1. Dünya Kıbrıs Türkleri Kongresi’ne Büyükelçi (E) Tugay ULUÇEVİK Tarafından Sunulan Tebliğ 12-13 Kasım 2010 Girne - KKTC Kongre’nin Seçkin Üyeleri, I. Dünya Kıbrıs Türkleri Kongresi’ne katılma ayrıcalığına sahip olmanın müstesna mutluluğunu ve onurunu yaşıyorum. Tebliğimi bu duygular içinde sunuyorum. Kongre’nin, Kıbrıs Türk Halkının kendi bağımsız Devleti’ni kurma iradesini kararlı biçimde açıkladığı tarihî günlerin 27. yıldönümüne tesadüf etmesi büyük önem ve anlam taşımaktadır. 27 yıl önce Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni (KKTC) bağımsız ve egemen bir Devlet olarak kurma yönünde Kıbrıs Türk Halkı tarafından açıklanan güçlü iradenin, bu defa, KKTC’ni Ada’da kalıcı barışın ve gerçekçi çözümün iki temel taşından ve kurucu unsurundan biri olarak koruma ve yaşatma azim ve iradesi şeklinde Kongre vasıtasıyla dünyaya yansıtılacağına inanıyorum. Böyle bir sonucun, Kongre’nin “Kıbrıs müzakere sürecinin içinde bulunduğu kritik aşamada, uluslararası camiaya güçlü mesaj vermek” şeklinde tarif edilen amacına da uygun düşeceğini düşünüyorum. KKTC halkının Cumhuriyet Bayramını kutluyor, KKTC’nin mutlu ve şerefli yıldönümlerini daha nice yıllar idrak etmelerini diliyorum. Kongre’yi işbirliği halinde gerçekleştirdikleri için KKTC Dışişleri Bakanlığını ve Kıbrıs Türk Koordinasyon Konseyi’ni tebrik ediyorum. Bu cümleden olmak üzere, Tertip Komitesi Başkanı değerli dostum Dışişleri eski Bakanı Sayın Vedat ÇELİK Beyefendi’nin Kongre’nin düzenlenmesindeki öncü rolünü ve değerli katkılarını özellikle kaydetmek istiyorum. I. GİRİŞ 1. Tebliğimin konu başlığını “Kıbrıs ve Gerçekler” olarak saptamış bulunuyorum. Çünkü, sadece Kıbrıs sorununun değil, herhangi bir uluslararası sorunun çözümüne katkıda bulunabilmek veya neden çözülemediğini anlayabilmek için ilgili soruna ait gerçekleri, temel olguları iyi bilmek gereklidir. Başka bir ifadeyle “gerçekler” kelimesi ve kavramı Kıbrıs sorunun çözümünün âdeta şifresi ve “çözümsüzlüğün” sebeplerinin izahının da dayanağı niteliğindedir. 2. Kıbrıs sorununa çözüm bulmak amacıyla Kıbrıs’taki iki Taraf arasında 1968’den bu yana gerçekleştirilmiş olan müzakereler, Türk Tarafı’nın Ada’da var olan somut gerçeklere ve sorunun ortaya çıkmasının gerçek sebeplerine dayalı tezleriyle, Rum - Yunan Tarafı’nın varsayımlardan oluşan iddialarının çatışması şeklinde süregelmiştir. 3. Kıbrıs Türk Tarafı’nın ve Türkiye’nin, özellikle, 1974’den sonraki dönemde Kıbrıs sorununa ilişkin politikalarının temel kavramını “Ada’daki Gerçekler” oluşturmuştur. Bu husus 15 Kasım 1983 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra daha belirgin hale gelmiştir. Kıbrıs sorununun çözümünün “Ada’daki gerçekler temelinde” sağlanması hedefi bakımından KKTC ile Türkiye arasında tam bir görüş ve söylem birliği olmasının önemini izah etmeğe lüzum yoktur. 4. KKTC’de iktidarda bulunan Ulusal Birlik Partisi’nin 2009 genel seçimlerine ilişkin seçim Bildirgesi’nde, “Ada’daki gerçekler” kavramına yer verilmiş ve Kıbrıs sorununun özellikle toprak veçhesi ele alınırken “Ada'daki gerçekler, iki halk, iki devlet olgusundan yola çıkılmalı iki kesimlilik prensibiyle güvenlik ve yaşayabilirlik kriterleri mutlaka gözetilmelidir” denilmiştir. 5. KKTC’de 19 Nisan 2009 yapılan seçimlerden sonra kurulan VIII. Sayın Derviş EROĞLU Hükûmeti’nin programında da aynı kavrama ve görüşlere yer verilmiştir. 6. Başbakan Sayın Derviş EROĞLU KKTC’nin kuruluşunun 26. yıldönümü vesilesiyle yaptığı konuşmada Kıbrıs konusundaki müzakerelerin “bazı gerçekler ışığında” yürütülmesini istediklerini ifade etmiş ve “bu gerçekler, Ada’da iki ayrı egemen Devlet’in ve halkın var olduğudur” demiştir. 