Klasik Türk Mûsıkîsinin Muhteşem Âbidesi
NEVZAD ATLIĞ HAKKINDA YAZILAN KİTAPLAR 3 

Musıkîmizle Övünmemiz İçin
NEVZAD ATLIĞ
Kubbealtı Neşriyatı’nın 113. Kitabı olarak 2004 yılında yayınlanan kitap, Ergun Balcı tarafından hazırlanmıştır. 16,5 X 21,5 santim ölçülerinde renkli baskılı karton kapak içerisinde üçüncü hamur 75 gram kâğıda basılı 320 sayfalık kitabın farklı ve estetik görünümlü sayfa tasarımı Ersu Pekin tarafından gerçekleştirilmiş. 
Kitap, 6 bölüm hâlinde Nevzad Atlığ’ın hayat hikâyesini zaman zaman detaylı bir şekilde, roman akıcılığında ve atmosferinde anlatıyor. Prof. Atlığ’ın dostları ve aile fertleriyle çekilmiş fotoğrafları sayfalar arasına serpiştirilmiştir. 
Kitabın ilgi çekici bölümlerinden biri; Cumhuriyet tarihinde ilk defa Türk Müziğinin Devlet Konser Salonu’nda verdiği konserle ilgili satırlardır:  
İsmail Baha Sürelsan yönetimindeki koro, Itrî’nin eserlerinden oluşan bir konser programı hazırlamıştı. Dönemin Kültür Bakanı Talât Sait Halman’ın onayı ve desteğiyle konser 22-23 Aralık 1971 günleri Devlet Konser Salonu’nda verilecekti; afişleri, dâvetiyeleri hazırlanmıştı. Ne var ki, çok sesli müzik icracılarının şiddetli karşı koymaları, ‘Bu salonda, Türk müziği çalınır, söylenirse hepimiz istifa ederiz.’ Demeleriyle konserin verilmesi durdurulmuş, Bakan Talât Halman da bu yüzden, görevinden istifa etmişti.
Bu konser, 24 Şubat 1977 tarihinde gerçekleştirildi!
Devlet Klasik Türk Müziği Korosu’nun, yine, devlete âit konser salonunda ilk konserini vermesindeki en büyük pay, Nevzat Atlığ’ındır. Koronun, hem kuruluşu, hem geçmişten, o güne kadar dinleyebildiklerimiz arasında en üstün icra seviyesinde oluşu her türlü takdîre lâyıktır. Ayrıca, üstün icra niteliğini, doğu-batı ayrımı yapmadan sanat değeri olan her türdeki esere saygı gösteren sanatseverlerin samîmî alkışları, Nevzad Atlığ’a âit başarılardandır.
Sanatımızla ilgili olaylara yabancı kalmayan ve altı yıl öncesindeki sonuçlanmamış girişiminin acısını yaşamakta olan değerli bestekâr İsmail Baha Sürelsan, Türk müziği adına kazanılmış târihî zaferi, Nevzad Atlığ’a gönderdiği ibret alınacak telgrafla kutladı.Telgrafın özeti aşağıdadır:
‘Pek Muhterem Efendim,
İçinde bulunduğunuz pek müşkil şartlar dâhilinde, bir başkasının başarabileceğine asla ihtimâl vermediğim, bu derece mükemmel ve muvaffakiyetli bir konser verebilmeniz, benim, âcizane takdir ölçülerimin pek üstündedir. Zât-ı âlilerini, en hâlisane duygularla tebrik etmek isterim.
Ayrıca, bu târihî hâdiseyi, yânî, ilk defa olmak üzere, Devlet Konser Salonu’nda taraf-ı âlinizden verilmiş bir klasik Türk mûsikîsi konserinin de, pek şerefle ve son derece ehemmiyetli bir hâdise olduğunu ve bununla dâima iftihar edeceğimizi belirtmiş olmakla bahtiyarım.
Türk mûsikîsine olan bu, çok büyük ve son derece şerefli hizmetlerinizin, bundan sonraki konserlerinizle tetevvüc (taçlanma) edeceğinden emîn olarak, derin şükran, tebrik ve hürmetlerimi arz eylerim pek muhterem efendim.’ 
İ. B. Sürelsan.
