SILASI TÜRKÇE

Elazığ’da yayımlanan Kültür ve Sanat Dergisi ‘Bizim Külliye’, eli-yüzü düzgün, muhtevası dolgun, fikriyatı olgun, ciddî ve faydalı bir yayındır. Derginin Genel Yayın Yönetmeni Nâzım Payam’ın altıncı kitabı, ‘Sılası Türkçe’ adı ile okuyucuya sunuldu.

Eser, İstanbul hasretini edebiyat teknesinde duygu hamuru ile yoğurarak ‘İstanbul aşkı’na dönüştüren ‘İçimdeki Kuşlar İstanbul’a Uçun’ başlıklı yazı ile başlıyor.

Genç Ahmet Hamdi Tanpınar’ın; edebiyat, şiir ve sanat târihi ilminin zirvelerine çıkışını anlatan şu satırlar, meraklısına sunulmuş emin ve garantili bir yol haritasıdır:

Tanpınar; ilme, sanata iştahlı lâkin rotasız, düzensiz bir gençtir. Hocası Yahya Kemal’le tanışırlar. Yahya Kemal mûteber öğrencisini derslerden sonra yanında tutar. Fırsat buldukça O’nu semt semt kültür, sanat mahfillerinde dolaştırır. Yalnızca çeşme başlarında soluklanmak kaydıyla şimdilerde harap olmuş han, hamam, kışla, tekke, mescit, câmi ve külliyeleri gezdirir. Bize özgü kubbelerin düzenini gösterir. Yeni edebiyatımızda kısım kısım nadasa bırakılmış İstanbul’u yeniden fethedercesine ve bir bütün olarak O’nun zihnine işler.

Netice mi?

Netice; Yahya Kemal’in Aziz İstanbul izlenimlerine karşılık Beş Şehir! (s: 17)

O Beş Şehir ki 71 senedir bırakınız üzerine çıkmayı, seviyesine erişen bile olmadı.

Elinden tutulacak rotasız, düzensiz ve fakat ilme, sanata iştahlı gençler mi yok, gençler var da elinden tutacak Yahya Kemaller mi yok?’ Diyerek tasalananlara müjde: Nâzım Payam var.

İstanbul’ denilince gönül tellerinden hüzünlü sesler çıkan İstanbul âşıklarına kulak vermek gerek:

Şehrin bozulan silueti, göğü delercesine yükselen binalar, onların gölgesinde kaldığı için asil bir mahzunluğa bürünmüş târihî muhteşem binalar, çeşmeler câmiler ve hatta kiliselerle havralar… Cam giydirilmiş heyula binalar, şehrin gayrimeşru veletleri gibi sırıtırken… hayır küstahça ve tepeden bakarken o canım binaların eşiğinde oturup ağlamaktan başka yapacak iş kalmamıştır.

Yahya Kemal ‘İstanbul’u sevmezse gönül aşkı ne anlar?’ diye yazıyor, Münir Nurettin bu bercesteyi Nihavent besteye dönüştürüyor. Yahya Kemal’imiz yok, Münir Nurettin’imiz yok. Onları bilmeyen, duymayan çok…

Çok fakirleştik.

İkinci Beş Şehir’i daha ne kadar bekleyeceğiz? Antalya, İzmir, Malatya, Manisa, Sivas ve diğerlerinin öksüzlüğü, sâhipsizliği daha ne kadar devam edecek?

Nâzım Payam’ın ifâdesiyle bu şehirleri ‘…bu şehirleri kitaba, tecrübeden doğmuş bir sanat mûcizesine yahut hüzünlerden süzülegelmiş bir vefaya bürünerek…’ kim diriltecek?

Vatan evlatları biliyor: Şehirlerimizi, milletimize çok görenler, milletimizin bu güzelliklere lâyık olmadığını iddia eden hâricî düşmanlarımız var. Hini hâcette kadını-erkeği, 7’den 77’ye topyekûn müdafaa ile onları koruruz da… içimizdeki rant-oburlara karşı elsiziz, dilsiziz. ‘Yatay mimârî’ ifâdesi hoşumuza gidiyor da, ‘şimdiye kadar nerede kalındığını’sormak kimsenin haddi değil.

