TÜRKLERİN KÖKENİ

Osman Karatay’ın, Doçentlik döneminde yazdığı kitap, 13,5 X 21 santim ölçülerinde, 270 sayfadır. Birinci baskısı 2011, 17. Baskısı Mart 2018’de yapılmıştır. 

Prof. Karatay’ın; ‘Oğuz Han’ın doğu dünyasında yaşamış bir Hun değil, batıda yaşamış bir Saka Kağanı olduğu’ gibi farklı ve bâzıları şaşırtıcı söylemleri, alışılmışın dışında ilmî iddiaları var. 

Türklerin târihini, doğru bir düşünce ile Sakalardan başlatan ve dil unsurunu merkeze alan yazarın, dikkat çeken tespitlerinden bâzılarını şöylece özetlemek mümkündür: 

-Kazakistan şüphesiz bütün dünyada komünizmin acısını en fazla hisseden ülkedir. 1930’larda devletleştirme adına halkın elindeki bütün sürüler alınıp belli yerlerde toplandı. Ancak bu şekilde toplanan milyonlarca hayvanın bakımı yapılamadığı için açlık ve salgınlardan hayvanların yüzde 90’ı öldü (40,5 milyon hayvandan kalan 4,5 milyon baş...). Tarımın olmadığı ülkede insanlar tek beslenme kaynağı olan hayvanlarını kaybedince, açlık baş gösterdi ve 1931-1932’de nüfusun yüzde 40’ı (1,750,000 kişi) açlıktan öldü.  Dünyada bir ülke halkının yarısının ölümüne en kötü savaş şartlarında bile rastlanmamıştır. Dünya cennetini kuran Komünizm, barış zamanında nüfusun yarısını aç bırakarak yok etmeyi başardı. Bugünkü Kazakistan nüfusu iki kuşaktır toparlanmış bir manzarayı temsil ediyor. Nüfus çok hızlı artıyor ve bir taraftan geliştirilen tarım ve bir taraftan doğal kaynaklarla kendine fazlasıyla yetecek bir zenginliğe sahip. (s: 52)

-Kırgızlar dil bakımından en saf ve temiz Türkçelerden birini temsil ederler. Moğol istilaları çağının yadigârı olan bir kısım Moğolca kelime dışında dillerinde öyle başka bir tabakanın izi bulunmaz. Üstelik görünüme, yâni renkli saç ve göze bakarsak, dünyada hiç Türk kalmaz, çünkü eski Türklerin yaklaşık tamamı renkli olarak anlatılır. Türk olarak bildiğimiz eski toplulukların yaklaşık hepsini (Oğuz, Göktürk, Kıpçak, Bulgar, Vusun, Kırgız vd.) Türklükten silersek, bugünkü Türkler nereden geldi? Gökten geldikleri doğru mu? Bunun için mi Göktürk denmiş?

Kavimlerin dil değiştirdiklerini gören kimi bilim adamları, bunu zorda kaldıkları her durumda uygularlar. Kırgız hâdisesindeki açıklama da Türkleşmedir. Yani Türkçeyi sonradan öğrenmişlerdir. İnsanlar dil değiştirir ama büyük bir kitlenin içinde azınlık olarak kaldıkları zaman… Belli bir yerde yeknesak bir etnik yapı olarak varlığını devam ettiren bir topluluğun dil değiştirdiğinin benim bildiğim hiçbir örneği bulunmaz.  (s. 59-60)

Yazar, cevaplarını hiçbir kitapta ve makalede bulamadığı soruları garip bırakmama gayreti içindedir. Şehnâmedeki bilgilerin başka hiçbir yerde bulunmayışı sebebiyle Şehnâme’nin İranlılara ait olduğu iddialarını şüphe ile karşılıyor. ‘Şüphe yoksa ilim gelişmez’ sözünden hareketle arayışları devam ediyor: 

-Türklüğün anayurdunu ararken yapılan dördüncü ama en büyük yanlış ise Altay kuramına bel bağlamaktır. Buna göre Türkçe bir Altay dilidir, yâni dar alanda Moğolca ve Mançu-Tunguzca, geniş alanda ise buna ilâveten Korece ve Japonca ile aynı topluluğa aittir. Diller akraba ise halklar da akrabadır. Bu yüzden Türklerin türeneğini bütün bu halkların ortak alanlarında aramak gerekir. Bu ise açıkça Uzakdoğu’dur.

