ÖMER SEYFEDDİN VE HİKÂYE KİTAPLARI
ÖMER SEYFEDDİN:


11 Mart 1884 târihinde Balıkesir’in Gönen ilçesinde doğdu, 36 yaşında iken 6 Mart 1920 târihinde İstanbul’da vefat etti. 
Türk edebiyatının önde gelen hikâye yazarlarındandır. Türkiye kısa hikâyeciliğinin kurucu ismidir. Ayrıca edebiyatta Türkçülük akımının kurucularındandır. Türkçede sâdeleşmenin savunucusudur.
Edirne Askerî İdâdisi’ndeki talebeliği sırasında, batı tesirindeki Tür edebiyatının tanınmış simâlarını, ders olarak okurken edebiyata alaka duymaya başladı. İlk şiirlerini Edirne’de yazdı.
1903’te Harbiye’den mezun olduktan sonra muhtelif yerlerde vazife gördü. 1909’da, Bulgaristan sınırında vazifeli iken, Bulgar komitecilerinin Müslüman Türklere yaptığı vahşî ve son derece barbar hâdiselere şâhit olunca millî duyguları gelişti. Hikâyelerinde görülen millîlik vasfının temelinde bu hâdiseler vardır. 1913 yılında Yunan ordusuna esir düştü. 10 devam eden esâret hayatı sona erince İstanbul’a göndü. 
Esas edebî faaliyeti, Selânik’te yayınlanan Genç Kalemler Mecmûası’nda başladı. Bu mecmûada Yeni Lisan başlığıyla neşrettiği makalesi, O’nun edebiyatımız hakkındaki millî görüşlerini ortaya koyar. Bu makalede, edebiyatımızçın batı tesirine girmeden önce, doğu edebiyatını, batıya yöneldikten sonra da Fransız edebiyatını taklide yöneldiğini anlatır, edebiyatımızda tâkip edilmesi gereken esaslar hakkında bilgi verir. Bilhassa Türkçenin sâdeleşmesi mevzuunda söyledikleri, gerek o dönemde gerekse günümüze kadar devam eden süreçte, söylenmişlerin-yazılmışların en doğrusudur. Milliyetçilik hakkındaki görüşlerini de bu yazısında bulmak mümkündür. Milliyetçilik anlayışı, ırk üzerine değil, dil, din, terbiye ve örf temeline oturtur. Böylece inançları, terbiyeleri, gelenekleri ve netice itibâriyle kültürleri bir olan insanların meydana getirdiği birliğin daha kalıcı ve sağlam olacağını belirtir.
1914 yılında ‘siyâsetle meşgul olduğu için’ ordudan ihraç edildi. Memurluk yapmak istememesine rağmen, yazarlık geliriyle geçinemediği için lisede edebiyat öğretmeni olarak çalıştı.
Rahatsızlığı sebebiyle hastaneye yatırıldı. 2 gün sonra da şeker hastalığından vefat etti. Kadıköy’de toprağa verildi. Buranın tramvay garajı olması kararlaştırılınca, kemikleri 1939 yılında Zincirlikuyu Mezarlığına nakledildi. O dönemin çarpık anlayışı sebebiyle mezar taşında ‘eski yazı’ olduğu için üzeri örtüldü. Ali Cânip’in gayretleriyle yeniden düzenlenen mezar taşına yeni harflerle ‘Merhum Ömer Seyfeddin burada yatıyor’ ibâresi hâkkedildi.
Ömer Seyfeddin, makale ve hikâyelerini; Genç Kalemler ve Türk Sözü mecmualarından başka Büyük Mecmua, Diken Dergisi, Vakit Gazetesi, Zaman Gazetesi gibi mecmua ve gazetelerde neşretti. Hikâyelerinin çıkış kaynaklarını şu şekilde sıralayabiliriz:
1-Çocukluk hâtıralarından alınmış hikâyeler: Bunlar, çocuk edebiyatımızın en güzel örnekleridir. Baba ocağının şefkat ve muhabbet dolu hâtıralarının, ilkokul günlerinin dile getirildiği eserlerdir. Bâzıları hafif bir mizah karıştırılarak anlatılmıştır. And, Falaka, Kaşağı bu devrenin mahsûlü hikâyelerdir.
