Münip Utandı BİR MEŞ’ALEDİR Devredilir Elden Ele

Fatih Erbaş, kitabın hikâyesini şöyle anlatıyor:

‘…Kitap, benim Münip Bey’in hayâtına dâir sorduğum sorular ve onlara verilen cevaplar üzerine binâ edildi. Âilesine, komşularına, arkadaşlarına, meşgalelerine, müzik hayâtına ve daha nice merak ettiğim konulara dâir yüzlerce soru sordum. Ancak okunması kolay olsun diye kitabı soru-cevap formunun dışına taşıyarak Münip Utandı’nın dilinden kendi hayatını anlattırdığımız bir eser ortaya çıkardık. Bu karardan sonra yaklaşık on ay süren bir gayretle kitabı tamamlamayı başardık.’

Kulaklardan gönüllere su gibi akan gür ve yumuşak sesi, zengin repertuarı, yaptığı işi aşk ölçüsünde seven, kültürümüze ve kültürümüze hizmet edenlere, dinleyicilerine saygılı, dolayısıyla kendisine de hayranlık dolu sevgilerle saygı duyulan Klasik Türk Mûsıkîsinin muhteşem sanatkârı Münip Utandı Beyefendi, bütün ihtişamı ile kitabın sayfalarından ve satırlarından, hayranlarına ‘Merhaba’ diyor. 

Çocukluğu, aile fertleri, geniş aile çemberinin içindekiler, komşular ve çevre ile klasik Müslüman-Türk ailesi… Sevecen ve otoriter anneanne, aynı ailedenmiş gibi komşular, çocuklarını; ahlaklı, dürüst, çalışkan, şuurla beslenmiş bilgilerle teçhiz etmek için çırpınan anne-baba… 

Hayâli cihan değer bir dünyâ… 

Günümüzdeki ‘çekirdek aile’ ana-baba-evlat üçlüsünden oluşan fakirliğe, soğukluğa, sevgisizliğe, saygı yetersizliğine ve daha nice noksanlıklara inat, alabildiğine zengin bir âlem…

Münip Utandı okuyucuya böyle bir dünyanın kapılarını açıyor. Sımsıcak, yapmacıksız, riyâsız ve samîmiyetin zirvelerindeki ifâdelerle ve de selis bir Türkçe ile. O Türkçe, bilenlere; Rahmetli Nihat Sâmi Banarlı’nın ve Merhume - Mütefekkiremiz Sâmiha Ayverdi Hanımefendi’nin özlenen târihî Türkçesini hatırlatıyor. Güllerle bülbülleri kıskandıracak bir lisan ile mûsıkî aşkı…

Kelimelerle çizilen manzara resimleri ile Antakya’yı, semtlerini sokaklarını satır satır dolaştırıyor. 

Asıl dikkati çeken husus, Münip Bey’in değerlendirmeleri, evlerin, sokakların, evlerde yapılan carra peynirinin, içli köftenin, künefenin ve birçok kişinin, adını ilk defa okuyacakları envaiçeşit yemeklerin târifleri hususundaki akıllara durgunluk verecek teferruat bilgileri… 

Okuyanı, ilk fırsatta Hatay seyahatine çıkartacak satırlardan tadımlık birkaç cümle:

Mahalle Komşularımız

Macit Babacan âilesini ve o mahalleyi tanımamız başka bir şeydi. Papazın oğlu Butros amca o mahallede bir aşağıki sokakta otururdu. Butros amcanın alkol ile arası iyiydi. Bir gece, caddeye sandalye atıp oturmuşken yanından süratle bir motosiklet geçer. Motosikletin gürültüsü mâlûm… Sürat ve gürültüye sinirlenen Butros amcanın arkadaşı hiddetlenerek ‘Kelp ibnül kelp, kelletül cibil Moskof’ diye motosikletlinin ardından bağırmıştı. Yâni şöyle diyor: ‘Köpek oğlu köpek, ne acelen var? Moskof kellesi mi taşıyorsun?’

Karşımızda Hıristiyan bir âile otururdu. Komşularımız Leyla Hanım ve Suphi Bey vardı. Onların altında Türkân teyzeler yaşardı. Yâni güzel, sıcak bir muhitti orası. Çocukları da mahalleden ağabey ve arkadaşlarımızdı. Benim akrânım olanın ismi Fikret’ti.

