ATABETÜ'L-HAKAYIK

Günümüze intikal eden en eski Türk yazılı eseri; Orkun Kitâbeleri’dir. Eldeki bilgilere göre ikinci yazılı eser Kaşgarlı Mahmud’un 1072-1074 yıllarında kaleme aldığı Divânü Lügati’t-Türk, üçüncüsü Yusuf Has Hâcib’in Kutadgu Bilig isimli kitabıdır. Arada başka eserlerin bulunması ihtimali yüksek olmakla birlikte, bunlar eser olarak da isim olarak da günümüze intikal etmemiştir. Bu durumda, 12 yüzyılda yazıldığı bilinen Atebetü’l-Hakayık, ilk Türk yazılı eserlerinin dördüncüsü olarak kabul edilebilir. 

Adı, ‘Hakikatlerin Eşiği’ olarak günümüz Türkçesine çevrilebilecek olan Atabetü’l-Hakayık, Doğu Türkçesiyle manzum olarak, İslâmî öğütler ihtiva eden,  ‘siyâsetname’ türünde kaleme alınmıştır. Edib Ahmed Yüknekî’nin telif etiği kitap, Türk kültürünün, Kutadgu Bilig’den sonra gelen en eski ve klasik eserimizdir. 12. yüzyılda yazıldığı tahmin edilmektedir. Dönemin âdeti gereğince, Karahanlı hükümdar ailesinden Muhammed Dâd Sipehsalar Bey’e ithaf edilmiştir. 

Yazıldıktan bir müddet sonra unutulan Atabetü’l-Hakayık, 1444 yılında Arslan Hoca Tarhan, 1480 yılında Şeyhzâde Abdürrezzak Bahşı ve belirlenemeyen bir târihte Semerkant’ta Zeynelabidin tarafından düzenlenerek yeniden yazılmıştır. Eserin Arap ve Uygur harfleriyle yazılmış 6 nüshası vardır. Bir tânesi, İstanbul’da SultanAhmed Kütüphânesi’ndedir. 

Atabetü’l-Hakayık Türk ilim dünyasına Necip Asım Yazıksız tarafından 1906 yılında tanıtılmış, 1918 yılında yayımlanmıştır. 1951 yılında Prof. Reşit RAhmedi Arat tarafından ilmî metotla incelenerek Türk Dil Kurumu tarafından yayınlanan eser, sonraki çalışmalara kaynak olmuştur. 

Mesnevî tarzında eser; Kur’an-ı Kerim’den âyetleri delil göstererek Cenab-ı Allah’ın ululandığı, kendisinin kadim ve kadir, emirlerinin kesin ve mutlak olduğunu, Allah (Suphânehu ve Teâla) tarafından kut verilen Hz. Muhammed (sav) Efendimiz’in, ‘Hulefâ-i Râşidîn’ olarak adlandırılan ilk dört Halifenin, Emir Muhammed Dâd Spehsalar’ın methedildiği, kitabın niçin yazıldığını açıklayan giriş bölümünden (s: 1-80) sonra asıl bölümle devam ediyor.  81. Sayfadan 464. Sayfaya kadar devam eden bölümde; bilginin faydası ve câhilliğin zararları, dilin korunması ve dikkatli kullanılması, dünyanın hâli, cömertliğin faziletleri ile hasisliğin kötülüğü, tevâzu ve kibir, ihtiras, kıskançlık gibi bahisler yer alıyor. Netice bölümünde ise müellif, özür beyanında bulunuyor. (s: 465-484) 

Esere sonradan yapılan bölümlerde adı belirtilmeyen bir müellifin, Emir Seyfeddin ve Emir Arslan Hoca Tarhan’ın sözleri bulunmaktadır. (s: 485-512) Adı belirtilmeyen müellif, Edib Ahmed Yükneki’nin doğuştan kör, Edibler edibi, fazılların şâhı olduğunu ve eserinin bir fil yükü altın kadar kıymete sâhip bulunduğunu belirtiyor.  

Atabetü’l-Hakayık’ın özellikleri: 

• Konusu din ve ahlaktır.

• Didaktik (öğretici) bir eserdir. ‘Nasihatnâme’ ve ‘Siyâsetnâme’ özelliğindedir.

• Gazel ve kaside denilebilecek tarzda şiirler ihtiva etmektedir.

• 46 beyit ve 101 dörtlükten oluşmaktadır.

• Aruz ölçüsüyle yazılmıştır.

• Telmih (hatırlatma) sanatı kullanılmıştır. 

• Kuru ifâdelerle kaleme alınmıştır. Duygulara yer verilmemiştir. 

