SEVGÜL KAYSERİLİOĞLU
“Sanıldığının aksine; Her Angus büyükbaş değil, İskoçya’nın anarahmidir.” 
İçinde sanatla- tarihi birleştiren yerleri keşfetmek isterseniz mutlaka orada kaybolmanız gerekir…
Sık sık kaybolmayı seven ben… bu kez; İskoçya, İngiltere, Galler ve Kuzey İrlanda ile birlikte Birleşik Krallık'ı oluşturan 4 ülkeden biri; İngiltere'den sonra en fazla nüfusa sahip olan 2. Birleşik Krallık ülkesindeyim.
Öyle 3 güne sığması tabii ki mümkün değil … (Kaybolmak zaman kaybettirir. Ama rehberinizi iyi seçerseniz az bir sürede de çok şey keşfedersiniz.) 
Karınca kararınca biraz ülkeden biraz İskoçya’nın bir bölümünden, hatta çok önemli bir bölümünden, doğum yeri Angus’dan bahsedeceğim. Anılarımda çok genel, çok özel noktalar var. Hayran kaldıklarım şaşkınlıklarım, dünyada neler oluyormuş dedirten, vizyonuma yeni bakış açıları katan kısa bir süre içinde geçen izlenimlerimden.
Çok eski bir tarih, kendine has bir coğrafya, kendine has lehçe ve müzikleriyle… Güven duygusunun yüksek olduğu, naif ve işbirliğine açık insanların yaşadığı, canım arkadaşım Sibel Hotin’in yıllar önce seslendirdiği- Fikret Şenes’in sözleriyle -şarkısının çağrıştırdığı yer misali… 
“Bir yer varmış
Dünyanin bir ucunda
Bir yer varmış
Kaf Dagı'nin ardında
Gülermiş oradaki doğan çocuklar
Pembe görünürmüş göze ufuklar
Tertemizmiş bütün kalpler sokaklar 

Ölmezmiş hiç yaşayanlar” 
*Burada da insanlar tabii ki de ölüyorlar… Tercihleri yakılmak olanlar için de bol miktarda krematoryumları da var.
İskoçya bağımsız bir ülke olmasa da kendine ait bir bayrağı, başkenti ve parlamentosu var. İskoçlar, kendi kültürlerine ve geleneklerine bağlı, geçmişlerini sürekli canlı tutan, tarihe önem veren bir millet. Hemen hemen herkes İngilizce konuşurken halkın %30'u İskoçça da bilir. Şaşırdım takdir ettim; Halkın İskoçça yı öğrenebilmesi için kurslar oluşturulmuştur. İtiraf: Konuşanların İngilizcesinden hiçbir şey anlamadım.
İskoçlar kendi kültürlerine ve geleneklere bağlı olarak yaşıyorlar. Geçmişlerini sürekli canlı tutup ve birbirlerine kenetlenmiş bir millet olarak tanınıyorlar. 
Erkeklerin giydiği ve kilt dedikleri etekler ulusal giysilerinin bir parçası... İskoç erkeklerinin ulusal giysisine ayrıca, ceket, yelek, gömlek, kravat, kilt iğnesi, dize kadar yün çorap ve kurdele eşlik ediyor. Özel günlerde ulusal gururun bir simgesi olarak giyilen bu kostümler yine ulusal kültürün bir parçası olan gayda adı verilen müzik aletlerinin muhteşem tınılarıyla kutlama havası yaratıyorlar.
Coğrafı olarak İskoçya (77.900 km²'lik yüzölçümü), kuzeyden güneye 3 ana bölgeye ayrılmış. Deniz seviyesine yakın olan Central Belt, dağlık bir bölge olan Highlands, ve tepelik bir araziden oluşan Southern Uplands’dir. Güneyde İngiltere'ye komşu olan ülkenin doğusunda Kuzey Denizi, batısında ise Atlantik Okyanusu.... Kaledonya Kanalı, İskoçya'nın doğu ve batı kıyılarını birleştirmekte... Dilerim ki birgün oralara da uzanır sizlerle de paylaşırım. Üç tarafı denizle çevrili olan İskoçya'nın iklimi, Britanya ortalamasına göre oldukça sert ve soğuk olmasına rağmen bana içinde bulunduğumuz kış mevsimini yaşatmadı. Ayrıldığım gün ise İngiltere’yi sular bastı. Normaldir. Ben yeni bir yere gitmişsem ya gelince ya da giderken gök delinir. Bereketimden herhalde.
Haydi bakalım bildiğimiz inek Angus’dan başka Angus 
neymiş görelim. (“Angus (Aberdeen Angus) et üretiminde yoğun olarak kullanılan bir sığır türüdür. İskoçya’nın Aberdeenshire ve Angus bölgelerine özgü sığırların melezlenmeleriyle elde edilmiştir ve dünyanın birçok yerinde Aberdeen Angus olarak bilinir. Doğal olarak boynuzsuz ve tüm vücudu kaplayacak şekilde siyah veya kırmızı renktedirler. Meme bölgesi beyaz olabilir. Populasyonda siyah ve kırmızı renkte doğal olarak bulunur”)
Angus bölgesi’ne girince kocaman bir tabela var; “İskoçya’nın Doğum Yeri” diye… Yani anarahmi… Angus’a İster kuzeyden yani Abeerdeen’den ya da güneyden yani Dundee’den gir önce bu yazıyı görüyoryorsun. 4 ana bölgeye ayrılmış içinde kendine has evleri ve tarihi dokusunu yaşatan. 

