Nereden başlasam diyorum!.. Küfürden, küfür benzetmesinden mi, yoksa çılgınlıktan mı? Doğrusu yazılarımı okuyan okuyucuların bazılarının, siyasetçimizdeki seviye konusuna temas etmeğe kalktığımda, yine mi? diyeceklerini biliyorum. Ama ne acıdır galiba konuda haklıyım. Genelleştirmek istemem ama çoğunluğuyla siyasetçilerimizin seviyesi, görünen o ki, giderek dibe vuruyor. Sıfır seviyesini buldu mu? Yarını bugünden tam görmek mümkün olmadığı için buna henüz “evet” veya “hayır” diyemiyorum. Ama seviye kaybının sadece siyasetçide kalmadığı da bir gerçek… Seçim meydanları gösteriyor ki bu kayıp siyasetçinin kullandığı dili çoktan aşarak kalabalığın “ihtilâtla ve ihtirasla” sahiplendiği bir çöküşe dönüşmüş!.. Örneklerin hangisinden başlasam? Böyle bir soruyu sormak bile aslında bir çöküşe işaret değil mi? Ne yazık seviye kaybı tesadüfî bir örnek olmaktan çoktan çıkmış âdeta vakıa-i adîyeden duruma gelmiş durumda… Şu MHP’li iki Başkan Yarımcısı ile ilgili skandalı duyduğumda, işin gerçeği, “titre ve kendine dön” deyiminin iddialı tilmizlerinden birilerinin bu kertelere düşüşü bana çok ağır ve acı geldi. Allah’tan sn Bahçeli, partisinin ödemek durumunda kalacağı diyetin farkına erken vararak bu iki, -doğrusu hangi kelime ile tavsif edeceğimi bilemiyorum-, kişiyi derhal saf dışı bıraktı. Bu arada, esas itibariyle çok hoş bir görüntü vermese de, MHP’li gençlerin Başkan yardımcılarına gösterdikleri sert tepki,-umarım onlar ileri yıllarda sahip olacakları makâmlarda bozulmazlar-, gelecek için “inanç ve iddialarının arkasında olmak bakımından” bana ümit verdi. Umarım delikanlılıkları geçtiğinde “olgunlaşarak” sahiplenecekleri idealleri Türkiye’nin geleceğine ışık tutar.. Fakat “meydanlar ısındıkça!” Sahi bu ibarenin ne demek olduğunu birileri bana anlatsın istiyorum. Anlatılamaması halinde, bir grup aydınımıza ve bağlı olarak aydın oldukları kendilerinden menkul basın mensuplarımızın bir bölümüne, söyleyeceğim bir çift sözüm olacak. Meydanların ısıtılmasından anlaşılan nedir? Kimler böyle bir ısınma(!) karşısında parsa toplama iştiyakı içinde? Meydanların ısıtılması tabiriyle kavga ortamına benzin dökenler acaba reyting peşinde midirler? Yoksa Türkçe bilgilerinin dar fasit dairesine sığınanlardan mı? Ne dersiniz? Neyse! Asıl söylemek istediğim bunlar değil. Seçimler yaklaştıkça ve meydanlara insanlar dolduruldukça, küfür edepsizliğinin boyutlarının kalabalığa sirayet ediyor olması!.. Ağzını en çirkin, müptezel şekilde bozarmış gibi yapmak ve sonra da susmak!.. Bu, anlık olaysa, nefsini terbiye edememiş birinin başına gelebilecek tatsız bir durum olarak görülebilir! Ama böylesi bir sunturlunun yutkunulması arkasında sığınarak pişkin pişkin gülerken meydanda bulunan topluluğun çılgınca alkışına çanak tutmak ve bu alkıştan zevk almak!.. İşte benim asıl üzerinde durmak istediğim bu. Böylesi bir psikolojinin TV kanallarında yumuşak ses ifadesiyle “iki çocuğu olduğu ve onlar arasında ayırım yapmadığı” söylemiyle ortaya konmak istenen “iyi aile babası” oyununun karşılaştırılarak irdelenmesi gerekir. O gün meydanda bulunan toplumumuzun belli kesiti kadar, belki o güne kadar aldığı alkıştan çok daha fazlasını alarak hazdan ağzı kulaklarına varan konuşmacının da sosyolojik, psikolojik durumlarının incelenerek üzerlerinde tez çalışmalarının yapılması gerekir. Toplumumuz nereye gidiyor? O, demokrasinin başlangıç yıllardan itibaren yaptığı tercihlerle ferasetini göstermiş olan halkımız giderek güruhlaşıyor mu? Neden? Sebepleri nedir? Bu seyrin sosyolojik ve psikolojik olarak incelenmesi şart, diye düşünüyorum. Düşüncemi teyid eden bir başka olaysa, yine bir başka CHP mitinginde bay Başkanın konuşmasında ithâl “agnus” ile bağlantı kurarak dinleyicileri, yine bizce çirkin, bir ifadeye zorlaması ve birlikte kahkahaları ile yaşanacaktı.. Ne diyelim? Biz siyasilerin ve hiç değilse liderlerin daha zarif ve beyefendi üslûbu içinde olmamalarında ve bilhassa iktidar liderini konuşmalarındaki “meydan kabadayısı” tavırlardan şikâyet ederken bir de baktık ki kaşımıza “küfürleşmekten” haz duyan bir muhalefet lideri ve kalabalığı çıktı!