Röportaj: Yağmur Tanyıldız

Kitaplarında; kaybedenleri, gidenleri, geride kalanları, dibe vuranları anlatan kıymetli yazar Mesud Topal ile sizler için sohbet ettik. Kendisi fotoğraf çekilmekten çok, fotoğraf çekmeyi sevdiği için sizlere maalesef Mesud Topal’ı görebileceğiniz bir fotoğraf sunamıyorum. Fakat biliyorum ki; onun okurları fotoğraflarına değil, anlattıklarına önem veren bir kitleden oluşuyor. Şimdi gelin hep birlikte dinleyelim Mesud Topal’ı…

‘Dibe vurmak, özgüven gerektirir. Ama en kötüsü de ne biliyor musun? Dibe vuramamak ve yukarıya çıkamamak. Ortalarda dolanır durursun. İşte bu, dünyanın cehennemidir…’ Mesud Topal

Öncelikle bizlere kendinizi tanıtır mısınız? Mesud Topal kimdir?
Bu soruya kendimi tanıtarak cevap vermek kolay, ancak insanın kim olduğu sorusunun cevabı yaptığı iş, mezun olduğu okul, yaşı, doğduğu yer olmaması gerektiğini düşünen biriyim. ‘Kimim ben’ insanoğlu çağlardır bunun cevabını arıyor, kimlik arayışımız hiç bitmedi ve bitmeyecek. Mesud Topal kendi içinde kendisiyle, dışında ise modern dünya ile boğuşan, sürekli okuyan, bazen yazan ve halen kimlik arayışında olan bir insan.

Yazarlığa ilk adımınızı nasıl attınız? Bu serüven nasıl başladı?
İlk adımımı ne zaman attığımı hiçbir zaman bilmiyorum gerçekten. Çünkü kendimi bildim bileli bir şeyler yazmaya çalışıyorum. Aslında yazı serüvenim kitaplara olan sevgimle ilintili bir şey. Daha henüz okula başlamadan annemin aldığı çizgi romanlar sayesinde okuma sevgisi içime küçük yaşlarda yerleşti. Hatırlıyorum da ilkokula başlar başlamaz sınıfta okumayı ilk söken bendim. Acayip bir durumdu gerçekten herkes hayret etmişti. Ama bilmiyorlardı benim okumayı sökme sebebim zagor, tommiks, teksas gibi çizgi romanları okumak içindi. Çünkü çizgi romanları açtığım zaman baloncukların içindeki yazıları okuyamamak beni delirtirdi. Okumayı söker sökmez çizgi romanlara sarıldım. Ve o günden itibaren ne bulduysam okudum. İlkokulun  2.inci ve 3.üncü sınıfında diğer çocuklar normal hikaye kitapları okurken ben çoktan Jack London, Victor Hugo gibi dünya klasiklerini okumaya başlamıştım.  Bunun yanına da eklemem gerekiyor ki eğitim sistemi ile aram hiç iyi olmadı. Okulda sorunlu bir çocuktum. Derslerimi pek umursamazdım ama yine de buna rağmen iyi notlar alırdım. Benim dünyam kitaplardan ibaret, ne öğrendiysem hepsini kitaplardan öğrendim.

‘Cam Kenarı’ ve ‘Dibe Vuranlar’ isimli kitaplarınızdan ardından yeni kitabınız ‘Şehrin Sancısı’ okurlarla buluştu. Kitaplarınızla ilgili aldığınız yorumlardan memnun musunuz?
Şehrin Sancısı diğer kitaplarımla kıyasladığımda farklı bir yerde duruyor. Yazar yazdığı kitaplarla büyür ve gelişir. Benim için de durum böyle, Şehrin Sancısı benim ilk romanım ve bundan sonra bu türde ilerleyeceğim. Şu ana kadar aldığım yorumlar cidden güzel. Kulaktan kulağa yayılan bir kitap olmaya doğru ilerliyor ve bu durum beni memnun ediyor açıkçası.