2-Bulgar hududunda vazife yaparken şâhit olduğu hâdiselerden ilham alarak yazdığı hikâyeler: Bulgar eşkıyasının Müslüman Türk halkına ve Osmanlı tebaası olan kendi soylarından insanlara karşı işledikleri çirkin ve pek âdî cinâyetler, tecâvüz ve sataşmalar dile getirilmiştir. Bugün medenî insanlığın gözleri önünde ve dünyanın değişik bölgelerinde cereyan eden, Türklere karşı işlenen insanlık suçu, o devirde de aynen devam ediyordu. Ömer Seyfeddin, Balkan kavimlerindeki bu insanlık dışı Türk-İslâm düşmanlığını; Beyaz Lâle, Tuhaf Bir Zulüm gibi hikâyelerinde dile getirdi.
3-Türk savaş târihinden çıkarılan hikâyeler: Ömer Seyfeddin, Türk’ün kahramanlığına, vatan sevgisine ve îmânına hayrandı. Mâzideki muhteşem devirleri, Türkün yenilmez, aşılmaz îmân gücünün sembolü yiğitlikleri dile getirmek sûretiyle yeni kahramanların yetişmesine yardımcı olmak istiyordu. Bu maksatla yarı târih, yarı destan havası taşıyan hikâyeler neşretti. Çok sevilen bu hikâyeler Birinci Dünyâ Savaşı’nın muhtelif cephelerinde çarpışan insanlarımıza ümit aşılıyordu.
4-Folklörden ve Anadolu efsanelerinden çıkarılan hikâyeler: Bunlar, Anadolu ve Rumeli Türkleri arasında dolaşan hikmetli kıssalardır. Yazar bu efsâneleri modern hikâye tekniğiyle ifâde etmiştir. Yüz Akı, Üç Nasihat, Kurumuş Ağaçlar gibi. Bitirilememiş Yalnız Efe adlı bir roman hazırlığı da, mevzuunu bir Anadolu efsânesinden alır.
5-Bir fikri yermek veya övmek için yazılmış hikâyeler: Bu hikâyelerde Türklüğü inkâr eden kozmopolit, yabancı kültürlere hayran kişiler ve zümreler, enine boyuna işlenir. Türklüğü hakir gören bu âsî tiplere karşı kahramanları, daha doğrusu kendisi ateş püskürür. Onlara karşı isyan eder. Efruz Bey, Fon Sadriştayn'ın Oğlu, Kızıl Elma Neresi, Primo Türk Çocuğu bu duyguların yaşandığı hikâyeleridir.
6-Günlük hayattan alınmış hikâyeler: Onun en gerçekçi olduğu hikâyelerdir. Çoğunda açıkça bir mizah göze çarpar. Bâzılarında bir fikir ağır basar: Mahcupluk İmtihanı, Perili Köşk, Gizli Mâbed, Bahar ve Kelebekler…
Ömer Seyfeddin, edebiyatımızda, destan rûhu taşıyan millî hikâyeleriyle şöhrete ulaşmış müstesna bir edip ve muharrirdir.
Yazarın sağlığında müstakil kitap olarak yayınlanan eserleri çok azdır. Târih Ezelî Bir Tekerrürdür (hikâye, 1910), Ashab-ı Kehfimiz (roman, 1918), Harem (roman, 1918), Efruz Bey (roman, 1919), Yalnız Efe (roman tefrikası, 1919). Ölümünden sonra ise, Gizli Mâbed (hikâye, 1926), Yüksek Ökçeler (hikâye, 1926), Bahar ve Kelebekler (hikâye, 1927) adlı kitapları basıldı. Ömer Seyfeddin’in hikâye türündeki eserlerinin ilk külliyatı 1938 yılında şu isimlerle yapılmıştır: Yüksek Ökçeler, İlk Düşen Ak, Bomba, Gizli Mâbed, Asilzâdeler, Bahar ve Kelebekler, Beyaz Lâle, Mahçupluk İmtihanı, Dalga, Târih Ezelî Bir Tekerrürdür.
Ömer Seyfeddin, 36 yıllık ömrüne 159 hikâye, 7 tiyatro eseri, bâzısı yarım kalan 7 roman, 1 masal, 71 şiir, 81 makale sığdırmıştır.