7. 17 Mayıs 2010 tarihinde işbaşına geçen Sayın İrsen KÜÇÜK Başkanlığındaki Hükûmeti’nin programında aynı görüş şu ifadelerle yer almaktadır: “Hükümetimiz, özellikle mülkiyet ve toprak konularının Ada’daki gerçeklerden yola çıkılarak, sulandırılmamış iki kesimlilik ilkesi, güvenlik ve yaşayabilirlik kriterleri gözetilerek sonuçlandırılması gerektiğine inanmaktadır.” 8. Türkiye Cumhuriyeti’nin Millî Güvenlik Kurulu (MGK) da 24 Nisan 2008 tarihinde yaptığı toplantıdan sonra yayınlanan Basın Bildirisi’nde, diğer hususlar meyanında, Kıbrıs sorununa ilişkin "çözümün Ada’daki gerçekler temelinde” olması gerektiğini açıklamıştır. MGK’nun Basın Bildirisi’nde, ayrıca, çözümün “iki ayrı halkın ve demokrasinin varlığına” dayanan; “iki kesimliliği, iki Tarafın   siyasî eşitliğini” koruyan; “Garanti ve İttifak Andlaşmalarının yürürlükte” kalmasını ve “iki Kurucu Devlet’in eşit statüde” olmasını sağlayan; “yeni bir ortaklık Devleti” kuran ve bu “parametreleri koruyan”  nitelikler taşıması gerektiğine işaret edilmiştir. 9. Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül de 2008 yılının başından buyana Kıbrıs konusunda birkaç vesileyle açıklamış olduğu görüşlerinde, Türkiye’nin “Kıbrıs’ta huzur ve barışın teminatı” olarak gördüğü çözümü, “Ada’daki mevcut gerçeklere dayanacak bir çözüm” şeklinde nitelemiş ve Ada’daki “gerçekleri” “birbirine eşit iki halk”, “iki demokrasi” ve “iki devlet” olarak tanımlamıştır. 10. Uluslararası toplumun siyasî gündemine 1950’li yılların ilk yarısında girmiş ve Türk Ulusu tarafından “millî dava” olarak benimsenmiş bulunan Kıbrıs konusuna ilişkin “gerçeklerin” kamuoyuna düzenli olarak anlatılması ve hatırlatılması, “millî davanın” arkasındaki ulusal desteğin sağlam ve canlı tutulması bakımından önem taşımaktadır. 11. KKTC ve Türkiye nüfus yapıları genç ülkelerdir. Kıbrıs konusunun 1950’li yıllardan itibaren bütün aşamalarına olayları algılayabilecek yaşlarda tanıklık etmiş ve konu hakkındaki gerçekleri yaşayarak görmüş ve öğrenmiş; Kıbrıs konusunu Türk basınının da öncülüğü sayesinde “millî dava” olarak benimsemiş ve “davanın” haklılığına inanmış olan bizim de mensup olduğumuz kuşağın bireylerinin yaşları bugün 70 ve 70’in üstündedir. Bu kuşağın, örneğin Türkiye’nin nüfusuna oranı da yüzde 5 civarındadır ve bu oran giderek azalmaktadır. Oysa, istatistiklere göre Türkiye’nin nüfusunun yüzde 50’ye yakını 0-25 yaş grubuna dahil olanlardan oluşmaktadır. Üniversiteli çocuklarımızın da dahil olduğu öğrenim çağındaki 10 – 25 yaş grubu vatandaşların Türkiye’nin nüfusuna oranı da yüzde 30 civarındadır. 12. 300.000 civarındaki nüfusuyla bir üniversiteler ülkesi olan KKTC’de gençlere Kıbrıs’la ilgili gerçeklerin, gerçeklere sadık kalınarak anlatılması ise, özellikle hayatî önem arzetmektedir. 13. Şurası bir gerçektir ki, Türkiye’nin AB tam üyeliği için 1987’de resmen müracaat etmesini takip eden yıllarda, Türkiye’nin Devlet ve Hükûmet ricalinin, ileri gelen iş adamlarının, medya temsilcilerinin, siyaset bilimcilerinin, vs., AB çevreleriyle her temaslarında, önlerine, sistemli olarak, Türkiye için hayatî nitelikteki diğer bazı konularla birlikte, Kıbrıs konusu da çıkarılmıştır. AB çevrelerinin bu tutumu Türkiye ile AB arasında Gümrük Birliği oluşturulması döneminde yoğunlaşmış ve ANNAN Plânı’na ilişkin süreç boyunca daha da belirginlik kazanmıştır. 14. Kıbrıslı Rumlar ve Yunanistan ve onları destekleyen AB çevreleri, Türkiye’nin AB’ne tam üye olma hevesini istismar etmek suretiyle ENOSIS’i AB potasında tahakkuk ettirme stratejisini 1993-94 döneminden itibaren açıkça uygulamaya başlamışlardır. 