• Müellifinin; ‘işini iyi bildiği için kendine güvenen, yaptıklarının doğru olduğuna inanan bir insan’ olduğu kanaatini uyandırmaktadır. 

• Hem yazıldığı dönemde hem de gelecek zamanlarda yaşayacak insanlar muhatap kabul edilmiştir.   

• Müslüman Türk ahlakını esas alan nasihatnâme türündeki eserlerin ilk örneğidir. 

• Düşüncelerin çoğu, Kur’an-ı Kerim’den âyetlerle, hadis-i şeriflerle veya Arapça beyitlerle takviye edilmiştir. 

• Hakaniye Türkçesiyle yazılmış olmakla birlikte bol miktarda Arapça ve Farsça kelimeler bulunmaktadır. 

• Aruz vezninin Türkçede işlerlik kazanmadığı bir dönemde yazıldığından imâle ve zihaf gibi bâzı kusurlar göze çarpmaktadır. 

• Son derece faydalı bir kitaptır. 

• 900 yıl önce yazılmış olmasına rağmen, günümüzde de geçerli tavsiyeler ve öğütler ihtiva etmektedir. 

• Eserin temeli, bilgiyle atılan kelimelerden meydana gelmiştir. 

• Eserin temel maksadı, hedefi; İslâmiyet’i sâde bir Türkçe ile ve herkesin anlayabileceği ifâdelerle anlatmaktır. 

Atabetü’l-Hakayık’tan seçmeler:

• Saadet yolu bilgiyle bulunur. Kemiğin içindeki ilik, insan hayatı için ne ise, bilginin önemi ve işlevi de odur. 

• Bir bilgili insan, bin bilgisiz insandan daha değerlidir.

• İnsan, dâima bilgiyi aramalıdır. Çünkü Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) Efendimiz; ‘İlim Çin’de bile olsa, gidip alınız’ buyurmuştur. 

• Kirli çamaşırlar yıkamakla temizlenir. Câhillik yıkamakla temizlenmez.  

• Cenab-ı Allah’ın varlığı, birliği ve kudreti ancak bilgi ile bilinir.  (Anlaşıldığına göre Edib Ahmed Yükneki’nin ‘bilgi’ kelimesi ile anlattığı, başta Kur’an-ı Kerim olmak üzere Peygamber Efendimiz’in hadisleri ve İslâmî ilimlerdir) 

• İnsan düşünerek konuşmalıdır. Gevezelik kişi için karşı konulması zor bir düşmandır. Dilin açtığı yara iyileşmez. Kişi, boş yere konuşmamalıdır. 

• İnsanın başına ne gelirse dilinden dolayı gelir. Bu sebeple kişinin dilini sıkı tutması gerekir. 

• Kişi, daima doğruyu söylemeli fakat her doğruyu her yerde söylememeli. Kendisinin ve başkalarının sırrını saklamalıdır. 

• Dünya hayatı geçicidir. Bir hayalden, oyundan ibârettir. İnsanoğlu bu dünyada uykudadır. Ölünce uyanacaktır. 

• Allah’a karşı gelmekten sakınanlar dâima kârlıdır. 

• İnsanoğlu zamanını iyi değerlendirmeli, mal-mülk hırsına kapılmamalıdır. Dünya bir elinde bal, öbür elinde zehir saklar. Önce baldan tattırırsa da sonra da zehir sunar. 

• Dünya yılan gibidir. Dokunulduğunda yumuşaktır, ancak içi zehir doludur. 

• İnsan dünyanın geçiciliğini görmeli, ona bel ve gönül bağlamamalıdır. 

• İnsanın iyisi, muhtaç kişilere yardım edendir. Allah da onlara yardım eder. 

• Huyların, alışkanlıkların en iyisi, âdetlerin hiç ayıplanmayanı cömertliktir. Ellerin en kutlusu, veren eldir. Allah, iyilik edenleri sever. 

• İdeal insan; tevâzu sâhibidir, tok gözlüdür, kerem ve hilm sâhibidir. 

• Cömert olmayan, eli sıkı insanlar, meyvesiz ağaca benzer. Bu tür ağaçlar yaşlanınca ancak odun olarak kullanılır. 

• İnsanlar makam sahibi olarak yükseldikçe daha da hilm sâhibi olmalı, büyüklerine de küçüklerine de tatlı dille hitap etmelidir. 

• Kötü kişilerden uzak durulmalı, arkadaşlar iyi kişilerden seçilmelidir. 