 
TARİH EZELÎ BİR TEKERRÜRDÜR


Prof. Dr. Nâzım Hikmet Payam, Ömer Seyfeddin’in sağlığında yayınladığı kitapları esas alarak tematik(*) gruplandırma ile yeniden yayına hazırlamıştır. Bu hazırlığın ilk iki kitabı, ‘Târih Ezelî Bir Tekerrürdür’ ve ‘Turan Masalları’ adı ile Haziran ve Eylül 2016’da Ötüken Neşriyat tarafından okuyucuya sunuldu.
12 X 19,5 santim ölçülerinde, 304 sayfalık ‘Târih Ezelî Bir Tekerrürdür’ isimli kitap, Mühim açıklamalar ihtiva eden ‘Ötüken’in Ömer Seyfettin Külliyatı’ başlıklı ‘Sunuş’ yazısı ile başlıyor. (s: 11-12)
‘İnceleme’ başlıklı ilmî makale mâhiyetindeki yazı, imzâsız olmakla birlikte, belli ki eseri yayına hazırlayan Prof. Dr. Nâzım Hikmet Polat’a aittir. (s: 13-27)
Kitapta 26 adet hikâye bulunuyor. İfâdelerde Ömer Seyfeddin üslûbu aynen muhâfaza edilmiş. Yalnızca kullanımdan düşen bâzı kelmelerin (günümüz Türkçesindeki karşılıkları verilmiş: müstakbel-i nâ mahduda (sonsuz geleceğe), kesbî (kazanım), müstemend (üzüntülü), müheyyiç (heyecan uyandırıcı), mütelezziz oluyordum (lezzet alıyordum), mücerret mefhumların (soyut kavramların), mütearifeler (bilinenler), hakîm (bilge)… Ve diğerleri. Böylece hem okuyucunun kelime dağarcığı zenginleştiriliyor hem de bâzı eski ve güzel kelimelerimizin kullanılmasına vesile olunuyor.
Ömer Seyfeddin fikriyatını hikâyelerine yansıtan bir yazardır. Batıya özenenleri sevmediğini belirten, kıssadan ders almasını bilenler için bir kısa hikâyesinden bir bölüm:

‘Darwin’ denilen herifin sözüne inanmalı. Evet, insanlar mutlaka maymundan türemişler. Çünkü işte neyi görsek hemen taklit ediyoruz; oturmayı, kalkmayı, içmeyi, yürümeyi, durmayı, hâsılı her şeyi…
Ne kadar adamlar vardır ki hiç ihtiyaçları yokken ‘monokl’ dediğimiz tek gözlükleri takarlar. Çünkü terzide seyrettikleri moda albümlerindeki resimler hep tek gözlüklüdür. (Kesik Bıyık, s: 142-143)

Eski zaman hikâyeleri bir başkaydı. Okuyana hem zevk hem öğüt verirdi. ‘Kızım sana söylüyorum, gelinim sen işit’ kabilinden… ‘Velinimet’ böyle bir hikâye… (s: 146-152)
Kitabın son bölümünde Ömer Seyfeddin’in Türkçeye çevirdiği Fin kavminin en eski millî destanı ‘Kalavela’ (s: 181-224)  ve Yunan mitolojisinden ‘İlyada’ (s: 225-302) yer alıyor.
(*)Tematik: Tema’sı -ana konusu- aynı olan.


TURAN MASALLARI:


Prof. Dr. Nâzım Hikmet Polat’ın hazırladığı Ömer Seyfeddin külliyatının 2. Eseri, 12 X 19,5 santim ölçülerinde ve 224 sayfadır.
‘Turan Masalları’nda, millî duyguları coşturan her biri yekdiğerinden muhteşem 17 hikâye bir araya getirilmiş. Eser, yalnızca ‘Forsa’ isimli hikâye için alınmaya, okunmaya değer. (s: 51-56)  
‘İhtiyarlıkta mı Gençlikte mi?’ (s: 37-50), ‘Primo Türk Çocuğu’ (s: 57-118), ‘Dama Taşları’ (s: 171-182) dikkat çeken hikâyeler.
Çin masalı olduğu belirtilen ‘Herkesin İçtiği Su’ başlıklı hikâyede, (s: 216-219) halkın geçmişi ile alakasının kesilmesi için bütün eski kitapları yaktıran bir idâreciden bahsedilmektedir. Çürümenin yaygınlaştığı toplumlarda, düzeltme konumunda olanların da genel havayı solumak mecburiyetinde kalacağı tezi işlenmektedir. Bu tema, yazarın düşünceleri ile örtüşmektedir. Ömer Seyfeddin, içerisinde bulunduğu toplumu incitmemek için hikâyenin ‘Çin masalı’ olduğunu söylemiş olabilir. 
Nâzım Payam, bu kitapta da birincisinde olduğu gibi eski kelimelerin karşılıklarını parantez içinde veriyor. Kitabın bütünü duru mu duru, günümüz ‘uydurukçu öz be öz / yoz Türkçecilere inat, târihî Türkçemizde bulunan kendi öz malımız güzelim kelimelerle örülü.

