Kıbrıs’ta devam eden müzakereler, Türkiye’nin önünde çözüm bekleyen önemli uluslararası konuların başında gelmektedir.

1950’li yıllardan beri Kıbrıs adasında süregelen anlaşmazlıkların en önemli nedeni Yunanistan, Rum ikilisinin adada kendi hâkimiyetlerini garantileyecek bir çözümün peşinde olmalarıdır.
1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyetini yerle bir eden bu ikiliye karşı; Kıbrıs Türk Halkı; atalarından yadigâr bu vatan toprağında yaşam mücadelesi vermiş; Türkiye bu mücadelede her zaman adada ki soydaşlarının yanında olmuş, uluslararası platformlarda elde etmiş olduğu yasal haklarını korumuş, daima adadaki barışlı savunan taraf olmuştur.

Türkiye, 1959-1960 yıllarında kabul edilen Londra ve Zürih Antlaşmalarına göre adanın yasal garantörüdür. 

Tıpkı, İngiltere ve Yunanistan’ın olduğu gibi

1955-1974 yılları arasında adada yaşayan Kıbrıs Türk’ünü ortadan kaldırmak, adayı Yunanistan’a bağlamak isteyen Rumlara karşı, Türkiye her defasında bu yasal Garantörlük hakkını kullanmıştır.

1968 yılından bugüne, adada çözüm/anlaşma adına devam eden müzakerelere bakıldığında; en başından beri, diğer iki garantör ülkenin, BM’in, 2004 yılından beri de; AB’nin hedefinde Türkiye’nin yasal garantörlük hakkını bir şekilde ortadan kaldırmak, sulandırmak ve böylece adanın Hıristiyan âleminin hâkimiyetine yol açacak bir çözüme ulaşmak vardır!

O nedenle 2017 yılının Ocak ayında yapılacak çoklu konferans Kıbrıs Türk Halkı için hayati öneme haizdir. 

Çünkü bu toplantı Kıbrıs Türk’ü için ya, Enosis’e (adanın Yunanistan’a bağlanması) giden yoldan önceki son çıkış olacak, ya da o yolun bir daha dönüşü olmayacaktır… 

Kıbrıs’ta 2008 yılından beri ‘’Birleşik Kıbrıs’’ adına yürütülen müzakerelerde; Rum tarafı ve Yunanistan önemli kazanımlar elde etmişler, bu kazanımlarını da her defasında BM-AB zemininde oynadıkları türlü oyunlarla kazanmışlardır.

Bugün müzakerelerin gelmiş olduğu nokta; hem Türkiye, hem de Kıbrıs Türk Halkı için oldukça kritiktir!

Türkiye’deki yönetimin, Kıbrıs Türk Halkını müzakere masasında temsil eden müzakerecilerin, bu önemli konuda vermiş olduğu pek çok taviz, 2017 yılında yapılacak görüşmeleri; ‘’uluslararası bir anlaşmaya mı, yoksa uluslararası bir kumpasa mı götürecektir?’’ göreceğiz…

Ancak şurası da unutulmamalıdır ki, 33 yıldan beri dimdik ayakta duran K.K.T.C devleti; Türkiye’nin ve Kıbrıs Türk Halkının BM ve AB ekseninde en önemli gücüdür, psikolojik direnme hattıdır.

Kıbrıs konusu, Türkiye’nin varlığı ve toprak bütünlüğü kadar önemlidir. 

2017 yılında Türkiye’nin garantörlüğü konusunda verilecek en ufak bir taviz, bu direncin kırılmasını ortaya çıkaracaktır!

Bu önemli konuyla ilgili ortaya konulan çözüm modelleri de tamamen bir aldatmadan ibarettir! Çünkü en nihayetinde ‘garantörlük’ gibi çok önemli bir konuyu müzakere masasına getirmeyi başaran Rumların: 

AB’ye ‘’yarı buçuğu’’ üye olan Kıbrıs’ın bu birliğin korumasındadır diyerek, Türkiye’nin bundan böyle garantörlük hakkının olamayacağını savunması da; bu aldatmanın en çarpıcı kanıtıdır. 

Adada olası bir anlaşmazlık, bir çatışma çıktığında; AB hangi ordusuyla, silah gücüyle adada barışı sağlayacaktır? 

Bu önemli konuyu Rum ağzıyla savunan diğer ülkelerin, böylesi bir durumda ortaya koyacakları gizli bir ajandaları mı vardır? 

Onun için mi, A.B.D, Fransa, İngiltere v.d birlik üyeleri ve hatta İsrail, adada türlü oyunların içindedir? 

9 Ocak 2017’de başlayacak çoklu müzakerelerde; Türkiye, garantörlük hakkının sadece adanın kuzeyi ile sınırlasa, bunu da belli bir süreyi kapsayacak şekilde kabul etse; böylesi bir tercih, Türk Milletince, Kıbrıs Türk halkınca kabul edilecek midir? 

