Bu hüzünlü başlık, 11 Şubat 2014 tarihli ve bugünlerde Kıbrıs konusunda yaşadığımız ucu açık belirsizliklere dikkat çekmeye çalışan yazımızın başlığı idi. Dikkatle okununca görülecektir ki, "KKTC halkının benimsemediği bir davranış içinde asla olmam" diyen ve Cennetmekan Denktaş’ın politikasını izlemekte kararlı olan Derviş Eroğlu gibi deneyimli bir siyasi aktör karşında bağımsız bir adayın sürpriz bir şekilde oyların yüzde 60’ını alarak KKTC Cumhurbaşkanı seçilmesinin ardındaki hazırlıklar yeni bir oluşum değildir. Kıbrıs davamız şimdi çok daha zorlu bir sürece girmiştir. Önümüze döşenmek istenen tuzakları göremezsek, KKTC’yi tarihin karanlık sayfalarına gömmek için fırsat beklerin ekmeğine yağ sürmüş oluruz.
Önce, 11 Şubat 2014 tarihli “KKTC’ye Veda mı?” başlıklı yazımızı, KKTC’nin yeni Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın çıkışları ve AB Komisyonu Sözcüsü Natasha Bertaud’ın “KKTC’de bağımsız aday Akıncı’nın seçimleri yüzde 60.4 oranında kazanmasından duyduğu büyük memnuniyet” çerçevesinde okuyalım. İlerdeki günlerde de ayrıntılarını ve yeni yol haritamızı konuşuruz.

KKTC’ye veda mı?

Kıbrıs'ta toplulararası görüşmeler, perde arkasında sürdürülen uzun pazarlıklar sonrasında yeniden başladı. Toplumlararası görüşmelerin önündeki en büyük engel "Ortak Çalışma Metni"ydi.
ABD Dışişleri Bakanlığı Avrupa ve Asya İşlerinden Sorumlu Bakan Yardımcısı Victoria Nuland'ın girişimleri sonucu son aşamaya getirilen "Ortak Metin" taslağı, Rum kesiminde koalisyon ortakları arasında tartışmalara neden oldu. Taslakta Rum tarafını çok rahatsız eden maddeler mi var, yoksa Kıbrıs Türkü'nü Rum toplumu içinde eritip yoketmeyi hedefleyen Annan Planı'na benzer bir oyun mu tezgahlahlanıyor? Sözde itirazlar bu oyunun kamuflajı mıdır?
"Ortak Açıklama Metni"nin içeriği hakkında Ankara kulislerinden sızan haberler, KKTC'nin geleceği konusunda olduça kaygı verici. ABD Dışişleri Bakanı Yardımcısı Victoria Nuland'in Ada'ya gelmesinin ardından gündeme gelen 7 maddelik "Ortak Açıklama Metni"nin içeriğinde, Rum tarafının vazgeçilmez ilan ettiği "tek egemenlik, tek vatandaşlık, tek uluslararası temsiliyet" maddeleri var, ama Türk tarafının garantörlük haklarının saklı kalacağına ilişkin herhangi bir madde yok; müzakere edilecek.
Garantörlük konusu, Türkiye, İngiltere ve Yunanistan'ı da kapsadığından, Ada'da yapılan toplumlararası görüşmelerde karara bağlanamaz. Dikkat, bu maddenin "Ortak Metin"e konulması, Türk askeri varlığına son vermek üzere özenle hazırlanmış diplomatik tuzaktır.
Türkiye'nin BM onaylı Londra ve Zürih anlaşmalarıyla elde ettiği garantörlük hakları, Türk tarafının itirazlarına rağmen, BM gözetiminde yapılan bu görüşmelerle tarihe gömülürse, Türk askerinin Ada'da kalabilmesi mümkün olmayacaktır.
Böyle bir sonuç, Kıbrıs Türkü'nün Rumların insafına terk edilmesi demektir.
Böyle bir sonuç, ağzımızdan yel alsın, KKTC'nin, bir Türk devletinin daha tarihin sayfalarına gömülmesi demektir.
Böyle bir sonuç, Türk'ün Anadolu'ya hapsedilmesi demektir.