Sılası Türkçe, usta kalem Nâzım Payam’ın; şehir, şiir, edebiyat temalı, deneme türünde 37 adet seçilmiş yazılardan oluşuyor. Üstâdın sihirli bir kalemi var. Sihirbaz mahâretiyle, zekânın labirentlerinde ışık hızıyla dolaşıyor. Nüvîsî’den Cemil Meriç’e, Dîvan şiirinden Edirneli Nazmî’ye ulaşıyor. 18. yüzyıla gelindiğinde, artık başka bir şeye ihtiyacımız olmadığı düşüncesiyle rehâvete büründüğümüzü anlatıyor. Esirmelerimiz bile bize gönderilenlerin taklidi üzerine filizlenmiş. Gün gelmiş, ne bahçe kalmış, ne bohça… (s: 29-36)

Eser, ‘seçme denemeler’ görüntüsü verse bile yayın dünyamızın, yazarının ‘dergici’ olmasından kaynaklanan bir mahâretle, dergiciliğimizin problemlerini de mercek altına alıyor ve ortaya isâbetli teşhisler koyuyor. (s: 37-66)

Nâzım Payam yönetimindeki Bizim Külliye Dergisi, taşra çoraklığının, kuraklığının imkânsızlıklarına inat, Elazığ’ın henüz kurumamış sanat-edebiyat damarının, kalemini beyin veya göz cerrahının neşteri gibi kullanan edebiyat âşıklarının mahâretiyle, gür bir pınara dönüştürüyor. Yazar bu bölümde, başarıya giden yoldan hikâyeler sunuyor.

Ve… kitaba adını veren: Sılası ‘Türkçe’ başlıklı bölümdeki teşhis: Edebî derdimiz hem ‘ebedî’dir. Hem de ‘ezelî’… (s: 84-88) Bu bölümde, ‘de’ler mi ayrı yazılacaktı ‘da’lar mı? Diye soran eblehlerin bile faydalanacakları bilgiler var.

Kitapta yaşanmış ve yaşanmaya devam eden öğretici hikâyeler de var. ‘Okuduklarından neler öğrendim, aklımda neler kaldı?’ sorusunu kendi kendine soranların kitapla ilgileri, okumak için harcadıkları zamanın 10 katını aşacak kadar düşündürücü.

Dergiciliğin bir karasevda olduğunu belirten ‘Dergi Merakı’ başlıklı yazı, vaktiyle dergi çıkaran, hâlen çıkarmakta olan ve dergi çıkarmayı düşünenlerin yolunu aydınlatıyor. (s: 146-151)

İçerisinde bulunduğumuz 2017 yılında 81. yaşını idrak etmekte olmasına rağmen 18 yaşın enerjisi ve verimliliğiyle şairliğini değilse bile edipliğini ve hatipliğini devam ettiren Yavuz Bülent Bâkiler 160-164. sayfaları tezyin ediyor.

Sevenleri okumalı.

Dergiciliğin çilesini-ıstırabını anlatan 172-176. sayfalar, anlatılan yaşanmış hikâyelere rağmen dergi yayımlamayı düşünenlere, ‘aman geç kalmayayım’ dedirtecek şekilde kışkırtıcı dâvetiye gönderiyor.

Her taşın altında bir zümrüt bulmak hayaldir. Fakat kitaptaki her kelimenin ardında bir cevher bulmak mümkün… Bu satırların yazarı, aylardır ‘ahlâk’ kelimesi ile ‘etik’ kelimesi arasındaki bağlantıyı -daha doğrusu- bağlantısızlığı arıyordu. Aradığını derginin tashih işlerini yapan Mahmut Bahar’ın cümlesinde buldu: ‘Şimdi hürriyet kelimesine anlamdaş olarak özgürlük kelimesini gösteriyorlar. Oysa ‘özgürlük’ içi henüz mukaddes olanla doldurulmamıştır. An itibâriyle bu kelime anarşi kokuyor.’ (s: 88)

Varılan hüküm:

Etik kelimesi de amonyak kokuyor.

Teşekkürler Nâzım Payam… Teşekkürler Mahmut Bahar…

12 X 19,5 santim ölçülerinde, 191 sayfalık kitap Mart 2017’de yayımlandı.

ÖTÜKEN NEŞRİYAT A. Ş. İstiklal Caddesi, Ankara Han Nu: 63/3 Beyoğlu 34433 İstanbul Telefon: 0.212- 251 03 50 Belgegeçer: 0.212-251 00 12 e-Posta: [email protected] www.otuken.com.tr


 


 

NÂZIM PAYAM:

