Kum saatinin içindeki kum taneleri gibiyiz, gelişigüzel dökülüyoruz birer birer, bir âlemden başka bir âleme.
Ne sıramız belli ne vaktimiz. Rengimizin, boyumuzun, düşüncelerimizin, görünüşümüzün belirleyici bir özelliği yok.
Tek bir ortak yanımız var, dökülmemiz.
En öndeki ile en arkadakinin arasındaki mesafe ömür denilen kısacık bir zaman.
Hal böyleyken ne anlamsız kalıyor didişmelerimiz, hırslarımız, kavgalarımız.
Birinin bir başkası yüzünden zor durumda kalması, zor durumda bırakanı iğne ucu kadar rahatsız etmiyorsa, hırslarının esiri olmuş biri hırs hızarında doğruyorsa birilerini. 
Bir basamak yükselmek için başkalarının sırtını yolgeçen hanına çevirmişse bir diğeri; kurulu saatin sayılı zamanlarında olduğumuzu hatırlayın lütfen.
Bu süreçte ancak ve ancak kütlemiz kadarız, ne biraz çok ne biraz az, tamı tamına kum tanesi kadar.
Kum gibi hikâyeler bırakacağız geride ve bazı hikâyeler tarih denilen devasa deftere kazınırken, bazıları daha da devasa’ ‘hiç’’ defterine yazılacaklar.
Adına ‘’doğuş’’ denilen; başka bir âlemden bu âleme kurulan saatin, kum tanelerine yol gösterecek bu hikâyeler.