“Kurtlar sofrasında diplomasinin kurallarını kurtlar koyar. Kuzular değil..!’’

Balkanlarda son dönemde Yugoslavya’nın parçalanmasından sonra,  emperyalist çıkarları doğrultusunda, BM kararları ile bu bölgede bağımsız devletlerin kuruluşunu destekleyen ve adeta bu devletlerin arkasındaki güç olan A.B.D; bunun son örneğini Kosova’nın bağımsızlığının tanınması sırasında göstermişti..!
 Ortadoğu’da ve Balkanlar’da, yıllardan beri aralarında sorunlar yaşayan halkların bağımsızlıkları ile taçlandırılan kendi devletlerini kurmaları; başta A.B.D olmak üzere, neredeyse tüm dünya ülkeleri tarafından kabul edilerek, benzeri sorunları yaşayan halklar bu çözüm modeline özendirilmektedir!
  Ama bir şartla! Bu devletlerin kuruluşunda ve yaşamsal geleceklerinde Amerika’nın seçtirdiği kukla yönetimlerin ve yönetimsel ağırlığının bulunması kaydıyla!
 Çünkü ‘Amerikan İmparatorluğunun’ yaşayabilmesi, dünyadaki ama özellikle Ortadoğu’daki etkinliği ancak bu şekilde sağlanabilecektir.
 Son dönemde Ortadoğu’da, A.B.D’nin BOP projesine uygun olarak, ’Arap Baharı’ adı altında başlattığı tüm operasyonların, yaşattığı tüm acıların, yaşanan insanlık dramlarının ardında da bu gerçek vardır!
 Ya, Kıbrıs adasında süregelen sorun yarım asırdan beri neden çözülmez? Kıbrıs sorununun çözümü için neden adada çözüm için bağımsız iki devletli yapı desteklenmez?
  Bu nedenlerin başında, yıllardan beri Rum-Yunan ikilisinin adayı ilhak etmek istemeleri, yani ‘’ Enosis ‘’ vardır…
  Diğer önemli bir neden ise; yıllardan beri başta Amerika olmak üzere, BM’ye üye olan ülkelerin, son dönemde AB’ye üye ülkelerin Kıbrıs’ta ki stratejik menfaatleri ve vazgeçilmez çıkarları nedeniyle adada çeşitli Bizans oyunlarının tezgâhlanması ve uygulamaya konulmasıdır! (Son dönemde bu Bizans oyunlarına verilebilecek en önemli örnek, Annan Planının Kıbrıs Türk Halkına adeta dayatılarak kabul ettirilmesidir…)
 Bu kısa analizimin ardından; uluslararası camianın stratejik menfaatleri doğrultusunda, Kıbrıs’ta bağımsız iki ayrı devlet yapısını istememelerinin diğer nedenlerini şöyle sıralayabiliriz:
  Birinci neden: Kıbrıs adasını kontrolü altında bulunduran devletin, Orta doğunun zengin petrol yatakları ile enerji hatlarını kolayca kontrol altında bulundurabilmesi, Akdeniz ve Avrasya platosunda güç üstünlüğüne ulaşılabilmesi gibi adada ki müşterek menfaatleri nedeniyle, başta A.B.D olmak üzere, ne İngiltere, ne Rusya, ne de son dönemde özellikle AB ülkeleri ve İsrail, adada müstakil yapılı iki ayrı devletin kurulmasına izin vermezler! (Adada her dönemde bulunan İngiliz üsleri bu tespitimin en çarpıcı örneğidir…)
  İkinci neden: Kıbrıs adasının etrafını çevreleyen karasularında ve münhasır alanlarda zengin petrol ve doğal gaz yataklarının varlığıdır… Böylesine zengin enerji kaynaklarının bulunduğu bir ada parçasında, özellikle ‘Arap baharı’ adı altında orta doğuda emperyalizmin en vahşi uygulamalarını gerçekleştiren, başta Amerika olmak üzere bu ülkenin her yaptırımını destekleyen bilinen devletler; tabii ki, Kıbrıs’ta müstakil iki ayrı devletin kuruluşuna müsaade etmezler…
  Üçüncü neden ise: Tarihsel hesaplaşma adına uygulanmak istenen senaryodur ki, bunun tarih içerisinde önemli örneklerini vermek de mümkündür. Nedir bu? Kıbrıs adasında İslamiyet'in temsilcisi bir halk, bu halkın kurduğu bir devlet ve onu temsil eden askeri bir güç asla olmamalıdır! İşte onun için adada, bağımsız bir Kıbrıs Türk Devletinin kurulmasına asla izin vermezler…
  Yukarıda sıralamış olduğum nedenlerin yanı sıra, Rum tarafının çözüm için ön gördüğü, ‘tek devlet, tek millet ve tek egemenlik’ ısrarını da göz önüne aldığımızda:
 Kıbrıs Türk’ünün müstakil bir devlet yapısı içerisindeki yaşam tercihinin ortadan kaldırılabilmesi için Rum-Yunan ikilisinin elinden gelen her türlü uluslararası oyunu oynamak önceliği, bu adada hep olacaktır!
