Knidos; Büyük Menderes ve Dalaman çayı arasında kurulmuş Karia uygarlığının altı kentinden biridir. Tarihinin MÖ.3000 lere dayandığı düşünülmektedir.

İlk kuruluş yeri şu anda bulunduğu yere 38 km mesafedeki Burgaz'dır. Kesin olmamakla birlikte Ege adalarından gelen Dor'ların buraya yerleşmesiyle kurulduğu düşünülmektedir.

MÖ. 4 yy da da Burgaz'dan ticari açıdan önemli bir nokta olduğu için şimdi bulunduğu Tekir burnuna taşınır.

Burası Akdeniz, Ege ve Karadeniz arasında geçiş yapan gemilerin uğrak noktasıdır. Akdeniz'den Ege'ye dönen yelkenli gemilerin rüzgârın dengesini ayarlayabilmesi için bu buruna yakın geçmesi gerekmekte, şiddetli rüzgârlarda ise bir sığınma noktası olarak kullanılmaktaymış.

Bazı kaynaklarda uçtaki adanın aslında başta tamamen ayrı olduğu sonradan aranın doldurulduğu söylenir.
Ama tam aksi yönde de bir efsane vardır. Efsaneye göre karadan gelecek saldırılara karşı ada anakaradan ayrılmak istenir. Ama aradaki kayalar öyle serttir ki kazmayı vuran işçilerin gözlerine sıçrayıp kör eder onları. Korkarlar. Kahinlere danışılır ne yapalım diye. Kahinler "ne kazarak yok edebilirsiniz kıstağı, ne de çit çekerek. Zeus isteseydi ada olarak yaratırdı yurdunuzu" deyince vaz geçerler ayırmaktan adayı. Ama taş yontmayı öğrenip şehir kurarlar her iki tarafa da.

Bir efsane daha var Datça yarımadası için anlatılan. Yıllar yıllar önce burada mutlu mesut bir krallık varmış. Bir gün kralın biri kız biri oğlan ikiz çocukları olmuş. Günü gelmiş çocuklar büyümüş, kral yaşlanmış. Kendi ölümünden sonra kavga çıkmasın diye ülkeyi çocuklar arasında paylaştırmış. Batı tarafını akşamları temsil eden kızı Bedya'ya, doğu tarafını da şafakları temsil eden oğlu Dadya'ya vermiş. Ülkesinin o öldükten sonra da huzur içinde yaşamasını sağlamak için şimdilerde adı Hacamat dağı olan yerin en tepesinde kendine bir mezar yeri seçmiş. Uzaktan bakıldığında kralın kayalardan oluşan silueti hala görülebilmekteymiş. İkizlerin de dünyaya veda etmesinden yıllar sonra bu ülkelere iki şehir kurulmuş. Şimdiler de bunlardan Dadya topraklarında olana Eski Knidos, Badya topraklarında olana ise Knidos denmekteymiş.

Knidos halkı bu incecik yolun iki kenarındaki limanlardan büyük olanını ticari gemiler, küçük olanını da savaş gemileri için kullanmış.
Knidos, gemiler için erzaklarını tazelemek, sularını doldurmak, ticari yükler almak, ya da bırakmak, kötü havalarda da sığınmak için harika bir limandı. Kentte üç tane seramik atölyesi vardı ve Knidos'un her derde deva meşhur şarapları, zeytinyağları bu atölyelerde yapılan amforalarla Akdeniz ve Karadeniz'in her yerine taşınıyordu. Amforaların üzerine yazılan tüccar isimleri, Knidos mührü ve amfora yapım teknikleri sayesinde tanınabilen bu seramiklere Akdeniz ve Karadeniz çevresindeki neredeyse bütün antik kent kazılarında rastlanmıştır. Bu da Knidos'un ne kadar önemli bir ticaret merkezi olduğunun ve aynı zamanda da ne kadar zengin bir kent olduğunun göstergesidir.
Knidos ticaretin yanı sıra, Karia kentlerinin ulaşım açısından tam merkezinde bulunduğundan, aynı zamanda dini bir merkezdi de.
Pek çok tapınak ve Tanrılara adanmış kutsal alanlar vardı. Karia'nın ünlü kehanet merkezlerinden biri de buradaydı. Daha sonraki yıllarda da Knidos halkı hıristiyanlığı kabul etmiş ve çoğu tapınağın üstüne kiliseler inşa edilmiş. En son 7 adet kilise olduğu biliniyor.
Knidos o dönemin Kos'dan sonra en büyük ikinci tıp okuluna sahipti. Ayrıca bilim ve sanat konusunda da çok gelişmişlerdi. Devrin en büyük gözlemevi buradaydı. Eudoksoz burada güneş ve yıldızları gözlemliyor, matematik ve astronomi konusunda çalışmalar yapıyordu. Şu anda üst teraslardan birinde duran güneş saatinin de Eudoksoz'un gözlemevinden kalan bir parça olduğu düşünülüyor.

