Yunus Emre, elbet, her şeyden önce bir din-tasavvuf-tekke ozanıdır. Görüşlerini ve inançlarını tasavvuf felsefesi ve özellikle «Vahdet-i Vücut» kuramı dediğimiz, eski Grek - Lâtin filozoflarından da esinlenen «İslâmî felsefe» sınırlar. Bu felsefenin özü, kabaca ve kısaca şudur:

Daha hiç bir şey, zaman ve mekân yaratılmamışken tek başına Tanrı vardı. Tek varlık (vücud-u mutlak) ve kesin yokluk (adem-i mutlak). Tanrı gerçi eksiksizdi, varlıkları (mevcudatı) yaratmaya ihtiyacı yoktu (kemal-i mutlak'tı). Fakat o «kemal-i mutlak», aynı zamanda «cemal-i mutlak»tı (mutlak güzellikti). İşte o «cemal-i mutlak» kendi güzelliğini görmek diledi. Güzelliği görmek ihtiyacı ile çevresindeki yokluğa (adem-i mutlak'a) bir «nazar kıldı» (baktı). («Adem-i mutlak», bir «ayna hükmündeydi; sanki duvarları, tavanı, tabanı ayna olan bir oda gibi...») işte o zaman o sonsuz yokluk kendi görüntüleri ile doldu. Ve «kadir-i mutlak» (her şeye gücü yeten) Tanrı, kendi güzelliğini yansıtan bu görüntüleri, (kendi görüntülerini) görüp sevdiği için gördüklerine «kün = ol» dedi, «feyekün = oldu». İşte evren ve «mevcudat = varlıklar» böylece yaratıldı.

Demek ki, evrende ne ki var, hepsi kendi başına var olan gerçek varlıklar değildirler. Onların varlıkları görece (izâfi) dir. «Var», «varlık» diye bir şey yoktur. Var olan tek şey Tanrı'nın kendisidir. Var gibi görünen öteki şeyler, hep Tanrı'nın birer görüntüsüdür. Bütün varlıklar gerçekte tek bir varlıktır: Tanrı'nın kendisi. Kalb gözü açılmamış, gözündeki «gaflet perdesi» kalkmamış «ham» kişilerin ayrı ayrı gördükleri, çok sandıkları her şey Tanrı'nın bir parçasıdır. Bu sırra eren «mevcudat», kendi yokluğunu bilir ve «ENEL HAK» (BEN ALLAH'IM) diye çağırır.

Nesimi'nin dediği gibi:

«Söyler tef ü çeng ü ney enel Hak»

ya da Yunus Emre gibi:

«Enelhak çağıruban dâra varayın mevlâ»

diye yalvarır. Amma bu sırrı bilmeyen, dinin dışını, biçimini alan «zahit» ler (softalar, mollalar) böyle diyenleri kâfir sayıp Nesîmî gibi derisini yüzerler, Hallac-ı Mansûr gibi «dara» (darağacına) asarlar.

Bunun için bütün varlıkların son dileği Tanrı'ya kavuşmaktır. Yani bütünü ile birleşmektir. Nasıl, buhar olsun, damla olsun, pınar olsun, ırmak olsun bütün sular aynı yerden çıkıp gene aynı yere dönerlerse, nasıl ırmaklar okyanuslara ulaşmak için dağları yarıp vadileri düzleyerek, taştan taşa çarpılarak, çağıl çağıl, inil inil denizlere, okyanuslara akarlar, ancak oraya kavuşunca susarlarsa, varlıklar da Tanrı'ya kavuşunca tamamlanıp «sükun» bulurlar. Ondan ayrı kaldıkça onun özlemi ile yanar tutuşur, ağlayıp inlerler:

«Derviş gözü yaş gerek
Bağrı başı taş gerek.»

Bir görüntüden ibaret olan bu dünyada ve ahirette Tanrı'dan başka hiç bir şey istemezler. Cenneti, cennet köşklerini, hurileri bile...

Cennet Cennet dedikleri
Birkaç köşkle birkaç huri
İstiyene ver anları
Bana seni gerek seni

Yaratılışın asıl nedeni «hüsn-ü mutlak» (Tanrı'nın güzelliği) olduğuna göre her şeyin temeli de güzelliktir. Ancak tersi olmayınca hiçbir şey belirmeyeceği için «her şey zıddıyle vardır». Yokluk olmayınca varlık, kötülük olmayınca iyilik, çirkinlik olmayınca güzellik nasıl belirir. Onun için Tanrı'nın görüntüleri olan olumlu şeylerdir istenecek. Bütün eğilimler, yönsemeler hep «güzel» edir.