Yeni kitabınız ‘Şehrin Sancısı’ ile okurlarınıza neler anlatmak istediniz? Kitabın amacı neydi?
‘Şehrin Sancısı’ bireyin huzursuzluğu, öfkesi ve yalnızlığını ele alan bir roman. Baş karakterimizin adı ‘Şehir’ ve karakterimiz kendi içinde kendisiyle, dışında ise diğer insanlar ve modern dünyanın sistemiyle kavga eden, kimseyle anlaşamayan, tahammül edemeyen sorunlu bir adam. Hayatla ilgili soruları ve sorunları olan, kimlik arayışını derinden hisseden, sistemin ötekileştirdiği, kalabalıkların içinde yalnız kalmaya mahkum edilmiş, sorunlarının üstesinden gelmeyi beceremeyen, kendini ve diğer insanları acımasızca sorgulayan dünyanın iyi değil bozuk bir düzenden ibaret olduğunu savunan bir adam Şehir. Kısacası hepimizin hikayesini biz Şehir’den dinliyoruz. Zaten kitabın sloganı; ‘Kalabalık Şehrin Yalnız İnsanları’ sanırım bu her şeyi daha iyi açıklıyor.

 Şu anda hayal ettiğiniz bir hayatı mı yaşıyorsunuz? Yaşadığınız hayattan yana mutlu musunuz?
 Yeryüzünde insanların tamamına yakınının hayal ettikleri hayatı yaşadıklarını zannetmiyorum. Memnuniyetsizlik insana has bir şey, sürekli şikayet ediyoruz. Ancak şikayet etmenin insanı mutlu etmeyeceğini biliyorum. Var olan hayatımın içinde mutlu olmaya çalışıyorum.

Yazarlık dışında neler yapıyorsunuz? Mesud Topal kalem tutmak dışında neler yapar?
Sürekli kitap okuyorum, yeni çıkan KaraKarga Dergi’de yazıyorum, fotoğraf çekmeyi seviyorum. Zaten işim  kitap olduğu için bu şekilde yaşamayı seviyorum.

Kitaplarını okuduğunuz ve örnek aldığınız bir yazar/şair var mı?
Örnek aldığım değil ancak etkilendiğim yazarlar var tabi ki, ‘Şehrin Sancısı’ kitabını okuyanlar bilir, kitabın içinde birkaç yerde ‘Yusuf Atılgan’ın ismi geçer. Yusuf Atılgan, Türk edebiyatının en büyük yazarlarından biridir. Oğuz Atay’a bile ilham olan bir isimden bahsediyoruz burada. ‘Aylak Adam’ kitabı benim vazgeçilmezimdir, ‘Anayurt Oteli’ yine öyle. Onun dışında Peyami Safa,  bana göre Türk edebiyatında psikolojik tahlilleri en iyi olan yazardır. İnsan psikolojisini müthiş kelimelerle ve ustaca anlatır.  Sait Faik, türk öykücülüğünün babasıdır. Onun yazdığı öyküler ve insanı olduğu gibi anlatması her zaman sarsmıştır beni. Bunların dışında Romain Gary, Jerzy Kosinski, Jack London, Ballard sevdiğim yazarlardır. Şiir olarak ise türk şiiri gerçekten çok büyük temelleri olan bir dünya aslında, ancak İsmet Özel’in şair yanı ve şiirleri her zaman benim için ayrı yerde durur.

Yazar olma hayalleri kuran gençlere neler önerirsiniz? Başarılı bir yazar olmanın yolları sizce nelerdir?
Yazar olmanın yolu okumaktan geçer. Sallinger, Kafka, Reşat Nuri Güntekin, Sabahattin Ali, Erhan Benel, Rıfat Ilgaz az önce bahsettiğim yazarlar ve daha fazlası. Bunları okumadan yazar olunamayacağını savunan bir insanım. Hiç kitap okumayan kendilerini yazar zanneden insanlar var bu edebiyat dünyasında, ilerleyen zamanlarda hiçbirinin isimleri hatırlanmayacak çünkü yazdıkları yarınlara armağan değil günü süsleyen cümlelerden ibaret. Bu yüzden yazmak isteyen okumalı ve araştırmalı, bir roman yazıyorsa örneğin romanda geçen karakterleri iyi kurgulamalı, hikayenin geçtiği yere hakim olmalı. Şehrin Sancısını yazarken ben adeta Balat’a karargah kurdum. Ve hiç bilmediğim şeyler öğrendim, yeni insanlar tanıdım. Araştırmak güzel şey, araştırsınlar, sorsunlar, dinlesinler. Kısacası sürekli bilgiye aç olsunlar

