Köşe Yazarları arasındaki kıdem farkı, sadece yaşlı veya bir Gazete’nin kadim mensubu olmasıyla ölçülemez. Zira, Gazetecilik bir çok mesleğin kurallarına hiç uymayan, kendi bünyesinde meydana gelmiş kurallara bağlıdır. 
Asıl konuya geçmeden, ilk kendimi özetle anlatmaya çalışayım ki, meseleye parmak basanın, sadece kendisini beğenen bir zavallı olmadığı anlaşılsın!... 
Bendeniz; “Kültür ve İç-İşleri Bakanlıklarınca: Bütün eserlerimin Devlet Kitaplıklarına, Üniversitelere, Valiliklere ve bütün Okullara tavsiye edilmiş ve ayrıca müesseselerine alınmasını bildirmişlerdir.” 
Bu durumdan rahatsız olan birileri de o tarihlerde “RADİKAL” gazetesi kanalı ile aleyhimde neşriyata girişmiş: (DEVLETTEN TORPİLLİ YAZAR) başlığıyla saçmalamışlardı. 
Günümüzde çok şükür 20 eserim neşredilmiş, iki eserim de neşredilmek üzere olmakla birlikte henüz üzerinde çalıştığım bir eserimle birlikte toplam (23 eserim) mevcuttur. 
Sayın Basınımızda neşredilmiş “tefrika ve makalelerimin” sayısı ise, bu rakamın dışında kalmaktadır. Çok şükür, kendi başıma nice yanlışlıklarla cenge cenk mücadele vermiş ve hâlâ vermekteyim! 
Basında karşılaştığım menfi durumların çokluğu karşısında adeta tiksinti duyarak, ofisime çekildim ve kendimi doğrudan kitap çalışmalarıma verdim. 
Sayın Gazetemizin değerli sahibi ve baş-Yazarı sayın Abdullah Akosman Bey, benim durumumu öğrendikten sonra, sayın Gazetelerinde bendenize yer vermek lütuf’unu bahşettiler. Bir müddet sonra ise, baş sahifeden yazarların makaleleri hakkında verilen anons bölümünde bendenizin anonsunu başa alarak, ödüllendirdiler. Ancak bakıyorum ki, son sayılarda bendenizin anonsu gerilere itilmektedir?.. Ayrıca, hemen her sayıda, makalelerimin final kısmında teknik arızalar zuhur etmekte olup, makalemin özü tahrip olmaktadır.
Sayın Gazetemizin en yaşlı ve Gazetecilikte en kıdemli konumda oluşuma bir nebze olsun saygı gösterilmesi, en tabii hakkımdır.
Bir takım, taktiklerle Gazetemden uzaklaşacağımı umut edenler şayet var ise, daha çok beklemeleri lazımdır. Zira ister yazı yazayım ister yazmayayım, ömrüm boyunca “ÖNCE VATAN GAZETESİ”nde kalacağımdan hemen herkes emin olsun! 
Biz bu aziz vatana hizmet etmeye yemin etmiş mücahitleriz! Aksini ispat edene hodri meydan! 
AZİZ MİLLETİMİZİ YOZLAŞTIRMA TAKTİRLERİ!...
Asırlardır olsun Doğu, olsun Batılı Emperyalist Devletleri Aziz Milletimizi temelden yok edebilmek için her ne şekil melanetlikler, her ne şekil iblislikler var ise adeta icra-i sanat edinmişler ve bir nebze olsun rahat nefes aldırmamışlar ve hâlâ da aldırmamakta ısrarlıdırlar!... 