 Türkiye’de ülke yönetimini elinde bulunduranlar ve özellikle 2008 Mayısından sonra, çözümü ‘Birleşik Kıbrıs’ta’ görerek, müzakereler sürecini yürütenler; bu süreçte, neredeyse en haklı olduğumuz Kıbrıs konusunun/adasının elimizden kayıp gitmesi gibi bir sonuçla karşı, karşıya kalınmasına neden olmuşlardır!
 Kıbrıs’ta 24 Nisan 2004 tarihinde Kıbrıs Türk Halkının onayına sunulan ve %65 oyla kabul edilen ’Annan Tuzak Planı’ dönemi öncesinde ve sonrasında adada yaşananlar, Kıbrıs Türk’üne verilip de tutulmayan sözler, gerçekleşmeyen vaatler unutulmuş değildir! Tarih sayfaları, bu süreçte yaşananları, bu süreci yaşatanları asla unutmayacaktır!
Türkiye’nin AB ile başlatılan görüşmeler sürecinde hiçbir şekilde müzakere konusu olmaması gereken Kıbrıs sorununu, bu konuda bu güne kadar elde ettiğimiz tüm kazanımları görüşmekten çekinmeyen bir yönetim tarzının tercihi ile Kıbrıs adası; neredeyse elimizden çeke, çeke alınma tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır!
 Kıbrıs milli davamızda ( bu davaya millilik vasfını Yüce Türk Milleti vermiştir.) her türlü tavizi vererek bugün gelinen noktada; iyimserliklerle yeni bir süreç başlamıştır diyenlerin, bu çıkmaz sokaktan kurtulmanın çarelerini arar gibi görünenlerin, aslında aradıkları hiçbir şey de yoktur!
 BM zemininde 1968’den beri devam eden taraflar arası müzakerelerden bu güne kadar nasıl ki, herhangi bir sonuç çıkmamış ise; Rum yönetimi lideri Anastisiadis ile K.K.T.C’nin yeni Cumhurbaşkanı Sn. Akıncı ikilisinin 15 Mayıs 2015’te yeniden başlattıkları müzakere sürecinden de bir sonuç alınabilmesi pek mümkün görünmemektedir!
 Çünkü bu yeni süreç daha başlamadan önce Rum tarafını temsil eden müzakerecisinin ve sözcüsünün; AB’ye üye olan ‘sözde Kıbrıs Cumhuriyetinde’ Türkiye’nin Garantörlük hakkının olamayacağını, Türk askerinin adadan çıkması gerektiğini ilk şart olarak öne sürmesi; ortaklık hükümetinin kurulmasının ‘Sözde Kıbrıs Cumhuriyetinin’ devamına yönelik uygulamaların hayata geçirileceği intibaının yaratılması, bu yönde GYÖ’lerin (güven yükseltici önlemler) alınması, Yunanistan’ın adada ki garantörlük hakkından vazgeçeceğini açıklaması, Rum tarafının AB Birincil hukukunun adada uygulanmasını istememesi, ABD ve AB’nin bu yeni süreçte etkin bir şekilde rol almak istemesi, adanın çevresinde ki münhasır bölgelerde tespit edilen zengin hidrokarbon yataklarının kontrolüne, Ortadoğu’nun petrol havzasının kullanımına yönelik stratejik hamleleri:
 Kıbrıs’ta yeniden başlayan müzakerelerde Türkiye’ye ve K.K.T.C’ye karşı kurulmak istenen yeni bir kumpasın/Bizans oyununun ilk işaretleridir.
