Pek çoğumuzun ezbere bildiği şiirinin dizelerinde çağın en güzel gözlü maarif müfettişi Hasan Ali Yücel’e itafen “ben bu hayatta en çok babamı sevdim.” Demişti Şair Can Yücel…

Şayet ben yazmış olsaydım  bu sözü; “Ben bu hayatta en çok Anne olmayı sevdim…” derdim. Yaşam boyu pek çok insanın bir şeyi oluruz değil mi? 

Kızı,oğlu,sevgilisi,kocası,patronu,işçisi, öğrencisi, müşterisi, öğretmeni, nefreti, sevdiği, dostu, düşmanı, arkadaşı ve hepsinden öte Annesi…

Baba olmakta en az annelik kadar kutsal ve önemli fakat bu gün ebeveynliğin özellikle de korumacı annelik kısmını irdelemek istedim.

Geçtiğimiz hafta oğlum Rüzgar 11. yaşına bastı. Altın saçlı, merhametli ve çok sevimli oğlum gibi üç tane daha çocuğum olsa bu harika olurdu. Fakat tek çocuk annesiyim. Ben otuzlu yaşlarımın başında Anne olmak, çocuk sahibi olmak gibi konularda bu günkü gibi düşünmüyordum.

Tek çocuklu olmayı sonuna kadar destekliyor hatta çocukları çok sevmeme rağmen her kadın evlendi diye ille de çocuk yapmak zorunda değil diye düşünüyordum. Eşim bir çocuğumuzun olmasını benden çok arzuluyordu. Ve ben 29 yaşımda hiç beklemediğim bir tesadüf sonucu Anne oldum. Otuzuncu yaşıma gireli altı ay olmuşken bir yaşında bir bebeğim vardı. Evet çok da küçük değildim.

Annem evlendiği ilk gece bilinçsizce bana hamile kalmış. Annem ile aramda sadece 18 yıllık bir yaş farkı  var. O çok genç ve tecrübesiz denilecek yaşında bir anne olmuştu.

Benim ve kardeşimin bakımı düzeni ya da temizliği konularında her zaman cevval bir anne olmuş olsa da; ruhlarımız,çatışmalarımız, beklentilerimiz ve sonra ki yıllarda bizleri tek başına büyütecek olmanın omuzlarına yüklediği ağırlığın altında ezilen ruhu , yorgunluğu, yaşadığı hayal kırıklıkları nedeniyle sürekli asabi olması çok zor bir çocukluk geçirmeme sebep olmuştu.

Ben ve benden sadece iki yaş küçük olan erkek Kardeşim pedogojik duyarlılıktan yoksun bir ortamda çokça el yordamıyla kendi başımıza  büyümüş çocuklardık.

Sonra ki yıllarda bir tekne kazıntımız da vardı. Aramızda on altı yıl olan küçük kardeşim…

Annem gençlik yıllarında bizlere ne yaptıysa onu yetiştirirken bu kez tam tersini yaptı. Size yapamadım, cahildim, gençtim, hayatım zordu bari onu şımartayım dedi ve dozu bir hayli abarttı.

Çok iyi ve tatlı bir insandır, lakin çocuk yetiştirirken orta yolu bulamaz. Otoriter, aşırı korumacı, mükemmeliyetçi, çalışkan ve maalesef hatalara karşı toleransı çok düşük olan bir Anne modeliydi benimki.

Neredeyse her işini kendi gören ben, kızını hayata karşı sıkı bir askeri talimle büyüten ise Annem… 

Tezattır nedense iki erkek kardeşime karşı onlar dünyanın en zayıf canlıları gibi davranırdı…

Erkek evlat, korunması, bakılması, kollanması ve iyi beslenmesi ve sabahları uyandırılması gereken ve annemin aşırı derecede korumacı olduğu en zayıf noktasıydı…

Sonra o erkek evlatlar büyüdü ve maddi manevi sürekli olarak korunmaya muhtaç iki yetişkin adam olmaya devam ettiler.

Ve elbette ki yanlış temelli her proje bir gün çatlamaya, patlamaya hatta yıkılmaya mahkumdur… Zaman şahane bir öğretmendir. Çok serttir ama sonunda mutlaka öğretir…

Annem de zaman denilen bilge aracılığı ile öğrenmeye devam ediyor…

Onun bu öğrenme süreci sanırım yaşamının sonuna dek sürecek…

Ben, planlamayan bir gebelik ve çocuk ile, ne yaptığımın çok da farkında olmadan ve sorgulamadan kalakaldığım da Annelik hakkında bildiğim tek bir şey vardı.