Mâcit Babacan’ın babası, bana matematik dersi vermiş, bayağı kesirleri öğretmişti. Mâcit amcanın eşi Zehra Hanım edebiyat fakültesi mezunu idi. Çocuklarının ders kitaplarının yanına muhakkak klasik kitaplardan birini koyardı. O âilenin bizim üzerimizde çok tesiri olmuştur. Çok severdik birbirimizi. Mâcit Bey beni çok severdi. Bir gün, bendeki istîdâdı görmüş olmalı ki: ‘Evlâdım sen İstanbul’a git ve orada kal’ demişti. Biz bir âile gibiydik onlarla.

Karşı sokakta vâli muâvinleri oturuyordu. Eskiden biz, birinin babasının ne iş yaptığını, nereli olduğunu, dînini, mezhebini filan hiç bilmez ve merak etmezdik. Hiç kimse ‘ben şunun çocuğuyum’ demezdi. Ancak bir şekilde tesâdüfen öğrenirsek öğrenirdik. İç içeydik, oyunlar oynardık. Mahalle âhenk içindeydi. Birbirimize gelir giderdik; birbirimizin annelerini annemiz, babalarını babamız bilirdik. Onlar da bizi evlâtları gibi kabul eder ve açsak doyururlar, yaramız varsa sararlar, her türlü derdimizle ilgilenirlerdi. 

Üstümüzdeki dâirede Şen Hanım ve kendisi gibi öğretmen olan eşi otururdu. Çok özel öğretmenlerdi o zamânın öğretmenleri... Ben, o sıra gitarla çok içli dışlı idim, dersleri ihmal ediyor ve ikmâle kalıyordum. Annem, her şeyi ihmal edip sâdece gitarla ilgilenmeme kızıyordu. Sonunda bir gün eve geldim gitar evde yok. Meğer annem gitarı Şen Hanım’a vermiş. O günden sonra ben, Şen Hanım’a gidiyordum; belli bir süre onlarda gitarımı çalıyordum, çıkıp eve dönüyordum. Düşünebiliyor musunuz, şimdi kim böyle şeyler yapar?

Komşularımız arasında Fransız işgalinde gelip de sonra ülkesine dönmeyen bir Fransız vardı: Mösyö Michel, Sakarya Kahvesi’nden gençlerle satranç oynardı. O dönemde, Antakya’da Fransız işgalinden kalma tenis kortları filan vardı.

Biliyor musunuz, Hatay’da bir de Koreli Protestan komşumuz vardı. Nereden, ne sebeple Antakya’ya gelmişlerdi, bilmiyorum.

Komşu Ziyâretleri

Mahallenin kadınları her zaman, türlü sebeplerle birlikte olurlardı. Bir komşunun evinde oturup kahve veya çay içerek dertleşirlerdi.

İşin içine erkekler girince durum değişirdi. Bir komşuya ziyârete gitmeye karar verilirse biz çocuklardan biri, ziyâretten bir iki saat önce akşam gezmesine (âile ziyâretleri genelde akşam olurdu) gidilecek âileye gider ve sorardık: ‘Ayşe Hanım teyze, müsâitseniz akşam annemler size gelecekler.’ Doğrusu bu tür sorularımıza hiç olumsuz cevap aldığımı hatırlamıyorum.

Akşam ziyâretlerine giderken annelerimiz evde kendilerinin hazırladığı pasta, börek bir şey varsa onu da yanlarına alırlardı da öyle giderdik. Bu gezmelerin özellikleri, büyüklerin bir araya gelip sohbet etmeleri idi. Sohbet, kadın erkek ortak başlar; bir süre sonra kadınlar hemcinsleriyle sohbete, erkekler birbirleriyle konuşmaya, çocuklar da kendi dünyâlarına dalarlardı. Erkekler iş yerleri, şehir, spor ve siyâset hakkında konuşurken kadınlar; ev işleri, çocuklar, elbiseler, saç modelleri ve buna benzer şeylerden bahsederlerdi. Biz çocuklar, büyüklerin sohbetlerine iştirak edemezdik. Bâzen dinlemek mümkün olurdu, ancak kendi havamıza dalınca büyükler ne konuşuyor veya ne yapıyor, umursamazdık bile. Bâzen kendimizden öylesine geçer, oyuna o kadar kendimizi kaptırırdık ki annelerimizin gürültü etmememiz için ‘hışşt’ îkâzı ile kendimize gelir, bir süre sâkin ve sessiz oynardık. (s: 51-54)

Mahalle olur da delileri olmaz mı? Münip Beyefendi onları da ihmal etmiyor. 

