ŞERİFE KOCAÇOBAN

Silsile; Bir tarikatın birbirine icâzet veren şeyhlerinin adlarını ihtiva eden listedir. Her silsile Rasûlüllah (s.a.v.) ile başlamakla birlikte, içerisinde Ehl-i Beyt’ten birilerinin bulunduğu silsilelere de “Altın silsile” adı verilir. Peygamberimizden sonra biri Hz. Ebu Bekir, diğeri de Hz. Ali olmak üzere iki cenahtan silsileler devam etmiştir. Ele alacak olduğumuz Hâlidiyye silsilesinde de Hz Ebu Bekir ile başlayan manevi yol, Selman-ı Farisi ile ilerlemiştir.
Bu sâlih zatların hayatlarındaki hikmetli kıssalar ve sünnet-i seniyye hassasiyeti, bir çok gönlün ihyası ve bu gönüllerde  Muhammed-i  muhabbetin peydahı için büyük bir ihtiyaçtır. Kıssaların insan üzerindeki tesiri, Kur’an’da ayan bir şekilde gözler önündedir. Çünkü Cenabı Hak, Kur’an’da hikmetli kıssaları insanlığa sunarak insanlığın örnek alıp terbiye olmalarını murat etmiştir. Muhammed b. Yunus Hazretleri de; “Kalp için sâlihleri hatırlamaktan daha faydalı başka bir şey görmedim.” Buyurmuşlardır. Bizlerde sırası ile takdim edeceğimiz zatların hayatlarındaki hikmetlerden hisse almayı murat ediyoruz. Allah feyizlerinden nasipdâr eylesin.

SELMAN-I FÂRİSÎ ( V. 654)


İran’ın Ramahürmüz veya İsfahan’ın Cey şehrindendir. Müslüman olmadan önceki ismi, Mabah b. Buzahşan’dır.  Selman ismini ona Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz vermiştir. Ona güzel ahlakı, kalbi ve ruhi derinliği sebebiyle Selman-ı Pak, Hendek savaşındaki gayret ve hizmetinden dolayı da “Selman-ül Hayr”  diye isimler verilmiştir. Kendisine nesebi sorulduğunda, Hakk’ta fani olduğunu ifade etmek için “Ben Selman bin İslam’ım” yani “İslam’ın oğlu Selman’ım” demiştir.  Rasûlullah (s.a.v.)’in yanında ayrı bir yeri vardı. Bir hadislerinde bunu şöyle belirtmiştir. “Allah, bana Ashabımdan hususi olarak dört kişiyi sevdiğini bildirip, benim de onları sevmemi emretti. Bunlar, Ali, Mikdad bin Esved, Selman ve Ebu Zer’dir.”
Selman (r.a.), fıtraten çok temiz yürekli ve tevekkül ehli bir zat idi. Her haliyle özellikle de Allah yolundaki fedâkarane gayretleriyle örnek şahsiyet haline geldi. Selman-ı Pak, âlim, zahid, dünyaya değer vermeyen, lüks ve israftan uzak duran, alçak gönüllü, güzel ahlaklı, parlak zekaya sahip, kahraman ve fedakar bir sahabe idi. Peygamber Efendimiz zamanında fetva veren sahabelerden biriydi. Yine o, kendisinden ilim alınması tavsiye edilen sahabelerdendi. Selman (r.a.)’ın Rasulullah (s.a.v.)’in yanındaki mevkii, çok farklıydı. Sahabeler Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e bir şey sormak istediklerinde, Hz. Selman’ı araya koyarlardı.
Selman (r.a.), gece karanlığı bastığında namaz kılmaya başlardı. Namazdan yorulursa, diliyle Allah (c.c.)’ı zikrederdi. Allah’ın (c.c) varlığının, birliğinin delilleri ve azameti ilahiye üzerinde tefekkür ederdi. Bir müddet sonra kendi kendine, “Dinlendin artık, haydi namaza kalk” derdi. Bir müddet namaz kılınca diline: “Yeterince dinlendin, haydi Allah’ı zikret” derdi. Gecenin büyük kısmını böyle geçirirdi.
Selman (r.a.) samimi, mütevâzi ve geçim ehli bir hak dostu idi. Kimseye külfeti olmazdı. Son derece mahviyet sahibiydi. Hz. Ömer (r.a.), divan teşkilatını kurunca, Ehl-i Beyt’ten kabul edildiği için, Selman (R.a.)’a da, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e verdiği kadar tahsisat bağışlamıştır. Fakat zahid bir gönle sahip olan Selman (r.a.), bu tahsisatı sadaka olarak dağıtır, kendi elinin emeği ile geçinirdi. Bir dirheme hurma yaprağı alıp sepet örer, onu üç dirheme satardı. Bunun bir dirhemini yaprak aldığı yere verir, bir dirhemini tasadduk eder, bir dirhemi ile de ailesinin ihtiyaçlarını karşılardı. Biraz para kazandığında onunla et veya balık alır, sofrayı hazırladıktan sonra cüzamlı hastaları davet eder ve onlarla birlikte yerdi.  Selman-ı Pak, Hazret-i Ömer zamanında Medayin valisi iken otuz bin kişiye hutbe okuduğu zaman yanında iki parçadan müteşekkil bir hırka vardı. Hırkasının bir parçasını namazlık olarak serer namaz kılar, diğer parçasını da giyerdi. Ondan başka hiçbir elbisesi yoktu. Maaşının hepsini fakirlere dağıtırdı. Zaman zaman Topraktan tabak çanak yapıp satarak bununla geçindiği de rivayet olunmuştur.
     İlim-fazilet-takva bakımından ashaba örnek olmuştur. Hz. Ali Efendimiz onun hakkında, “Öncekilerin ve sonrakilerin ilmi ona verilmiştir. O, bizim aramızda Lokman Hekim gibidir. İlk ve son kitabı okumuştur. Sonu olmayan deniz gibidir.” buyurmuştur.
130 yaşlarında vefat ettiği rivayet olunur. Selman(r.a.) vefatı yaklaştığında hanımına; “Daha evvel sana verdiğim misk kesesini getir. Onu biraz suyla karıştırıp etrafıma serp. Biraz sonra misafirlerim gelecek. Onlar yiyip, içmezler ancak, güzel kokuyu severler.” dedi. Hanımı bu arzusunu yerine getirip dışarı çıktı. Bir ses işitip geri döndüğünde, Selman-ı Farisi Hazretleri’nin vefat etmiş olduğunu gördü.  IV. Murad tarafından tamir edilen kabri, Bağdat yakınlarındaki Selman-ı Pâk kasabasındadır.  Peygamber (s.a.v.)’in, “Cennet üç kişinin hasretini çeker: Ali, Ammar b. Yâsir ve Selmân.” şeklindeki müjdesine nail olmuştur. Zaman zaman sahebeler arasında Selman-ı Pak, Muhacirlerden mi yoksa Ensardan mı? meselesinde ihtilaf çıkınca, Peygamber (sav) efendimiz, “Selman bizdendir, Ehl-i Beyttendir” buyururdu.
Allah ondan razı olsun. Bizleri şefaatlerine layık kılsın…