“Ben asla oğluma karşı aşırı korumacı bir Anne olmayacaktım.’’

Geçtiğimiz hafta oğlum sitemize bir yıl önce taşınan Mısır’lı bir arkadaşının doğum gününe gitti. Ne o çocuğu, ne de aileyi tanımıyordum… Birkaç arkadaşı ile birlikte 12.30’da gittiği doğum günü partisinden oğlum saat 17.30’da döndü…

Bu saatler içinde ilk mesajı whatsapp uygulaması üzerinden o gönderdi.

Saat 14, - Anne biz korku filmi izleyeceğiz.

- Rüzgar, bu bir doğum günü partisi demiştin, o, filmi izlemeni istemiyorum.

Bu tür filmler senin gece korkmana sebep olabilir.

Pasta kesildi, hediyeler de verildi ise eve gelir misin?

Yanıt: Ben filmle çok ilgilenmiyorum ki zaten…

Saat 16 bu kez ben arıyorum. 

- Arkadaşların orada mı? 

Eğer evlerine döndüler ise gel artık…

- Tamam Anne…

- Hepsi buradalar.

Eve geliş.

- Anneanneme gidiyor muyuz?

- Yarın sabah gideceğiz.

- Ben bu gün gideceğiz sanmıştım. O zaman yeniden gidebilir miyim?

Arkadaşlarım hala orada.

Çok merhametli insanlar Anne biliyor musun.

Misafirperver demek istedin sanırım.

Evet, misafirperver.

Annesi bize sosis, börek ve pasta yaptı…

Mısırlılar’da, doğum günlerini bizim gibi kutluyorlarmış…

Annesi Türkçe bilmiyor.

Babası çok az biliyor, ablası da… 

Ama Yusuf çok iyi konuşuyor.

Sevindim.

- Yeniden whatsapp uygulamasından yazdığı mesaj.

- Anne, bu kez komedi filmi seyrediyoruz.

Korku filmi bitmiş.

Çok saçma bir filmdi.

Türk filmiydi zaten.

Saat 17:30 ve bu kez benim son mesajım:

- “Misafirliğin makbul olanı kısa olanıdır. Eğlendin, anlıyorum seni. Ama vaktinde bitirmek de güzeldir. Oğlum tadında bırak ve artık eve dön lütfen…’’

- Peki Anne…

Ve nihayet eve geliş…

Ardından yarım saat bile evde durmadan; 

- Anne, ben sitenin bahçesine gidiyorum!

Arkadaşlarımla maç yapacağız.

Tamam oğlum.

Uyarı:

- (Apartman görevlisi izinde, Kameralar da kayıt almıyor, çalışmıyor, güvenlikler ise işten çıkarılmış.)

Aşağı indiğinde mutlaka bir kez zile bas! İndiğinden haberim olsun böylece!

Eve dönüş: Saat 20.25

Tablet ile buluşma: 20.30

Ardından whatsapp gurupları üzerinden daha on dakika önce yanlarından ayrıldığı arkadaşlarıyla mesajlaşmalar…

Şakülü kayan oğlana ayar vermek üzere yapmış olduğum; yemek saati, misafirlik kuralları, izlenecek filmler, izlenmemesi gereken filmler üzerine olan konuşmamın ardından aldığım  yanıt:

- Babam Arjantin’de olduğu için yemek saatini bu hafta değiştirebiliriz.

Sitedeyim ya Anne! Geç gelsem de uzakta değilim ki! 

Ne kadar korumacı bir Anne’sin..

Yeter artık!

Kardeşte yapmadın bana! Herkesin kardeşi var!

Ben büyüyünce üç tane çocuk yapacağım işte!

- Eşin de isterse olur.

Çok severiz hepsini.

Sen neden kardeş yapmadın bana!

Rüzgar, yetişkinlerin dünyası sizinkinden çok farklıdır…

Ben böyle istedim. Böyle tercih ettim. Seni çok sevdiğim için bu sevgi yeterli geldi bana.

Caddeden karşıya geçip, fırına gitmeme, çiğ köfte yememe, Youtube’da kanal açmama da izin vermiyorsun!

- İnstagram hesabı açmana izin verdim ama…

Sadece tanımadığın insanların takip isteğini kabul etme. Ve tanımadığın yetişkinlerin hesaplarını da asla takip etme diyorum…

- Ama arkadaşım Yiğit’in üç yüz takipçisi var…

- Yiğit’in üç yüz kişiyi tanıdığını sanmıyorum…

Ayrıca;

Caddeden karşıya geçemeyeceğini düşünmüyorum. 

