Kıbrıs’ta Türk ve Rum liderleri arasında, önce Toplumlararası görüşmeler olarak, daha sonra da BM Genel Sekreterinin gözetiminde yapılan görüşmeler bilindiği gibi 48 yıldır devam ediyor. 

Kıbrıs Barış Harekâtı’na kadar bu görüşmelerde, rafa kaldırılan anayasa ile ilgili sorunlar ele alınıyordu ise de Rumların esas amacı malumları, Türk’lere 1960 Antlaşmaları ile tanınan hakları ortadan kaldırmak, Türk Toplumunu basit bir azınlık statüsünde tutarak Enosis’i gerçekleştirmek olduğundan, en küçük bir ilerleme bile kaydedilemiyordu. 

Mağdur olanlar Türk’lerdi ve anayasal hakların iadesi için BM dahil hiç kimse ilgilenmiyordu. 

Kıbrıs Barış Harekâtı ile elimiz güçlenince Rumlar, Denktaş ile Nüfus Mübadelesi Anlaşmasını imzaladılar. Bu antlaşmaya göre isteyen Rumlar güneye, Türkler de kuzeye göç ettiler. 

Akabinde BM Genel Sekreteri ilginçtir, 1974 öncesi hiç ilgilenmediği görüşmelere katkı vererek Denktaş’la Makarios arasında Zirve Anlaşması yapılmasını sağladı.    

Daha sonraları da ABD ve AB’nin desteği ile Güney Kıbrıs AB’ne alınarak adeta ödüllendirildi, KKTC ise ambargo kıskacına alındı. Ve tabii BM’de de Kıbrıs’ta Rum istekleri doğrultusunda çözüm arayışları devam etti. 

Bütün bu görüşmelerde Rumların amacı hiç değişmemişti. Hedef; Türk toplumunun bütün kazanımlarını ellerinden alarak basit bir azınlık statüsüne getirmek ve Enosis’i gerçekleştirmekti. 

Pek çok çalışma ve plan yapıldı, anlaşma sağlanamadı. 

2004 yılında, Rum tezleri doğrultusunda Birleşmiş Milletlerce hazırlanan ANNAN PLANI ABD’nin baskısı ile Kıbrıs’ta Türk ve Rumların onayına sunuldu. ABD ve AB’nin vaat ve baskıları ile Kıbrıs Türk’leri planı kabul etti, Rumlar reddetti. TC de bu safhada planın kabulü için Kıbrıs Türklerine baskı yapmıştı. 

Bilahare görüşmeler yine devam etti. Artık bıkkınlık gelmişken, Kıbrıs açıklarında bulunan doğalgaz yatakları çözüm için ABD ve AB’ni yeniden harekete geçirdi. Kıbrıs’ın bilinen jeopolitik değeri ekonomik beklentilerle alabildiğine yükselmişti. 

Ve görüşmeler hala devam ediyor. 

Geçtiğimiz günlerde KKTC lideri Akıncı ile GKRY lideri Anastasiadis, New York’ta BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon’la bir araya geldiler. 

Görüşme öncesi yapılan açıklamalardan, hiç de kabule şayan olmayan konuların, Sayın Akıncı tarafından kabul edildiği veya kabul aşamasında olduğuna dair bilgiler gelmeye başladı. 

GKRY, Türkler Annan Planını kabul ettiği için daha fazla toprağın alınacağı beklentisi içindeler. Basına intikal ettiğine göre Sayın Akıncı Rum isteklerinden sadece Güzelyurt’un verilmeyeceğini ifade ediyor. Bu ifade diğer istenen yerlerin verileceği anlamına mı geliyor? Sayın Cumhurbaşkanı herhalde bu anlayışı kısa zamanda düzeltecektir. 

Malumları soydaşlarımızın güvenliği 1960 Antlaşmalarına göre TC’nin garantisi altındadır. Rumlar ise Uluslararası kuruluşların garantisi peşindedir. Biz asla bu tür garantilerin yeterli olmayacağını anlamamış gibiyiz. Oysa 1974’te Ada yangın yeri gibiydi, 1974’ten bu yana barış ve huzur var. Yeni arayışların ne kadar mesnetsiz olduğu, 15 Temmuz’un ardından eski bir Rum milletvekili Hristos Rotsas’ın, Türkiye’nin en zayıf anını kaçırdıklarına hayıflandıklarını açıklamasından belli değil mi? 