Edebiyat dünyasında bir şeyi değiştirme şansınız olsaydı, neyi değiştirirdiniz?
Edebiyat dünyası popülizmin içine batmış durumda. Bu tıpkı bir dönem patlayan arabesk müzik piyasasına benziyor. Her dönem kendi müziğini, edebiyatını, sinemasını oluşturur. Ama bu dönemin kendine has bir müziği, edebiyatı, sineması yok maalesef. Müthiş bir edebi yozlaşmanın içindeyiz ve ne yazık ki yazarlar olarak bunda bizimde parmağımız var. En azından bunu fark eden yazarlar olarak kendimizi düzeltmeye başladık önce. Çünkü şöyle bir durum var, eğer bir insan ben yazarım diyorsa sırtına büyük bir yük almış demektir. Gerçeği savunmalı, mutlaka hayatla ve sistemle ilgili problemi olmalıdır. Sırf okur kitlesini kaybedecek diye fikirlerini savunamıyorsa bir yazar, ondan yazar falan olmaz. O sadece sistemin ürettiği bir süs olmaktan öteye geçemez. Ve bu toplumu zehirleyenlerin bir parçası da onlar ne yazık ki.

‘Dibe Vuranlar’ isimli kitabınızın bir hikayesi var mı? Bu kitap dibe vuranlara, mutsuz insanlara mı yazıldı?
Ben kaybedenlerin hikayesini yazıyorum. Çünkü yeryüzü kazananların değil kaybedenlerin sahnesi, zengin şatafatlı istediği her şeye ulaşan, sorunu olmayan insanların hayatından hikaye falan çıkmaz. Hikaye sokaktan çıkar, benim işim sokaktaki insanlar çünkü ben de onalrdan biriyim. Bu açıdan ‘Dibe Vuranlar’ ve ‘Şehrin Sancısı’ kaybedenlerin ve dibe vuranların yani sokaktaki insanların kitaplardır.

Genelde gidenlerin arkasından güçlü olmanın ve dik durmanın vurgusunu yapan bir yazar olarak, sizce aşk nedir? Gerçekten de aşkta gidenin arkasından güçlü kalabilmek mümkün müdür? ‘Aşk’ nedir?
Bunun tanımını kimse yapamaz. Aşk kitaplarda, şarkılarda, filmlerde anlatıldığı gibi değil. Özellikle günümüzde hiç değil. Bence aşk muazzam ve bu dünyanın ötesinde bir duygu, çağımıza bakıyorum da insanlar sevdikleri bedenlere bir isim takmak istediler ve bunun adına da ‘Aşk’ dediler. Ben hiçbir zaman şu ifadeye katılmıyorum ‘Kendimden çok seviyorum seni’ böyle bir şey ne teorik olarak ne de pratik olarak mümkün. Hiç kimse bir başkasını kendinden fazla sevemez! İnsan önce kendisini sevmeli ki, sonra bir başkasını sevebilsin. Bu ego değildir yanlış anlaşılmasın. İnsan sevmeye önce kendinden başlamalı, kendini seven insan tüm evreni sever.

Son olarak neler söylemek istersiniz?
Söylenecek çok şey var. İçinde yaşadığımız ülke, çağ kavgaların ve yıkımın çağı. Bir şekilde ayakta durmalıyız, toplum olarak ayrışmamalıyız, yazmalıyız ve bol bol okumalıyız…