Mahallenin müezzini, sabah namazlarından sonra komşu apartmanda Arap ağzı ile Kur’an-ı Kerim okuduğunda sokakta mistik bir hava estiğini anlatıyor. 

İsmini bile duymayanlar, ‘Lahmil Varka’ isimli taamın nasıl yapılacağını öğrenebilirler. (S: 65-66) Tatlı Keme’yi de…             

Önceki sayfalarda anlatılan yılan balığı kebabının tadı, damakta hissedilmiyorsa da kokusu teneffüs edilebiliyor. 

Ve sonra İstanbul’da Hukuk Fakültesi öğrenciliği, aynı zamanda Milliyet Gazetesi’nde grafikerlik ve Ali Rıza Kural’ın vesile olmasıyla mûsıkî hayatının başlangıcı… (s: 71-76)

Kitabın bundan sonraki bölümlerini anlatmak, hayatında hiç gül koklamamış birine, gül kokusunu anlatmak kadar imkânsızdır. Okumak gerek…

Klâsik Türk Mûsıkîsi sâhasında, zirvede bir yıldız, bir Münip Utandı olmak isteyenler, eserin 100-140. sayfalarını en az birkaç defa okumalılar. 40 sayfalık bölüm, tam bir açık üniversitedir. Asil bir tevâzu, kibirle lekelenmemiş vakur bir edâ, imbikten geçmiş bir nezâket; herkese, husûsen hocalara ve dinleyiciye içten saygı, ekip çalışması şuuru… ve hedefe ulaşmak için olmazsa olmazların tamamı, ders verir gibi değil, sohbet ehli bir üstâdın baldan damlaları olarak sunuluyor. 

Ve son sayfalarda, Prof. Dr. Nevzad Atlığ’ın, Alâeddin Yavaşça, Fatih Salgar, Birol Yayla, Aziz Şenol Filiz’in diğer sanatkâr dostların, aile fertlerinden eşi Ceyda Utandı, Kızı Merve Utandı Kalkan, Bâbür Kalkan, dünya tatlısı torun Nilsu Kalkan’ın, basından Mehmet Barlas, Doğan Hızlan, Mustafa Necâti Sepetçioğlu, Hasan Pulur, Ayhan Songar, Târık Buğra, Fatih Salgar, Mehmet Güntekin ve diğerlerinin Münip Utandı hakkında yazdıkları satırlar… (s: 141-180)

12 X 19,5 santim ölçülerinde, 183 sayfalık kitabı okumak 1 – 2 saat, okunanlarla yaşamak bir ömür... 

KUBBEALTI VAKFI / HÜLBE YAYINLARI: 

Peykhâne Sokağı Nu: 3 Çemberlitaş, İstanbul Telefon: 0.212-516 23 56, Belgegeçer: 0.212-638 02 72   

e-posta: [email protected]  //  www.kubbealti.org.tr  

MÜNİP UTANDI:

24 Ağustos 1952 târihinde Antakya’da dünyaya geldi. İlk, orta ve lise öğrenimini Antakya’da tamamladı. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ndeki yükseköğrenimi sırasında müzik dünyasına doğdu.  

Klasik Türk Müziği Korosu’nun ilk kadrosunda yer alarak, çalışmalarına büyük destek ve teşvik gördüğü Nevzad Atlığ ile devam etti. Koronun yurtiçinde ve yurtdışında verdiği konserlerde televizyon ve radyo programlarında solist olarak görev aldı, çok sayıda özel konser verdi, dizi filmlere, tiyatro oyunlarına ve radyofonik piyeslere sesi ile katkıda bulundu. Festivallere katıldı. 

Türk Hava Yolları 75. Yıl CD’si, Eski Şarkılar, Kûy-i Hicaz, Titrer Yüreğim ve Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nin araştırma projesi olarak; klasik Türk mûsikîsinde az kullanılmış makamlardan oluşan Danyal Mantı’nın besteleri albümü, Nadide İnciler 1 ve 2 ile birlikte 16 albümü yayımlandı. Pek çok topluluklarla konserler, İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarı’nda dersler verdi. 2013 yılında Beyoğlu Belediyesi ve Türk Musikisi Vakfı tarafından düzenlenen Itrî Müzik Ödülleri töreninde klasik Türk müziği dalında yılın ses sanatçısı olarak ödül aldı. 2015 yılında ESKADER’in armağanına lâyık görüldü. 

