İSLÂM MEDENİYETİNDE BİLGİ VE BİLİM

İlahiyatçı ve felsefeci Prof. Dr. Alparslan Açıkgenç, 12 X 19,6 santim ölçülerinde 205 sayfalık eserinde; ilim ve din arasındaki münâsebetle alâkalı tenkitleri, bu iki olgunun mâhiyetlerini, ilmî dilden ve ilmî olmaktan tâviz vermeksizin üniversite seviyesinde eğitim görmüş kitleye hitap edecek şekilde gündelik dille anlatıyor. 

Eser, 5 bölümden meydana geliyor. 1. bölümde İslam bilgi geleneğinin doğuşu (600-700), 2. bölümde İslâm ilim geleneğinin mâhiyeti (700-1000), 3. bölümde İslam ilim geleneğinin yükselişi (1000-1500), 4. bölümde İslam ilim geleneğinin durağanlaşması ve çöküşü (1500-1800) mevzuları ele alınıyor. 5. bölümde ise ‘İslâm ilim geleneği yeniden canlanabilir mi?’ sorusu cevaplandırılıyor.

‘Giriş’ bölümünde dikkat çeken, üzerinde düşünülmesi gereken cümleler şöylece sıralanabilir: (Müellif, söz konusu cümlelerin devamında okuyucuya kolaylık sağlamak maksadıyla bu düşünceler için istikamet belirlemiştir.)

*İnsan, dinin kaynağını idrak edebilecek nitelikte değildir. Dini, en iyi yine din açıklayacaktır. 

*Din, akıl kaynaklı değil, vahiy kaynaklı olduğundan, akla zıt veya akıl dışı bir nitelikte değildir. 

*(İslam) Dininin, zamanımıza kadar değişmeden gelen en temel kaynağı olan Kur’ân, dinin mâhiyeti açısından da yegâne kaynaktır. 

*Din, gönderildiği toplumun fertlerine yol göstermek (hidâyet) için gönderildiğinden, o insanlar, bu dini yaşamaya ve hayatlarına uygulamaya çalışırlar. Hidâyete götüren ilkeler; ‘iman’ yâni inanılması gereken esaslar ve imanın gereği olan amel olarak iki bölümdür. 

Müellif, ‘bilim’ kelimesini, Kur’an-ı Kerim’de geçen ‘ilim’ kelimesinin yerine kullanıyor ve kullandığı kelimeyi şöyle açıklıyor: “Açık seçik tanımlanmış bir konu etrafında, belli bir yöntemle elde edilen nazariyeler bütünlüğünün bilinç sâyesinde adlandırılmasıyla oluşan düzenli bilgi kümesine ‘bilim’ denir.”

Genel geçer hükme göre Arapçada ‘ilm’ olarak kullanılan ve dilimize ‘ilim’ olarak geçen kelime şöyle açıklanabilir: ‘Kâinatta meydana gelen hâdiselerden, aklın ve duyuların mevzuuna giren her şeyin sebep, oluş, netice ve tesirleri mevzuunda aklın ölçüleri çerçevesinde, tahsil ve tecrübe ile elde edilen doğru mâlûmat ve bilgi.’ Bu târife şu ilâve yapılabilir:  ‘Bu mâlûmat ve bilginin zıddının olabileceğine ihtimal verilmez.’ 

Kur’an-ı Kerim’de 45 Âyette geçen ‘ilim’ kelimesinin yerine, lügatlerimize yeni girmiş ve şümûllü bir târife kavuşturulamamış ‘bilim’ kelimesinin kullanılması elbette bir tercih ve niyet meselesi olarak değerlendirilmelidir.  