T.B.M.M.’de, kabul edilmiş haliyle duran Kıbrıs konusunun kırmızıçizgileri hala geçerli değil midir?

Hele, hele birkaç ay önce Rum hükümetince R.M.M. ordusuna binlerce milis alınmışken (maliyeti 50 milyon Euro), adanın güneyinde yaşanan ekonomik krize rağmen yılda 300 milyon Euro para, silahlanma için harcanırken; Türkiye’nin garantörlük sıfatı son bulduğunda, Kıbrıs Türk’ünün adadaki yaşam hakkını kim garanti edecektir?

Adanın güneyinde 800 bin civarında Rum yaşamaktadır ama küçümsenmemelidir! Çünkü bu küçük ada parçasında başta Yunanistan’ın, tüm batı dünyasının/Hıristiyan âleminin çıkar ilişkileri, menfaatleri vardır, bu büyük güç her zaman olduğu gibi Rumların arkasındadır…

Aslında İslam âlemi ile Hıristiyan âleminin bir güç çatışmasının yaşandığı bu stratejik ada parçasında bizim üzerimizde oynanan oyunun hedefinde; Türkiye’nin içinde bulunduğu sıkıntıların fırsat bilinerek, bu önemli konuda bizi bıktırmak; garantörlük hakkımızı sonlandırmak, en nihayetinde adayı çeke, çeke elimizden alınması vardır.

Şurası da unutulmamalıdır ki!

1974 yılında olduğu gibi benzer bir durum adada yaşandığında; garantörlük hakkı sulandırılan/ elinden alınan Türkiye’nin; o dönemde olduğu gibi adaya müdahale etmesi, orada yaşayan Kıbrıs Türk’üne yardıma koşması, elde edilmiş tarihi ve hukuki haklarımızın savunulması, o kadar kolay ve hatta hiç olamayacaktır.

Türkiye’nin halen devam eden garantörlük hakkı, AB’nin şu anda birincil hukukudur. 2017 yılında olası bir çözüm metnine girecek hiçbir maddeyi Rum tarafı AB’nin birincil hukuku olarak kabul etmemektedir!

Pekiyi, böylesi bir dayatma müzakere masasında sırf çözüme ulaşılsın denerek kabul edilecek olursa, kurulacak yeni devlet yapısında Rum tarafı ilerleyen süreçte adadaki yaşamı tamamen kendi kontrolü altına almayacak mıdır? Rumlar, 1960’da kurulan Kıbrıs Cumhuriyetini de bu amaçla yıkmamış mıdır?

G.K.R.Y.’nin şu anda müzakere masasında ortaya koydukları toprak talebi; K.K.T.C.’nin sınırları içinde kalan toprakların %20’sidir, ayrıca Kıbrıs Türk’ünün kontrolünde olan sahil zenginliklerini de istemektedirler..! Bu topraklara Rumlar yerleştiğinde buralarda yaşayan Kıbrıs Türkleri nereye gidecektir?

Hedeflenen ‘Birleşik Kıbrıs’’ Cumhuriyeti kurulduğunda, Kıbrıs Türkünün yaşayacağı topraklarda da Rumların yerleşme hakkı olduğundan; ada nüfusunun 4 Rum’a karşı 1 Türk var olacağı esasından yola çıkarsak; adada hâkimiyet tamamen Rumlara geçecek, zaten olası bir anlaşmada Kıbrıs Türk’üne azınlık haklarından bir fazlasını dahi verme taraftarı olmayan Rumlar, en sonunda adanın tek hâkimi olacaklardır…

Kıbrıs Türk Halkı, Kıbrıs konusunun mağdur tarafıdır. Türkler 1974 öncesi yollardan alındılar, vuruldular mezarlara gömüldüler. 

Kıbrıs Türkünün bu acılar karşısında sesi çıkmamış, çıkanlar ise; duyulmamıştır! Dünya da bunu görmek istemez. 1963’de Rum mezaliminden kaçarak sadece canını kurtarabilen Kıbrıs Türk’ünün adanın güneyinde kalan arazileri, malı, mülkü ne olacaktır? Bu da net değildir!

Kıbrıs Türk tarafının müzakerecileri, güvenlik ve garantiler dışında tüm olayların netleştiğini söylemektedir!

Ama netleşen konular hakkında ne halk, ne de K.K.T.C Meclisi, hiçbir şey bilmemektedir. Tam bir gizlilik uygulanmaktadır..! 

Ancak Rum tarafı yürütülen müzakereler içeriğini günü, gününe öğrenebilmektedir. Neden? 

1960 Garanti ve İttifak Antlaşmaları, Türk Askerinin adadaki meşru varlığı, caydırıcı gücü, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz'de barış ve istikrarın temel unsurudur.

Müzakere masasında T.C. ve K.K.T.C. 'nin stratejik güvenliğinin bu en vazgeçilmez temel taşları, ulusal güvenliğimizin bu en temel unsurları, tartışmaya açılmıştır.