… Peki, o zaman sormamızı gereken bir sual yok mu? Hani hepimiz spor meydanlarındaki şiddetten ve de özellikle de hemen maç boyunca süren küfürlerden şikâyetçiydik de onun için bir Kanun çıkarmadık mı? O zaman, eğer küfür etmek siyasetçi ve de onun kalabalığı için mubahsa, spor seyircisinin günahı ne ki! Siyaset sahnesinde benzer olayların sayısının artması, eli kalem tutan bizler için konu kolaylığı sağlaması açısından, sanki teşekkür vesilesi olmalı!. Zira konu aramağa gerek kalmadan bizlere hazır malzeme sunuveriyorlar. Ama!.. Evet ama! Acı olan da burada… Ancak!.. Şu veya bu çıkarları ile halkımızın dünden emanet olarak ve çocuklarına devretmekle mükellef olduğu değer hükümlerini sarsmaya ve onlarla oynamağa kimsenin, bunlar siyaset cambazı olsalar bile, hakkı olmaması gerekir. Meselâ, CHP lideri topluluğun neden bu derekelere düşülmesine cevaz verir? Buna hakkı olabilir mi? Oysa, başlangıçta bazı merciler bay Kılıçdaroğlu’nun haiz olmadığı vasıfları ve yetersizliğini, hiç değilse zarif adam intibaının dolduracağını umuyordu. Benim açımdan, konuşmaları ve davranışlarıyla her gün meydanlarda biraz daha yıpranmasının fazlaca yadırgatıcı olmadığını söylemeliyim. Zira CHP de gerçekleşen, değişmesi kolay olmayacak bir vesâyetçi tavrın el değiştirmesinden ibaretti. Buna rağmen bir an için düşünmedim değil! Acaba kendisine ve partisine puan kazandıracak ve bakın bu diğerlerinden farklı dedirtecek “özür” dileme şansını kullanır mıydı? Bunu yapmadığı gibi, hemen akabinde “angus çirkinlemesine” de çanak tuttacaktı sn lider. Bununla da kalmadı Eskişehir’in Tepebaşı Belediyesi Galerisinde gerçekleşen ve bizzat CHP’li Belediye Başkanınca iltifatlarla açılan bir sergide “halkımızın inançlarına hakaret” anlamını taşıyan iki pespaye tablo için hem Belediye Başkanına, hem de sanatkâr olduğu söylenen o kişiye sahip çıkarak meseleyi tevil etmeğe çalıştı. Önce Belediye Başkanının konuda suçu olmadığını söyledi, sonra da “ne yapalım sanatkâra karışacak halimiz yok ya!” diyerek rahmetli Nihat Erim’in siyaset dilimize armağan ettiği “şal atma” anlayışının, siyaseten ne denli geçerli olduğunu delillendirdi! Nedendir bilmem birbiri peşi sıra siyaset sahnesinde sergilenen CHP’li çirkinlikler beni yıllar öncesine, CHP’nin tek partili iktidarı döneminde uyguladığı ve halkın inançları, değer hükümleriyle âdeta alay ettiği, Anadolu’da bazı camilerin kışla gibi kullanıldığı döneme götürdü. O zaman da “ne yapalım savaş kapımıza dayanabilir askerleri başkaca barındıracak yerimiz yok!” demişlerdi… Tabiatıyla bu bir çağrışım… Fakat bu çağrışım bir şeyi hatırlattı. CHP zihniyetinin bir türlü “inançlı halkıyla” bütünleşemediği ve kendilerinin ülkenin kurucuları hüviyetiyle “sahib-i aslî” oldukları!.. Bunu düşündükten sonra kendime sorma gereğini duydum. “Acaba bazı zümrelerin umutla bekledikleri gibi CHP kendini yenileyerek, inançlı halkıyla barışacak bir dönüşüm yaşaya bilir mi?” Soruya verdiğim cevap, Ecevit’in başına gelenleri hatırlamasan “belki” tarzında olabilirdi ama galiba pekte ümit ışığı görülmüyor.. Ne denir yine seviyeye takıldık ve Çılgın Proje bir başka sefere kaldı… Af ola!