Mamafih ‘Dizin’ listesinde ‘ilim’ kelimesinin yalnızca 27. sayfada yer aldığı belirtilmekte ise de Sayın Açıkgenç, yeri geldikçe ‘ilim’ kelimesini de kullanmaktadır. (s: 33, 34, 55, 56, 57, 58, 62 ve diğerleri…)

Umûmî kabul görmüş görüşe gere kültürler mahallî (veya millî), medeniyetler beynelmileldir. Yazar bu görüşe uygun olarak M.Ö. 2000 ile 1500 yılları arasında Ege Denizi çevresinde Minoa ve Miseniya şehir devletlerinde güçlü kültürler oluştuğunu belirtiyor. (s: 41)

İslam medeniyetinde bilgi vahiyle oluşmaya başlamıştır.’ Şeklindeki tespit ve sürecin gelişmesinin ‘mûcize’ olarak vasıflandırabileceği ifâdesi dikkat çekiyor.  (s: 47) Buradan İslam medeniyetinin ilâhî bir temele dayandığı ve bu sebeple güçlü olduğu kanaatine varmak mümkündür. Yazarın, ilahiyatçı yönü, İslâm medeniyeti ile alakalı bahislerde, Âyet-i Kerime ve hadislerden destek almasıyla ön plana çıkıyor. (s: 49-59)

İslâm bilgi geleneğinin doğmasına katkıda bulunan ilk düşünürler arasında Hz. Ömer (ra) ve Hz. Ali (kav) isimleri geçiyor. İlk dönemin sonraki İslam düşünürleri arasında, Hz. Ayşe vâlidemiz ve sahâbîler ön sıralarda yer alıyor. (s: 74-80)  

Türklerin İslâmiyet’i kabullenmelerinde en mühim etkenlerin başında mutasavvıfların bulunduğu biliniyor.  Müellif, İslâm medeniyetinin unsurlarını tahlil ederken İslâm mutasavvıflarını ihmal etmiyor:  

‘İslâm bilim geleneğinin önemli bir okulu da hiç şüphesiz tasavvuf okuludur. Bu geleneğin ortaya çıkışını ve gelişmesini özetlediğimizde, İslâm bilim geleneğinin en önemli unsurlarının ve temel taşlarının nasıl kurulduğunu bir bütün olarak görmüş olacağız. Diyebiliriz ki Hallâc-ı Mansûr, Bâyezîd-i Bistâmî, Muhâsibî ve Cüneyd-i Bağdâdî ile başlayan tasavvuf okulu, bu devirde yaşayan Serrâc, Kuşeyrî, Necmeddîn-i Kübrâ ve Necmeddîn-i Dâye ile yarı felsefî bir kisveye bürünmüş ve 13. yüzyıldan sonra da Gazzâlî, Sühreverdî ve İbnu’1- Arabî gibi düşünürlerin etkisiyle tamamen felsefî bir karakter kazanmıştır. Nihayet önce Dâvûd-i Kayseri ve Sadreddin Konevî, daha sonra da Mîr Dâmâd ve Molla Sadrâ gibi ünlü mutasavvıf filozoflarla 17. yüzyılda bu ‘tasavvuf felsefe okulu’ zirveye ulaşmıştır.’ (s: 95-96)

Prof. Açıkgenç, ‘İslam bilgi geleneği yeniden canlandırılabilir mi?’ sorusunun cevabını vermeden önce teşhisini koyuyor: ‘Bir ilmî geleneğin doğabilmesi için gerekli olan yedi ilke bulunmaktadır: Ahlâk, düşünce, toplum, eğitim, hukuk, siyâset ve iktisat. Bunların hepsinin tek bir temel üzerine kurulduğu açıkça görülmektedir ki bu da ahlâktır. Böylece ilmî geri kalmışlığımızın tek bir sebebe, yâni ahlâk temeline indirgemiş oluyoruz. O halde İslam medeniyetinde ahlâkın zayıflamaya yüz tutmasıyla birlikte ilmî durağanlık başlamış; bu eğilim yavaş yavaş diğer kurumlara sirâyet etmiş ve her kurum bir diğerinin yıkılmasına yol açarak ilim geleneğinin de çöküşünü hazırlamıştır.’ 