Dünyanın 7 harikasından biri olan İskenderiye Feneri'nin mimarı Sastratos da Knidos'luydu. Yaşadığı dönemin en ünlü heykeltıraşı Praksiteles de Atinalı olmasına rağmen Knidos'da yaşamış ve en ünlü eserlerini burada yapmıştır. Sanat kavramı olarak adı çok geçen "Knidos Afroditi" de onun eseridir.
Heykelin de bir hikâyesi var elbette. Altı Karia şehrinden biri olan Kos, Praksiteles'den Afrodit heykeli yapmasını ister. O da iki tane yapar biri giyinik, diğeri çıplak. Kos giyinik olanı alır, çıplak olan Knidos'da kalır. O dönem için kadın vücudunu böylesine cüretkarca ortaya koyan ilk heykeldir bu. İnsan vücuduna en uygun mermerle, ruhunu katarak öyle bir heykel yapmıştır ki Praksiteles, bu heykeli görmeye uzaklardan insanlar gelir. Knidos'a uğramayacak gemiler bile heykel için yollarını değiştirirler.
Bu heykel hakkında yazılan çok şey olmasına ve benzer olduğu söylenen çok taklitleri olmasına rağmen gerçeği bulunamamıştır. İlk önce İngiliz arkeologlar, daha sonra da Alman arkeologlar tarafından kazılar yapılmış, eserlerin pek çoğu British Museum'a götürülmüş olmasına rağmen o heykelden eser yoktur hâlâ.

Knidos'da biri 5.000, diğeri 20.000 kişilik iki tiyatro varmış. Maalesef 20.000 kişilik olanın bütün taşları gemilerle İstanbul'a taşınmış, hatta bir kısmı Dolmabahçe Sarayı'nın yapımında kullanılmıştır.
5.000 kişilik olan tiyatro şehrin girişinde bizi karşılıyor. Restorasyonuna bu sene başlanmış. Çıkan taşlar taş tarlasına numaralanarak sıralanmaya başlamış.
Umarım birkaç sene sonra gittiğimizde içinde gösterilerin yapıldığı, restore edilmiş bir tiyatro karşılayacak bizi.

Tiyatronun biraz ilerisinde Stoa var. Stoalar cadde kenarına yapılmış sütunlu dükkânlar dizisidir. Bir nevi günümüzün alışveriş merkezleridir yani.

Knidos meyilli bir araziye kurulu olduğundan teraslar şeklinde inşa edilmiştir. Stoa dükkânlarının arka duvarları, aynı zamanda üstteki terasa destek amacıyla da kullanılmıştır.
Knidos da teraslar arasında dört büyük cadde ve bunları bağlayan kimi merdivenli, kimi dik sokaklar varmış.
Biz tabelaları daha konmamış sokak ve yıkıntılar arasında dolaşırken kaybolup, tiyatronun tepesinde bulduk kendimizi. Uzaktan basamakları gayet düzgün görünen yerde aslında ne kadar deformasyon olduğunu inmeye çalışırken fark ettik. Neyse ki düşmeden inmeyi başardık.

O sokaklar arasında dolaşırken, Knidos'un seramik ve ticaret şehri olduğunu belli edercesine her yer seramik kırıklarıyla doluydu. Üstlerine basmadan geçmek mümkün değildi. 2.000 yıllık ve hatta belki de daha uzun zaman öncesinden kalma bu kırıkların üstüne basmak içimizi acıttı. Ama yapacak bir şey yoktu.
Adayla anakarayı bağlayan boğazın sol tarafında bir restaurant, önünde de bir iskele var. Burası ticari amaçla kullanılan limanmış eskiden. Şimdi yaz döneminde antik kenti ziyarete gelen tekneler kullanıyor.
Kap Krio denen ada çoğunlukla halkın evlerinin bulunduğu alanmış. Şimdi bir Roma mezarı ve bir deniz feneri varmış. Gidiş biraz zorlu ve uzun sürüyormuş. Akşam olduğundan biz o bölümü artık bir dahaki sefere bırakarak ayrıldık Knidos'dan.