1955 yılında Elazığ'da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini aynı ilde tamamladı. Balıkesir Necati Bey Eğitim Enstitüsü Türkçe ve Eskişehir Anadolu Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi. Yurdun çeşitli şehirlerinde öğretmenlik yaptı. Türk Edebiyatı, Türk Dili, Kültür Dünyası, Dergâh ve Harput Çırası gibi kültür-sanat-edebiyat dergilerinde şiir, deneme ve eleştirileri yayımlandı. 2013 yılında Ses ve Yaz (Ötüken Neşriyat, 2014, 2. Basım.) isimli eseri ESKADER ve Türkiye Yazarlar Birliği tarafından yılın deneme kitabı olarak ödüllendirildi. 1999'dan beri Elazığ'da yayın hayatına devam eden sanat-edebiyat dergisi ‘Bizim Külliye’nin genel yayın yönetmenidir.

Yayınlanmış eserleri: *Sonrası Güldür Açar (Şiir), *Ben Kendimi Dağ Bilirim (Şiir), *Eylül Tarafı (Deneme), *Ses ve Yaz (Deneme) *Ateş Islağı (Şiir) *Sılası Türkçe (Deneme)


 

KUŞBAKIŞI:

KİMLİK SİZSİNİZ!

Ülkemizde ağır ve ciddî bir kimlik problemi vardır.

Kimliğini bulamama, kimliğini beğenmeme, kimliğinden utanma, kimliğine yabancılaşma, kimliğini reddetme, kimliğini küçümseme, kimlik baskısı, kimlik çatışması, kimliksizlik gibi problemler artarak devam etmektedir.

Kimlik problemi çözüldüğünde ülkemizin birçok problemi de çözülecektir.

Hıristiyan batılılar kendilerinden olmayanları kimliksizleştirerek insanların kendilerine olan güveni önce aşındırıyor sonra kaybettiriyor. Kendine güvenini kaybeden insanların teşkil ettiği bir topluma, istenilenleri yaptırmak kolaydır. Batılılar bunu yapıyorlar ve büyük ölçüde başarı sağlıyorlar. ‘Bizden bir şey olmaz’ kanaaati bu çalışmaların ürünüdür. İstediklerini rahatlıkla yaptırıyorlar.

Müslüman-Türk kimliğine sıkıca sarılıp kendimize olan güvenimizi geliştirirsek târihimizdeki gibi yeniden ayağa kalkar ve gelişmiş ülkeler arasındaki hak ettiğimiz yeri alırız.

Kimliğiyle barışık olan Türk milletinin evlatları ülkemizin geleceğinin sigortası olacaktır. Millî kimlik yabancılaşmaya karşı milletimizin korunma kalkanı, delinmez zırhı, kimliksizliğin panzehiridir.

Osman Azman’ın ‘Deneme’ şeklinde kaleme aldığı eser, 13,8 X 21 santim ölçülerinde, 96 sayfa olarak Ocak 2017’de yayımlandı.

KAKNÜS YAYINLARI / KIZKULESİ YAYINCILIK VE TANITIM HİZ. Dağıtım: Çatalçeşme Sokağı Nu: 27 Defne Han Nu: 3 Cağaloğlu, Fatih İstanbul Telefon: 0.212-520 49 27 Belgegeçer: 0.212-520 49 28 e-posta: [email protected] // www.kaknus.com.tr


 

SON PEYGAMBER HZ. MUHAMMED

Editörlüğünü Casim Avcı’nın yaptığı, Hz. Peygamber’i çeşitli yönleriyle değerlendirmeyi amaçlayan 200 sayfalık kitapta, O’nun genel olarak hayatı; ahlâkı, günlük yaşayışı ve ibâdetleri; ailevî, siyasî, hukukî ve askerî kişiliği; Kur’an’a göre konumu, mûcizeleri ve insanlığa örnek oluşu; İslâm kültür târihinde nasıl algılandığı ve hakkında hazırlanan sanat ve edebiyat eserleri gibi konular ele alınmaktadır.