Ve hüküm: ‘Bilimsel ilerlemeye ahlâk temelinden başlarsak… ilmî gelenek yeniden canlanmış olur.’ (s:179)

Eser; ufkumuzu aydınlatan, parlak bir gelecek vaat eden, gönüllere ferahlık veren cümlelerle bitiyor: 

‘Sonuç olarak diyebiliriz ki ahlâkî cihatla toplumumuzu eğitmeye çalışırsak, toplumda muazzam bir hareketlilik ve cevvaliyet başlar. Bu ahlâkî cevvaliyet fikrî cevvaliyete yol açar ve bilgi geleneğini canlandırır. Bilgi geleneği canlanırsa bilimsel sürecin diğer aşamalarına gerek kalmaz. Çünkü bizde bilimler zaten mevcuttur; bunları yeniden adlandırmaya ihtiyaç yoktur. Tembelliği bırakır; unvan, maddî çıkar, mevki ve makam için değil, sadece bilgideki güzellik ve ilimdeki mutlak iyilik için çalışır ve kopyacılığı terk edersek bilim geleneğimiz de canlanır. Umudumuz bunu gerçekleştirerek bilimsel ilerleme hamlesini başarmaktır.’ (s: 185)

Elbette başarı, Prof. Dr. Alparslan Açıkgenç’in, isâbetli teşhislerinden sonra, kitap muhtevâsında teferruatlı olarak formüllerini verdiği tedâvi yöntemlerinin, ülkenin bütün kurum ve kuruluşlarıyla bir bütün olarak tatbiki ile elde edilecektir. 

İSAM – İSLAMÎ ARAŞTIRMALAR MERKEZİ: 

İcadiye Bağlarbaşı Caddesi Nu: 40 Üsküdar 34662  İstanbul. Telefon: 0.216-474 08 50 

Belgegeçer: 0.216-474 08 74 e-posta: [email protected]   www.isam.org.tr  

Prof. Dr. ALPARSLAN AÇIKGENÇ

     1952 yılında Erzurum’da doğdu. Lisans eğitimini 1974 yılında Ankara Üniversitesi’nde tamamladı. 

Yüksek lisansını 1978 yılında Wisconsin Üniversitesinde,  Doktorasını 1983’te Chicago Üniversitesinde yaptı.

     1983 yılında ODTÜ Felsefe Bölümünde göreve başladı.

     1984'te Yardımcı Doçent, 1987'de Doçent ve 1993'te Profesör oldu.

     1985'de Chicago Üniversitesinde, 1995-1999 arasında Malezya Milletlerarası İslâm Düşüncesi ve Medeniyeti Enstitüsü’nde vazife yaptı. Sonrasında Fatih Üniversitesi'nde öğretim üyeliği yapan Prof. Açıkgenç bu görevine Yıldız Teknik Üniversitesi'nde devam ettikten sonra emekli oldu. 

      Çok sayıda makalesi yanında, Being and Existence in Sadrâ and Heidegger: A Comperative Ontology (Kuala Lumpur, 1992),  Bilgi Felsefesi İslâm Bağlamında Bilgi Bilimden Sistem Felsefesine (İstanbul 1992), Islamic Science: Towards a Definition (Kuala Lumpur 1996), Kavram ve Süreç Olarak Bilginin İslâmîleştirilmesi (1998), Scientific Thought and its Burdens (İstanbul 2000), İslâm Medeniyetinde Bilgi ve Bilim (İstanbul 2006) ve Islamic Scientific Tradition in History (Kuala Lumpur, 2014) isimli kitapları, Ana Konularıyla Kur’an isimli Fazlur Rahman’dan tercümesi (Ankara, 2007) yayınlandı.

KUŞBAKIŞI:

İkinci Ergenekon’ olarak da anılan Yozgat’ın velût yazarı, yüksek bir kültürü Osmanlı’dan günümüze aktaran Burhanettin Kapusuzoğlu’nun Ötüken Neşriyat’tan okuyucuya sunulan üç eser: 

BÖYLE DEDİ YOZGAT / Külliyat-ı Letâif:

Yazar, aile büyüklerinin teşvikiyle küçük yaştan itibâren katıldığı sohbet meclislerinde, örflü kocalardan, sırlı âriflerden, ‘Yozgat Efendisi’ olarak ihtiramla hatırlanan çelebilerden can kulağı ile dinlediği hikâyeleri, menkıbeleri ve lâtifeleri nâdide çiçeklerden oluşturulmuş bir buket olarak sunuyor. Onlar hayatın hem baharını hem hazanını görenlerin, güzel görüp güzel eyleyenlerin açtıkları fasılda en ince tığ ile oya gibi işlenen lâtiflere lâyık lâtifelerdi. 