Ayrıca KKTC Cumhurbaşkanlığı sözcüsünün bir açıklamasına göre; Türk nüfusunun 220 bin, Rum nüfusunun 802 bin (1’e 4 oranı) olacağı konusunda anlaşılmış. Halen KKTC’nin nüfusu 320 bin. Bu oranı tutturmak için Türk nüfusu herhalde 100 bin azaltılacak. Oranı bozacak doğumlar ne olacak ve dünyada böyle bir model var mı acaba? 21’nci yüzyılda Kıbrıs’ta insan hakları anlayışı bu mu olmalı? 

Ve gelen bilgiler arasında Sayın Akıncı’nın; mülkiyet sorunu hakkında takas, tazminat ve iade önerdiği basında yer aldı. Rumlar ise kuzeyde kalan tüm mülklere dönüş hakkı istiyormuş. Halbuki Rumlar, 2 Ağustos 1975’te Denktaş ile Makarios arasında yapılan Nüfus Mübadele Anlaşmasına göre ve kendi arzuları ile kuzey’den güney’e göç ettiler ve Güney’deki Türk mallarını paylaştılar. Sayın Akıncı’nın teklifine gelince takas, göçle beraber zaten bir ölçüde gerçekleşmişti. İade ise topraklarınızı vermenin kılıfı değil mi? Tazminat da ayrı bir konu. Tazminatın sadece kuzeyde ve güneyde bırakılan arazilerin değerleri ile sınırlandırılmasını bir türlü anlayamıyoruz. Zira 1955 yılından itibaren göçe zorlanan, Kanlı Noel’den sonra da Ada’nın %3’ü kadar bir alana hapsedilen Kıbrıs Türkü’nün malını mülkünü gasp edip 16 Ağustos 1974’e kadar kullanan Rumların Türk toplumuna verdiği zararların ve Kıbrıs Barış Harekâtı’nın savaş giderlerinin tazminat kapsamına alınması gerekmiyor mu? 

Yine anlaşıldığına göre Rumlar; Türkiye’den göç eden ve 40 yıldır KKTC vatandaşı olan 100 bin civarında Türk’ün Kıbrıs’tan çıkarılmasını, 160 bin kadar Rum’un kuzeye yerleştirilmesini ısrarla talep etmektedirler. 40 yıldır Ada’yı vatan bilip yerleşen, ekonomiye katkıda bulunan, Kıbrıs’ta doğup büyüyen ve askerliğini bile yapan bu vatandaşlarını KKTC nasıl Ada’dan çıkaracak? Ve O’nların da oyu ile seçilenler, O’nların olası referandumda oy kullanmasını nasıl engelleyecekler? Bu durum hakla hukukla izah edilebilir mi? 

Bunlardan başka TC’nin henüz üye olmadığı AB içinde Kıbrıs Türkleri, kurulacak devlet içindeki statülerini acaba muhafaza edebilecekler mi? Kıbrıs Cumhuriyeti ancak üç yıl yaşamıştı. Soydaşlarımızın bu yeni tuzağı zamanında fark etmeleri gerekmez mi? 

Toprak ve güvenlik konularının uluslararası bir konferansta ele alınacağını belirterek Kıbrıs’ta özlenen barışın koşullarını sağlayacaklarını ifade eden Sayın Akıncı’nın bu açıklamaları üzerinden çok geçmeden Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın Lozan’la ilgili ifadelerine Yunanistan’dan hemen tepki geldi. Yunanistan Lozan ve diğer uluslararası hukuka dayalı anlaşmaların uygar dünyanın gerçeği olduğunu, hiç kimsenin bunu inkar edemeyeceğini açıkladı ve Sayın Erdoğan’ın açıklamasını Kıbrıs’ta çözüm süreci ile irtibatlandırdı. 

Tabii Sayın Cumhurbaşkanının bu açıklamasının, biz de öncelikle Kıbrıs çözümüne yön vermek şeklinde okunması kanaatindeyiz. Ve Sayın Cumhurbaşkanına bir Kıbrıs Gazisi ve sevdalısı olarak şükranlarımızı sunarız. 

Dileriz KKTC’de de yeni anlayışlara vesile olur.