Haziran 2014 dönemi cari açığımız 4,09 milyar USD olarak açıklandı.
Merkez Bankası, yaz mevsimi olması sebebiyle cari açığın daha düşük olacağını öngörmüştü. Fakat ithalatta yeterli daralma sağlanamadığından beklenti karşılanamadı.
Geçmiş yıllarda cari açık rakamımız daha fazla olmasına rağmen, borcu döndürebilmemiz için gerekli kredi ya da yatırımı bulabiliyorduk.
Bugün ülkeye, yatırım için gelen para repo ve kısa vadeli fonlardan oluşuyor.
Bu da uzun vadeli kullanma imkânı sağlamadığından, gelecek dönemde ekonominin ve piyasaların sıkıntıya girmesine yol açacaktır.
Yabancı ülkelerin talep ettiği ürünleri üretemediğimizden, “hacimsiz ve komisyoncu usulu ihracat” yapmak zorunda kalıyoruz.
Yapabildiğimiz üretimle, gereken yerli talebi bile karşılayamayarak bir de fazladan ithalat yapmak durumunda kalıyoruz.
Madem cari açığımız oluşuyor, bunu engelleyemiyoruz. Hiç değilse uzun vadede ülkede kalacak, fabrika kuracak, gayrimenkul alacak yatırımcılar çekebilmeliyiz.
Ancak bu sayede, cari açığımızı uzun vadede sağlıklı döndürebilir hale gelebiliriz.
İlk altı ayda 24,1 milyar USD cari açığımız oluştu, bu hızla sene sonunda yaklaşık 50 milyar USD cari açığımız oluşacak.
Rakam üzerinden konuşunca, rakam anlamını ve değerini yitiriyor. 50 milyar USD, ne olacak, bir çırpıda söyleyebiliyoruz, küçük bir rakam hissi uyandırabilir.
Bu sebeple şu resimden bakalım;
Milli Piyango İdaremiz temmuz ayı içinde özelleştirildi. Yılların bilgi birikimi, emeği, birçok ürün geliştirme yatırımları, pazara çıkmış birden fazla ürünü ve en önemlisi çok fazla kârlılığı ile sadece 2,7 milyar USD’ye satıldı.
Milli Piyango İdaresi, 1926 yılından bugüne 88 yıllık bilgi birikimi ve marka değeri, 1 yıllık cari açığımızın sadece 20’de 1’i.

Batıl Olmadan...

Birleşmiş Milletler, “İnsani Gelişme” raporuna göre; Türkiye’nin insani gelişme değeri %7,59.
UNDP’ye (Birleşmiş Milletler) üye 187 ülkede düzenli olarak bu araştırma yapılıyor.
Ankette insani değerlerimiz sorgulanmış. Özgürlük, eşitlik, kardeşlik, adalet, hoşgörü, birbirine güven, dostluk vs.
Ankete göre Türkiye’de 100 bireyden sadece 7’si kendini özgür, eşit, adil, güvenli hissediyor.
Türkiye, 187 ülke arasında eşitsizlik farkları endeksindeki puan kaybında 1’inciyiz, 2’nci Azerbaycan, 3’üncü Sırbistan geliyor.
Eğer araştırmada olumsuzluk üzerine ise mutlaka ön sıradaki koltukta yerimizi buluyoruz.
Türkiye, dünya sıralamalarında kişi başı milli gelirde 62’nci, milli gelirde 17’nci, işsizlik oranında 65’inci, kitap okuma alışkanlığında 13’üncü, okur-yazarlık oranında Türkiye ilk 20’de bile yok. Demek ki;
Konu “başarısızlık” ifade ediyor ise ön koltuk her daim bizim.
Konu içinde “başarı” ifade ediliyorsa arka koltuklarda kendimizi buluyoruz.
Yine aynı raporda kadınların işgücüne katılım oranı %29,4, erkeklerin işgücüne katılım oranı ise %70,8 olarak belirtilmiş.
Yine “ataerkil” toplum olma özelliğimiz sanırım ortaya konulmuş.
Kadınlarımız işgücüne katılımı bağ, bahçe yani aile içinde ve para ile temas yok ise problem yok, ama sanayide ve şirketlerde çalıştırmayı uygun bulmuyoruz.
Hatta en çağdaş görünen İzmir’de bile.
Sanayi ve şirketlerde, kadınların en yüksek çalışma yüzdesi, nüfusa oranla İzmir’de. İzmir birinci.
Fakat, ne üzücüdür ki, bu hafta Sağlık Bakanlığı’nın yaptığı açıklamaya göre; kadına yönelik 1213 şiddet vakası ile İzmir yine birinci.
Çağdaş, medeni, daha da önemlisi batıl olmadan; kadının, kapitalist ve sermaye düzeni içerisinde yer almasının, duygusal toplum olarak görülen Anadolu toplumunda yaralar açtığı görülüyor.
Bu arada  “batıl”  çürümüş, bozuk, hükümsüz anlamında; atalarımızca kullanılmış ve “batı” kelime kökünden türediğini tekrar hatırlatmak isterim.
Toplumsal yara almamak için ise, topluma, sosyal yaşama değer veren bir hayat ve sistem tercih edilebilir.
Bu davranış dünyaya yerelleşmeyi getirirken, küreselleşmeden uzaklaştırır.
Yerelleşmeye değinmişken, özellikle gıda sektöründe yerelleşmeye acilen ihtiyacımız var.