Böylesi bir teslimiyet, tarihi boyutlarda vahim  bir hata olmuştur. Yarım asırdan beri bizlere sürekli saldıran Rum- Yunan kanadının sözde  "güvenlik kaygılarının" dış politik önceliklerimiz arasına taşınması oldukça anlamlıdır!

Güvenlik; bir milletin olmazsa olmazıdır. Ama ne yazık ki, bu konu müzakere masasına getirilerek,

Türkiye'nin etkin ve fiili garantileri yanında, K.K.T.C’nin coğrafi güvenliğini de, bütünlüğünü de tamamen ortadan kaldırabilecek bir sürecin önü açılmıştır!

2017’nin Ocak ayında Cenevre’de başlayacak Kıbrıs müzakereleri öncesinde; Kıbrıs’ta İki kesimli bir çözümü yerle bir eden, Rumlara, bireysel mülkiyet başvuru hakkını tanıyan ilkelere onay verilmiş, K.K.T.C. tapuları, KKTC deki mülkiyet kavramı bütünüyle tartışmalı hale sokulmuştur!

AB normları ve AB temel özgürlüklerinin uygulanması ile bu birliğe üye olmayan Kıbrıs Türkünün fiziki varlığını ve güvenliğini yerle bir edecek bir sürece ne yazık ki yeşil ışık yakılmıştır!

Rumlara tanınan serbest dolaşım yetmiyormuş gibi; serbest yerleşim, serbest iş kurma ve serbest ikamet hakkı kriterlerinin uygulanmasıyla; Kıbrıs Türk Halkı, kendi devletinde ilelebet sayısal  ve siyasal  bir azınlığa mahkûm edilecektir. 

Çözümle birlikte, çoğunluğun tahakkümüne ve eşitlik yerine eşitsizliğe dayalı federal bir çözüm aldatmacası, esas itibariyle  çoğunluğa dayalı üniter bir devlet modelinin temelleri maalesef atılmış olacaktır…
Bu günkü dünya koşullarında K.K.T.C. sınırlarının fiziki ve askeri güvenliği, kara, hava, deniz sahası güvenliği, fır hattı güvenliği, demografik güvenliği, polis, istihbarat ve asayiş güvenliği, haberleşme, ulaşım ve iletişim güvenliği, her türlü ekonomik ve sosyal refah güvenliği, sağlık ve milli eğitim güvenliği büyük önem kazanmıştır.

Kıbrıs Türk Halkının adadaki varlığı, egemenliği ve özgürlüğünün bu temel parametreleri, yarım asırdır Kıbrıs Türkünü dünya sahnesinden, tarih ve coğrafyadan silmek üzere amansız bir siyasal ve ekonomik baskı ve kuşatma uygulayan Rum- Yunan ikilisinin insaf ve icazetine asla terk edilemez..!

Bu gün masada olan çözüm süreci; Kıbrıs Türk Halkının özgürlük, eşitlik ve güvenlik parametrelerini tamamen ortadan kaldırmaktadır. 

Her ne pahasına olursa olsun, bir an önce  çözüme ulaşılması gayretleri, müzakere sürecindeki pazarlık gücümüze büyük bir darbe indirmiş, örneği görülmemiş aşırı Rum- Yunan taleplerinin uluslararası gündeme yerleşmesine yol açmıştır..! 

Siyasal eşitlik denerek, Kıbrıs Türkünün arasına 60-90 bin Rum’un yerleşmesine, zaman içinde iç vatandaşlık hakları ve Rum çapraz oy hakkı ile kuzeyde oluşacak yüzde 40’ın üzerinde blok bir Rum siyasal iradesine; K.K.T.C.’nin  bağımsızlığı, özgürlüğü tutsak edilemez…

Kıbrıs Türkünün özgür iradesini yerle bir eden, K.K.T.C. de mutlak bir Rum egemenliğine kapıları ardına kadar açan bu düzenlemeye hangi vicdanla evet denebilir?

İşte tam bu noktada söylenebilecek tek şey kalmıştır:

Böylesi bir sürece yol açarak; K.K.T.C’nin yanında, Anavatan Türkiye'nin Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’deki stratejik varlığını ve güvenliğini tehdit eden, hatta ortadan kaldırmayı hedefleyen bir görüşme sürecine taraf olan; 

K.K.T.C Cumhurbaşkanı Sn. Akıncı: 

Ya bu ağır bedellerin oluşmaması için geç kalmadan anayasal yeminine sahip çıkmalı, ya da Cenevre zirvesi öncesi gereğini yerine getirmelidir..!

9-11 Ocak 2017 tarihinde Cenevre’de yapılacak çoklu görüşmelerde her ne yaşanırsa yaşansın; Tarihe yazılı gerçekler, Kıbrıs Türk Halkının adadaki yaşam hakkının, Rum tarafına teslim edilmesine asla izin vermeyecektir.