Kıbrıs’ta biraz da ekonomik krizin etkilediği malum çevreler; çareyi Rumlarla birleşip AB’ne katılmakta bulduklarını, sanki Rum tarafının sözcüleri imiş gibi açık açık ifade etmekten zaten hiç geri kalmıyorlardı. Sayın Akıncı’nın; New York ziyaretinde BM Genel Sekreteri Guterres ile görüştükten sonra, biraz da üstü kapalı yaptığı açıklaması ile maksadı aşan yorumlara kapıyı açık tuttu. Halbuki Başbakan Erhürman güvenoyu alındıktan sonra Ankara ziyaretinde, kalıcı bir barışın ancak siyasi eşitliğin üzerine bina edilebileceğini ve ayrıca Kıbrıslı Türklerin Akdeniz’deki hidrokarbon dahil Ada zenginlikleri konusunda karar verme iradesine sahip iki unsurdan biri olduklarını ifade etmişti. 

KKTC Hükümetinin bu kararlılığı içte ve dışta pek de anlaşılmamış gibi. Kıbrıs’ta malum çevreleri bir tarafa bıraksak da ne Rumlar ne de ABD dahil Avrupa sanki bu sese hiç kulak vermemiş, duymamış gibiler. Nitekim ABD, Akdeniz’in doğusundan bütün Ortadoğu beklentileri için Kıbrıs’a yerleşmenin yollarını aramaya başladı bile. ABD ve AB’nin asıl hedeflerinin de, Avrupa’nın doğalgaz kaynağının çeşitlenmesi yanında Rusya’nın Avrupa’ya doğalgaz ihracının kontrolünü ele geçirmek değil mi? 

Malumları Süveyş Kanalı’nın tıpası konumunda olan Kıbrıs Adası’nın bu yüksek stratejik değeri, son dönemde bölgede bulunan hidrokarbon kaynakları ile daha da artmış ve uluslararası politikanın önemli aktörlerini bölgeye çekmiş bulunmaktadır. Ve bu ortamda İngiliz üsleri nedeni ile ABD ve İngiltere’den başka Fransa ve Almanya da Baf Askeri Havaalanını kullanma imkanına sahip olmuşlar, Kıbrıs Rum Yönetiminin AB üyeliği de AB’ne Kıbrıs’ta mevcudiyet imkanı sağlamıştır. 

Ayrıca Uluslararası Deniz Hukuku Sözleşmesi çerçevesinde Doğu Akdeniz’in su altındaki kaynaklarını işletmek, deniz altından kablo ve petrol hattı geçirmek gibi hakların kullanımı için münhasır ekonomik bölge sınırları belirlenmeye başlamıştır. 

Uluslararası hukuka göre her ülke, kıyıdan itibaren 200 mil deniz alanını münhasır ekonomik bölge olarak ilan edip kullanmaktadır. Akdeniz gibi karşılıklı iki ülke arasının 400 milden az olduğu hallerde ilgili ülkeler arasında münhasır ekonomik bölge sınırları anlaşmalarla belirlenmektedir. 

GKRY’nin; Ürdün, İsrail ve Mısır arasında belirlenen münhasır ekonomik bölge sınırlarını Türkiye henüz kabul etmemiştir. Sınırların ilgili ülkelerin tamamı tarafından onaylanması, uluslararası hukukun icabıdır. Buna rağmen GKRY, Kıbrıs Adası güneyini parselleyerek doğalgaz araştırmaları için ruhsat da vermeye başlamıştır. GKRY’nin parsellediği, bu alanın özellikle güney batı ve doğu bölgesi, Türkiye’nin münhasır ekonomik bölgesi ile çalışmakta ve Türkiye bu alanda araştırmalara müdahale etmektedir. Son defa Rumlar Katar’ın da ortak olduğu bir Amerikan şirketi ile anlaşarak ABD’ni Türkiye’ye karşı kullanma yolunu seçmiştir. Ancak sorunun, doğalgaz bulunup çıkarıldıktan sonra nakil safhasında yeni bir boyut kazanacağı ortadadır. Zira Kıbrıs-Girit-Yunanistan-İtalya üzerinden boru hattı ile Doğu Akdeniz’den Avrupa’ya doğalgaz sevkinin ekonomik olmadığı, Kıbrıs’tan Türkiye ve Avrupa güzergahının daha ekonomik olduğu hesaplanmış bulunmaktadır. 

Suriye olayları yanında Doğu Akdeniz hidrokarbon kaynakları nedeni ile de alabildiğine ısınmış bir halde iken ufukta yeni bir görüşme sürecine gidilmektedir. Daha önce bu sütunlarda belirtmeme rağmen aşağıdaki hususları yeniden takdirlerinize sunuyorum. 

BM Genel Sekreterinin teşebbüsü ile yeniden başlayacak görüşme öncesi Sayın Akıncı’nın; bizzat Türkiye’yi ilgilendiren ve sadece Türkiye’nin yetkili olduğu anlaşmalarla Kıbrıs’ta TSK’nin varlığı ve Türkiye’nin güvenlik ihtiyaçları gibi konularda daha önceki tüm beyanlarını geri alarak, eski müzakere sürecini masadan kaldırıp, Ada’nın ve her türlü kaynağın kullanımı dahil tarafların eşit statüsü ve eşitliğine dayanan, iki kesimliliğin muhafaza edilmesini sağlayan bir federal yapının tesisi çağrısı yapmalı ve Kıbrıs Türklerinin uğradığı maddi ve manevi zararlarının tazminini ön şart olarak ileri sürmelidir. 

Maksat yeni bir nafile tur ise hiç başlamamak daha iyi değil mi?