EDİB AHMED YÜKNEKÎ: 

Edib Ahmed Yüknekî hakkında günümüze ulaşan bilgiler   sağlam olmayıp efsâne ile karışıktır. Şairin doğduğu Yüknek şehrinin nerede olduğu dahi kesin olarak bilinmemektedir. Büyük Çağatay şairi Ali Şir Nevaî’ye göre: Türkistanlı olup anadan kör doğmuştu. Dindar, gayretli ve mübârek bir adamdı. Bağdad’ın uzağında oturduğu hâlde, her gün İmam-ı Âzam Ebu Hanîfe’nin derslerine gelirdi. İmam-ı Âzam’a bir gün, öğrencilerinden hangisini daha çok sevdiği sorulduğunda:

-Hepsi iyidir ama gözleri kör olmasına rağmen dört fersahlık yoldan ilim için gelen Türk hepsinden mükemmeldir. Cevabını vermişti.

Fakat, Hanefi mezhebini kuran büyük hukukçu İmam-ı Âzam, Edib Ahmed Yüknekî’den dört asır önce (699-767) yaşadığına göre bu rivayetin yakıştırma olduğu açıktır. Ali Şîr Nevâî’in, böyle bir fahiş hatâ yapması mümkün değildir.  

Ediblerin edibi’ olarak adından bahsedilen Edib Ahmed, adaşı Ahmed Yesevî gibi Türkler arasında ermişlerden sayılmış, hikmetli şiirleri atasözü gibi dillerde gezmiş bir adamdır. 

Atabetü’l Hakayık’tan başka eserleri de olsa gerektir. Fakat ne yazık ki günümüze intikal etmemiştir.  

NECİP ÂSIM (YAZIKSIZ):

Kilis’te 29 Aralık 1861 târihinde doğdu. 12 Aralık 1935’de, 74 yaşında iken İstanbul’da vefat etti. 

1875'te Şam ve Kuleli Askerî İdâdîsi'nde okudu. 1879'da Mekteb-i Harbiye'ye girdi, 1881'de mülâzım-ı sânî rütbesiyle mezun oldu. İstanbul'da çeşitli askerî rüşdiyelerde ve Mekteb-i Harbiyye'de Fransızca, Türkçe ve târih muallimliği yaptı. 1913 yılında miralaylıktan (albaylıktan) emekliye ayrılınca Maarif Nezâreti tarafından Dârülfünun'a Türk târihi ve Türk dili müderrisi (profesörü) olarak  tâyin edildi. 1927'de Erzurum mebusu olarak Büyük Millet Meclisi'ne girdi. 

Necip Âsım, daha Şam İdâdîsi'nde okuduğu sırada Suriye'de bazı çevrelerde Türklere karşı takınılan menfi tavır onda millî şuurun erken yaşta uyanmasında etkili olmuştur. Kuleli Askerî İdâdîsi'nde talebe iken gidip geldiği Ahmed Midhat Efendi'nin Beykoz'daki evinde Veled Çelebi (İzbudak), Şemseddin Sâmi, Emrullah Efendi ve Fuad (Köserâif) gibi devrin Türkçüleriyle tanışmış, ilk yazılarını Ahmed Midhat Efendi'nin Tercümân-ı Hakîkat Gazetesi’nde yayımlamıştır. 1895'ten itibâren, devrin önde gelen Türkçü yazarlarının toplandığı İkdam Gazetesi’nde yazılar yazmaya başladı. Daha sonra Maârif, Ma'lûmât, Mekteb ve Servet-i Fünûn gibi dergilerde Lisan Bahisleri, Dilimize Hizmet ve Dilimiz gibi başlıklar altında makaleleri yayımlandı. Maksadı, Türkçenin de medenî dünya dilleri arasında belli bir yeri bulunduğunu ispat etmek ve ülkede herkesin yazdığını anlayacak bir dil kullanmasını sağlamaktı.

1908'de Türk Derneği'nin kurucuları arasında yer aldı, başkan seçildi. Türk Yurdu, Bilgi Mecmuası, İctihâd, Darülfünun Edebiyat Fakültesi Mecmuası, Anadolu Mecmuası, Millî Tetebbûlar Mecmuası ile Türk Târih Encümeni Mecmuası'nda Türk dili târihiyle alakalı makaleler yayımladı. 