15. Diğer taraftan, aynı dönemde ve bilhassa “Kıbrıs’ın” AB’ne tam üye olmasını müteakip, NATO ile AB arasında düzgün bir iletişim, ilişki ve işbirliği kurulabilmesi için Ada’nın tümünün NATO’ya entegre edilmesine olan ihtiyaç da kendisini hissettirmiştir. Bu durumda, Kıbrıs sorununun gecikmeksizin çözüme kavuşturulup Ada’nın kuzeyinin de “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak muamele gören güneye yamanarak AB’ne tam üye olmasının sağlanması, başta İngiltere ve ABD olmak üzere, AB’nin diğer etkili üyelerinin öncelikler listesine girmiştir. 16. Kıbrıs Rum ve Yunan ittifakının, AB’nin ve NATO’nun kendi öncelikli hedeflerine uygun düşen bu stratejilerin icabı olarak Kıbrıs sorunuyla ilgili gerçeklerin tahrif edildiği veya görmezlikten gelinerek geçiştirildiği bir “kara propaganda” (disinformation) ve “misinformation” kampanyası KKTC ve Türkiye kamuoyları hedef alınarak uygulanmağa başlamıştır. Güdülen amaç, Türkiye’nin AB tam üyeliği yolundaki başlıca engellerden birinin Kıbrıs sorunu olduğu izlenimini vermek suretiyle Türk kamuoyunda Kıbrıs konusunun bir külfet teşkil ettiği kanaatini uyandırmak ve böylece Türk Ulusu’nun “haklı davasından” usanacağı şartları yaratmak olmuştur. Rumların mülkiyet haklarına ilişkin olarak AİHM’de Türkiye’ye karşı açacakları çok sayıdaki bireysel hukuk davalarının da bu amaca hizmet edeceği düşünülmüştür. 17. Ayrıca, ABD ve İngiltere, AB ile birlikte KKTC halkını ANNAN Plânı lehinde etkilemek için KKTC’nin iç siyasî dengelerine müdahale teşkil eden davranışlarda bulunmuşlardır. Örneğin, ABD Kongresi için hazırlanmış bulunan ve internette yer alan 27 Haziran 2006 tarihli bir raporda ABD’nin “Kıbrıs Özel Koordinatörü Thomas Weston’ın, çözüm şanslarını arttırmak için (KKTC’deki ) Aralık 2003 seçimlerinden önce Kıbrıs Türk siyasî muhalefetine açık biçimde yardım ettiği” yazılıdır. 18. Bu kampanyanın ve dış müdahalelerin etkisiyle, Kıbrıs sorununun ortaya çıkışına, gelişmelerine, on yıllardır çözüm bulunamamış olmasının temel sebeplerine, Türk Tarafı’nın çözüm arayışlarındaki tutumuna, KKTC’nin kuruluşuna, müzakere sürecinin kuramsal ve kavramsal çerçevesine ve muhtevasına ve on yıllar boyunca oluşmuş bulunan teknik terminolojiye ve bunların Türkçe karşılıklarına, Kıbrıs konusunun Türkiye’nin AB sürecine olan etkisine dair birçok gerçek, KKTC ve Türkiye kamuoylarına tam ve doğru olarak yansıtılamamıştır. Gerçekler tahrif edilmiştir. Bu durum, özellikle, 15 – 30 yaş arasındaki genç kuşağın Kıbrıs konusundaki olayların gelişimi hakkında basın – yayın organları vasıtasıyla bilgi edinmeye başladıkları “ANNAN Plânı” üzerinde 2002 Kasım ayından itibaren cereyan eden müzakere süreci döneminde bariz biçimde yaşanmıştır. 19. Bu bilinçli kampanyanın da etkisiyle, KKTC’de ve bilhassa Türkiye’de, sanki Kıbrıs sorununu yaratan Kıbrıslı Türkler ve Türkiye’ymiş; sanki Kıbrıs sorununun siyasî çözüme ulaştırılmasının anahtarı sadece Türkiye’nin ve KKTC’nin elindeymiş ve sanki Kıbrıs sorunun çözümünü Rum-Yunan ortaklığı istiyormuş da bunu KKTC ve Türkiye engelliyormuş; AB sanki Türkiye’ye tam üyelik için kollarını açmış da Kıbrıs sorununun varlığı Türkiye’yi tam üyelikten mahrum ediyormuş gibi bir dil kullanılmağa; görüşler ifade edilmeğe ve iddialar ortaya atılmağa başlanmıştır. Kıbrıs Türk Halkını bağımsız Devlet kurma mecburiyetinde bırakan haklı sebepler göz ardı edilerek, KKTC’nin ilânının temel amacını dahi saptıran ve gerçekle bağdaşmayan görüş ve iddialar dile getirilmiştir. Kıbrıs Adasının Türkiye için taşıdığı stratejik önem dahi