Bu olaydan 12 yıl sonra; roman ve tiyatro edebiyatımızın önemli yazarlarından Mustafa Necâti Sepetçioğlu; 4 Şubat 1983 tarihli Ortadoğu Gazetesi’nde şöyle yazıyor: 
‘Dr. Nevzad Atlığ benim ölçümle bilinebilen, en azından 5000 yıllık Türk kültür ve medeniyet târihinin, Cumhuriyet Türkiye’si halkasında Türk kültürüne mûsikî zenginliğiyle işlenebilecek nakışların en mükemmellerinden birini nakşetmesini bilmiştir. Lâkin kolay olmamıştır.
Nice bin yorgunluklar, alın terleri, gönül yıpranmaları, şahsî minnetler, bâzan boyun bükmeler, çok defa söylenmesi gerektiği hâlde söyleyememe yüzünden meydana gelmiş bin kerre yutkunmalar benzeri davranışlar... Bunların her biri bir ayrı ömür törpüsüdür; her biri insanı sekiz on yıl birden ihtiyarlatır; işte bunlar o kolay olmayan emeklerden ve alın terlerindendir.
Zafer anıtlarının temellerinde dâima çile, sabır ve hattâ, binlerce başarısızlığa katlanabilme başarısının gücü bulunur. Unutmamak gerekir, bütün zafer anıtları, her gözün görebileceği açıklıklarda ve yüksekliklerdedir. Orada, o açıklık ve o yükseklikte durmak kolay değildir.
Dr. Nevzad Atlığ, her alkışın senden muhakkak bir şeyler koparıp götürebileceği, yine her alkışın sana bir şeyler vermek için hazır olduğunu duyurduğu öyle bir yerde rahatça durabiliyor ise yorgunluklarının ve mihnetlerinin acılarını hatırladığındandır. Tıpkı sevenin sevdireceği ile vuslatındaki haz gibidir bu hatırlamalar.
Itrî’nin icra olunduğu bir salonda ben çalamam afra tafralarında çalım satmak, ne marifettir, ne de sanatkâr(!)lıktır. Belki üç-beş alkış getirir; lâkin, kişilikten çok, pek çok şey götürür.
Dr. Nevzad Atığ, herkesin sustuğu yahut saçma sapan konuştuğu sıralarda sessizce, kimseye aldırmadan, bildiğince gitmiş, o salonlarda, o kişilere Itrîyi de, Dede Efendi’yi de ve varlıklarına varlığımızı borçlu olduğumuz, onlardan öncekileri ve sonrakileri de rahatça dinletmiş, alkışlatmasını bilmiş insandır. Düşünebiliyor musunuz ki, bir kişi, tek başına, birçoklarımız yoksul alkışların sevdasında boyun eğmekte iken tek başına o alkışlara sırtını dönebilmiş, aklına koyduğunu gün ışığına çıkarma uğrunda, yerme ve küçümseme illetinin çamuruna aldırmadan didinmiş, terlemiş ve sonunda yasak salonların kapısını Türk mûsikîsine açtırmasını bilmiştir.’
Prof. Atlığ, Devlet Konser Salonu’nda verdiği konseri, yeri geldikçe; heyecanlanarak ve de zaman zaman kâh hüzünle kâh ironi ile ve tebessüm ederek anlatmaktadır. 
Kitapta ayrıca; Nüvit Özdoğru, İsmail Hakkı Özkan, Ahmet Kabaklı, Ayhan Songar, Talat Halman, Gürbüz Azak, Faruk Yener ve Doğan Hızlan gibi, kültür hayatımızın doruklarındaki isimlerin Nevzat Atlığ hakkındaki sitâyişkâr yazıları yer alıyor. Prof. Dr. Turan Yazgan, dostu ve ağabeyi Prof. Atlığ için şunları yazıyor: 
‘Prof. Dr. Nevzat Atlığ, Türkiye’de bir büyük mücâdelenin başarılı ve bahtiyar insanıdır.