İSAM-İSLÂMÎ ARAŞTIRMALAR MERKEZİ YAYINI: İcadiye Bağlarbaşı Caddesi Nu: 40 Üsküdar 34662 İstanbul. Telefon: 0.216-474 08 50 Belgegeçer: 0.216-474 08 74 e-posta: [email protected] www.isam.org.tr


 

OSMANLILAR’DA SOSYO-EKONOMİK YAPI:

310 sayfalık kitaba 2 sayfalık takdim yazısı yazan Yaşar Duru, Yazar Necdet Sevinç’in ‘Osmanlı-Selçuklu dönemlerinin sosyal, kültürel ve ekonomik müesseselerini milliyetçi-toplumcu bir görüşle ele aldığını.’ Belirtiyor. Necdet Sevinç, kitabında Kanuni’nin yeni zuhur eden Luther’le ilgilenmesi Avrupa birliğini bozmaktan başka hiçbir şeyle izah edilemez, Böylece Türk başşehri, Fransa’yı ve Lüther’i himâye ederek kuvvetli bir rakibi zararsız hale getiriyordu.’ Türk-Devşirme Mücâdelesi başlıklı bölümde ‘çeşitli milletlere mensup bir köleler sürüsünün devletin ve devleti kuran ırkın kaderine hâkim olması imparatorluk bünyesinde milliyetçilik hareketlerinin şuurlanmasına yol açmış ve bu şuur zaman zaman silahlı çatışmalara, isyanlara, başkaldırmalara dönüşmüştür ki, Anadolu isyanlarının çoğunun temelinde bu ırkî sebep vardır.’ Gibi görüşlerle târihi olayları ve yapımızı yorumlamıştır.

Kitabın Ek-1, Vezir-i Azamlar bölümünde 292 vezir-i azamın, Ek-2 Kaptan-ı Deryalar bölümümde 200 kaptan-ı deryanın, Ek-3 Defterdarlar bölümünde 246 defterdarın, Ek-4 bölümünde 151 Hariciye Nâzırı’nın ırkını, görev süresinin târihini incelemiştir. Eserdeki genel kaynaklar çok zengindir.

BİLGEOĞUZ YAYINLARI: Alemdar Mahallesi Molla Fenarî Sokağı Nu: 35/B Cağaloğlu, İstanbul. Telefon: 0.212-527 33 65 Belgegeçer: 0.212-527 33 64 e-posta: [email protected] www.bilgeoguz.com.tr


 


 

KISA KISA… KISA KISA…

1-AMERİKA’NIN YASAK HİKÂYESİ: Dario Fodan Çeviren: Dilek Silahdaroğlu / Habitus Kitap

2-BİR DEVRİN SON SULTANI 2. ABDÜLHAMİD: Prof. Dr. Vahdettin Engin / Yeditepe Yayınevi 3-ESKİZ DEFTERLERİMDEN OSMANLI MİMARİSİ: Serap Ekizler Sönmez / Zeytinburnu Belediyesi Kültür Yayınları. 4-HAREMDE TAHT KURANLAR NURBANU VE SAFİYE SULTAN: Özlem Kumrular / Doğan Kitap. 5-FİLİSTİN SEYAHATNAMESİ / Seyahatname-i Arz-ı Filistin: Nazmi Eroğlu, Abdülkadir Altın, Mehmet Refet / Bilge Kültür Sanat Yayıncılık.

DERKENAR:

ŞABAN’…

MECİT YILDIZ

Şaban’ kelime olarak ‘patika’ mânâsına gelen ve ‘faydalı bir yol’ anlamında kullanılan ‘sî’b’ mastarından türeyen ve İslâm literatüründe çok önemli bir mevkisi olan kelimedir. ‘Şaban’ aynı zamanda üç aylar dediğimiz faziletli aylardan biridir.

Anadolu’da da çocuklara bir zamanlar severek verilen bir ad idi. Ta ki ‘Şaban filmleri’ çekilene kadar! Dikkat çekicidir: Bu filmden sonra bu ismin tercih edilmeyen hatta alay etmek için kullanılan bir sıfat olarak toplumdaki yerini alması da bu târihten sonralara rastlar.

Kemal Sunal’ın başrolünü üstlendiğiŞabanoğlu Şaban’, ‘İnek Şaban’, ‘Şaban Askerde’, ‘Gurbetçi Şaban’, ‘Şabaniye’ gibi filmler bir bir beyaz perdeye indikçe bu güzel isim toplum hayatında anlam kaymasına uğradı ve ‘aptal’, ‘geri zekâlı’, ‘câhil’ anlamlarını çağştırmaya başladı! İnsanlar tabîi olarak çocuklarına bu ismi vermemeye başladılar.

Dikkat ettiniz mi belli bir yaşın altında bu ismin görülme oranı bir ‘Recep’, ‘Ramazan’ ismine göre düşük ve hatta yok denecek kadar az!

