektifte düşünmeye, tartışmaya ve üretmeye zorlamalıdır. 
Ülkemize gelecek olursak, gelişme aşamasında olan Türkiye’de, Türk medyası, üzerine düşen misyonu çok da sağlıklı bir şekilde yerine getirmemektedir. Toplum üzerindeki ‘’gelişme aracı’’ işlevini rafa kaldırarak içi boş ‘’otorite-özgürlük’’ kavgalarına girişip, arta kalan zamanlarda da toplumsal pratikleri manipüle edici, insanların düşünce dünyasını çeşitli hipnoz yöntemleriyle şekillendirici bir mekanizma haline gelmiştir. Dünya sahnesindeki büyük oyuncuların bizim gibi ruh ve madde yönünden arafta kalmış ülkelere karşı başarıyla uyguladıkları ‘’habitus’’ politikasının basit bir oyuncağı olmaktan öteye gidememiştir.