Sürücüler çok hız yapıyor, sinyal bile vermiyorlar. Motosikletli yemek kuryeleri kaldırımlar da cirit atıyor. Hala cadde de bir trafik lambası yok! Sürücüler yaya geçidin de bile yavaşlamıyor, yayalara yol hakkı vermiyorlar.

Haklısın Anne. Ama Çınar’ın annesi izin veriyor.

Doğrudur. Fakat her Anne’nin, her ailenin yapısı, prensipleri farklıdır.

Çiğköfte dediğin şeyin içinde ne var bilmiyorum.

Sitedeki tüm çocuklar yiyor ama!

On bir yaşımdayım artık.

Bebekmişim gibi davranma bana!

Korumacı Anne olma!

Korumacı Anne’miyim?

Korumacı Anne ithamı, ısrar, pazarlık, gözyaşları ama ve fakatlarla devam eden cümleler ve sitemlerin ardından nihayet küslüğü geçen oğlum, uyumasına yakın bir zaman da yanıma yaklaşıyor ve diyor ki;

- Bu gece babam yok ya, salonda uyuyalım mı ikimiz Anne?

- Sen bir koltukta, ben diğerinde uyuruz.

Ne dersin?

Neden?

Hiç öylesine…

Uyumadan önce sana beş dakika sarılabilir miyim?

Peki… 

Çok sıcak hava …

Olsun…

Kendimi çok güvende hissediyorum…

Sadece beş dakika…

Uyumadan önce;

“Seni seviyorum Anne…’’

“Bence sen, harika bir Annesin…’’

- Korumacıydım az önce ne oldu şimdi?

“Korumacısın Anne!’’

Çok yorulmuşum uyuyayım ben en iyisi…

“İyi ki benim Annemsin…’’

Salondayız…

Kanepede uyuyor, ben ise onu izliyorum…

Oğlum büyüyor dostlar…

11. yaşıyla birlikte kendini, hayatı, özgürlüğü, kızları, yeni moda saç şekillerini ve daha nice şeyleri keşfediyor… Babasına özeniyor bazen, bazen de onunla boy ölçüşmeye kalkışıyor…

Ve onun kişiliğini yoğuran, onu şekillendiren ben, hem gururlu, hem mutlu, hem kafası karışık, hem sevgi dolu gözlerle kanepede uyuyan bu sevimli şeyi izliyor ve şu kelimeleri fısıldıyorum.

“Ben bu hayatta en çok Anne olmayı sevdim.”

“Rüzgar, ben bu hayatta en çok seni sevdim…”

Korumacı Anne olmayı tasarlamadım… Dikkatli Anne olmayı yeğledim. İhtimalleri hesaplayan ve uyaran…

Kusursuz Anne değilim… Mükemmel de değilim asla… Ve aslında hiç birimiz değiliz.

Başardım mı bu işi henüz bilemiyorum…. Henüz çok erken…

Ama kaçtığım şeyle suçlandım…

Suçlanacağım…

Ben, oğlumu büyüyünce dünyayı gez. On sekizine gelince, hem çalış, hem gez. En az bir dili kusursuz öğren. Bir müzik aletini eksiksiz çalmayı öğren. Mutlaka bir spor dalıyla lisanslı olarak, bir kulüp çatısı altında uğraş diye diye büyütüyorum.

Bakalım geçen zaman neler gösterecek…

Ülkemiz de benim ve benden önce ki kuşakların pek çoğunun çocukluk anılarında, örselenmişlik, göz yaşları, onarılmaz hatalar, anlaşılamamaktan ayrı düşmüş yollar ama en çok şefkat dolu parmakların çehremizde gezinmediği, saçlarımızın okşanmadığı nice yıllar var…

Belki de bu yüzden pek çok anne ve baba kendi hatalarını ustalıkla nisyana teslim ediyorlar…

Hasretle torunlarının yollarını gözlüyor, çocuklarıyla kuramadıkları sevgi bağını,şefkat sarmalını, sınırsız hoş görüyü onların varlığıyla öğreniyorlar…

Bir treni daha kaçırmamanın getirdiği vicdani rahatlık var belki de içlerinde.

Ne demişler; “Gençler bile bilse, yaşlılar yapabilse…’’

Sağlık ve sevgiyle…

İyi haftalar…