“Bilim ve teknolojinin gelişmesi, bir çekirdeğin tekâmülüne benzetilebilir. O küçük çekirdek, gün gelecek koca bir ağaç olacaktır. Ama bunu hemen ilk günlerde beklememek lâzımdır.”
x
“Her zerrede temayül ayândır tekâmüle.
Her soyda füyuz, hüveyda-nüma ile,
Bir nokta-yı kemâle şitab üzre kâinat;
Ol noktaya teveccüh ile yükselir hayat.” (Abdullah Cevdet)
(Yani, her zerrede, her türde gayet açık bir şekilde olgunlaşmaya doğru bir meyil vardır. Kâinat, bir kemâl noktasına doğru akıp gitmektedir. Hayat da o noktaya yönelmekle yükselir.)
x
“Kur’an’ın gerçeklerinin bilimin gerçeklerine ters düşmesi söz konusu olamaz. Zira Kur’an ve kâinat ikizdirler. Biri Allah’ın kelâm sıfatının, diğeri de irade sıfatının tecellîsidir. İlimler, kâinatın sırlarını ortaya koymaya çalışırlar. Bu ilimler, kâinatı yaratan Zâtın kelâmına nasıl aykırı olabilir? Şayet aykırı bazı şeyler görülüyorsa, ya Kur’an’ı iyi anlamamışızdır, ya da ilim adına ortaya koyduğumuz sonuçların yeniden gözden geçirilmesi gerekir.”
x
“Vusülsüzlüğümüz usûlsüzlüğümüzdendir.” (Yani hedefe varamayışımız, usûlüne uygun hareket etmeyişimizdendir. Usûl bilgileri, binanın temeline veya ağaçların köklerine benzer. Temel sağlam olmazsa bina çöker. Ağacın kökü sağlam değilse, meyveleri ya hiç olmaz veya cılız olur.)
x
Öldükten sonra, farelere yem olmak için yaratılmadık. Okula mezuniyetten sonra, memurluğa ve işe girmek ve sonra emekli olmak için gideriz. Kışa bahara çıkmak için girdiğimiz gibi. Unutulmasın ki, “Vermek istemeseydi, istemek vermezdi.” İçimize ebed ve sonsuzluk hissini koyan, ebediyeti / sonsuz hayatı da verecektir. Bizleri karanlıklar içinde bırakmayıp, sonsuz kılacaktır. Çünkü verilemeyecek şey vâdedilmez. Onun için söz verilmez.
x
Bir gaye, netice ve sonucu olmayan bir varlık, bir mevcut; boşuna yaratılmış demektir. Kâinatta bir nizam ve düzen varsa; Nâzımı / Düzenleyicisi var demektir. Âlemin her şeyinin bir mânâsı varsa, o mânânın bir inayet sahibinin isteği, arzusu ve tercihi ile kendini belli edip gösterdiğini de akıl etmek gerekir. Zaten âlem; o İlahî mânâ ve hedefin tekevvün etmiş, kendisini maddeten tecellî ettirmesinden başka bir şey değildir.
Çünkü, geceden sonra sabah, kıştan sonra bahar, uykudan sonra uyanış, rahimlerdeki haşir sonrası doğuş neyse, toprak tohum için neyse, insan bedeni de ruhun rahmidir. Rahim doğuşlar için nasıl ki, bir hazırlık yeri ise, dünya da, insanın âhirete açılan kapısıdır. Nitekim nice bedenlerden ayrılan ruhlar; dünyadan ebedî âleme doğmaktadırlar. Ta ki son doğuş zamanı olan Kıyamet’le, asıl âlemlerine ve kalıcı ikametgâhlarına doğacakları gibi.
İşte cismanî haşri de, bu açılardan düşünerek; ne kadar elzem ve lüzumlu olduğunu anlayalım.
x
Firavun’dan bahsetmeden Musa’yı anlatamazsınız. Şeytan’dan söz etmeden Âdem’i söz konusu yapamazsınız. Ruslardan, Yunanlılardan, İngiliz ve Fransızlardan bahsetmeden Osmanlı’yı anlatamazsınız. İnsanın sık sık andıkları arasında Şeytan da vardır. Bu onu övmek ve ona değer vermek demek değildir.
Bütün bu örnekler; her şeyin zıddıyla anlaşıldığının göstergesidir.
Ancak kışı bilen ve unutmayan; baharın kıymetini bilir ve anlar.
Karanlık olmasaydı, aydınlıktan bahsedemezdik.
Çirkinlik olmasaydı, güzellikten söz edemezdik.
Güzel-çirkin, kolay-zor, iyi-kötü vesaire,
Ancak zıtlarıyla anlaşılır, bilinir ve farkına varılır.