Kitapta yalnız, kaderin veya geçim gailesinin savurduğu gurbetlerde Yozgat hasreti çekenleri değil, cam giydirilmiş binalara hapsolmuş, sahranın kuraklığında ıssızlaşmış herkesi güzellikler diyarına götüreceği kısa bölümler var. Birkaçı değilse, diğer onlarcası herkese iyi gelecek. 

YOZGAT’IN ÜÇ SIRLISI:

Yozgat’ın irfan temsilcisi Kapusuzoğlu bu eserinde; gönüllere ışık veren, ruh iklimlerinden aydınlıklar aktaran Hak Erenleri tanıtıyor: Şeyhü’l-Ulema Şâkir Efendi (1847-1937), halifesi Poyrazlılı Muharrem Feyzi Efendi (1882-1945) ve has talebesi Yozgat Müftüsü Şeyh Mehmet Hulûsi Efendi (1888-1964) ve muhitinde bulunan fâzıl ve kâmil insanlar… Onların kısa hayat hikâyeleri, şiirlerinden örnekler, gördüğü vazifeler ve yetiştirdiği insanlar…  

Yozgat’ın Üç Sırlısı; yaşayıp emr-i Hak vaki oldukta ebedî âleme doğan ve unutulan sıradan insanlar değildir. Açık olan irfan sofralarıyla gönüllerde yaşamaya devam etmektedirler.

Himmetleri hazır, sırları aziz olsun… Hû diyelim…’ 

SEFERBERLİK MAHŞERİ / Büyük Harp’te Yozgat:

Yazar, ‘arka kapak’ yazısında eserini şöyle tanıtıyor: (Burhanettin Kapusuzoğlu’nun üslûbu hakkında kanaat oluşması için aynen alınmıştır.) 

‘20. asırla birlikte zamanın en kanlı durağına gelinmiş ve Osmanlı Devleti’ni bir kara duman kaplamıştır! Osmanlı ahalîsi elemli günler geçirmektedir! Balkan Harbi ve bozgunla derinden yaralanmıştır! Âteşîn dilbestelerle bir daha asla onmayacağı bir derde giriftar olarak acı içinde feryad etmektedir sadece! Milleti, yaman vurur Rumeli! Görülmemiş bir sefalet ve ıstırabın yükünü taşıyan kafileler, ‘eğil dağlar eğil üstünden aşam’ diyerek akar Balkan dağlarından Dersaadet’e ve Anadolu’ya!

Ufuklar karardıkça kararır! Baht, kapandıkça kapanır! Nice ocakların battığı Birinci Cihan Harbi başlamıştır! Dîn-i mübînimiz ve vatan-ı azîzimize kasdeden dümanlara karşı gazâ ve cihad yolunda azm u sebâttan ve fedakârlıktan ayrılmayan Mehmedler, Ehl-i İslâm’ın hayat ve bekâsını temin maksadıyla kemâl-i vecd-i istiğrâk ile çarpışmaktadır! Fakat gidenlerin çoğu dönemeyip şühedâ-yı sâlifeye selâmlar götürmektedirler! Devlet-i Aliyye’nin ikbal güneşi gurûb etmek üzeredir! İkbâl zamanları yerini çoktan idbara bırakmıştır. Beşer tâkatinin tahammül hududu zorlanarak bütün vatan ufku adeta bir sabır talimgâhına çevrilmiştir! Büyük Milletimizin yaşadığı her yer bu hüzne aşinadır. Mübârek diyarlarımızda yaşananın aynısı Bozok Yaylası’nın dahi bildiğidir. İşte ‘Seferberlik Mahşeri’ serlevhasıyla takdim etmeye çalıştığımız hâtıralar bir neslin ateşle imtihanıdır ve Yozgat’ın yazılamayan târihidir aslında. Seferberlik zamanı Yozgat’ında büyük trajediler yaşanmıştır. Adımız nâ-hak yere usata çıkmıştır. Herkes bahseder zaten! Fakat bir de madalyonun öteki yüzünde yazılı olanları, esas okunması gerekenleri vardır! Az da olsa bu eserde takdim edilmeye gayret edilenler yani!’ 