Hâlen görevli olduğu Cumhurbaşkanlığı Klasik Türk Müziği Korosu’nda uzun yıllar sanat kurulu üyeliği yaptı. Haliç Üniversitesi Konservatuarı’nda ve Kubbealtı Akademisi Kültür ve Sanat Vakfı’nda üslup ve repertuar dersleri vermektedir. 

Ceyda Utandı ile evli olan Münip Utandı, Cumhurbaşkanlığı Klasik Türk Müziği Korosu misafir ses sanatçısı Merve Utandı Kalkan’ın babası, Nilsu Kalkan’ın dedesidir.

Dr. FATİH ERBAŞ:

Emekli Deniz Kurmay Albay Fatih Erbaş 6 Ocak 1964’te Ankara’da doğmuştur. Milletlerarası Güvenlik Stratejileri Doktorudur. 1986-2014 yılları arasında Genelkurmay Başkanlığı, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ve NATO Güney Kanadı Komutanlığı-Napoli birlik ve karargâhlarında çeşitli görevlerde bulunmuştur. Deniz Müzesi Komutanlığı yapmış, Kubbealtı Akademisi Kültür ve Sanat Vakfı’nda Genel Sekreter olarak çalışmıştır.

KUŞBAKIŞI:

İSTANBUL’UN 100 TÜRBESİ

‘İstanbul’un Yüzleri’ serisinden yayımlanan kitapta yer alan türbeler; Suriçi (Fâtih), Eyüp, Beyoğlu-Beşiktaş ve Üsküdar olmak üzere dört başlık altında toplanmıştır. 

Kitap; İstanbul’da bulunan 500’den fazla türbeden seçilenler arasında, İstanbul’un muhasarası sırasında şehid olan Ebû Eyyûb el-Ensarî’nin, İstanbul’u fetheden Fâtih Sultan Mehmed Han, Kanûnî Sultan Süleyman Han, İstanbul’a çok sayıda vakıf eseri bırakan Hürrem Sultan, mimârîde yeni bir çığır açan Mimar Sinan, İznik çinileriyle bezenmiş Birinci Ahmed Han, Vefa semtinin isim babası olan Ebûl Vefâ Hazretleri, İstanbul velilerinden Aziz Mahmud Hüdâî, Osmanlı’nın fetihlerinde öncülük etmiş dervişlerden Karaca Ahmed Sultan’ın ve İstanbul’da iz bırakmış kişilerin türbeleri ve hayatları ile bu mirasımızın sonraki nesillere aktarılması için yapılan yenileme çalışmaları hakkında bilgiler ihtiva ediyor. 

Celil Civan’ın hazırladığı eser, 16,5 X 24 santim ölçülerinde ve 191 sayfadır.  

İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ KÜLTÜR A. Ş. YAYINLARI:  

Maltepe Mahallesi, Kültür Parkı Osmanlı Evleri, Zeytinburnu 34010 İstanbul. Telefon: 0.212-467 07 00   

Belgegeçer: 0.212-467 07 99 e-posta: [email protected]  www.kultursanat.org

P. K. 546

Kitabın yazarı Mehmet Hayati Özkaya, 1959 yılında Van’da dünyaya gelmiştir. Lise edebiyat öğretmenidir. ‘Kıssa-i Aşk’ isimli romanın yazarıdır. 

12,1 X 19,6 santim ölçülerinde, 191 sayfalık eserinde; bir nesli vatan ve millet sevgisiyle yetiştiren öğretmen ağabeyi Necdet Özkaya’yı merkeze alarak idealist bir neslin hikâyesini anlatıyor. 

Necdet Özkaya Adana’nın eğitim câmiasında tanınmış bir eğitimcidir. Pek çok ülkücü gencin yetişmesinde emeği vardır. Uzun yıllar Türkçüler Derneği ve Adana Kültür Derneği’nde okul dışı eğitim faaliyetlerinde geceli-gündüzlü çalışmıştır.  1993 yılında Millî Eğitim Bakanlığı müsteşar yardımcısı oldu. 2002 yılı milletvekili genel seçimlerinde MHP listesinden birinci sırada milletvekili adayı idi. Yeterli oy almasına rağmen parti, Türkiye genelinde barajı aşamadığından Meclis’e giremedi. Meclis’e girememiş olmanın burukluğunu, Meclis’te yapabileceği hizmetlerin çok daha fazlasını yapmak için çalışarak unuttu. Kardeşi Yavuz Özkaya’nın vatan-millet düşmanı hâinler tarafından şehit edilmesinden sonra hizmetlerini daha da artırdı. 