sorgulanmıştır. Ada’nın Türkiye için stratejik öneminin ve değerinin bulunmadığını beyan eden şahsiyetler olmuştur. Böylece, uluslararası çevrelerde, Kıbrıs konusunun Türkiye için gecikmeksizin kurtulunması gereken siyasî ve hattâ ekonomik bir yük haline geldiği; Kıbrıs Türk Halkının da Kıbrıs’taki çözümsüzlüğü AB ile bütünleşmelerinde başlıca engel olarak gördüğü ve sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti’ne yamanarak da olsa AB’ne katılmayı Ada’daki status quo’ya tercih ettiği kanaati uyandırılmış veya kuvvetlendirilmiştir. 20. Bu çerçevede Türkiye’de açıklanmış olan görüşlere dair basın-yayın kaynaklarından derlediğimiz bazı alıntıları aşağıda kaydediyoruz: -- Avrupa’da nereye gidersek ayağımıza Kıbrıs dolanıyor; -- Kıbrıs sorunu mutlaka çözülmelidir; -- Kıbrıs sorununun çözümünde Türkiye’nin hayatî çıkarı var; -- Kıbrıs konusunun pek çok alanda Türkiye'nin önünü tıkadığı görülüyor; -- Bağımsızlık Kuzey Kıbrıs'ta yepyeni bir ortam yarattı, geri dönüşü olamayan bir süreç olarak algılandı, milli egemenlik duygusunu perçinledi, beklentileri çözümden Türkiye ile bütünleşmeye çevirdi; -- Biz bu sorunu çözeceğiz; -- AB Kıbrıs konusunda daha da dayatmacı olmadan sorunu bizim çözmemiz lâzımdır; -- Kıbrıs’ta 30-40 yıldır sürdürülen siyasetin sürdürülmesinden yana değiliz. Kıbrıs Sayın Denktaş’ın kişisel olayı değildir. Halkı bir kenara itemezsiniz. -- Kıbrıs yüzünden AB ile ilişkilerimizi feda edersek Türkiye'ye yazık olur; -- Bir Kıbrıs için ülkemizin AB üyeliğini mi feda edeceğiz?; -- AB sürecinde bizi tehdit eden bir konu var, o da Kıbrıs; -- Çözüm olmazsa Kıbrıs AB’ne üye olduktan sonra Türkiye Ada’da işgalci durumuna düşer; -- AB’den müzakere tarihi alacaksak Kıbrıs’ta taviz verilebilir; -- Önceki hükûmetler ve bürokratlar çözümsüzlük çözümdür zihniyetiyle hareket etmişlerdir; -- Masaya gelirken ben çözmeğe geliyorum diye gelirsen bir şeyler olur; Denktaş istiyor mu? Klerides istiyor mu? çözmek niyetiyle gelseler çözüm bulunurdu; -- Biz onyıllarca Kıbrıs'la ilgili mevcut politikaları sürdürmüş olsaydık bugün bizim durumumuz nereye benzerdi biliyor musunuz; aynen Lübnan ile Suriye arasındaki duruma benzerdi. Ve birileri gelir dayatır, 'Kıbrıs'tan çıkın' derdi. Bir yere kadar dayanır, ondan sonra kuzu kuzu çıkardık; -- (GKRY’nin tanınması konusunda) Avrupa Birliği'nin tanıdığı, uluslararası noktada BM'ye varıncaya kadar hepsinin tanıdığı bir konumda, siz ‘ben tanımıyorum’ demekle zaten herhangi bir şey elde edemezsiniz; bunların size getireceği, kazandıracağı bir şey yok; biz dünya gerçekleri ile hiçbir zaman çelişmeyi, çatışmayı düşünmüyoruz. Dünya gerçekleri neyi gösteriyorsa biz de bu gerçekler içerisinde yerimizi almaya mecburuz. -- Biz siyasetin sorun değil çözüm üretme sanatı olduğuna inanırız; çözüm arayışlarında biz daima bir adım önde olacağız.” 21. Bu çeşit düşünceler ve ifadeler, Türkiye’nin Kıbrıs siyasetinin temel ilkelerini ve Kıbrıs konusunun “Millî Dava” olma niteliğini aşındırmaya başlamıştır. 22. Bu olgunun da Tebliğimizde Kıbrıs ile ilgili gerçekler üzerinde durmamızı gerekli kıldığı düşünülmektedir. II. TEMEL GERÇEKLER Bu girişten sonra Kıbrıs adasıyla ve Kıbrıs konusuyla ilgili tarihî, fizikî, coğrafî ve siyasî bazı temel gerçekleri hatırlatalım: 23. Tarihte Akdeniz’i, Mezopotamya’yı ve Orta Doğu’yu kontrol etmek isteyen güçler daima Kıbrıs adasını ele geçirmeğe çalışmışlardır. Sonunda tarih içinde gücünü kabul ettirmiş olan Osmanlı Devleti 1571 yılında Ada’yı fethetmiş ve 343 fiilen ve hukuken, 352 yıl da hukuken egemenliği altında tutmuştur. 