KÖTÜLÜK UNUTULMAZ ve KIZIL CEHENNEM
(Türk Doktorun Bulgaristan Belene Kampı Hâtıraları)


13,5 X 21 santim ölçülerinde, birinci cildi 448, ikinci ildi 376 sayfalık kitabın yazarı, Dr. Ahmet Yücetürk, Bulgaristan’da bulunan Belene Kampı’ndaki esâret hayatını anlatıyor.
Bulgaristan’ı 1954-1989 yılları arasında, kızıl Komünist Moskova’dan aldığı emirlerle yöneten Todor Jivkov ‘Din, milletlere uyuşturucudur’ düşüncesiyle hareket eden bir diktatördü. Bulgaristan’da yaşayan Türklere ait câmileri yıktırıyor, ibâdetlerini yasaklıyor, isimlerini değiştirip Slav kültürüne uygun isimler almaları için baskı yapıyordu. Bu emirlere riayet etmeyenler, ‘ölüm kampı’ olarak da bilinen Belene’ye hapsediliyordu. Askerin ve polisin yaptığı işkencelerle öldürülenler buraya getirilip cesetleri domuzlara yediriliyordu. Kampa atılıp da yine işkence, açlık, bakımsızlık ve hastalık sebebiyle ölenler de, sağ kalanların gözleri önünde domuzların önüne atılıyordu. 
Hatırlanacağı üzere 1984-1985 yılları arasında bu işkencelerden kurtulabilenler Türkiye’ye sığınmışlar, yaklaşık 300.000 göçmen, Bursa ve çevresinde yapılan evlere yerleştirilmişlerdi. Dr. Ahmet Yücetürk, kızıl cehennem Bulgaristan’dan kaçma imkânı bulamayan talihsizlerdendi. Adını ve dilini değiştirmeyi kabul etmeyince Belene Kampı’na gönderildi. Orada insanlık dışı, insanlığı utançtan kıvrandıracak işkencelere mâruz bırakıldı. Engizisyon mahkûmlarına, Komünist rejimin aleyhtarı olduğu gerekçesiyle Gulak takımadalarına ölmeleri için gönderilen ilim adamlarına, yazarlara yapıldığı gibi… Bu işkencelerin benzeri, 1915-1918 yılları arasında Azerbaycan’ın başşehri Bakû’nün birkaç mil açığında, Hazer Denizi’nde bulunan 900 dekarlık, yılandan başka canlının, çalı-çırpıdan başka bitkinin bulunmadığı Nargin Adası’na gönderilen Türk esirlere de uygulanmıştı.
Dr. Ahmet Yücetürk, hiçbir suçu olmamasına rağmen 3 ay 18 gün boyunca Devlet Emniyet Servisi hücrelerinde, 9 Ekim 1985 tarihinden 10 Haziran 1988 tarihine kadar da Belene Toplama Kampı’nda işkence altında tutuluyor. İki cilt hâlindeki hâtıralarında mâruz kaldığı zulümleri anlatıyor. Türklere ‘barbar’ diyen, ‘medeniyet havârisi’ olduğunu iddia eden sahtekâr, İslam ve Türk düşmanı batılıları utandırmak için… İkiyüzlü batı; Irak’ın Rumeyse, Telafer, Gâvurbağı, Tuzhurmatu, Kerkük ve Türklerle meskûn diğer şehirlerde ve yerleşim bölgelerinde, Kıbrıs’ta, Bosna ve Hocalı’da, Doğu Türkistan’daki Türk katliamlarında da üç maymunu taklit etmişti. .  
Bulgaristan, 1364 yılından 1878 yılına kadar tam 514 yıl Osmanlı hâkimiyeti altında kaldı. Yerli halktan tek bir kişinin burnunu bile kanatmadı. O kadar ki Bulgarlar, ‘Türk komşun varsa korkma, can ve malın teminat altındadır.’ Sözünü sık sık ve her yerde söyler olmuşlardı. Bulgarlar bu sözü Jivkov yönetiminde iken de söylüyorlardı. Çünkü Bulgaristan, milletini seven bir Bulgar tarafından yönetilmiyordu. Orada Moskova’nın emirleri tatbik ediliyordu.  Bu sebeple Bulgarlar, ‘başında fes olsa bile Osmanlılar yeniden gelip bizi yönetse…’ diyordu.
Dr. Ahmet Yücetürk, sâdece kendi başından geçenleri değil, kendi idârecilerinden şikâyetçi Bulgarları değil; Moskova uşağı, Türk’e ve Müslüman’a ait hiçbir şeye tahammül edemeyen vandalistlerin tavırlarını da anlatıyor:

‘Belene’de rastladığım Sütkesiği Köyü’nden İlyas’a sordum:
-Hepşehrim, seni ne ile suçladılar?
Bakışları ile beni süzdükten sonra anlattı:
-Köyümüz Sütkesiği’nden bir kilometre kadar ileride Çorbacılar Köyü var. İki köy arasında da çok eski bir çeşme var. Bu çeşmenin kitâbesinde, eski Türkçe bir yazı var.  Belediyemizde görevli milis subayı bir gün bana, o çeşmenin taşını kırmamı emretti. Ben Müslüman bir kişiyim. Sevap için yapılan bir çeşmenin taşını nasıl kırabilirim. Bu günahı yapamam. Milisin emrine riayet etmedim diye beni tevkif ettiler ve buradayım.’

Dr. Yücetürk devam ediyor:
Komünist iktidar, Türklüğü ve İslamiyet’i hatırlatan her kültür eserinin tahrip ve yok edilmesini istiyor. Türklerin yaşadığı şehirlerin yıkımı ve yerle bir edilmesinde usta olduklarını ispat etmiş, Film yapımcısı Tatyana Vaksberg’in ‘Kötülüğün Teknolojisi’ isimli filminde belgelere dayanarak gösteriliyor ki Hasköy şehrinin Hisar semti hükümet güçleri tarafından yerle bir ediliyor. Şimdi o semtin yerinde yeller esiyor.
Aynı siyâsî iktidar, Bulgaristan’daki Müslümanların dinî inançlarına saygı gösterdiğini, onlara dinî vecibelerini, hür olarak câmilerde yerine getirebilmeleri için hak ve imkânlar tanıdığı iftiharla söylüyor. Utanmadan, sıkılmadan…
Diğer taraftan yerle bir edilen Hasköy semtinden ve isminden cim kadar iz yok. Eşek arabası ile filme iştirak eden Ramadan isimli Türk, samîmi konuşmasında, yerle bir edilen evlerini ve bütün semti, iktisadî değeri yüksek binaları, garajları ve köklerinden sökülen meyve ağaçlarını ayrı ayrı sayıyor. Semt sorumlusu milisin ‘2 Ağustos’a kadar kadar bu semtte hiçbir Türk'ün kalmasını istemiyorum!’ dediğini unutmuyor. Ramadan devam ederek “Ve öyle yaptılar ki kızıl bereliler, köpeklerle birlikte sokaklarda bir oraya bir buraya gezmeye başlayıp insanlara ‘Daha ne bekliyorsunuz?’ Diye  bağırdıklarını” da anlatıyor. Üstelik bu köylüler, Komünist Partisi’nin faal üyeleridir. Demek ki, Türk ve Müslüman olmanın cezası, hiçbir şekilde affedilmiyor.
Dr. Yücetürk, belli ki ilk defa uzun uzadıya yazıyor. Hikâye, roman yazarı değil. Fakat mizah gücü yüksek… Bilindiği gibi mizah, zekânın zekâtıdır. Zekâsının zekânını cömertçe veriyor. Bu sebeple toplam 824 sayfalık kitabı, okuyucuyu hiç sıkmıyor. Kolayca okunuyor.
Doğduğu ve yaşadığı topraklardan kaba kuvvetle uzaklaştırılmayanlar, başka diyarlarda yaşamak mecburiyetinin acısını tatmayanlar, vatan hasretinin ne olduğunu ve vatan sevgisini bilmezler. Vatan sevgisini bilmeyenlerin vatanları ellerinden kolayca alınabilir. Gençlerimiz bu tecrübeyi yaşamak imkânını bulamayabilirler. (İnşallah bulamazlar) Bulamadıkları için vatan sevgisinin gönüllerinde yeşerip boy salması mümkün olmayabilir. Bu tehlikeli durumdan onları ancak, vatanından uzak kalmış insanların hâtıraları koruyabilir.
Dr. Ahmet Yücetürk’ün ‘Kötülük Unutmaz’ ve ‘Kızıl Cehennem’ isimli kitapları gençlere bu imkânı sunuyor. Üstelik Pokemon oyunlarından daha zevkli saatlerde…
YAKIN PLAN YAYINLARI: 
www.yakinplan.com.tr  e-posta: [email protected]  Telefon: 0.212-458 20 22