Hayati Özkaya, hâtıralarını anlatmaya, aynı hâinler tarafından ağır yaralanan Oğuz Özkaya ile devam ediyor. Bir müddet sonra da ‘Faşistlere ölüm’ diye bağırarak yol kesen kudurgan ve vahşi bir güruhun saldırısında, ailenin ikinci şehidi olmaktan, ‘gazilik’ rütbesine erişerek kurtuluyor. 12 Eylül askerî darbesi ile de resmî işkenceler başlıyor. 

Kürşatlar neslinin çileli hayatı devam ediyor. Çünkü onlar, Oğuz Kağan’ın koyduğu hedef için çalışıyorlar. 

ÖTÜKEN NEŞRİYAT:  

İstiklal Caddesi Ankara Han Nu: 65/3 Beyoğlu 34433 İstanbul.  Telefon: 0.212-251 03 50  Belgegeçer: 0.212-251 00 12 www.otuken.com.tr  e-posta: [email protected]  

ÇANKAYA SANCILARI Cumhurbaşkanlığı Seçimlerinde Yaşananlar

Türkiye Cumhuriyeti’nde ilk cumhurbaşkanı seçimi 29 Ekim 1923 târihinde yapıldı. Tek aday Gazi Mustafa Kemal Paşa, 258 milletvekilinden, oylamaya katılan 158 milletvekilinin tamamının oylarını alarak % 56,2 ile cumhurbaşkanı seçildi. 

Cumhurbaşkanlığı için yapılan diğer seçimler, yıl ve seçilenler itibâriyle şöyledir: 1927 ve 1931: Gazi Mustafa Kemal Paşa;  (1934 yılında soyadı Kanunu kabul edildi) 1935: Mustafa Kemal Atatürk; 1938, 1939, 1943, 1946: İsmet İnönü; 1950, 1954, 1957: Celal Bayar; 1961: Cemal Gürsel; 1966: Cevdet Sunay; 1973: Fahri Korutürk, 1982’de Kenan Evren (Yeni Anayasa’nın halk oylaması ile Cumhurbaşkanı seçildi); 1989: Turgut Özal; 1993: Süleyman Demirel; 2000: Ahmet Necdet Sezer; 2007: Abdullah Gül; 2014: Milletin oyları ile Recep Tayyip Erdoğan. 

1923 yılındaki seçimde 123 milletvekilinin oylamaya katılmaması, 1938 seçiminde Atatürk’ün vasiyetine uyulmaması söylentileri, 1961’de Ali Fuat Başgil’in tehdit yoluyla adaylıktan çekilmesi, 1966’da aday tespitindeki tartışma ve gecikme, 1973’te çok sayıda seçim turları yapılması, 1982’de cumhurbaşkanlığı seçiminin anayasa halkoylaması ile birleştirilmesi, 1989’da Turgut Özal’ın, 2007’de Abdullah Gül’ün şahsına yapılan itirazlar sebebiyle, Türkiye Cumhuriyeti târihindeki 20 cumhurbaşkanlığı seçiminden 8’inde sancılar yaşandı.  

Araştırmacı Yazar Erol Maraşlı; Ocak 2017’de yayımlanan 13,5 X 21 santim ölçülerinde, 304 sayfalık, eserinde sebep ve neticeleri ile birlikte Türkiye’deki Cumhurbaşkanlığı seçimlerini tahlil ediyor. 

BİLGEOĞUZ YAYINLARI:    

Alemdar Mahallesi Molla Fenarî Sokağı Nu: 35/B Cağaloğlu, İstanbul. Telefon: 0.212-527 33 65  

Belgegeçer: 0.212-527 33 64  e-posta: [email protected]  www.bilgeoguz.com.tr  

KISA KISA / KISA KISA…

1- YENİSEY VE KIRGIZİSTAN YAZITLARI VE IRK BİTİG: Erhan Aydın, Risbek Alimov, Fikret Yıldırım. BilgeSu Yayıncılık. 

2- ORTA OYUNU KİTABI: Hazırlayan Abdülkadir Emeksiz. Kitabevi Yayınları / Mehmet Varış. 

3- İSİMLE ATEŞ ARASINDA: Nazan Bekiroğlu. Timaş Yayınları. 

4- SORULARLA OSMANLI İMPARATORLUĞU: Erhan Afyoncu. Yeditepe Yayınevi.  

5- HALEP’TE İLMÎ HAYAT (Memlukler Dönemi 1250-1517): Esra Atmaca / Ensar Neşriyat)