Eğer Türkçe gerçekten bu dillerle akraba ise, söyleyecek söz kalmıyor. Bu Uzakdoğu halklarının hepsine birden ortak bir çıkanak aramak gerekiyor. Bunu da şimdikinden farklı bir bölgede varsaymak zor. Bu yüzden, Türklerin yeryüzüne merhaba dediği topraklar da oralarda bir yerde olmak durumundadır. Velev ki tüm bu halkların ortak atalarının başka bir yerden Asya’nın doğu uçlarına gittiği ispatlanmasın. Durum öyle midir? Önce Altay kuramına bakmak lâzım…(s: 66-67) 

Soy akrabalığının, dil akrabalığını destekleyip desteklemediğini anlamak için yazarın yaptığı araştırmanın neticesi menfidir. Soyca bağlantılı olduğumuz söylenen Macarca ve Moğolca’dan 400’er kelimelik iki liste hazırlıyor. 100’den az kelime ortaktır. Tam ‘eh… fenâ değil’ diyecekken, ‘sözlüklerimizde en az 10.000 Arapça, 5000 Sırpça kelime’ olduğu bilgisini veriyor.  Fakat yazar ümitlidir: ‘Akraba topluluklarla alâkalı liste genişletilince, ortak kelime sayısı artacaktır.’ Diyor. 

Prof. Karatay, Etrüsklerin Türklüğü konusuna da açıklık getiriyor: ‘Son dönemde Etrüskler Türk’tür türü ifâdeler çoğalmaya başladı. Bu konudaki araştırmaların dikkat çekici neticelerini göz ardı edemeyiz ama Etrüsklerin Türk olmasına imkân yok. Sadece eskilere giden bir bağlantıdan bahsedilebilir. Bize ulaşan kelimeleriyle oluşturulan sözlükleri inceledim. Şaşırtıcı şekilde Türkçe ve bazı örneklerde Macarca ile uyuşan kelimeler var. Ama Slav dilleriyle uyuşanlar da şaşırtıcı derecede. Dünyanın hangi diline bakarsak bakalım, en az Türk olduğunu sandığımız Kızılderililerin dillerindeki kelime kadar Türkçeyle uyuşan kelime göreceğiz.’ (s: 106)

Dikkat çeken diğer tespitler kısaca şöyledir:

-Bir topluluk, dolayısıyla dili belli bir coğrafî sâhada ortaya çıktıysa, orada yaşayan bitki ve hayvanları ve de fizikî dünyanın oraya has gerçeklerini ifâde için gerekli kelimeler muhakkak bulunacaktır. Meselâ Türkçede kayın ağacı için kendi kelimemiz var ise de hurma için yok. Dolayısıyla şimdiki Türk dili, kayın ağacının olduğu fakat hurmanın olmadığı bir yerlerde ortaya çıkmıştır. (s: 149)

Ve târihî bir hakikat:  Târihî gerçekler ve belgeler bütün aydınlığıyla ortada olduğu halde bugün neredeyse herkes Türklerin Ermenilere soykırım yaptığını söylüyor. Halbuki öldürülen 600.000 kişi Müslüman’dı. Soykırım Müslümanlara, bilhassa Türklere yapıldı. (s: 180)

-Sümerlerin bir adı da ‘Kengir’dir. ‘Kenger’ adını taşıyan bir Türk boyu vardır. Ortaçağ boyunca ve yakın zamanlara kadar karşımıza çıkmışlardır. Orta Kazakistan, onların bir kısmının ana vatanıdır. (s: 213)

Eserin ‘Sonuç’ başlıklı bölümünden birkaç cümle: ‘Türk olarak yaratılmayı kaderin güzel bir cilvesi olarak gören ve buna şükreden birisi, Türk’ün geçmişindeki hiçbir şeyden utanmayacaktır. Hiçbir millete nasip olmayan pırıl pırıl bir târihimiz var. Kara lekesi olmayan ama karşımızdaki bütün dünya ve içimizdeki işbirlikçilerince karartmaya uğramış bir geçmişe sâhibiz. Hiç kimseye ne borcu ne de dokunmuş kötülüğü olan, ama herkesten bir dolu alacağı ve herkese iyiliği bulunan bir milletiz. Bize kötülüğü dokunanlar, dönüp bir de diş kirası istiyorlar. İyilik yaptıklarımız ise onların yanında saf tutuyorlar. Olsun, biz bugünlere onların lütfuyla gelmedik ki bundan sonraki ‘hayatta kalma’ hesaplarımızda onları nazara alalım. Türk olmak zor iş ama mutlu olmak için yeterli.’ (s: 258)

KRİPTO BASIM YAYIM 

DAĞITIM LTD. ŞTİ:  

Kültür Mahallesi, Ataç 2 Sokağı Nu: 71/B Çankaya, Ankara. Telefon: 0.312-432 19 23 

Belgegeçer: 0.312-432 1933 www.kiriptokitaplar.com   e-posta: [email protected]    

Prof. Dr. OSMAN KARATAY:

1971 yılında Çorum’da doğdu. 