1923 Lozan Barış Antlaşmasıyla Kıbrıs adası İngiltere’nin egemenliğine geçmiştir. 24. Elen ulusu ve Yunanistan Kıbrıs’ta hiçbir zaman egemen güç olmamıştır. 25. Kıbrıs Adası, stratejik konumu itibariyle, özellikle 19. yüzyıldan bu yana, bölge halklarının ve bölgede etkili rol oynama peşinde olan Devletlerin ilgi odağında kalmış ve kalmağa da devam etmektedir. Ada, Türkiye’ye 70, Suriye’ye 98, Mısır’a, başka bir ifadeyle, bütün dünya için büyük önem taşıyan stratejik Süveyş kanalına 384, Yunanistan’a 800 ve İngiltere’ye 3000 km mesafededir. Kıbrıs adası petrol havzalarına fevkalâde yakındır. Petrol taşımacılığı dahil, deniz ticaret yollarının üzerinde bulunmaktadır. Orta Doğu bölgesine yapılabilecek bir askerî harekât için çok elverişli bir üs niteliği taşımaktadır. Bu sebepledir ki, stratejistler Kıbrıs adasını “sabit bir uçak gemisi” olarak nitelemede görüş birliği içinde bulunmaktadırlar. 26. Ada’da tek bir Kıbrıs Ulusu yoktur. Ada’da biri Türk Ulusu’nun ve diğeri Elen Ulusu’nun uzantısını oluşturan birbirinden ırk, dil, din, kültür, gelenek ve ülkü bakımından farklı iki halk yaşamaktadır. 27. Kıbrıs’ta biri Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, diğeri kendisinin 1960 “Kıbrıs Cumhuriyeti” olduğunu iddia eden Kıbrıs Rum Devleti olmak üzere iki ayrı Devlet; iki ayrı egemenlik alanı; iki ayrı demokrasi vardır. 28. Lozan Barış Antlaşması, diğer tarihî sonuçları meyanında, Türkiye ile Yunanistan arasında stratejik bir denge kurmuştur. Kıbrıs adası bu dengenin başlıca unsurları arasındadır. 29. 1959 Zürih ve Londra mutabakatlarıyla ve bunlara dayalı 1960 Antlaşmalarıyla İngiltere Ada üzerindeki egemenliğini müştereken kullanılmak üzere Ada’daki siyasî bakımdan eşit iki Topluma devretmiştir. Kıbrıs’taki iki millî etnik toplumun ortak kuruculuğuna (co-founder) ve siyasal eşitliğine dayalı ve anayasal düzen bakımından işlevsel federasyon vasfına sahip bir ortaklık Devleti kurulmuştur. Böylece çözümün “iç dengesi” sağlanmıştır. İki toplumun 1960’da kurulan Devlet’in “ortak kurucuları” olduğu gerçeği, ANNAN Plânı’nın ilk cümlesinde teyit olunmuştur. Türkiye’ye ve Yunanistan’a Kıbrıs’la ilgili olarak tanınan eşit haklar ve yetkilerle de çözüm şeklinin “dış dengesi” kurulmuştur. Türkiye, Yunanistan ve İngiltere, Garanti Antlaşması çerçevesinde, Ada’da Antlaşmalarla kurulan düzenin ihlâl edilmesi halinde, askerî müdahalede bulunma hak ve yetkisini elde etmişlerdir. Ada’da 1960 Antlaşmalarıyla kurulan düzenin “garantörü” olmuşlardır. İttifak Antlaşmasına göre de, Türkiye 650, Yunanistan da 900 kişilik birer askeri birliği Ada’da bulundurma hak ve yetkisine sahip olmuşlardır. 30. 1960 Antlaşmaları ile İngiltere’ye Ada’da iki askerî üs verilmiştir (Agrotur ve Dikelya). Bu üsler İngiltere’nin egemen topraklarıdır. İngiltere AB’ne katılırken Kıbrıs’taki bu iki üssünü AB’nin yetki alanının dışında bırakmıştır. Bu üslerin muhafazası, 1960’dan sonra İngiltere’nin Kıbrıs’a olan yakın ve doğrudan ilgisinin devamının sebebini ve Kıbrıs sorunu hakkındaki politikasının temel amacını oluşturmuştur. 31. 2010 Ekim ayı içinde Cyprus Mail gazetesine bir demeç veren İngiltere Dışişleri Bakanlığında Devlet Bakanı Lord David HOWELL Kıbrıs’taki “üslerin bölgesel ve küresel güvenlik açılarından Londra için önem ve büyük değer taşıdıklarını” ifade etmiş ve Kıbrıs sorununa bulunabilecek çözüm şekli çerçevesinde de “üsler bizim için ziyadesiyle önemli olmağa devam edeceklerdir ve bölgesel ve küresel güvenlik yapısına olan katkımızın parçasını oluşturacaklardır” demiştir. 