BM'nin, Kıbrıs Rum Yönetimi üzerinden KKTC Cumhurbaşkanlığı'na ulaştırılan son "Ortak Metin", ilerde bizi sıkıntıya sokabilecek sonuçların doğmasına neden olabilecek "diplomatik dil tuzakları" da içermektedir. "Ortak Metin"de kurucu devletlerden söz ediliyor, ama orjinali İngilizce olan metinde kullanılan tanımlama "kurucu devlet" değil, "kurucu meclis"tir. "Seçim bölgesi" anlamına da gelen bu tanımlama, KKTC'yi hedef alan bir 'diplomatik dil tuzağı'dır.
Kıbrıs'ta toplulararası görüşmeler, perde arkasında sürdürülen uzun pazarlıklar sonrasında yeniden başladı. Görüşmelerin yeniden başlayacağına ilişkin ilk sinyal, Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun Ada'ya yaptığı ziyaret sırasında gelmişti; Davutoğlu, toplumlararası görüşmelerin yakında başlayacağını söylüyordu.
Toplumlararası görüşmelerin başlamasının önündeki en büyük engel "Ortak Çalışma Metni"ydi. Ada'dan "Ortak Metin" trafiği konusunda çelişkili haberler geliyordu. Cumhuriyet'ten Reşar Akar, Lefkoşe'den geçtiği haberde, "Kıbrıs sorununun çözümünü amaçlayan müzakerelerin yeniden başlaması amacıyla Rum tarafının ısrarla üzerinde durduğu 'Ortak Metin' konusunda henüz anlaşmaya varılamadı. Ancak, ortaya çıkan son taslak Rum hükümetinde çatlağa yol açtı" diyordu. Akar'ın haberine göre Rum Lider Nikos Anastasiadis'in onayladığı taslak metin koalisyonun küçük ortağı fanatik DİKO Partisi'nin sert tepkisine neden olmuş ve hükümetten ayrılma tehdidinde bulunan DİKO, taslağın içeriğini kabul etmeyeceklerini açıklamıştı.
ABD Dışişleri Bakanlığı Avrupa ve Asya İşlerinden Sorumlu Bakan Yardımcısı Victoria Nuland'ın girişimleri sonucu son aşamaya getirilen "Ortak Metin" taslağı, Rum kesiminde koalisyon ortakları arasında tartışmalara neden oldu. Taslakta Rum tarafını çok rahatsız eden maddeler mi var, yoksa Kıbrıs Türkü'nü Rum toplumu içinde eritip yoketmeyi hedefleyen Annan Planı'na benzer bir oyun mu tezgahlahlanıyor? Sözde itirazlar bu oyunun kamuflajı mıdır?
Hatırlanacağı gibi Rumlar, 2004 referandumunda "Hayır!" demelerine rağmen, AB Anayası'na aykırı olmasına rağmen, Ada'nın tamamını temsilen AB üyesi yapılmış, Kıbrıs Türkleri yok sayılmıştı. Birleşmiş Milletler'in, "Kıbrıs, Türkiye'nin üye olmadığı bir topluluğa katılamaz" hükmü gözardı edilebilmişti. Hem Türkiye hem de Kıbrıs Türkü kandırılmıştı.
Yakın geçmişte BM kanalından sunulan Annan Planı çerçevesinde yaşanan referandumlu kandırmacanın sonuçları ortadayken, görüşmelerin başlaması öncesinde Rum Yönetimi üzerinden KKTC Cumhurbaşkanlığı'na iletilen "Ortak Metin"in içeriğini ve hedeflerini kaygıyla ve kuşkuyla karşılamaktayız.

"KKTC HALKININ BENİMSEMEDİĞİBİR DAVRANIŞ İÇİNDE ASLA OLMAM"

BM taslağının ulaşması sonrasında yazılı bir açıklama yapan KKTC Cumhurbaşkanlığı Basın Bürosu, "Bilindiği üzere, Kıbrıs Türk ve Rum taraflarının 'Ortak Metin'e ilişkin karşılıklı olarak yapmış oldukları öneriler masadadır (...) " deniliyordu. Rum Yönetimi Lideri Anastasiadis yüzünden beş ay kaybedildiğini belirten KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu da, "Son öneriyi taraflar olarak benimsedik. Anlaşma umudu tekrar ortaya çıktı. Yaşayabilir, kalıcı bir anlaşma gayreti içinde olacağım. (...) Rumlar da aynı tavır içinde olmalı, zamana oynamamalı. Anastasiadis Kıbrıslı Türklerin de önerilerini dikkate almalı" diyordu. Kıbrıs Türkü'nün çıkarları doğrultusunda bir politika izleyeceklerini belirten Eroğlu'nun, "KKTC halkının benimsemediği bir davranış içinde asla olmam" kararlılığında olması müzakerelerin çetin geçeceğinin bir işaretidir.
Türkiye'yi de Kıbrıs Türkü'nü de zorlu bir müzakere süreci bekliyor. Çünkü, 2004'te, "Sınır sorunu olan ülkeler üye olamaz" diyen AB Anayasası'na ve BM'nin "Kıbrıs Türkiye'nin üye olmadığı bir topluluğa katılşamaz" hükmüne rağmen, Ada'nın tamamını temsilen AB üyesi yapılan Rumların Türk tarafına ödün vermek gibi bir niyetleri yok.
Ayrıca, Kıbrıs'ın güneyinde keşfedilen 487 milyar metreküplük doğalgaz rezervini işletmetmek üzere anlaşma imzalamak için biran önce bir Birleşik Kıbrıs Devleti oluşturma telaşı içinde olan ABD'nin ve İsrail'in de desteğini arkalarına alan Rumlar, Kıbrıs Türkü'ne eşit egemenlik hakkı tanımamak, Türkiye'nin garantörlük haklarını sulandırmak için çok önemli bir fırsat yakalamışlardır. Toplumlararası görüşmelerde Kıbrıs Türkü ve Türkiye, yalnız Rumlarla değil, BM, AB ve ABD ile de mücadele etmek durumundadır.
Medyamızın yeniden başlatılan Kıbrıs görüşmeleri konusundaki "kuzuların sessizliği"ni anlayabilmek mümkün değildir.

