2014’ten bu yana, Kıbrıs sorununa çözüm bulmak amacıyla gerçekleştirilen toplumlar arası görüşmelerde karşımızda oturanlar artık Rumlar değil, Rum maskesi takmış küresel soygunculardır. Ortadoğu coğrafyasından Türklerin izlerini silmek, bölgenin enerji kaynaklarını ve dağım yollarını kontrol altına alarak İsrail’i Ortadoğu’nun enerji terminali yapmak çabasında olanların şimdiki hedefleri Kıbrıs’tır. Kıbrıs, bölgenin enerji dağıtım yollarının kontrolü ve güvenliği açısından çok önemli bir merkezdir.

Kıbrıs görüşmelerinde, karşımızdakilerden söz ederken, “Rumlar” deyip duruyoruz. Fakat bugün karşımızda oturanlar Rumlar değil, Rum maskesi takmış küresel soygunculardır.

Ekonomik krize ve borç batağına sürüklenen Yunanistan Rumların arkasından çekilmiş ve Kıbrıs denkleminin dışına savrulmuştur. Yunanistan’ın iflasından sonra Rumlar, her konuda küresel güçlerin güdümüne girmiştir. Rum maskeli küresel soyguncuların şimdiki hedefleri KKTC ve Türkiye’dir. Kıbrıs’ın geleceğini önemli ölçüde Türkiye’nin tutumu belirleyecektir.

Türkiye’nin garantörlük haklarının sulandırılması, Türk askerinin Ada’dan çekilmesi, Kıbrıs Türkü’nün 1960 sonrasında yaşadığı “Kanlı Noel”leri, toplu mezarları yeniden yaşaması demektir.

Kıbrıs konusunda en akılcı, en kalıcı çözüm KKTC’nin yaşatılmasıdır.

M. KEMAL SALLI

Kıbrıs’ta “iki kurucu devletin siyasi eşitliğine dayalı federal çözüm” hedefleyen Kıbrıs Konferansı İsviçre’de yeniden başladı. Ocak 2017’de başlayan ve 5 aylık aradan sonra İsviçre’nin gözden uzak dağ kasabası Crans-Montana’da yeniden gerçekleştirilen konferansa, Kıbrıs’taki tarafların yanı sıra, garantör ülkeler (Türkiye, Yunanistan ve İngiltere) de katıldı.

2014’ten bu yana, Kıbrıs sorununa çözüm bulmak amacıyla gerçekleştirilen toplumlar arası görüşmelerde karşımızda oturanlar artık Rumlar değil, Rum maskesi takmış küresel soygunculardır. Ortadoğu coğrafyasından Türklerin izlerini silmek, bölgenin enerji kaynaklarını ve dağım yollarını kontrol altına alarak İsrail’i Ortadoğu’nun enerji terminali yapma çabasında olanların şimdiki hedefleri Kıbrıs’tır. Kıbrıs, bölgenin enerji dağıttım yollarının kontrolü ve güvenliği açısından çok önemli bir merkezdir. Son Kıbrıs görüşmelerinde kimlerin neyi hedeflediğini dikkate almazsak, yakın bir gelecekte yeniden “Kanlı Noel”ler, katliamlar ve yeni bir Girit faciası yaşamamız kaçınılmaz olur.

Bu arada, “50 yıldır süren görüşmelere bir çözüm bulma amacıyla” garantörlük haklarımızın sulandırılmasına izin verirsek, adada soydaşlarımıza uygulanacak katliamı bugünden onaylamış olmayacak mıyız? Ders kitaplarında Enosis’i bir bayram olarak okutan Rumların yarınlarda Kıbrıs Türkü’ne neler yapabileceklerini görebilmek için kahin olmaya gerek var mı?

Bazı yayın kuruluşlarımız, Crans-Montana’da sürdürülen görüşmelerden umut dolu söylemler yansıtıyorlar. Bu iyimser söylemlerin kimler tarafından ve hangi amaçla pompalandığı konusunda çok dikkatli olmak gerekir. Böylesi önemli müzakerelerde kazanmaya yakın olan taraf, karşı tarafın ve arkasındaki dinamiklerin direncini kırabilmek amacıyla, “kaybettiği için ağlıyor” görüntüsü sergiler. Hatırlayınız, Papadopulos, Kıbrıs Türkü’nü Rumların insafına bırakan Annan Planı’nı imzaladıktan sonra da televizyonlarına çıkıp ağlamış, halkından özür dilemişti. Bu, çok eski ve çoğu zaman başarılı olmuş bir taktiktir. O nedenle, Rum tarafının, görüşmelerin gidişatına ilişkin söylemlerini çok yönlü değerlendirmek gerekir. Çünkü, 2014’te, Kıbrıs’ın tamamını temsilen AB üyesi yapılan Rumların Türk tarafına verecekleri herhangi bir ödün yoktur.