32. Kıbrıs sorununun akışı içinde, en son olarak ANNAN Plânı dahil, oluşturulmuş olan bütün çözüm plânlarına İngiltere’nin şekil vermesi veya vermeğe teşebbüs etmiş olmasının nedeni budur. Kıbrıs müzakere süreci içinde BMGS tarafından ortaya konulmuş bulunan çözüm plânlarında, Ada’dan askerî kuvvet çekilmesi ve hattâ aşamalı olarak Ada’nın askersizleştirilmesi öngörülmüş olunmasına rağmen, Ada’daki İngiliz üslerine hiçbir şekilde dokunulmamıştır. 33. Bu noktada, Büyük Britanya Adası’na 3000 km mesafedeki Kıbrıs Adası İngiltere için önem taşırsa, Anadolu Yarımadası’nın güney sahillerine 70 km uzaklıktaki Kıbrıs Adası Türkiye için önem taşımaz mı sorusunu kendi kendimize sormamız lâzımdır. 34. Büyük Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün 1930’lu yıllarda Türkiye’nin güney bölgelerinde düzenlenen bir askerî tatbikatta yapılan bir durum değerlendirmesinde, Kıbrıs Adası’nın Türkiye için olan değerini ve önemini “Kıbrıs düşman elinde bulunduğu sürece, Türkiye’nin ikmâl yolları tıkanmıştır. Kıbrıs’a dikkat ediniz. Bu Ada bizim için çok önemlidir” sözleriyle dile getirdiği ciddi kaynaklarda kayıtlıdır. 35. Gerçekten, GAP ve enerji boru hatları projeleri sebebiyle Türkiye için önemi artmış ve daha da artacak olan İskenderun körfezinin etkili biçimde kontrol altında tutulabilmesini ve ayrıca Kıbrıs’taki soydaşlarımızın huzur ve güvenlik içinde yaşayabilmelerini teminen Kıbrıs Adasının Türkiye’nin doğrudan fiilî, hukukî ve siyasî nüfuzu ve etkisi altında bulunması hayatî önem taşımaktadır. Bu görüşümüzün çerçevesi içinde Ada’nın Türkiye ile Yunanistan arasında “taksimi” düşüncesi yoktur. Türkiye’nin Yunanistan’la bir de Kıbrıs adasında sınırdaş olmasını sakıncalı bulmaktayız. Uluslararası siyaset bilimcilerinin “zamanın hızlanması” deyimiyle niteledikleri 1980’li yılların sonunda uluslararası plânda başlayan hızlı değişiklikler, oluşan yeni dengeler içinde Türkiye Avrasya’nın enerji terminali rolünü oynama şansını elde etmiştir. Bu durum Kıbrıs adasını Türkiye için daha da önemli hale getirmiştir. 36. Kıbrıs konusu 1954 yılından itibaren Türk basınının öncülüğünde ve özellikle Hürriyet gazetesinin kurucusu ve başyazarı gazeteci merhum Sedat Simavi’nin önderliğinde “Millî Dava” olarak bütün ulusumuza mal olmuştur. Türkiye tek bir ses ve nefes halinde Kıbrıslı soydaşlarımıza destek vermiştir. Kıbrıs konusuna ilişkin en temel gerçeklerden biri ve başlıcası budur. Ulusumuz Kıbrıs adasının Türkiye için taşıdığı önemin ve değerin bilincinde olmuştur. Ulusumuz, bu Dava’nın hem Türkiye’nin güvenliği, yer aldığı bölgedeki ağırlığı, inanılırlığı, güvenilirliği ve çağımızda kendisinden beklenen rolleri yerine getirebilme yeteneği, hem de Türk Ulusu’nun ayrılmaz parçasını oluşturan Kıbrıs Türk halkının temel insan haklarına ve hürriyetlerine sahip olarak huzur, güvenlik ve refah içinde yaşamasıyla doğrudan ilgili olduğunu görmüştür. Ulusumuz, Kıbrıs’taki soydaşlarına karşı tarihten ve 1960 Kıbrıs Antlaşmalarından kaynaklanan vecibelerini yerine getiremeyen bir Türkiye’ye bölgesinde ve küresel plânda etkili ve güçlü bir Devlet gözüyle bakılamayacağını idrak etmiştir. Ulusumuz, Türkiye’nin Kıbrıs’a ilişkin politikalarının, Yunanistan’ın, belirli güçlerden de teşvik ve destek gören Türkiye’ye yönelik tarihî emellerine kesin bir şekilde set çekme amacının da bulunduğunun farkında olmuştur. Türk Ulusu, bir zamanlar kendilerine azınlık haklarının dahi fazla görüldüğü, kendilerinden toplum statüsünün esirgendiği Kıbrıslı soydaşlarımızın, kahramanlık, kararlılık, sabır, feragat ve fedakârlıkla Türkiye’nin sağlam ve sarsılmaz desteğinde yürüttükleri haklı ve asil mücadele sonucunda toplumsal yönetimlerini bağımsız devlet yapısına kavuşturmalarının ve göndere kendi bayraklarını çekmelerinin 20 yıl süren bütün aşamalarını yaşamıştır. Bu sürece yapabildiği katkılardan onur duymuştur. Türk Ulusu, “millî davaların” yürütülmesinde külfet duygu ve düşüncesine yer olmadığının bilincine ermiştir. 