Asırların içinden süzülerek, incelerek ve derinleşerek gelen klasik Türk mûsikîsini meyhane mûsikîsi derekesine indirilmiş olmaktan kurtarmış ve lâyık olduğu yere yüceltmiştir. Bundan dolayı başarılıdır. Bu başarının tahlilinde, onun inceliği, derinliği ve vekar ve ciddiyetinin yanında san’ata olan hâkimiyeti ve Türk kültürüne olan samimî bağlılığının başlıca rolü oynadığı ortaya çıkar.
Genç yaştan itibaren asıl mesleğinin yanında, mûsikî ve genellikle san’at alanında en yüksek mevkileri işgal etmiş ve bu mevkilerin hakkını tam olarak verdiğini dosta düşmana kabul ettirmiştir. Onun yöneticilikte ve san’atta ölçülmez kabiliyetinin delili olan başarılarının sağlığında karşılığını almış olması da çok bahtiyar bir insan olarak vasıflandırılmasını gerektirir.
Benim, san’attan ve yöneticilikten uzak bir insan olarak bu mümtaz insanı değerlendirmeye elbette, yetkim yoktur. Ancak benim de bir bahtiyarlığım vardır ki, onun kardeşi, dostu olarak yanında yer almam mümkün olmuş, iş başında, yolda, eğlencede, aile meclisinde onun inceliğinden, ciddiyetinden, samimiyetinden, dürüstlüğünden, sevgisinden, kısaca nesli tükenmiş bir efendi insan, insan-ı kâmil oluşundan yanında devamlı ezilmişimdir. Çünkü bu vasıfları ulaşılmaz derecelerdedir.
O’na verilen her değer, Devlet Sanatçısı unvanı dâhil, her unvan, O’na anasının ak sütü gibi helaldir.’  
Turan Yazgan
KUBBEALTI İKTİSÂDÎ İŞLETMESİ: Peykhâne Sokağı Nu: 3 Çemberlitaş, Fatih – İSTANBUL. 
Telefon: 0.212-516 23 56 
Belgegeçer: 0.212-638 02 75 
e-posta: [email protected]  
//  www.kubbealti.org.tr  
ERGUN BALCI:
1937 yılında Eskişehir’de doğdu. İlkokul, ortaokul ve liseyi Eskişehir’de okudu. Ankara Üniversitesi Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nin Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. 
10 yaşında  iken, sonraki yıllarda ‘manzume’ olarak adlandırdığı şiirleri yazmaya başladı.  16 yaşında hikâye yazarak ödül kazandı. 
Tasavvuf müziği tanımlamasının, ‘Hoş Seda’ ve ‘Gönül Telimizi Titretenler ’, ‘Beri Gel Barışalım ‘, ‘Sevelim Sevilelim ‘, ‘Sevgi Üstüne ‘, ‘Sevgi Baht Olmuş Ezelden Bize ’ , isimli programların yapımcısı ve isim babası oldu. ‘Hoş Sedâ ‘,  ‘Gönül Telimizi Titretenler ‘ ve ‘Arşivden Mikrofona’ isimli programları hazırladı. 2 yıl öncesine kadar âbide bestekârlarımızın eserlerinden oluşan konser programlarını düzenledi. TRT’yi temsilen katıldığı Asya Yayın Birliği Yarışması’nda teşekkür belgesi aldı. 
Bir dönem Radyo Televizyon Üst Kurulu Üyesi olarak görev yapan Ergun Balcı; Türk müziğinin önemli bir kalemi ve müzisyenliğiyle de ‘üstat ’ olarak tanınmış bir şahsiyettir. 
 ‘Son İmparator Abdülhamid’,  isimli televizyon dizisinin tarihçiler tarafından hazırlanan metnini televizyona uyarladı. Mehmet Dede’, ‘Nevzat Atlığ’ ve ‘Yusuf Ömürlü’ isimli biyografi kitaplarını hazırladı. Halen, ‘Gülün İçinde Gönül Sesi Var ’ isimli kitabı yazmakla meşguldür.   
Tanıklarıyla Türkiye’de Musikinin Yakın tarihi
NEVZAD ATLIĞ’IN TANIKLIĞINDA
16 X 23,5 santim ölçülerinde karton kapak içerisinde birinci hamur kâğıda basılı 174 sayfalık eser, Mehmet Güntekin tarafından hazırlanmış, Şubat 2012’de kültür hayatımıza kazandırılmıştır. 