Eserleri: 

*Ziya ve Hararet, *Güvercin Postası, *Ferîd, (Fransızca'dan tercüme), *Yeni Tertip Muhtasar Osmanlı Sarfı, *Ev Kızı, *Muhtasar Osmanlı Nahvi, *Lügat-ı İlmiyye ve Fen-niyye, (Hasan Tahsin'le birlikte) *Osmanlı Sarfı, *Mükemmel Sarf ve Nahv-i Osmânî, Ural ve Altay Lisanları, Lügat-ı Musâhabet, *Kitap, *En Eski Türk Yazısı, *Türk Târihi, *İlm-i Lisân, *Gök Sancak, (L. Cahun'dan tercüme), *Millî Aruz, Hibetü'l-Hakâyık, *Osmanlı Târihi, (Mehmed Âkif’le birlikte), *Eski Savlar, *Orhun Âbideleri, *Bektaşî İlmihâli, *Celâleddîn-i Harzemşah, (A. Nesevî'nin Moğol istilâsına dair eserinin tercümesi).

Ord. Prof. Dr. REŞİT RAHMETİ ARAT: 

Tataristan’ın başşehri Kazan’ın Ücüm Köyü’nde 15 Mayıs 1900 târihinde doğdu.  29 Kasım 1964 târihinde, 64 yaşında iken İstanbul’da vefat etti. 

İlk okulu mahallî şartlara göre kendi köyünde tamamladıktan sonra, amcası tarafından bugünkü Kazakistan’ın Kızılyar (Peterpavel) şehrine götürüldü. Orada Gaspıralı İsmail’in yeni metoduyla çalışan Türk-Tatar mektebinde, sonra da hususî bir hazırlık ile Rusça öğrenip Rus okulunda okudu. Son sınıfa geldiği günlerde, komünist rejiminin ilerlemesini önlemek maksadıyla baş kaldıran Amiral Kolçak ordusuna mekteplerden de gençler alınmıştı. Rahmeti Bey de önce askerî eğitim kurslarına, sonra da cepheye gönderildi. Kolçak ordusu yenilip dağıldığı zaman Rahmeti Bey yaralı olarak Mançurya’nın Harbin şehrine gitti. Burada, 1921’de yarıda kalan tahsilini tamamlayarak 1922’de yüksek öğrenimini yapmak üzere Almanya’ya gitmeyi başardı. Dostlarından aldığı yardım ve kendi gayretleriyle ağır maddî şartlar altında mezun oldu Çalışkan, dürüst bir öğrenci olarak kendisini tanıtabildiğinden hocalarının da dikkatini çekmiş, iş bulmakta onlardan yardım görmüştür.

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Berlin’e, Rus boyunduruğu altında kalmış olan Türk ülkelerinden, gelen muhacir gençler vardı ve bunlar mekteplere yerleşmek üzere idiler. Reşit Bey de Berlin’e gelen büyük Türkolog W. Bang’ın öğrencisi oldu. 

Berlin Üniversitesi’ni 1927’de bitirdiği zaman yalnız bir doktora çalışmasıyla ortaya çıkmadı. Akademi yayımları arasında yer alan Uygur metinlerini de baskıya hazır şekle sokmuş bulunuyordu. Şark Dilleri Semineri Kazan lehçesi rektörlüğüne alındı. Böylece, ilmî çalışmaları arasına öğretim görevi de östlendi. Türkiye’de Maarif Vekili Reşit Galip Bey tarafından Türkiye’ye dâvet edildi. 

Türkoloji alanında; 1927’de doktor, 1931’de doçent, 1935’te İstanbul Üniversitesi’nde profesör oldu. 1958’de ordinaryüslüğe terfi etti. Türkiyat Enstitüsü Müdürlüğü, Türk Târih Kurumu ve İslâm Ansiklopedisi yazı kurulu üyeliği yaptı.     

Eserleri: 

*Uygurlarda Hekimlik Üzerine, *Oğuz Kağan Destanı, Turfan Metinleri, *Babür’ün Hatırâtı, *Kutadgu Bilig Tercümesi. Rusya’da Yeşlik Tanı /  Gençlik Şafağı  isimli bir dergiyi  çıkarmak suretiyle başladığı yazı hayatına, Berlin’deki tahsil yılları sırasında, oradaki  Kazan Türklerinin yayınladığı Millî Yol   dergisinde ve Türkiye’de devam etti. 

KUŞBAKIŞI: 

DİĞER TÜRK KLASİKLERİNDEN SEÇMELER:

MUHAKEMETÜ'L-LUGATEYN:

Günümüz Türkçesine 'İki dilin karşılaştırılması' şeklinde tercüme edilebilecek olan Muhakemetü'l-Lugateyn, devlet adamı, edip, mütefekkir ve müellif Ali Şîr Nevâî tarafından 1499 yılında Çağatay Türkçesiyle yazılmıştır. Nevaî, Türk dilinin Farsçaya nazaran üstün olduğuna inanmış, iddiasını bu eseri ile ispat etmiştir. Eserinde iki dilin karşılaştırmasını söz varlığından örneklerle yaparken Farsçaya üstünlüğünü ispat ettiği kendi dilini ‘Türkçe’ şeklinde beyan etmiştir. Özellikle Türk dilinin hayvan isimleri ve fiil zenginliği yönünden Farsçadan daha üstün olduğunu gösterir.