 ‘Nihayetlerinde büyük ve kuş girmez ormanların mor ve sisli gölgeleri biriken geniş bir çayır... Ortasından zümrüt renginde bir su akıyor... Binlerce atlar, kısraklar, yeni doğan güneşin altınlı aydınlıkları içinde koşuşuyorlar. Yüz binlerce koyun meliyor. Naralar, kişnemeler! Daha uzaklarda karlı ve yüksek dağların gümüş taçlı başlara benzeyen sayılmaz tepeleri göklere doğru kalkmış! Ta ortada bir saray... Etrafındaki bahçenin kapısında silahlı ve atlı kahramanlar duruyor. Köpekler havlıyor...’

Şimdi siz demez misiniz? ‘Vah benim güzel Türkçem, 100 yıl bile dolmadan seni ne hâle getirmişler?
Teşekkürler Nâzım Hikmet Polat, teşekkürler Ötüken Neşriyat…
ÖTÜKEN NEŞRİYAT: 
İstiklal Caddesi Ankara Han Nu: 65/3 Beyoğlu 34433 İstanbul.  Telefon: 0.212-251 03 50  Belgegeçer: 0.212-251 00 12 www.otuken.com.tr  e-posta: [email protected] 


Prof. Dr. NÂZIM HİKMET POLAT:

                       
1955 yılında, Erzurum’un Oltu İlçesi’ne bağlı Bahçecik Köyü’nde doğdu. İlkokulu Bahçecik Köyü’nde (1968), ortaokulu Oltu'da (1971), Öğretmen Okunu Tokat ve Bolu’da okudu (1975). Yüksek tahsilini Erzurum Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde tamamladı. (1979)
Atatürk Üniversitesi ve Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nde Araştırma Görevlisi olarak çalıştı (1981-1985). Aralık 1984'te ‘Doktor’ unvanını aldı. Sivas Cumhuriyet Üniversitesi’nde Yardımcı Doçent (1985), Doçent (1993) ve Profesör (1999) oldu. Sonra Niğde Üniversitesi’ne geçti (2001). KKTC Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde misâfir Profesör olarak çalıştı (2004-2007). Hâlen Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Yeni Türk Edebiyatı Profesörüdür (2009-) ve Niğde Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanlığı görevi devam etmektedir. (2012-)
Yenileşme Devri Türk Edebiyatı Anabilim Dalı öğretim üyesi olarak, Tanzimat sonrası kültür hayatımızın süreli yayınlarda saklı bulunduğu inancıyla, çalışmalarını bu alanda derinleştirdi. 20 yıldan beri ‘Türklük Bilimi Araştırmaları’’ adlı milletlerarası hakemli ilmî bir dergi yayımlamaktadır.
Eserleri:
1-Şahabettin Süleyman (1987), 2-Müdafaa-i Milliye Cemiyeti (1991), 3-Külliyâtına Girmemiş Yazılarıyla Ömer Seyfettin (1988), 4-Türk Çiçek ve Ziraat Kültürü Üzerine -Cevat Rüştü'den Bir Güldeste- (2001), 5-Bir Jöntürk’ün Serüveni -Dr. Şerafettin Mağmumi'nin Hayatı ve Eserleri- (2002), 6-Rübâb Mecmuası ve 2. Meşrutiyet Dönemi Türk Kültür ve Edebiyat Hayatı (2005), 7-Eski ile Yeni Arasında Mütevellizade Ömer İhya (2005), 8-Bir Osmanlı Doktorunun Seyahat Hâtıraları -Dr. Şerafettin Mağmumî- (Harid Fedai ile 2008)), 9-Taşrada Bir Meş'ale Şeref Gürbüz (2009), 10-Anadolu ve Suriye'de Seyahat Hâtıraları -Doktor Şerafettin (Mağmumî 2010), 11-Ömer Seyfettin - Bütün Hikâyeleri (2011), 12-Bir Jöntürk'ün Şiir Dünyası -Tarsusîzade Münif ve Şiirleri-(Ramis Karabulut ile 2011), 13-İkinci Meşrutiyet Dönemi Türk Edebiyatı (H. Argunşah ile 2012), 14-Yenileşme Devri Türk Edebiyatından Çizgiler (2012), 15-Tanzimat Sonrası Türk Kültür Hayatından Yansımalar (2012), 16-Üç Güzeller Masalı (2013), 17-Kitapname (2013), 18-Yöntem Bilgisi Açısından Osmanlı Dönemi Edebiyat Târihleri, (D. Apaydın, T. Haykır, N. Borsokeyeva, S. Gültekin, Ö. Özbek, S. Yılmaz, Y. Zhiyenbayev ile 2013), 19- Birlik Sivas Türk Ocağı Mecmuası, (Ahmet Bozdoğan, Yunus Ayata ve Tayfun Haykır ile 2014), 20- Türk Çiçek Kültürü Üzerine -Cevat Rüştü’den Bir Güldeste- (2015), 21-Udmî Efendi ve Şükûfename’si (2015), 22-Türklerde Ziraat Kültürü -Cevat Rüştü- (2016).