Mehmet Güntekin eserine; Nevzat Atlığ’ın aile kökenleri hakkındaki bilgilerle başlıyor: 
‘Atlığ Hoca, Anne tarafı İşkodra’dan, baba tarafı Kastamonu’dan gelip Edirne’ye yerleşmiştir. Kader, suyun iki tarafının insanlarını büyük bir şemsiye altında, Edirne gibi kadim bir başşehrin Selimiye Camii kadar silinmez siluetlere sâhip ikliminde buluşturuyor.’
Müzik tarihçisi olarak pek çok başarılı esere imza atan Mehmet Güntekin, güçlü kalemi ile yalnızca Hocası Nevzat Atlığ hakkında bilgi vermekle yetinmiyor. Ailenin bulunduğu mekânları ve ortamın sosyal özelliklerini de derinlemesine tahlil ediyor. Böylece okuyucu; Nevzat Atlığ’ın âbide haşmetindeki şahsiyetinin oluşum şartlarına vâkıf oluyor. 
Kitap, ağırlıklı olarak Nevzad Atlığ’ın, Güntekin’e anlattıklarından oluşuyorsa da, yazarın seçimleri isâbetli, yorum ve tahlilleri de önemli bir yer tutuyor.  Kendisini-tanıyan tanımayan herkes bilmektedir ki Atlığ Hoca, değerli bir insandır. O’nun ‘değerbilir’ yönünü, anlatılanlardan seçerek Mehmet Güntekin okuyucuya sunuyor: 
‘1945 yılında babam Mardin’e tâyin edilmişti. Yaz tatilinde Mardin’e, babamın yanına gittim. Mardin’de bir gün babam; ‘Selâhattin Pınar’ın bir şarkısı var, notasını arayıp bulamıyorum. İstanbul’dan getirtebilir misin?’ diye sordu. ‘Getirtmeye gerek yok, ben yazarım’ dedim ve oturup yazdım. Babam hem çok şaşırdı, hem çok sevindi.
Bu, onun ölçülerine göre iyi bir seviyeye gelmiş olduğumu gösteriyordu. Öyle memnun oldu ki, gözü gibi koruduğu çok kaliteli bir kemanını yerinden çıkarıp bana armağan etti. Iğdır’daki görevi sırasında bir Gürcü papazdan aldığını bildiğimiz o keman en az 150 yıllıktı. Babamdan kalan en değerli armağanlardan olan o kemanı 1960’lara kadar kullandım. Sonra bir kenarda kaldı. Bir müzeye verip âtıl hâle gelmesine de doğrusu gönlüm razı olmadı. Çalınsın, yaşasın istedim. Cahit Peksayar’a verecektim, fakat hastalandı ve bir süre sonra da kendisini kaybettik. Bunun üzerine Devlet Korosu’ndan İhsan Aslan’a verdim. Ama bir şart öne sürdüm: ‘Emekliye ayrılacağın zaman istidatlı bir talebeye vereceksin...’
Ondaki cevheri keşfeden sâdece babası Süvari Albayı Ali Nazmi Bey değildir. 
Belediye Konservatuarı Türk Musikisi İcra Heyeti’nin o dönemdeki şefi olan Refik Fersan’ın âniden hastalanması üzerine Heyet’in önemli üyelerinden İzzettin Ökte, Nevzad Atlığ’a, üç gün sonraki konserde, koroyu şef olarak yönetmesini söyler. Atlığ; böylesine önemli bir görevi, üstelik yeterli ölçüde çalışmadan üstlenmekte tereddüt eder. Koroda, kendisinden 30-40 yaş büyük üstatlar vardır. İzzettin Ökte, hem genç Atlığ’a güvendiğinden, hem de moral vermek için kesin konuşur: ‘Cumartesi günü genel prova var. Kabul edeceksin ve bu iş mutlaka olacak.’ 
Cumartesi günü provaya başlamadan önce bir başka moral desteği ve güven beyanı, topluluğun maestrosu ve aynı zamanda İcra Heyeti’nin şef yardımcısı, yılların keman üstâdı Şâdi Işılay’dan gelir: ‘Nevzad Bey, bu güne kadarki provalarımızda, bu eserin şurasını şöyle çalışmıştık. Fakat siz nasıl emrederseniz, hemen o şekilde değiştirerek icra etmeye hazırız.’  