1995 yılında Boğaziçi Üniversitesi Târih Bölümü’nden mezun oldu. 2002’de Gazi Üniversitesi’nde yüksek lisans ve 2006 yılında doktora derecelerini aldı. 2010 yılında doçent, 2016 yılında profesör oldu.           

Hâlen Ege Üniversitesi’nde öğretim üyesidir.

Türkiye’nin ilk düşünce kuruluşu olan Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi'nin (ASAM) kuruluşunda yer aldı. Dünyadaki en büyük Türk târihi projesi olan Türkler’i yöneterek, toplam 37 ciltlik dev Türk târihinin ortaya çıkışında emeği geçti. Bu çerçevede İngilizcedeki en büyük Türk târihi olan The Turk’ün editörlüğünde bulundu. Karadeniz Araştırmaları Merkezi (KaraM’ı kurdu ve Türkiye’nin ilk mahallî akademik dergisi olan Karadeniz Araştırmaları’nı yayınlamaya başladı. Türünde dünyada ilk olan ‘Balkanlar El Kitabı’ ve ‘Doğu Avrupa Türk Târihi’ adlı çalışmaların editörlüğünde bulundu. 

Türk Dünyasına Hizmet Ödülü sâhibi Karatay'ın 140’ın üzerinde makale ve bildirisinin ve Balkanlara dair kitaplarının yanında, târihle ilgili yayınlanmış, 3 adedi İngilizce 16 eseri vardır. Bâzılarının isimleri: *Hırvat Ulusunun Oluşumu. Erken Ortaçağ’da Türk-Hırvat İlişkileri (2000, 2016), *Türk Halkları Târihine Giriş, çeviri, P. B. Golden’dan, (2002, 2006, 2012, 2013, 2014, 2016, 2017). *İran ile Turan. (2003, 2012, 2015), *Etnik Kimlikler Nasıl Oluşur? Tercüme, H. B. Paksoy'dan, (2005), *Hazarlar ve Musevilik. Tercüme, P. B. Golden, C. Zuckerman ve A. Zajaczkovvski’den, (2005), *Etnik Tutumun Târihsel Kökleri, AB ve Türk Kimliği (2005), *Balkanlar El Kitabı, 3 cilt, editör, B. A. Gökdağ ile (2006, 2013, 2017), *Bey ile Büyücü: Avrasya'da Tanrı, Hükümdar, Devlet ve İktisat Hakkında Dilin Söyledikleri (2006, 2017), *Mürdüm, Ergenekon Öncesinde Konuşulanlar (2017), *İlk Oğuzlar. (2017), *Türklerin İslam'ı Kabulü (2018).

KUŞBAKIŞI:

BÜYÜLÜ AFRİKA 

Gazete ve roman yazarı 25 Ocak 1923 doğumlu Hıfzı Topuz’un; Cumhuriyet, Milliyet ve Hürriyet gazetelerinde yayınlanan Kara Afrika röportaj dizilerinden seçilmiş yazılar, bu defa ‘Büyülü Afrika’ adı altında toplanmış. 

Bu yazılarda Kara Afrika’nın kültür hayatı ve geleneklere dayalı değerleri ile birlikte, sömürgecilikle mücâdele, sosyalizm tecrübeleri ve Afrika’daki diktatörlüklerin alaka çekici hikâyeleri de yer alıyor. 

Hepsi bu gün için de aynı ölçüde ibret verici. 

İşlenen mevzulardan bâzıları: 

*Sömürgecilik döneminden hâtırâlar *Sudan’da Osmanlılar ve Türkiye’deki Afrikalı haremağaları, bacılar, câriyeler * Başlıca gelenekler: fetişler, kara büyüler, çocuk kaçıran Araplar *Kanlı liderler Bokassa (Orta Afrika Cumhuriyeti, 1921-1996); İdi Âmin (Uganda, 1925-2003); Tshombe (Belçika Kongosu 1919-1969)

14,8 X 22,4 santim ölçülerinde 232 sayfalık kitap, Ağustos 2018’de yayınlandı. 

REMZİ KİTABEVİ A.Ş.