DERKENAR:


YENİ LİSAN HAREKETİ


Ömer Seyfeddin’in kaleme aldığı ve fakat Genç Kalemler Mecmuâsı’nda, imzâsız olarak yayınlanan ‘Yeni Lisan’ başlıklı makale; Türkçülük düşüncesinin Türkçe mevzuunda ilk mühim adımı olmuştur.
‘Yeni Lisan’ dâvâsı, Tanzimat’tan, hattâ daha eskiden beri sürüp gelen yazı dilinin sâdeleştirilmesi mes’elesidir. Kısa zamanda millî bir görüş hâline gelen ve Millî Edebiyat çığırının açılmasına sebeb olan bu mes’elenin esâsı gayet sâde ve açıktı: Konuşma dili ile edebî dil (yazı dili) arasındaki farklılık kaldırılmalı, konuşma dili, aynı zamanda edebî dil (yazı dili) olarak geliştirilmeli idi. Tanzîmat’tan (1860’lardan) beri çok söylenmişt, bir türlü gerçekleştirilememiş olan bu görüşü, Ömer Seyfeddîn, Ali Cânib, Ziyâ Gökalp yeniden ortaya atıp inançla savundular; hem kendileri, hem de Millî Edebiyat akımını benimseyen dîğer şâir ve yazarlar hemen uygulamaya koydular. ‘Yeni Lisan’ dâvâsı aşırılıklardan uzak mâkul prensiplerle ortaya kondu: ‘Dil tabiî olmalıdır. Arapça ve Farsça kaidelere göre yapılmış olan bütün tamlamalar -klişeleşerek dilimize yerleşmiş olanlar hâriç- atılmalıdır. Yine klişeleşmiş olanlar hâriç, bütün kelimelerin çokluk şekli Türkçe çokluk takısı (-1er,-lar) ile yapılmalıdır. Lüzumsuz Arapça ve Farsça edatlar atılmalıdır.
Mes’elenin can damarı, yabancı kaidelerin atılması üzerinde toplanıyordu. Ömer Seyfeddîn: ‘Lisânımızda yalnız Türkçenin kaideleri hükmedecek, yalnız Türkçerir kaideleri... Türkçe’nin mekanizmasını bozan Arabî ve Fârisî kaideleri bilmiyeceğiz, anlamayacağız. Bu adım kat’î olacak’ diye ısrarla bu husûsu belirtiyordu. İki-üç yüzyıl önceki veyâ daha eski Türkçe’ye veyâ Çağatayca’ya dönmek gibi bir niyetleri olmadığını, dili fakirleştirecek, mutaassıp bir tasfiyeciliği (kökü Türkçe olmıyan bütün kelimelerin yabancı sayılarak atılması görüşü) tasvîb etmediklerini; dilimizin kaidelerine uymak, milletimizce benimsenmiş olmak şartıyla Türkçeleşmiş her kelimeyi Türkçe saydıklarını, konuşma dili derken ince ve güzel İstanbul şîvesini esas aldıklarını tereddüt ve endîşeye yer bırakmıyacak bir açıklıkla ifâde ediyorlardı.
Ömer Seyfeddîn’in, dâvâsnıı ortaya koyuşta, bugün bile yeterince anlaşılamayan esaslı bir dikkati vardı: O, dil mes’elesini sırf kendinden ibâret mücerret bir mes’ele gibi ele almıyor; bu mes’eleyi ‘millî kültür ve medeniyet, gelişme ve yükselme, milletin var olması ve istiklâli gibi’ hayâtî dâvâlarla irtibâtını işâret ederek, milliyetçi dünyâ görüşünün esaslı bir parçası hâlinde ortaya koyuyordu.