EN BÜYÜK SORUN EGEMENLİK KONUSU

Görüşmeler bugün yeniden başlatıldı. Kıbrıs'ta Türkler ve Rumların üzerinde anlaşamadıkları en önemli konu, "egemenlik" konusuydu. Rumlar, "Tek devlet, tek vatandaşlık, tek uluslararası temsiliyet" derken Türkler, "gerektiğinde egemenlik hakkını kullanarak ayrılabilme haklarımızı saklı tutmakta kararlıyız" diyorlardı.
Görüşmelerin başlaması öncesinde bir açıklama yapan KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu, "Ortak açıklama kağıdıyla çok fazla birşey yapılabileceğini söylemek mümkün değil, çünkü, müzakere masasında bizi bekleyen altı başlık var. Yönetim ve güç paylaşımı, AB, Mülkiyet, Ekonomi, Garantiler ve Toprak gibi önemli başlıklar. Bunlar ancak müzakere masasında sonuçlandılabilir" diyordu.
2004'te Ada'nın tamamını temsilen AB üyesi yapılan Rumların Türklere ödün verme gibi bir zorunlulukları yoktu. Görüşmelerin, önceden hazırlanan ve Rumları Ada'nın tek sahibi ilan edecek bir anlaşmayla sonuçlanmasını saylayacak bir "Ortak Metin" çerçevesinde başlatılmasını istiyorlardı.
Kıbrıs Rum Yönetimi Lideri Nikos Anastasiadis, Atina'ya giderek, "Ortak Açıklama Metni" konusunda Yunanistan Başbakanı Andonis Samaras'tan onay aldı. Yunan Başbakanı Samaras'ın görüşmelerle ilgili olarak söyledikleri oldukça dikkat çekici:
"Çözüm eşzamanlı referandumlar aracılığıyla kabul edilmeli. Kıbrıs sorunun son aşamalarından ders alınmalı ve geniş ulusal uzlaşı önkoşulunu korumalıyız."
Yunan Başbakanı Samaras, bir yerlerden bir ışık almış olacak ki, başka önemli şeyler de söylüyordu: "Ortak çaba, Türk işgalinin sona ermesi ve çözüm bulunmasıdır. (...) Ayrıca Yunanistan Ekonomik Münhasır Bölge içindeki egemenlik haklarının kullanılmasına tam destek vermektedir. Türkiye'nin gerginliği tırmandırma ve yeni durumları kabul ettirme gayretleri boşa çıkacaktır." 2004'teki Annan Planı referandumunda Anastasiadis “Evet”, Samaras ise “Hayır” yanlısı siyaset izlemişlerdi.
KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu'nun "Devletimizi korumalıyız" düşüncesinde ve kararlılığında olduğunu biliyoruz. Fakat, Türkiye KKTC'nin arkasında durmaz da, M. Ali Talat gibi, "Kıbrıs sorunu BM parametreleri çerçevesinde çözülecektir" söylemini benimserse, "Elveda KKTC" demek ve bir Türk devletini daha kendi ellerimizle tarihe gömmek durumunda kalabiliriz. Çünkü BM'nin, Kıbrıs Rum Yönetimi üzerinden KKTC Cumhurbaşkanlığı'na ulaştırılan son "Ortak Metin", ilerde bizi sıkıntıya sokabilecek sonuçların doğmasına neden olabilecek "diplomatik dil tuzakları" içermektedir.