Genel Merkez: Akmerkez E 3 Blok Kat: 14 Etiler, İstanbul Telefon: 0.212-282 20 80 Belgegeçer: 0.212- 282 20 90 www.remzi.com.tr  e-posta: [email protected]   

KIRIM SAVAŞI ÖNCESİNDE OSMANLI ORDUSU 

Osmanlı Devleti ve Rusya arasında başlayıp daha sonra müttefiklerin de savaşa girmesi ile bir Avrupa savaşına dönüşen Kırım Savaşı (4 Ekim 1853 - 30 Mart 1856); sebepleri ve sonuçları itibâriyle yalnız Osmanlı târihinin değil Avrupa târihinin de en önemli savaşlarından biridir. Özellikle orduların hazırlıktan savaş düzenine geçişine kadarki vaziyetleri târihçiler için incelenmeye değer, ilham verici konular sunmaktadır.

Temmuz 1852’den itibaren Erzurum’da Fransız konsolosu olarak görev yapan Charles-Alexandre de Challaye, Osmanlı-Rus ilişkilerinin kesildiği ve Osmanlı Devleti’nin savaş hazırlıkları yapmaya başladığı Haziran 1853’ten itibaren Osmanlı Ordusu’nun merkezi olarak belirlenen Erzurum’daki gelişmeleri tâkip etmeye ve Fransız makamlarına rapor etmeye başlamıştır. Bu askerî istihbarat faaliyetleri çerçevesinde, Osmanlı Ordusu’nun Ruslara karşı yapacağı bir savaşta ortaya koyacağı savunma gücünü belirlemek üzere Eylül 1853’te ordunun yerleşik olduğu kamplara yönelik bir seyahate çıkmıştır. Bu seyahati sonunda elde ettiği bilgileri İstanbul’da izinli olduğu dönemde rapor hâline getirerek Fransız makamlarına teslim etmiştir. Challaye imzalı bu uzun raporda, Osmanlı Ordusu’nun yerleşik olduğu kamplar, ordunun durumu, savaş gücü ve bu ordunun Ruslara karşı nasıl bir mukavemet koyabileceği yer almaktadır. Bu raporla birlikte Osmanlı ordusunda yeniçeriliğin kaldırılmasından sonra askerî modernleşme anlamında nelerin gerçekleştirildiği de yakından tâkip edilebilmektedir.

Özgür Yılmaz’ın dilimize kazandırıp hazırladığı kitap13,5 X 21 santim ölçülerinde, 160 sayfa olarak Ağustos 2018’de yayınlandı.   

KRONİK KİTAP:  

Ömer Avni Mahallesi, Balçık Sokağı Nu: 6 Gümüşsuyu, Taksim – İstanbul.Telefon: 0.212-243 13 23, Belgegeer: 0.212-243 13 28 e-posta: [email protected]  // internet: www.kronikkitap.com  

İNTİBAH

Nâmık Kemal 1876 yılında yayımlanan romanına ilk olarak ‘Son Pişmanlık’ adını vermişse de dönemin Maarif Vekâleti romanın adını ‘İntibah: Sergüzeşt-i Ali Bey’ olarak değiştirip bazı kısımlarını ise sansürlemiştir.  Eser, Cumhuriyet’in ilanından sonra ilk defa 1944 yılında Türk harfleriyle basılmıştır.

Romanda iyi yetişmiş fakat hayat karşısında tecrübesiz olan Ali Bey’in kötü bir kadın olan Mehpeyker’e âşık olması ve bu aşkın devâmında gerçekleşen maddî veya manevî felâketler silsilesi karşısında olgunlaşmaya çalışan Ali Bey’in nasıl yanlış yollara saptığı anlatılır. 

Karton kapak içerisinde, kitap kâğıdına basılı eser, 208 sayfa hâlinde Ağustos 2018’de yayınlandı.  

REN KİTAP: 

Oruç Reis Mahallesi, Tekstilkent Caddesi Nu: 42/9 Telefon: 0.212-641 34 76  

Belgegeçer: 0.212-642 34 74 e-posta: [email protected]  // www.renkitap.com  

KISA KISA / KISA KISA…

1- ESKİ ÇAĞDAN MODERN ÇAĞA ORDULAR: Feridun Emecen. Kitabevi Yayınları / Mehmet Varış: 

2- SUÇSUZLUĞUMU AFFET: Zafer Acar / Okur Kitaplığı.                                                                                                                                     

3- DÜĞÜMLERE ÜFLEYEN KADINLAR: Ece Temelkuran / Everest Yayınları                                                                                                      

4- BİLİNMEYEN İÇ ASYA (Tıpkıbasım): L. Lıgetı -Sadrettin Karatay / Türk Dil K. Yayınları.  

5- CUMHURİYETİN DEMOKRASİYLE İMTİHANI: Ahmet Yıldız / Nesil Yayınları.    