Günümüzde bu gerçekler ortada dururken; BM zemininde çözüm aramak, AB’yi daha güçlü bir şekilde konuya dâhil ederek pazarlıklar yapmak, Rum-Yunan ikilisinden sonuç beklemek mümkün müdür?
 Özellikle adada ki Garantörlük hakkından vazgeçmeyeceği ısrarını sürdüren Türkiye’nin ve Cumhurbaşkanın daha iki gün önce yinelenen bu beyanı ortadayken, Rum-Yunan ve AB üçlüsünün ‘Türkiye’nin Garantörlüğü’ kabul edilemez dayatması nasıl aşılacaktır?
 Müzakerelerin en hassas konusu olan ‘Toprak ve Mülkiyet’ başlıkları gündeme geldiğinde; güneyden gelecek olan Rumlar, eski evlerine yerleştirildiğinde, Kıbrıs Türk Halkı; yeniden bir göç dalgası mı yaşayacaktır, bu önemli sorun nasıl aşılacaktır?
Kıbrıs’ta kim hangi müzakere sürecini yönetirse yönetsin, hangi çözüm modelini dayatılırsa dayatılsın! Türk Milletinin ve Kıbrıs Türk Halkının en haklı olduğu bu milli davamızda artık yol ayrımına gelinmiştir.
Yarım asırdan beri çözümü kovalayan ve çözüm adına haklı olduğu konularda dahi taviz veren/vermeye hazır olan Türkiye’nin, bu barışçıl çabalarını dikkate almayanlar ile artık bu süreç devam ettirilmemelidir.
 Türkiye’nin ‘çözüm adına Rumlardan daima bir adım önde olacağız’ politikası; Kıbrıs konusunu yıllardan beri çıkmaza sokanlara hiçbir şey ifade etmemiştir, etmeyecektir!
 Önümüzdeki müzakereler sürecinde; Kıbrıs konusunun kalıcı bir çözüme ulaşabilmesi için bizim ısrarla savunacağımız iki tercihimiz olmalıdır/kalmıştır…
 Birinci tercihimiz: Adada eşit statüde (egemenlikte yetkilerini kendilerinin kullanacağı) iki devletin katılımıyla yeni bir ortaklık devletinin kurulması, Kıbrıs Türk Halkının bu statüsü için Türkiye’nin fiili ve etkin garantörlüğü ve varılacak antlaşmanın AB’nin birincil hukuku olmasıdır. Böylesi bir çözüm, Kıbrıs Türk Halkının milli iradesini de yansıtmış olacaktır.
 Bu çözüm modeli de kabul edilmez ise:
 Son tercihimiz: Anavatan Türkiye’nin; dünya kamuoyuna seslenerek, K.K.T.C devletinin bağımsız bir devlet olarak tanınması yönünde bir çağrıda bulunması olmalıdır.
Yapılacak olan bu çağrı; aslında adanın yarı buçuğunu yöneten ve çözüm adına yıllardır hiçbir şey yapmayan Rum – Yunan ikilisinin, bu konuyu kendi menfaatleri için yönlendirenlerin uluslararası aktörlerinde anlayacakları/anlayabileceği tek lisandır.
 Yeter ki, Türkiye ve K.K.T.C’nin devlet yetkilileri; bu çözüm modelini kamuoyunun önüne getirerek, güçlü bir şekilde savunsunlar.
 Çünkü Kıbrıs adasında kalıcı bir çözüm sağlanacak ise ancak bu iki tercihten birisi ile sağlanabilecektir.
 Kaldı ki; Türkiye’nin bölgedeki stratejik konumu, askeri gücü, güçlü ekonomik yapısı ve genç nüfusu; ‘O Gazi Toprakların’ türbedarlığını yapan Kıbrıs Türk Halkının vatan topraklarına ve anavatanına olan bağlılığı, 33 yıldan beri dimdik ayakta duran K.K.T.C devleti, Kıbrıs konusunda böylesine bir çözümü destekleyecek ve uluslararası platformda savunacak en önemli ve güçlü niteliklerimizdir.