37. Türk Ulusu Türkiye’nin Avrupa Birliği ile bütünleşme hedefine yönelmesini benimsemiş ve bu yönelişin, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye’yi “muasır medeniyet seviyesine” (çağdaş uygarlık düzeyine) çıkarma emelinin gerçekleşmesini kolaylaştıracağı görüşünde olmuştur. Türkiye’nin AB tam üyeliğini sağlama projesinin önemine inanmış; bununla beraber, “Millî Kıbrıs Davasının” daha az önemli olmadığının da bilincini taşımıştır. AB’ne tam üye olabilmek için gerekirse Millî Kıbrıs Davamızdan vazgeçilebileceği şeklinde bir anlayışa hiçbir zaman sahip olmamıştır. KKTC’nin kuruluşunun 25. Yıldönümü münasebetiyle KKTC Cumhuriyet Bayramı törenlerine Türkiye’yi temsilen katılan Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Cemil Çiçek, Lefkoşa’da TRT ve Anadolu Ajansı’na verdiği demeçte “…ne pahasına olursa olsun Avrupa Birliği hedefi yaklaşımı bizde yok. Yani ya Kıbrıs ya Avrupa Birliği. Hiç kimse bize böyle bir şey yaptıramaz. Çünkü biz bu işlere başladığımızda, özellikle 1999′dan bu tarafa, Kıbrıs, Avrupa Birliği′nin şartı değildi. Kopenhag kriterleridir müzakerelerin şartı. Kopenhag kriterlerinde Kıbrıs yok ki. Bu o çevrelerin yaptığı bir ayak oyunudur. Ayak oyunuyla getirdiler; bir kısım ülkeler, şimdi Kıbrıs sorununu Türkiye için bir engel olarak ortaya koymaya çalışıyorlar.... Türkiye katiyen ′Ya Kıbrıs ya Avrupa Birliği, kırk katır kırk satır′ açmazına giremez; biz bunu kabul etmeyiz.′′ şeklinde konuşmuştur. 38. Bir tarihî gerçek de şudur: Kıbrıslı Rumların büyük çoğunluğu Kıbrıs’ın esas itibariyle bir Elen adası olduğunu kabul etmektedirler. Bu sebeple de, Kıbrıs Türk Halkının Rumların egemen olduğu bir Devlet içinde korunmuş azınlık statüsüne indirgenmesinin gerektiğine inanmaktadırlar. Kıbrıslı Rumların eski Liderlerinden Glafkos Klerides hatıratında bu gerçeği şu sözlerle açıkça dile getirmiştir: “Kıbrıslı Rumların zihnini sürekli meşgul eden hususun içinde korunmuş bir Kıbrıs Türk azınlığının bulunduğu bir Rum Devletinin kurulması olduğu gibi, Kıbrıslı Türklerin de kaygısı, o yöndeki gayretleri boşa çıkarmak ve Zürih anlaşmasının iki toplum arasında meydana getirdiğini düşündükleri ortaklık kavramının muhafaza edilmesini sağlamaktı. Bu sebeple çatışma bir ilke çatışmasıydı ve bu ilke için iki taraf da tartışmayı sürdürmeğe ve hattâ, uzlaşma yerine, gerekirse, savaşmağa hazırdılar. Her ne kadar federal çözüm kabul edilmiş olsa da ve federasyon, esasen, federasyonu oluşturan iki parça eyaletin, vilâyetin veya kantonun anayasal ortaklığı ise de, aynı ilke bu gün de anlaşmazlık konusudur.” III. KIBRIS SORUNUNUN ORTAYA ÇIKMASINDA TÜRK TARAFININ SORUMLULUĞU YOKTUR 39. Kıbrıs sorununun ortaya çıkmasına Kıbrıslı Türklerin ve Türkiye’nin politikaları, tutum ve davranışları sebep olmuş değildir. Bu tarihî gerçek KKTC’de ve Türkiye’de Kıbrıs konusundaki politikaların belirlenmesinde ve uygulanmasında kaziye (önerme – postulate) olarak gözetilmelidir. 40. Kıbrıs sorunu, Rum – Yunan ortaklığının iddia ettiği ve belirli uluslararası çevrelerin de kabul ettikleri gibi, 1974’de ortaya çıkmış değildir. BM Genel Kurulu’nun gündemine Yunanistan tarafından 1954 yılında getirilmiş ve BM Güvenlik Konseyi’nin gündemine de 1963 sonunda girmiş 56 yıllık bir uluslararası sorundur. Konunun BM Güvenlik Konseyi’nin gündemine 26 Aralık 1963 tarihinde dahil edilmesinden bu yana da 47 sene geçmiştir. 