Evimizin en küçüğü, hani bir gülümsemesi ile huzur bulduğumuz küçük haylazımız… Gece-gündüz demez o koltuktan bu koltuğa, o masadan bu sehpaya zıplar. Dur-duraksızca... Hem bağırır, hemde hoplar-zıplar. Ailenin yüreği ağzında takip ettiği, bakıma muhtaç ama söz dinlemeyen, dinleyecek vakti olmayan telaşlı küçüğümüz.

Bazen durmak zorunda kalır… Kafayı sehpaya çarpmıştır, hemde köşesine… Canı yanar, olduğu yerde hıçkırarak ağlar.

Ardından koca bir suskunluk, şaşkınlık. Şaşkındır, çünkü o koşturmaca da beklemediği bir şey olmuştur. O şaşkınlıkla adeta dona kalır, sakin sakin oturur. Bir süre için sükûnet sağlanmıştır. 

O şaşırma anı, durup düşünme anı, “idrak” anıdır. İdrak etmiştir, sehpanın kenarı acıtmaktadır.

Şu koca Türkiye Büyük Millet Meclisinde acaba idrak sağlayacak bir sehpa yok mudur?... Yok sanırım, sehpa acıtamadığından yüreğimiz acımakta.

Türkiye, çok yüksek enerji ve telaş içinde sağa sola koşturmakta. Meclis kargaşada ve kavgada… Hakaret eden, ısıran, boğazlayan, koparan, savuran mecliste… Piyasalar, bir yaprak gibi savunmasız, nereye savrulacağı belli değil… Dolar dörtnala koşmakta… Mahallelerde insanlar telaşlı, akrabalar birbirleri ile tartışmakta, “Sen misin? Ben miyim?” mücadelesi, ayrışma… Mecliste ne yaşanıyorsa birebir halkta...

“Yeteeeeer” diye bağırasım var…

“Artık durma vakti, durup düşünme vakti, silkelenme vakti” diye haykırasım var…

Zaman hızla geçmekte… Ve boşa geçmekte…

Meclis bu kavgaya, ayrışmaya bir son vermeli. İlk olarak ekonomik sorunlara eğilmeli…

Bazı TV kanalları inanılır gibi değil. Türkiye’de sorun yok, terör yok, “Türk lirası değer kaybı mı?” o da ne?.. Sanki başka bir ülkeden bahsediyor. 

Bir şey “sorun” ise “bu sorundur” diyebilmeliyiz. Sorun demezsek çözüm de aramayız. “Bu sorundur” diyebilirsek, şaşıp da kalırsak, üzerinde durur düşünürsek,  çözüme ulaşırız.

Konuyu masaya yatırmadan teşhis konamaz… Futbolda destek ayağı yere tam basmadan yani durmadan, bir ayağı sabitlemeden sağlıklı vuruş yapılamaz. Durup düşünmeye ihtiyacımız var.

“Dolar artıyor ama dünyada artıyor, onun için bizde de artıyor” demek yanıltmaktır. Artan dolar miktarımızın sadece %20’si dış kaynaklıdır. Kalan %80’i bizden kaynaklıdır… İşte bu %80’i oluşturan sebepler, ülkemize dolar girişini de engelliyor. 

Üretim yapabilmemiz; tamamen ithal ürüne, dolara bağlı… Bankacılara göre; sadece özel sektör aracılığı ile ülkeye giren dış borç 312 milyar dolar… 

Giyimden gıdaya, ulaşımdan plastiğe her şeyimiz yurtdışından. 

21’inci yüzyılı yaşarken, insanoğlu uzayda platformlar kurmuşken, 20’inci yüzyıldan bahsetmeyi hiç sevmem… Ama biz 1950’de bile gıdada, tahılda, meyvede kendi kendimize yetebiliyorduk.

Evet, nüfusun %80’i tarımcılık yapıyordu. Topraklarının %90’ı çiftçiye aitti. Bugün çiftçiye ait toprak ölçümlemesi net değil ama azaldığı ifade ediliyor. Tarımdan geçinemeyen çiftçi, topraklarını satıp geçinmeye çalışıyor. 

Kimler alıyor dersiniz?.. Yabancılar için mülk edinme imkânı da var. 

Rant ve faiz ekonomisi; arsanın, toprağın değerini artırırken, emeğin ve o topraklar üzerindeki insanın değerini azaltır. Değeri olmayan ise yok edilebilir… Hazır yiyen değil de, emek verip yiyen olunursa… Alın terinin, insanın değeri artar. Rant ve faiz ekonomisi biter. Arsa, toprak alımı ulaşılamaz olmaktan çıkar, ucuzlar.

Günümüzde, “artık sanayi toplumu olmalıyız, tarım toplumu da nedir?” diyen olabilir. Nüfusumuz 80 milyon. Çok rahat çifçiliğinde, sanayinin de üstesinden geliriz.

Açıklanan resmi rakamlarda işgücümüz 59 milyon kişi… İstihdam edilebilen 27 milyon, kalan 32 milyon ise işgücüne katılmıyor ya da katılamıyor.

Boşta kalmışları çalıştırabilirsek, her iki alanda da ilerleyebiliriz… Ama biz üretmemeyi, işsizliği, rantı ve ithali tercih ediyoruz. Bu durum topraklarımıza yabancı rağbetini artırıyor. 

Tarihten dersler çıkarmalıyız ve uygun önlemler almalıyız. Osmanlı’nın son döneminde de bu verimli topraklarda, yurtdışından buğdayı bile ithal eder olmuştuk.

Biraz önce bahsettiğimiz 312 milyar dolar borcu olanlar, buldukları her doları depolamaya başladılar. Çünkü “kur riski” taşıyamayacakları kadar büyük. 

Olabildiğince dolarda kalmak isteniyor. Dolar; yok satan, bulunamayan bir ürün oldu. Fiyatı da malumunuz, uçtu…

Maalesef hızla girdiğimiz özelleştirmeler, topraklarımızı yabancılara açma ve mülk edinme kanunu küresel parayı neredeyse ana paramız yaptı. Dolara borçlu olanlar, Türk lirasına güvenemez oldu. Halk, mümkün olduğunca dolarda kalmak istiyor. Kur riskinden kaçınmaya çalışıyor. Banka, döviz mevduat hesaplarında gözle görülür artış var.

Vakit bu yaşananlara şaşırma vaktidir. Şaşakalma, donup kalma, durup düşünme vaktidir. Durmaksızın, kavga ederken, bağrışırken, ayrışırken düşünebilmek mümkün olmaz…

Bu vatan ve millet için artık birlik olma vaktidir. 

Konuları saptırmadan birlik olup, üretimi artırırsak, kendi kendimize tekrar yetebilip az da olsa yurtdışına da satabilirsek, sırtımız yere gelmez. “Dış mihraklara” sadece güler geçeriz.

Büyük balık küçük balığı yutar. Bu doğanın kanunudur, değişmez. Dış mihrak hiç bitmedi, bitmez.

Bizim zayıf, cılız, güçsüz halimizi gören sahiplenmek ister. Bir an önce durmalı, düşünmeli, çalışmalı, üretmeli, beslenmeli, güçlenmeliyiz. 

Asla ve asla yem olmayacağız…