Dr. AHMET YÜCETÜRK:


4 Temmuz 1941’de Bulgaristan’ın Eski Cuma (Tırgovişte) iline bağlı Avdallar (Lovets) Köyü’nde doğdu. İlkokulu köyünde okudu. Sonra Eski Cuma Türk Ortaokulu’na devam etti. Doktor olmak istediği için Bulgar Lisesi’ne kaydını yaptırdı. Bu liseyi dördüncülükle bitirdi.
Bulgaristan’da her Türk gibi askerliğini iki yıl işçi asker olarak yaptı.
1961-1967 yılları arasında Sofya Tıp Fakültesi’nde okudu. Mezuniyetten sonra Eski Cuma İhtisas Hastanesi’nde genel cerrahî uzmanı olarak çalıştı ve ortopedi-travmatoloji ihtisası yaptı.
1978 yılında Türkiye’ye göç etmek için müracaatta bulundu. Eski Cuma makamları, bu talebi siyâsî suç olarak gördü. Bunun üzerine 21 Eylül 1978’de işinden kovuldu. Bunu da Türkiye’ye göç etme sebebi olarak siciline işlediler. Daha sonraki yıllarda idârî makamların baskısına maruz kalarak yaşadı. Dinî mensubiyetinin işâretlerinden biri olan Türk ismimin zorla değiştirilmesine karşı koydu.
Hiçbir suç işlemediği halde 24 Haziran 1985 târihinde kelepçelenerek tevkif edildi. 108 gün Bulgaristan Emniyet Teşkilatı’nın hücrelerinde sorgulandı ve işkenceye mâruz bırakıldı. Buradan Belene Toplama Kampı'na götürüldü. Kampta altı ay, suçsuz 570 Türk münevveriyle birlikte zulüm gördü. Ardından Bulgar nüfusunun yaşadığı bölgelere sürgün edildi. 10 Haziran 1988 târihinde serbest bırakıldı.
Jivkov rejimi Bulgaristan Türklerini etnik bakımdan yok etmek istedi. Bu istek üzerine Bulgar Emniyeti, Bulgaristan'ı 6-7 saat içinde terk etmesini emretti. Bunun üzerine 29 Haziran 1989’da ailesiyle  beraber Türkiye’ye göç etti. Hâlen Türkiye’de yaşamaktadır.

KUŞBAKIŞI:


TÜRKLERİN MÜSLÜMAN OLMADAN EVVEL BENİMSEDİĞİ DİNLER ve ŞAMANİZMİN BU DİNLER ÜZERİNDE GÖRÜLEN TESİRLERİ


Prof. Dr. Yusuf Ziya Yörükân, duyduğu büyük ilgiden dolayı, eski Türk toplumunda yaşanan dinî hayatı inceleme konusu yapan nâdir ilim adamlarımızdan biridir. Ayrıca Akvam-ı İslâmiyye Etnografyası ve Hâl-i Hazırda İslâm Mezhepleri konusunda mahallinde yaptığı araştırmalarla kültür antropolojisi çalışmalarına öncülük etmiş, yazdıkları alaka ile karşılanmış bir kişidir.
Yusuf Ziya Yörükân’ın 16,6 X 23,5 santim ölçülerinde 288 sayfalık bu eseri,  Atatürk’ün isteği üzerine 1932 yılında hazırladığı Türk Dinleri ve Mezhepleri Târihi adlı iki ciltlik eserinin birinci cildini oluşturan Müslümanlıktan Evvel Türk Dinleri adlı kitabının ikinci kısmıdır. Kitabın birinci kısmı, daha önce Şamanizm adı ile yine Ötüken Neşriyat tarafından yayımlanmıştı. İlk defa yayımlanan bu ikinci kısım ise, Türklerin Müslüman olmadan önce benimsedikleri diğer dinlerin ve bu dinlerin üzerinde Şamanizm’in ne gibi bir etkisi bulunduğunu araştırma konusu yapmaktadır.
Prof. Yörükân, bize bu kitabında Şamanizm’den kısaca bahsediyor ve Şamanlık izleri taşıyan Çin, Hint, İran ve Suriye dinleri hakkında muhtasar bilgiler verdikten sonra Türklerin intisap ettikleri inanç kültürlerini ele alıyor. Bunlar; Budîlik, Zerdüstîlik, Manilik, Semâvî dinler olarak da Musevilik ve Hıristiyanlıktır. Ekler bölümünde; ‘Türkleri Müslümanlığı Kabule Sevk Eden Bâzı Âmiller’ genel başlığı altında yer alan bahisler şöyledir: *Türklerde din şuuru ve Müslümanlık telakkisi, *Ahlakımızın kökleri, *Türklerin zorlanmadan kabullendikleri toprak tasarrufu târihine bir bakış, *Müslümanlığın öğütleri ve *İslam İlm-i Hâli.
Prof. Dr. Yusuf Ziya Yörükân’ın oğlu Sosyolog Dr. Turhan Yörükân tarafından yayına hazırlanan kitap, Haziran 2016’da kültür hayatımıza kazandırıldı.
ÖTÜKEN NEŞRİYAT:  
İstiklal Caddesi Ankara Han Nu: 65/3 Beyoğlu 34433 İstanbul.  Telefon: 0.212-251 03 50  Belgegeçer: 0.212-251 00 12 www.otuken.com.tr  e-posta: [email protected] 

SOHBETNÂME, BİATNÂME ve DEVRE-İ ARŞİYYE:


H. Rahmi Yananlı’nın yayına hazırladığı eser, 13,5 X 21 santim ölçülerinde, 160 sayfadır.
1610 yılında Kütahya’da dünyaya gelen Sunullah Gaybî, tasavvuf sâhasında bilgi sâhibi olmak maksadıyla İstanbul’a gelerek Aksaraylı İbrahim Efendi’nin talebesi oldu. Hocasından dinlediklerini, kitabının birinci bölümünde topladı. Bu bölümde, insan-ı kâmil olmanın yolları gösteriliyor.
İkinci bölüm Biatname’de söz vermenin, ahde vefanın hakikatini araştırır.
Üçüncü bölüm Devre-i Arşiyye; Cenab-ı Allah’ın uluhiyet, gayb, görünmezlik ve bilinmezlik hâlinden bahsetmektedir. 
BÜYÜYEN AY YAYINLARI: 
İskenderpaşa Mahallesi, Kıztaşı Caddesi Nu: 13, Kat: 2 Fatih, İstanbul, Telefon ve Belgegeçer: 0.212-533 18 11
e-posta: [email protected]  www.buyuyenay.com.tr 