İlk tanıştığımızda adına “Beyaz Cam”, bilahare “Renkli Cam” tabirlerini kullanarak, öfle, püfle günümüze kadar geldik ve teknolojik gelişmelerin sür’atli değişimleriyle, hiç farkına varmadan bu “şeytan kutusunun” tutsağı olup çıktık derken, “Bilgisayar” ve peşinden “İnternet” denen belâlar art, arda birbirini izledi. Uzun bir müddet bunlarla mücadele etmeye çalışırken, hemen hepsini de bünyesinde barındıran Cep-Telefonları arz-ı endam etti ki, bu üstelik resim de çekebiliyordu… 
Yarınlarda daha ne icatlar meydana gelir de bizlerle tanışır, orasını bilemem ama, bildiğim tek şey; bizleri yaya bırakan hemen her icatta, bizler biraz daha yozlaşmakta, biraz daha millî kimliğimizi yitirmekteyiz. Yanlış anlaşılmasın; “teknolojiye karşı değilim!” Ancak, teknoloji adına işlenen hemen her menfi gidişe de şiddetle karşıyım!.. 
Demem o ki, bizler; “Muhalefet ve İktidar” kavgasının; bakın mücadele demiyor, “kavga” deyimini kullanıyorum!.. Zira gördüğümüz sahne, tam bir sokak kavgasını andıran görüntülerle doluydu!.. 
Öylesine karmaşık ve korkutucu görüntülerle karşı, karşıya kalıyoruz ki, ürkmemek, korkmamak elde değil!... 
“Muhalefeti ve İktidarı ile bütün teşkil eden”; mevcut Parlamentomuz, ne acıdır ki, (İstisnalar kaideyi bozmaz) bu görünümü ile, Türkiye’mizi temsil etmekten pek uzak kimselerle karşı karşıya kaldığımızı göstermektedir. 
Bu görünüme bakılacak olunsa; “Millete hizmet, Milletin dertlerine çare vs. değil de, ille de ben iktidar olayım mücadelesi de değil, kavgası verilmektedir, hem de kıran, kırana…” 
Her daim “Demokrasi”den dem vuran, İnsan haklarını bilhassa savunan ülkemizin önde gelen Medya kuruluşları ise, aziz Milletimizin bölük, pörçük duruma gelme tehlikesini rahatlıkla görmezlikten gelerek, adeta yangına körükle gidercesine hareket etmekte ve ülke insanlarımızın gruplara ayrılma tehlikesi karşısında bu hususta susmayı tercih etmekte, sadece taraf tuttuğu yönde hareketle taraf olduğunu açıklıkla meydana koymaktan asla çekinmiyor!... 
Halbuki, Medya hemen her ülke’nin barış ve dostluk içinde yaşanabilir duruma gelebilmesinde, rol oynayan başlıca unsurdur!.. 
Hele görüntülü Basın olarak değerlendirilen TV’nin “Haberler” bölümü içler acısı durumdadır. Şöyle ki; Haberleri sunan Spikerler, haberleri yorumlarıyla birlikte vererek, sizin bir an dahi düşünüp değerlendirme yapabilmenize hiçbir imkân bırakmamakta ve böylece, aklınca sizleri tesiri altına alabildiğine kendini inandırmakta olsa gerek ki, bir takım havalara bürünmektedir!... 
Aslına bakılırsa, Basınımız da aynı tutum içinde olduğundan, dilediğince hareket edip ve de okuyucusunu hiçe sayarak, baş sayfasındaki spotlarında dahi yorumlu hareket etmektedir. Halbuki, Gazetelerin böyle bir duruma başvurmaları yanlış da değil, tamamen bencillik kokan bir mesleki yozlaşmadır!... Zira, hemen her Gazetenin zaten en az 3-4 köşe yazarı vardır. 
Ancak görülüyor ki, vatandaş’ın bir nebze olsun düşünebilme ve böylece kendince değerlendirme hakkı, tek kelime ile gasp edilmektedir!... Çünkü, geri plandan “Dünyayı gizlice idare edenler” öyle istemektedir ve öyle olacaktır!... 
Bu durumun temel silâhı da, “Irkçılıktır”. Çünkü, Kavimler arası ayrılıklar meydana getirebildinizse, öyle bir Ülke’yi temelden ele geçirebilmeniz son derece kolaylaşır. Nitekim, Yedi Cihana asırlarca hükmetmiş olan koca Osmanlı İmparatorluğu bu suretle yerle yeksan olmuştur. 