Hababam Sınıfı’ adlı oyunu kaleme alan yazar Rıfat Ilgaz tarafından bu ismin böylesine yozlaştırılıp, tesâdüfen kullanıldığını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz demektir. Kastamonu Cide doğumlu olan yazar Eğitim Enstitüsü mezunu ve bir süre Türkçe öğretmenliği yapmış. Sabahattin Ali, Sabahattin Kudret, Mim Uykusuz gibi isimlerle birlikte ‘Marko Paşa’ dergisi etrafında yazılar yazmaya başladı. Bir süre mesleğinden çıkarıldı ancak zamanın Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel tarafından usule aykırı bir şekilde yeniden tâyin edildi.

Gelelim bu yazar ile ‘Şaban’ ismi ile olan münasebetine!

Neden eserlerinde bu ismi böylesine olumsuz karakter ve tiplerde kullandı acaba? İslâm dininde önemli bir yeri olan bu isim neden ironik malzeme oldu yazara?

Siz Şeyh Şaban-ı Veli Hazretlerini duydunuz mu? Peki, nereli olduğunu, hangi bölgede etkin olup, halkın sevgilisi olduğunu bilir misiniz?

Şeyh Şaban-ı Veli Hazretleri de tıpkı yazar gibi Kastomunu’da doğdu. Çok küçük yaşlardan itibaren zekâsı ve yaşayışıyla öne çıktı ve zaman içerisinde göstermiş olduğu kerâmetlerle bölge halkının sevgilisi hâline geldi. O coğrafyada hak yolcularının uğradığı ocak oldu ve bu büyük Allah dostu, yıllarca etrafını aydınlattı. Bütün İslâm âleminde zamanla ismi duyuldu ve Kastamonu merkezde Musa Faki Mahallesi, Güllüce caddesindeki türbesini akın akın insan seli ziyâret etmeye başladı.

Mesela şu olay onun yaygın anlatılan kerâmetlerinden birisidir:

Kastomonu’da açtığı dergâhına halktan birisi gelir ve:

-Sen ne iş görürsün? Diye sorar.

Şaban-ı Veli Hazretleri:

-Ben kalp kalaylarım, diye cevap verir.

Vatandaş bunu, ‘kap kalaylarımşeklinde anladı. Evine gidip bir çuval bakır tencereyi, leğeni alır gelir ve:

-Bunları kalaylayıver, der.

Şaban-ı Veli Hazretleri gülümser ve bozuntuya vermez:

-Biz kalp kalaylarız demiştik ama siz kap anlamışsınız. Yarın gelin tencerenizi alın demiş.

Ertesi günü vatandaş gittiğinde çuvalın açılmadığını lâkin içindekilerin pırıl pırıl olduğunu görür.

***

Ilgaz dağlarının esintisi hem Şeyh Şaban-ı Veli Hazretlerine hem de çok sonraları dünyaya gelen Rıfat Ilgaz’a değdi ama ne yazık ki her ikisi mânen aynı iklimin insanı değildi!

Bu büyük Allah dostunun bölgedeki nüfuzunu bilen ve bunu kinle ve nefretle karşılayan yazar, bu ismi daha sonra yazdığı ‘Hababam Sınıfı’ adlı oyununda bilinçli olarak kullandı.

Kastamonu ve yöresinde bu Allah dostuyla ilgili birçok rivâyet vardır. Halk arasında bu kadar çok sevilen, sayılan, etkisi hâlâ ağırlığıyla hissedilen böylesine önemli bir zatın isminin aynı bölgeden yetişen bir yazar tarafından tâbiri caizse ‘madara’ edilmesi tesâdüf sayılamaz kanaatindeyiz.

Kültür erozyonu, bilinçli bir şekilde gerek sinema yoluyla, gerek edebiyat yoluyla ve gerekse tiyatro, medya yoluyla ‘sanat’ adı altında halkın bilinçaltına yıllar yılı enjekte edildi. Bu yapılırken nedense aynı hassasiyeti muhafazakâr camia gösteremedi.

Zira muhafazakâr kesim bütün bu alanları yıllarca gereksiz ve hatta boş işler olarak gördü. Ama belli bir kesim bu alanları öylesine içi dolu kullandı ki masum ve hatta çok hoşumuza giden ‘Şaban filmleri gibi’ çalışmalarla öldürücü vuruşlar yaptılar.

Bizler uyurken…

İşte buyurunuz bir bakınız yirmi yaşın altında bu ismin kullanım derecesini lütfen bir araştırınız. Göreceksiniz ki artık genç ‘Şaban’larımız’ yok. Kullanımdan düşş!

Hepimize geçmiş ola.