TUZAKLARLA DOLU BİR "ORTAK AÇIKLAMA METNİ"


"Ortak Açıklama Metni"nin içeriği hakkında Ankara kulislerinden sızan haberler, KKTC'nin geleceği konusunda olduça kaygı verici. ABD Dışişleri Bakanı Yardımcısı Victoria Nuland'in Ada'ya gelmesinin ardından gündeme gelen 7 maddelik "Ortak Açıklama Metni"nin içeriğinde, Rum tarafının vazgeçilmez ilan ettiği "tek egemenlik, tek vatandaşlık, tek uluslararası temsiliyet" maddeleri var, ama Türk tarafının garantörlük haklarının saklı kalacağına ilişkin herhangi bir madde yok; müzakere edilecek.
Garantörlük konusu, Türkiye, İngiltere ve Yunanistan'ı da kapsadığından, Ada'da yapılan toplumlararası görüşmelerde karara bağlanamaz. Dikkat, bu maddenin "Ortak Metin"e konulması, Türk askeri varlığına son vermek üzere özenle hazırlanmış diplomatik bir tuzaktır!
Türkiye'nin BM onaylı Londra ve Zürih anlaşmalarıyla elde ettiği garantörlük hakları, BM gözetiminde yapılan bu görüşmelerle tarihe gömülürse, Türk askerinin Ada'da kalabilmesi mümkün olmayacaktır.
Böyle bir sonuç, Kıbrıs Türkü'nün Rumların insafına terk edilmesi demektir.
Böyle bir sonuç, ağzımızdan yel alsın, KKTC'nin, bir Türk devletinin daha tarihin sayfalarına gömülmesi demektir.
Böyle bir sonuç, Türk'ün Anadolu'ya hapsedilmesi demektir.
Görüşmelerin çerçevesini belirleyen "ortak Metin"de, kurulacak birleşik Kıbrıs'ın federasyon olacağı belirtilirken, "Birleşik Kıbrıs, Avrupa Birliği'ne, Birleşmiş Milletler'e üye tek uluslararası kimliği, tek vatandaşlığı, tek egemenliği bulunan bir devlet olacak. Egemenlik Kıbrıslı Türklerden ve Rumlardan kaynaklanacak, Birleşik Kıbrıs vatandaşları, aynı zamanda Türk ve Rum kurucu devletlerinin de vatandaşı olacak" deniliyor. Metinde, Türklerden ve Rumlardan söz ediliyor, ama Türk tarafının önemle üzerinde durduğu "Birleşik Kıbrıs'ın egemen devletlerden oluştuğu" ifadesine yer verilmiyor.
Bir konuya daha dikkat çekmek isteriz; metinde kurucu devletlerden söz edildiği söyleniyor, ama orjinali İngilizce olan metinde kullanılan tanımlama "kurucu devlet" değil, "kurucu meclis"tir. "Seçim bölgesi" anlamına da gelen bu tanımlama, KKTC'yi hedef alan diplomatik bir tuzaktır; Kıbrıs Türkü en önemli güvencesi olan devletine sahip çıkmalı ve anlaşma metninde "egemen kurucu devletler" ifadesinin net olarak yer almasını mutlaka sağlamalıdır.
Görüşmelerin çerçevesini belirleyen metinde BM Güvenlik Konseyi'nin Kıbrıs'la ilgili kararlarına gönderme yapılırken, 1959 ve 1960 kurucu anlaşmalarından da söz edilmemesi, Güvenlik Konseyi'nin Rum kesimine üstünlük tanıdığına ilişkin kaygıları artırıyor. Bu konudaki tek teselli, metinde yer alan "kurucu devletlerin biribiri üzerinde egemenliğinin bulunmaması" ifadesinin Türk tezi olmasıdır.

GÖRÜŞMELERİ YÖNLENDİREN GERÇEK AKTÖRLER

Kıbrıs'ta toplumlararası görüşmelerin başlatılmasında baş aktör BM gibi görünse de, aslında ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Victoria Nuland. Yapılmak istenen, Yunanistan'ın ekonomik bir krizle, Türkiye'nin de iç ve dış sorunlarla boğuştuğu bir dönemde "Akdeniz'in uçak gemisi"ni ele geçirmek.. Bunun için de, toplumlararası görüşmeler gösterisi üzerinden Kıbrıs Türkü'nün ve Türkiye'nin uluslararası anlaşamalardan doğan haklarını tarihe gömmek, Ada Türklerini Rumların insafına bırakan bir anlaşma imzalatmak ve Kıbrıs'ta ABD yanlısı bir yönetim oluşturmaktır.
Kıbrıs Türkü ve Türkiye'yi çok zorlu bir müzakere maratonu bekliyor. Kıbrıs Türkü'nün adada başı dik yaşayabilmesi için, herşeyden önce devletine sahip çıkması ve Türkiye'nin de bu konuda ısrarcı olması gerekmektedir. Batılıların çifte standartlı olduklarını 2004'te yaşadık gördük. Türk tarafı elde ettiği haklara, özellikle de devletine sonuna kadar sahip çıkması gerekir. Allah yardımcımız olsun..

(ÖNCE VATAN: 11 ŞUBAT 2014)