OSMANLI PİLOTLARININ İSTANBUL – KAHİRE – İSKENDERİYE SEYAHATİ


Önder Kocatürk, 1914 yılı Şubat-Mayıs arası dönemde Müslüman Türk pilotlarının gerçekleştirdiği İstanbul-Kahire-İskenderiye yolculuğunu anlatıyor. Yolculuk sâdece Osmanlı Devleti’nin değil, Türk-İslam târihinin de en önemli olaylarından biriidir. Havacılığın henüz başlangıç aşamasında olduğu bir dönemde, Fransızlardan sonra târihte ilk defa Müslüman Osmanlı pilotları hayatlarını fedâ etmek uğruna bu kadar uzun mesafeli bir yolculuğa çıkmışlardır. Seyahate başlangıçta 1914 Şubat ayında iki uçak ve her uçakta biri idareci, diğeri gözcü iki pilotla başlanmış, daha sonra Mart ayında yine aynı şekilde iki pilotlu üçüncü bir uçak yola çıkmıştır. Uçaklar güzergâhları boyunca birçok şehri ziyaret etmiş veya inmek mecburiyetinde kalmıştır. Seyahat esnasında Türk ve İslam târihinin ilk hava şehitleri verilmiştir.
16,5 X 23,6 santim ölçülerinde 220 sayfalık kitap 2013 yılında yayınlandı.
BOĞAZİÇİ YAYINLARI: Çatalçeşme Sokağı Nu: 44 Kat: 3 Cağaloğlu, İstanbul Telefon: 0.212-520 70 76 Belgegeçer: 0.212-526 09 77 www.bogaziciyayinlari.com.tr  e-posta: [email protected] 

KISA KISA… KISA KISA…


1-BERLİN CADDELERİNDEN NECİD ÇÖLLERİNE: İbrahim Öztürkçü / Etkileşim Yayınları                                                                       
2-YEŞİL KİRAZ: Gülten Dayıoğlu / Yapı Kredi Yayınları. 
3-ROMANDA MİSTİK EĞİLİMLER: Sema Noyan / Hece Yayınları. 
4-OSMANLI HÂKİMİYETİNDE ARAP TOPRAKLARI: Jane Hathaway’dan Çeviren: Gül Çağalı Güven. İş Bankası Kültür Yayınları.
5-İTALYAN RAPORLARINDA BALKAN SAVAŞLARI: Antonello Folco Biagini’den Çeviren: Sadriye Güneş / Tarihçi Kitabevi.

DERKENAR:


DİL MESELESİ


Bütün canlılar yalnızca yaşadıkları ânın bilincinde olabilirken insan, dünü ve yarını olan bir varlık olarak yaratılmıştır. Dünü ve yarını olma ise dille doğrudan ilgili bir durumdur. Yâni insan, dünü yarına diliyle taşıyabilir ve bu yüzden de târih sâhibidir. Dünü yarına taşımanın eksilmesi veya aksaması, bilinç zayıflığına ve hâfıza kaybına yol açar. Millet olarak yaşadığımız sıkıntıların çok büyük bir kısmının temelinde geçmişi bugüne yeterince taşıyamayışımız yatmaktadır. Burada elbette geçmişi gereğinden fazla yüceltmek, çokça rastlandığı gibi kutsamak veya geçmişe bağlanıp kalmaktan söz edilmemektedir. Türk aydınındaki hiç eksilmeyen ve her devirde görülen kimlik bunalımı ve problemin kaynağına işâret edilmeye çalışılmaktadır.
Kişilerin olduğu gibi milletlerin de bir kaderleri ve yeryüzünde yerine getirmek mecburiyetinde oldukları görevleri vardır.
Elbette insanlık târihini en çok etkileyen ve yönlendiren millet olarak Türklerin de bu buhran döneminde insanlık için yapması gereken şeyler vardır. Büyük milletlerin büyük meseleleri olacağı unutulmamalıdır. Büyük hedefleri olan milletlerin tâkip edeceği yol bellidir. Genç kuşaklarını büyük ideallerle yetiştiren milletler er veya geç o hedeflerine ulaşmıştır. Târihin yüklediği sorumluluklardan kaçan veya o sorumlulukların altında ezilen kişilerin çoğunlukta olduğu bir milletin büyüme ihtimali de insanlığa herhangi bir şekilde katkıda bulunma imkânı da olamaz.
Dil, kişi varlığının da millet varlığının da gerçekleşme, vücut bulma alanıdır. Bu alan büyük bir hassasiyet ve titizlikle geliştirilmeye çalışılmalıdır ki millet varlığını tehlikesizce sürdürebilsin. Dilin korunması eğitim organları, aile, basın-yayın, ibâdethâne, kışla ve benzeri kurumların, geliştirilmesi ve işlenmesi ise aydın ve sanatçıların görevidir.
Prof. Dr. VAHİT TÜRK: Türkçe Yazılar, Ankara 2014 Berikan Yayıncılık. s: 7,8