DERKENAR:

Kitaplardan…

Aziz ve Muhterem dostum Lokman Öztürk, bir dostundan gelen metni bana göndermiş. O’nun armağanı olarak sizlere sunuyorum:  

Tolstoy’un ‘İnsan Ne İle Yaşar’ adlı kitabında, çiftçi Pahom’un hazin ve ibretlik hikâyesi yer alır. Sıradan kendi hâlinde bir çiftçi olan Pahom, daha zengin bir hayatın hayâlini kurmaktadır. Uzak bir yerlerde, cömert bir reisin karşılıksız toprak verdiğini duyunca, daha çok toprak elde etmek için reise gidip talebini iletir. Gerçekten de Reis herkese istediği kadar toprak veren cömert biridir. Pahom’a ‘Sabah güneşin doğuşundan batışına kadar adımladığın bütün yerler senin  olacak… Fakat güneş batmadan yeniden başladığın yere dönmen lazım.’ der. ‘Yoksa bütün hakkını kaybedersin.’

Pahom güneşin doğuşuyla beraber yürümeye başlar. Tarlalar, bağlar, bahçeler geçer. Tam başladığı noktaya yönelecekken gördüğü sulak bir araziye aklı ve gözü takılır.  Şu bağ, bu bahçe derken bakar ki güneşin batmasına az kalmış. Koşar, koşar, fakat takâti kesilir. Halsiz adımlarla yürümeye devam ederken, Pahom’un burnundan kanlar damlamaya başlar. Tam başladığı noktaya yaklaşmışken, bir anda yere yığılır ve bir daha kalkamaz…

Reis olanları tâkip etmektedir. Çok kereler şâhit olduğu hâdise yeniden vuku bulmuştur. Adamlarına bir mezar kazdırır. Pahom’u bu mezara gömerler. Reis Pahom’un mezarının başında durur şöyle der: ‘Bir insana işte bu kadar toprak yeter!’

*       *       * 

Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda karşılıklı bir övünme, çok mal ve evlat sâhibi olma yarışından ibârettir. (Nihayet hepsi yok olur gider). Tıpkı şöyle: Bir yağmur ki, onunla yeşeren büyüyen bitki çiftçilerin hoşuna gider. Sonra kurumaya yüz tutar da sen onu sararmış olarak görürsün. Sonra da çer çöp olur. Âhirette ise (dünyadaki amele göre ya çetin bir azap ve(ya) Allah’ın mağfiret ve rızâsı vardır. Dünya hayatı, aldanış mekânından başka bir şey değildir. (Hadid Suresi 20)

Mütemâdiyen biriktirmek istiyoruz. Yiyemeyeceğimiz kadar erzak, giyemeyeceğimiz kadar kıyâfet, kullanamayacağımız kadar eşya, oturamayacağımız kadar ev… Gözlerimiz midelerimizden, arzularımız ihtiyaçlarımızdan daha büyük…

Bâzı insanların 15-20 yıl boyunca ödemek kaydıyla faizli banka kredisi çekmesi neyin alâmetidir… Bâzen insan ömründen daha çok borç biriktirir. Bâzen de elinde olan fakat fark etmediği nimetleri hoyratça harcar durur.

Ve insan yaşlandıkça arzularını besler, gençleştirir. Biriktirdikçe hayata olan bağlarını artırır. Öyle bağlanır ki hayata, bir gün bu diyardan göçüp gideceği fikri zamanla aklından silinir gider… 

İnsanoğlu tüketmeye de çok meraklıdır. Biriktirdiği paranın, eşyanın, malın mülkün yanında zaman tüketir, söz tüketir… Benlik biriktirirken, benliğini tüketir…

Sofraya koyabildiğimiz bir bardak çaya, zeytine, ekmeğe ulaşabilmenin bir zenginlik olduğunu ne zaman fark edeceğiz?

Doldurabildiği bir cüzdanı olmasa da, bir evi muhabbetle, kanaatle dolduran bir kadının, akşamları evine gelen, ekmek getiren eşine, ‘eline sağlık’ diyen bir erkeğin, iman dolu bir yüreğin zenginlik olduğunu ne zaman anlayacağız?

Hepimiz gören bir gözü, tutan bir eli, yürüyen bir ayağı satın alamayacak ve kaybedince tekrar sâhip olamayacak kadar fakiriz…

 Aldığı maaşı yetiremeyenlere, modayı tâkip edemeyenlere, evini beğenmeyenlere, mekânı dar bulanlara, daha çok para için, hesabı daha fazla kabartmak için çırpınanlara da yeter toprağın altı. İhtiraslarımız, bitip tükenmeyen arzularımız için, sâdece az bir toprağa ihtiyaç var.

Biraz sabır… Menzile çok az kaldı…