Güzel'e varmanın, Tanrı'ya kavuşmanın tek yolu «Aşk» tır. «Aşktır her işin başı», «aşk olmayınca meşk olmaz». Onun için bütün evren bu aşk «içredir», «Derviş kişi âşık gerek».

Varlıkların en sevgilisi insandır. Çünkü insanda gönül vardır ve gönül tanrının evidir. İnsanda Tanrı'nın en güzel sıfatları toplanmıştır. Gönül yıkmak Kabe'yi yıkmaktan daha günahtır.

Gönül çalabın tahtı
Çalap gönüle baktı
İki cihan bedbahttı
Kim gönül yıkar ise

İşte tekkelere bunu, Tanrı'ya kavuşmanın, onunla bir olmanın, ikilikten kurtulmanın yolunu öğrenmek için koşarlardı. Çünkü bu yol, öğrenilirdi. Varılır bir mürşitten el tutulur (ona mürit olunur), o da müritlerine bu yolu öğretir. «El ele, el Allah'a».

«Tarikat» Arapça «tarik» kelimesinden türer, o da yol demektir. Tarikatler işte bunun için kurulmuştur aslında. Fakat sonraları tarikatler, tekkeler bozulmuş, kokuşmuştur.

Özü bu olan tasavvuf felsefesi, derinlere indikçe sofileri sınırsız bir hümanizme götürüyor. Bu nedenle Yunus Emre de Mevlâna gibi büyük bir hümanisttir. Eriştiği yüce düşünceleri, o çağın koşulları içinde, o çağın kalıpları ile, dine ve Tanrı'ya bağlıyarak söylemiştir. Fakat çağının iskolastik düşüncesinin sınırlarını aşmış, biçimsel dinciliğin kalıplarını da kırmıştır. O bir öz ve gönül adamıdır:

Gelin tanışık edelim
İşin kolayın tutalım
Sevelim sevilelim
Dünya kimseye kalmaz

Duruş kazan ye yedir
Bir gönül ele getir
Yüz kâbeden yeğrektir
Bir gönül ziyareti

«Dinime karışan bari müslüman olsa» örneği, çevreye gösteriş yapan softalara Yunus Emre'nin öğüdü şudur:

Kerametim var diyen halka sâlusluk satan
Nefsin müslüman etsin var ise kerameti

Müslümanlık da öyle sadece beş vakit abdest alıp namaz kılmak da değil:

Bir kez gönül yıktınsa bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz değil

Gerçek aşk adamı, gönül adamı öyle biçimsel ibadetlerle ölçülmez:

Dost yüzün görünce şirk yağmalandı
Onun'çün kapıda kaldı şeriat

Bu mertebeye gelen âşık, artık «din-diyanet, millet» sınırlarını aşmış, evrenselleşmiştir:

Din diyânet sorarısan âşıklara din ne hacet
Âşık kişi harab olur, harab bilmez din diyanet

Onun için artık her şey «bir»e inmiştir:

Dört kitabın mânasın okudum hasıl ettim
Aşka gelince gördüm bir uzun heceyimiş.

O noktada artık, din, ırk, «kâfir-muslüman» ayrılığı kalkmıştır. İnsan, artık salt insandır ve bütün insanlara bir gözle bakılır:

Yetmiş iki millete bir göz ile bakmayan
Şer'in evliyasıysa hakikatte âsidir

Yetmiş iki millete suçum budur hak dedim
Korku hıyanetedir ya ben niçin korkarım

Din ve milletten geçer aşk eserinden duyan
Mezhep ve din mi seçer kendini yoğa sayan

Ölümden, azrailden, mezara sorgu için gelecek zebanilerden de korkusu kalmamıştır artık:

Azrail gelmez yanıma sorucu gelmez sinime
Bunlar benden ne soralar onu sorduran ben oldum

Ölümden sonra da onun bir tek kaygısı vardır. O aşk ve özlem:

Ten çürüye toprak ola
Tozam hey dost deyi deyi

Yunus Emre, bu özün dışındaki bilgiçliklere de kafa tutar. Bilimin, bilginin de bir tek amacı vardır. Bunu anlamadan, ne kadar okursan oku, boşunadır:

İlim ilim bilmektir ilim kendin bilmektir
Çün kendini bilmezsin bu nice okumaktır

***

Katkılarından dolayı Türkü Dostları - Türkü Sözleri Arşivi (http://www.turkudostlari.net) sitesine teşekkürler.