Brechin, Forfar, Arbroath, Montrose…

En hareketli bölge sahil yerleşkesiyle Montrose. Önemli nokta atışları yapabileceğiniz yerler; Montrose Museum, Dunninald, Montrose Air Station Heritage Centre, The William Lamb Studio…
Forfar, Angus’un başkentini olarak görmek yanlış sayılmaz. 
Meffan Museum, Restenneth Priory, Angus Archivesgibi merkezler ziyaretçilerini bekler. 
Arbroth, yine sahilde bir yerleşim. St Vigeans Museum, Arbroth Signal Tower Museum, The Davidson Cottage, The Arbroth Royal Observer Corps Post Museum görülebilecek yerler arasında. Ben en çok Arbroath Abbey’den etkilendim. Akşamüstü olduğu için fazla gezemedim ama bir iki fotoyu sizin için çektim canlar.
Brechin… en fazla zamanı burada geçirdim. Yazın yemyeşil olduğu çok net görülen sonbaharın tiyo rengi sarının kırmızıya uzanan geçişleri ile şirin bir kasaba…  Güneyinden geçen nehirin-South Esk- taş köprüsünde fotoğraf çekerken,  Dicle’me bakar gibi bir his yaşadım. Nehirler debisiyle, kıvrımları veya  büyüklükleriyle ayrılır şüphesiz. Fırat ve Dicle’nin aşkında Fırat’ın coşkusu beni topraklarımıza ve bizim de eşsiz güzelliklerimize ister istemez götürdü.
Kasabanın merkezinde ki Brechin Town House Museum, Brechin Cathedral, Round Tower. Merchant’s House  gezilmesi olmazsa olmazlardan… The Caledonian Railway ise yılın belirli zamanlarında kullanılıyor. Bazı gotik kiliselerin bomboş, satılık veya kiralık olması da şaşkınlığımı gizleyemediğim noktalardandı. Düşünsenize 400-500 senelik gotik kilise alıp içinde yaşayabiliyorum. Tabii cebiniz uygunsa…
Bir sayfaya sığdırmak elbette mümkün değil bir ülkenin önemli bir bölümünü…
Yollar uzun/ Yollar kısa/ Ne hissedersen hisset/ Paylaşamadıkça/ Çaresizliktir hissettiğin…
Sevgiyi cebinizde hep tutun… Başka bir köşede görüşmek üzere. 
*Teşekkür: Bu yazıyı hazırlamam da bana her türlü desteği veren sevgili arkadaşım, rehberim, Şenol Altıntaş’a çok teşekkür ederim.