2014’ten bu yana, “çözüm bulma” adına yapılan toplumlar arası görüşmelerde Rumlar, top çevirme dışında bir şey yapmıyorlar. Rumlar görüşme masasına, Kıbrıs sorununa bir çözüm bulmak için değil, “Türklerden ne kopabilirim?”, özellikle de “Türkiye’nin garantörlük haklarını nasıl sulandırabilirim?” düşüncesiyle oturmaktadırlar.

Acıdır, ama gerçektir; Rumları bu derece şımartan biz olduk. 2014’te, elimizdeki BM onaylı Londra ve Zürih anlaşmalarını masaya koyarak, “Bakın burada, ‘Kıbrıs, Türkiye’nin üye olmadığı hiçbir kuruluşa üye yapılamaz’ deniyor” diyemedik. “Sınır sorunları olan bir ülke AB üyesi yapılamaz” diyen AB Anayasası’nı gözlerine sokamadık. Şimdilerde, geçmişte yaptığımız hataların sancılarını yaşamaktayız. Haklarımızı kullanamadığımız için Ada’nın tamamını temsilen AB üyesi yapılan Rumlar, Kıbrıs Türkü’ne neden ödün versin ki?

KARŞIMIZDAKİLER RUMLAR DEĞİL, RUM MASKELİ KÜRESEL SOYGUNCULARDIR.

Kıbrıs görüşmelerinde, karşımızdakilerden söz ederken, “Rumlar” deyip duruyoruz. Fakat bugün karşımızda oturanlar Rumlar değil, Rum maskesi takmış küresel soygunculardır. Kıbrıs Rum Yönetimi’nin, uluslararası arenada, haklarını savunacak ya da sorunlarını dile getirebilecek bir gücü yoktur. Şu çok önemli gerçeği gözden kaçırmayalım; Yunanistan’ın iflasından sonra Rumlar, her konuda küresel güçlerin güdümüne girmiştir.

Ortadoğu coğrafyasında Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) hedeflerine uygun bir demografik iklim oluşturmak amacıyla yüzlerce yıllık Türk yerleşim birimlerini haritadan silen, soydaşlarımızı katleden ya da göçe zorlayan küresel yağmacıların şimdiki hedefleri Kıbrıs’tır; Kıbrıs’taki Türk varlığıdır ve Türkiye’nin garantörlük haklarıdır. Çünkü, Ortadoğu haritasını BOP bağlamında yeniden şekillendirmek çabasında olanlar açısından Kıbrıs demek, Akdeniz egemenliği demektir. Ortadoğu’da İsrail merkezli olarak kurulması planlanan enerji terminalinin ve enerji dağıtım yollarının güvenliği açısından Kıbrıs hayati önemdedir.

KKTC’yi tarihe gömerek Kıbrıs’taki Türk varlığını silmeyi hedefleyenler, öncelikle Yunanistan’ı ekonomik krize, toplumsal kaosa sürükleyerek kontrolleri altına almışlardır. Emeklilerine maaş ödeyemez duruma düşen Yunanistan, bugün her konuda IMF’ye teslim olmuştur. IMF demek, Rotschild Ailesi demektir. Rothschildlar demek, İsrail demektir. İsrail ile Kıbrıs Rum Yönetimi’nin 11-14 Haziran tarihlerinde Doğu Akdeniz’de gerçekleştirdiği ortak askeri tatbikatı da bu çerçevede değerlendirmek gerekir.

Bütün bu nedenlerden dolayı, müzakere masalarında karşımızda oturanları gerçek kimlikleriyle tanımamız gerekir. Masada konuşanlar Rumlar olsa da, arkalarındaki kuklacılar başkalarıdır. Son zamanlarda, Katar krizini Türkiye ile ilişkilendirme çabalarının arka planında da Kıbrıs vardır. 2008 küresel krizini Körfez ülkeleri yatırımları sayesinde hafif atlatan Türkiye ile Katar’ın arası açılmak istenmektedir. Ekonomik darboğaza sürüklenmek istenen Türkiye’den Kıbrıs konusundaki garantörlük haklarından vazgeçmesi istenecektir.

BİDEN PLANI MI?

Ortadoğu’yu BOP bağlamında yeniden şekillendirme, bölgede İsrail merkezli bir enerji terminali kurma ve enerji dağıtım yollarını kontrol altında tutma çabasında olanlar açısından Kıbrıs, Rumlara bırakılmayacak kadar önemli bir merkezdir. Dikkatinizi çekmiş olmalı, Kıbrıs’ta toplumlar arası görüşmeler, Obama dönemi Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın (arkadaiları arasında “Bidenopulos” olarak anılıyor) çizdiği plan çerçevesinde sürdürülüyor. Bu planın en önemli hedefi, Türkiye’nin garantörlük haklarının sulandırılması, Türk askerinin Ada’dan çekilmesi ve Türklerin Rum toplumu içinde eritilmesiydi. Böylece, Anadolu Türkü’ne de, Kıbrıs Türkü’ne de Kıbrıs ve çevresindeki hidrokarbon zenginlikleri konusunda söz hakkı tanınmamış olacaktır.