BURHANETTİN KAPUSUZOĞLU: 

1972 yılında Yozgat'ta doğdu. İlim, kültür ve sanat konularının entelektüel seviyede konuşulduğu sohbet meclisi, geleneği ve kütüphanesi olan geniş bir aile ocağında yetişti. Tahsilinin Yozgat safhasını Yozgat Lisesi'nden mezun olarak tamamladı. Daha sonra Kayseri'ye giderek Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde yüksek tahsil yaptı. Hâlen bir kamu kurumunda Müşavir olarak hizmet etmektedir. Arapça, Farsça ve Almanca bilmektedir.

Ailesinden tevârüs ettiği hâzinenin muazzam imkânı sâyesinde târih, medeniyet ve kültür meselelerine erken yaşta âşinâ oldu. Fakülte yıllarından itibâren düzenli olarak çeşitli dergi ve gazetelerde yazmaya başladı. Bilhassa Bozok târihi, kültürü ve halk bilimine dâir hepsi sahasında ilk olan derleme ve araştırmalarını yazı konusu yaptı.

Yozgat'ı köyleri ile birlikte defalarca dolaştı, derlemeler yaptı ve geniş bir kültür envanteri çıkardı. Yozgat'ta kültür ve sanat çalışmaları yürüttü, projeler yaptı. Birinci Uluslararası Bozok Sempozyumu'nun düzenlenmesini sağladı. Uzun süre devam eden ‘Bozok Konferansları’ adıyla sohbet toplantıları tertip etti. Yozgat Valiliği tarafından düzenlenen Nida Tüfekçi Altın Bağlama Kültür Sanat Ödülleri'nin ve Abbas Sayar Hikâye Yarışması'nın jüri üyeleri arasında bulundu. 26 Aralık 2009 tarihinde, Araştırma Dalında Nida Tüfekçi Altın Bağlama Kültür Sanat Ödülü'ne lâyık görüldü.

Türkiye ve Kazakistan arasındaki ilişkilerin geliştirilmesine yönelik katkılarından dolayı 23 Ocak 2014 tarihinde Kazakistan Büyükelçiliği'nde düzenlenen bir törenle Kazakistan Dostluk Madalyası tevcih edildi. Türkiye Yazarlar Birliği ve Edebiyat Kültür Sanat araştırmaları Derneği / ESKADER'in, 2015 Kültür Sanat Ödülleri'ne Şehir Dalında lâyık görüldü.

Kitap hâlinde yayınlanmış eserleri:  

*Toprağa Can Ekenler / Seferberlik Hikâyeleri: Ötüken Neşriyat, 2015   

*Dem Bu Demdir / Bozoknağme / Yozgat'a Güzelleme: Ötüken Neşriyat, 2015 

*Böyle Dedi Yozgat / Külliyat-ı Letaif: Ötüken Neşriyat, 2016  

*Yozgat'ın Üç Sırlısı: Ötüken Neşriyat, 2016   

*Seferberlik Mahşeri / Büyük Harp'te Yozgat: Ötüken Neşriyat, 2016

KISA KISA… KISA KISA… 

1-BAŞMAKALELER 1, 2, 3: Prof. Dr. Mahmud Esad Coşan / Server Yayınları.

2-OSMANLI’NIN YÜKSELİŞİ: Yavuz Bahadıroğlu  / Hayat Yayınları

3-SAHN-I SEMAN’DAN DARÜLFÜNUN’A OSMANLI’DA İLİM VE FİKİR DÜNYASI: Kolektif  / Zeytinburnu Belediyesi Kültür Yayınları.

4-SELÇUKLU’DAN OSMANLI’YA BU TOPRAĞIN ÖYKÜSÜ 1000 YIL: Opr. Dr. Tuğrul Kihtir / Arkeoloji ve Sanat Yayınları.

5-TÜRKLERİN VE TÜRKÇENİN 40.000 YILLIK TARİHİ: Mümin Köksoy / Berikan Yayınevi.