“3 Nisan 2015 Cuma” günkü, “Milliyet Gazetesi”nde, Basının duayenlerinden, Yazar Hasan Pulur üstad, değerli sütunlarında “Osmanlılık ve Türklük” üzerine kaleme aldıkları (TÜRKLER VE FAŞİZM!) başlıklı köşe yazılarında, Sayın Prof. Dr. İlber Ortaylı Hoca’nın son kitaplarından birine temas ederek, kendi görüşlerini de birlikte sunmuşlar. Biz sadece değerli makalelerinin giriş bölümüne temas edecek, naçiz görüşümüzü de birlikte sunacağız: 
(-: Şimdi Osmanlı olmak modası var. Osmanlı olmanın yanında bir de Cumhuriyet’in el altından reddiyesi bulunur. 
Neyse ki, gerçek ortadadır; İmparatorluğun asıl sahibi Türklerdir.) 
Değerli makalelerinde beni alakadar eden başlıca bölüm, yazının giriş hanesidir. Kalanı hakkında herhangi bir fikir ileri süremem zira, sayın Prof. Dr. İlber Ortaylı Hoca’nın bahsi geçen eserlerini henüz okumuş değilim. İnşallah okumam nasip olursa, o zaman naçiz mütalaamı belirtirim. Her ne ise, biz yine asıl konumuza dönelim. 
Sayın Pulur: (İmparatorluğun asıl sahibi Türklerdir.) buyurmuş. 
Peki Konstantiniyye’nin Fethinde, Belde’nin fethi uğruna can verip, şehit olanların tümü de sadece Türk müydü?... Şayet öyleydi ise niçin Osmanlı’nın yıkımına, yangına körükle gidilircesine hareket edilmiştir?... 
Bu durumu da bir tarafa bırakalım. Türk Kavmini yalnızlığa iten; her daim kendi içinden çıkan “ırkçı unsurlar” olmuştur. Bu iddiamı yalanlamaya kalkışan varsa ki vardır: (Ya zır cahildir veya maksatlı hareket etmektedir.) diyebilirim hem de rahatlıkla. 
Sayın Pulur! Buyurun size bir numune ve inkârı gayrı kabil olan, bir ibret levhasının bütünü. O bütün ki; değerli Türkiye Cumhuriyeti Devletimizin Gazi Hazretlerinden sonra, bir türlü olumlu bir istikrara kavuşamamış ve bin bir meşakkat içinde günümüzdeki ortama ancak erişebilmiştir ki, mezkûr ortamımız da hiç iç açıcı değildir!... 
Sayın Pulur, buyurun hep birlikte okuyalım: 
(Türk bu memleketin yegâne efendisi, 
Yegâne sahibidir. 
Saf Türk soyundan olmayanların 
Bir tek hakları vardır: 
“Hizmetçi olma hakkı, 
Köle olma hakkı.” 
Dost ve düşman ve hatta 
Dağlar böyle bilsin!) 
MAHMUT ESAT BOZKURT 
19 Eylül 1930
“Hakimiyet-i Milliye Gazetesi”
Bu fikrin sahibi yukarıdaki yakıştırmayı yazdığı dönemde, “Adalet Bakanı” <1927-1930> sıfatına haizdir!.. 
Yakıştırmayı okuyan Gazi Hazretleri ise: (Beyefendi hayli yorulmuşlar. İstirahat buyursunlar.) emrini vererek, görevinden derhal aldırmıştır. 
Bu zihniyet sahiplerine tek bir cevabım vardır: 
(İstense de, istenmese de bu aziz vatan, Müslim-Gayrı Müslim, bir bütündür ve tek bir adı vardır: Türk kavimi değil, Türk Milleti! Dağlar ve taşlar böyle bilsin!)
Saygıdeğer okuyucularım, İnşallah yeni bir makalemde buluşabilmek dileğimle, cümlenize hayırlı ve sıhhatli yarınlar diliyorum efendim. Saygılarımla.