Nevzad Atlığ, sanat hayatındaki varlığını; varlığına borçlu olduğu büyük sanatkârlardan öğrendikleriyle kendini geliştirmiş ve gerçekleştirmiş bir büyük sanatkârdır. 
Mehmet Güntekin’in, mesajı ve işlevi; ölçülerinden ve sayfa sayısından çok büyük eseri, yalnızca musikimizin yakın tarihini nakletmekle kalmıyor, yeni değerlerin yetişmesi için pırlanta değerinde dersler veriyor. 
Bu hizmeti sessizce, gizlice, incitmeden ifa ediyor. Tepeden seslenen mütehakkim bir öğretmen edâsı ile değil. 
Dostça, kardeşçe… 
Nevzat Atlığ’ın yetişme döneminde; ki o dönem çok da eski değildir. 1950’li yıllardır. İnsanlar, bir koltuğa birkaç karpuz yerleştirerek başarı ile taşıyabiliyorlardı. Günümüz gençlerinin bir kısmı, bir yumurtayı üç kişi ile taşımak istiyorlar ve ikinci adımda yumurta, omlet yapınma hazır hâle geliyor. 
Kitabın yazarı, ‘hayırlı bir halef’tir. Hocasından öğrendiklerini uyguluyor ve yeni nesillere öğüt vererek değil, örnek olarak yol gösteriyor.       
Mehmet Güntekin’in; Hocası Atlığ ile ilgili eseri, Nevzat Atlığ hakkında yazılan diğer eserlerden farklıdır. Çok derin ruh tahlilleri, ince detaylar içeriyor. Bir büyük musikişinasın nasıl yetiştiğini irdeliyor. Asaletle tevazuun, ciddiyetle samimiyetin, titizlikle hoşgörünün ve sevecenliğin, vakarla sevimliliğin nasıl olup da aynı bedende bir araya gelebildiğinin ipuçlarını veriyor. 
21. ASIR YAYINEVİ: Maltepe Mahallesi, Litros Yolu, Fatih Sanayi Sitesi Nu: 12/74 Topkapı İstanbul. 
Telefon: 0.212-501 53 07 
Belgegeçer: 0.212-613 68 96 
e-posta: [email protected]    
www.21.asiryayınevi.com
MEHMET GÜNTEKİN:
1963’te Bafra’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde öğrenim gördü. Üniversite Korosu’nda Süheyla Altmışdört ile Fatih Salgar’ın öğrencisi oldu ve şef yardımcılığı görevinde bulundu. Çeşitli ansiklopedi, dergi ve gazetelerde yazıları yayınlandı. TV programları hazırlayıp sundu. Yurtiçinde ve yurtdışında konserler verdi. 80 kadar CD yayınladı. Hürriyet Tarih ve Habertürk Tarih’te yazılar yazdı. Expo-2005 Dünya Fuarı’nda, Japonya’da Türkiye’yi resmen temsil eden Rose and Tulip adlı dans ve müzik gösterisinin eş sanat yönetmenliğini ve orkestra-koro şefliğini yaptı. İslâm Bilim ve Teknoloji Müzesi müzik danışmanlığında bulundu. Türk Musikisi Vakfı, Kültür Konseyi, Heybeliada İlm-i Musiki Derneği ve Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu gibi kuruluşların yönetim kurullarında görev yaptı. 1986’dan beri görev yaptığı İstanbul Devlet Klasik Türk Müziği Korosu’nun müdürlüğüne ve sanat kurulu üyeliğine 2006’da tayin edildi. 
2009-2011 yılları arasında İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı müzik yönetmenliğine getirildi ve 20’nin üzerinde projeyi yönetti. 
‘Üniversite Korosu Kitabı ’, ‘İstanbul’un 100 Musikişinası ’,  ‘İstanbul’un 100 Şarkısı’,  ‘Tanıklarıyla Türkiye’de Musikinin Yakın Tarihi / Nevzad Atlığ’ın Tanıklığında ’ isimli 4 adet kitabı yayınlanmıştır. 
Mehmet Güntekin evlidir, Mehmet Turgut adında bir evladı vardır.