Nevâî’ye göre Çağataycada pek çok kelimenin üç, dört veya daha fazla mânâsı vardır, Farsçada böyle bir esneklik yoktur. Misal olarak: ‘Türk lehçelerinde ördek mânâsını taşıyan dokuz tane kelime vardır. Farsçada ise ördek için sadece bir kelime vardır.’ Demiş ve başka misaller de vermiştir. 

Eserin yazılmasının önemli bir sebebi, o dönemde Türk aydınları arasında Farsça kullanımı yönünde yaygın bir özenti olmasıdır. Şiir yazmaya müsait bir dil olması sebebiyle Farsça rağbette idi. Muhakemet'ül Lugateyn bu bakımdan gerçekten tesirli olmuş, Türk diline rağbet artmış, özellikle şiir, büyük gelişme göstermiştir.

CİHANNÜMA:

Kâtip Çelebi bu eseri, 1648 yılında yazmaya başladı. 6 yıl ara verdikten sonra 1954’te yeniden ele aldı ise de 1657’de vefatı ile yarım kalmıştır. Çalışma, Türk coğrafya tarihi için klasik devirden, modern devire geçişi başlatmıştır.

1732'de, Osmanlı Matbaacılığı'nın öncüsü kabul edilen İbrahim Müteferrika, eklemeler yaparak basmıştır.

698 sayfa olarak basılan eserin 325 sayfası, İbrahim Müteferrika'nın eklemelerinden oluşmuştur. 

Yazıldığı devirde batıdan yapılan tercümeler ve faydalanılan kaynakları ile dikkat çekmiştir. Bu türde, bir Türk müellifin kaleme aldığı il eserdir.  

Kitabın ilk kısmı önsöz ile başlar, yerküre, okyanuslar ve kıtalar ile ilgili genel bilgiler verilir. İkinci bölümde; batıdan başlayarak doğuya doğru: Endülüs, Bosna, Macaristan ve Rumeli’ye dair bilgiler verilir. Yazar; Venedik, Anadolu, Fransa, Vatikan, Biritanya ile ilgili yeterli bilgilere ulaşamadığı için kitabına alamamıştır.

MUKADDİMETÜ’L-EDEB:

Tefsir, hadis, kelâm, dil ve edebiyat âlimi, Türk asıllı Zemahşerî’nin 1140 yılında yazdığı sözlüktür. Arapça öğrenmek isteyen ve ana dili Türkçe olan Hârizmşahlar Devleti Hükümdarı Atsız b. Muhammed için kaleme alınmıştır. Arapça kelimelerle kısa cümlelerden oluşur. İsimler, fiiller, harfler, isim çekimi ve fiil çekimi olmak üzere beş bölüme ayrılır. İsimler bölümünde kelimeler konularına göre sıralanmış ve her ismin çokluk şekli de kaydedilmiştir. Fiiller bölümünde, fiiller az harflilerden çok harflilere doğru gruplandırılmış, alfabetik sıraya göre düzenlenmiştir. 

Kelime, ibâre ve kısa cümlelerden oluşan Arapça metnin altında, Türkçe tercümeler bulunmaktadır. Nuri Yüce’nin yaptığı araştırmalara göre bu tercümeler Zemahşerî tarafından kitaba konulmuştur. 

Mukaddimetü’l Edeb’in günümüze ulaşan en eski nüshaları, 13-15. yüzyıllara aittir.  Eser, Arapça, Farsça ve Orta Türkçe söz varlığı bakımından zengin bir hazine niteliğindedir. 

KISA KISA… KISA KISA… 

1-İNGİLİZLERİN GİZLEDİĞİ ZAFER KUT’ÜL AMARE: Şeref Yumurtacı  / Pergole Yayınları.

2-İSLAM DÜNYASINDA VAKIFLAR: Murat Çizakça / KTO Karatay Üniversitesi Yayınları.

3-İSTANBUL'UN FETHİ VE FATİH: Prof. Dr. Mahmud Esad Coşan / Server Yayınları.

4-KUTULAMARE ZAFERİ 1916: Prof. Dr. Vahdettin Engin, Muzaffer Albayrak / Yeditepe Yayınevi.

5-MUSTAFA KEMAL’İN İSYAN MUHTIRASI: Kerem Çalışkan  / Remzi Kitabevi