Kıbrıs ve çevresindeki zenginlikler konusunda Yunanistan, ekonomik krize ve toplumsal kaosa sürüklenerek Rumların arkasından çekilmiştir. Rumlarla Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) anlaşmaları yapan Mısır da, Batılıların asla darbe demedikleri bir darbe ile iktidara taşınan Sissi sayesinde bu hakkından vazgeçmiştir. Kıbrıs’ın güneyindeki 12 Afrodit Parseli’ndeki doğalgazın İsrail sermayeli Amerikan şirketi NOBLE tarafından çıkarılmasına ilişkin anlaşma da aylar önce imzalanmıştı. Şimdi, Rum maskeli küresel yağmacıların hedefi Türkiye ve KKTC’dir. Türkiye’nin garantörlük haklarının sulandırılması, Türk askerinin Ada’dan çekilmesi Kıbrıs Türkü’nün 1960 sonrasında yaşadığı “Kanlı Noel”leri, toplu mezarları yeniden yaşaması demektir. Irak ve Suriye’de DEAŞ eliyle uygulanan vahşetin Kıbrıs’a taşınması demektir. Kıbrıs Türkü’nün DEAŞ eliyle yok edilmesi demektir.

KKTC’Yİ YAŞATAMAZSAK…

KKTC vatandaşlarının oyuyla Cumhurbaşkanı seçilen Sayın Akıncı, devletini korumak yerine, daha önce denenmiş ve Kıbrıs Türkü’nün “Kanlı Noel”ler yaşamasına neden olan “iki kurucu devletli bir formül” arayışı içindedir. KKTC’nin varlığını korumadan gerçekleştirilecek “iki kurucu devletli bir çözüm”, Kıbrıs Türkü’nü Rumların insafına terk etmek demektir. Denenmişi bir daha denemenin ne yararı olabilir ki?

Kıbrıs sorununun en doğru, en akılcı, en kalıcı çözümü KKTC’nin yaşatılmasıdır. İki kurucu devletten oluşan Kıbrıs Cumhuriyeti döneminde Ada’da neler yaşandığın Sayın Akıncı hepimizden çok daha iyi bilmektedir. KKTC’nin yaşatılmaması durumunda Kıbrıs Türkü’nün de, Anadolu Türkü’nün de ne büyük sıkıntılar yaşayacağını tahmin etmek zor değildir. KKTC’yi yaşatmazsak, Antalya’dan İzmir’e giderken Rumlardan izin almak zorunda kalabiliriz. Yabancı şirketler İskenderun ile Karpaz arasında petrol çıkarırken, “Biz ne yaptık?” pişmanlığı yaşayabiliriz. KKTC’yi yaşatamazsak, garantörlük haklarımız giderek sulandırılır ve Kıbrıs Türkü bütünüyle savunmasız kalır.

Burada yeri gelmişken, “AB varken Türkiye’nin garantörlüğüne ne gerek var?” diyen Avrupa Birliği Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Federika Mogherini’ye sormak isteriz: 1990-95 yılları arasında Avrupa’nın tam orta yerinde, Bosna’da, Srebrenitza’da insanlar yalnızca Türk ve Müslüman oldukları için katledilirlerken AB neredeydi? Bu insanlık dışı katliamı önlemek için ne yaptı? Kıbrıs Türkü AB’ye neden ve nasıl güvensin? Kıbrıs’ta dün kadar yakın bir geçmişte yaşanan katliamlardan hiç mi haberi yok? Federika Mogherini’nin, dün kadar yakın bir geçmişte, iki kurucu devletten oluşan Kıbrıs Cumhuriyeti döneminde Ada’da yaşanan katliamlardan hiç mi haberi yoktur?

Öncelikle şunu düşünelim; Ortadoğu’da devletler parçalanırken, Kıbrıs’ta iki devletin birleştirilmesi konusunda neden bu kadar ısrarcı olunuyor? Bu birleşmeyi kimler, niçin zorluyor?

50 yıldır sürdürülen bir soruna çözüm bulmak elbette arzulanan bir şeydir, ama bu çözüm akılcı ve kalıcı olmalıdır. Kıbrıs’ta en akılcı ve en kalıcı çözüm, KKTC’nin yaşatılmasıdır. KKTC toprak konusunda ne İngiliz’in ne de Rum’un lutfuna muhtaç değildir. KKTC’nin coğrafyası, Osmanlı Vakıflarında kayıtlı olan arazidir.