41. Türkiye’de Kıbrıs konusundaki demeçlerde ve yazılan yazılarda özellikle son on yıla yakın bir zamandır dikkatsizce kullanıldığı görülen “30 küsur yıllık Kıbrıs sorunu” gibi ifadeler, Kıbrıs sorununun bu gerçeğine ters düşmektedir. 42. İstanbul’un Türkler tarafından fethi ve böylece Bizans Devleti’nin ortadan kalkışı Elenlerde “büyük ülküler” anlamına gelen “megali idea”nın doğmasına sebep olmuştur. Yunanistan 1829 yılında bağımsız bir Devlet olarak ortaya çıkınca, “megali idea”, Yunanistan için, Elen Milletine mahsus bir hayalcilikle ve maceracı bir karakterle beslenen millî bir dış siyaset ideolojisi halini almıştır. 43. Kıbrıs sorunu da “megali idea”nın hedeflerinden birini oluşturan ve Yunanca “enosis” kelimesiyle ifade edilen “Kıbrıs’ın Yunanistan’la birleştirilmesi” hedefine ulaşmak için Kıbrıslı Rumların ve Yunanistan’ın uyguladıkları politikaların ve yaptıkları maceraperest girişimlerin sonucunda ortaya çıkmıştır. 44. ENOSIS’i gerçekleştirme teşebbüsleri 1954 - 1974 döneminde yoğun biçimde yaşanmıştır. Kıbrıs konusu ENOSIS amacına yönelik olarak Yunanistan tarafından 1954 yılında BM Genel Kurul gündemine dahil ettirilmiştir. Böylece Kıbrıs konusu 1954 yılında uluslararası bir sorun haline gelmiştir. 45. 1923 yılından itibaren Kıbrıs adasını egemenliği altında bulunduran İngiltere, sömürgeciliğin tasfiyesi ve halklara bağımsızlıklarının verilmesi sürecinde sıranın giderek kaçınılmaz biçimde Kıbrıs’a da gelmekte olduğunu görmeğe başlamıştır. Aynı zamanda, İngiltere, 1956 yılındaki Süveyş kanalı bunalımından sonra Süveyş’ten çekilmek zorunda kalmıştır. Böylece, İngiltere için, özel olarak Süveyş’te ve genel olarak Doğu Akdeniz’de uğradığı stratejik kayıpları belirli bir çözüm çerçevesinde Kıbrıs adasında elde edeceği imkânlarla telâfi etmek ve Doğu Akdeniz’deki varlığını bu suretle daimî kılmak bir dış politika zarureti haline gelmiştir. Fransa ile beraber giriştiği Süveyş macerasında ABD’yi yanında bulamayan İngiltere, bu defa Kıbrıs konusunda ABD’nin ihtiyaçlarını da dikkate alan bir hareket tarzı izlemek gerçekçiliğini göstermiştir. 46. Soğuk savaş şartlarının giderek ağırlaştığı o yıllarda ABD ve İngiltere, Kıbrıs adasının kaderinin sadece Rumlara bırakılmasının ve Yunanistan’a Ada’da Türkiye’ye nazaran üstünlük sağlayan bir durum yaratılmasının, hem kendilerinin, hem de NATO’nun stratejik çıkarları bakımından sakıncalı olacağını değerlendirmişlerdir. Çünkü, Kıbrıs’ta komünistler bir parti olarak (AKEL) daha 1926’da teşkilâtlanmışlardı. AKEL, Sovyet Komünist Partisi ve Yunanistan Komünist Partisi (KKE), hem ideolojik plânda, hem dış politika hedefleri bakımından sacayağı oluşturmaktaydı. Bu gerçeğin yarattığı kaygılar, ABD’de ve İngiltere’de, Kıbrıs’ın sadece Rum unsurunun hakimiyeti altında bağımsızlık kazanmasının sakıncalı olacağı; bu sebeple, bağımsız Kıbrıs’ta Türklerin ve Rumların siyasî eşitlik temelinde yönetime ortak edilmeleri ve Ada’da kurulacak düzenin korunmasında Türkiye’nin ve Yunanistan’ın, İngiltere ile birlikte eşit hak ve yetki sahibi kılınmaları düşüncesini doğurmuştur. 11 - 19 Şubat 1959’da sırasıyla Zürih ve Londra’da ortaya çıkan mutabakat Belgeleri ve bunlara dayalı 1960 Antlaşmaları bu düşüncenin ürünü olmuştur. Kıbrıslı Türkler siyasî eşitlik ve ortak kuruculuk esaslarına göre 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Devleti içinde Rumlarla beraber yaşamayı kabul ederken, Kıbrıslı Rumların kurulan Devleti ENOSIS hedefine götürecek bir vasıta olarak gördükleri kısa sürede belli olmuştur. 47. Esasen, daha sonra 1960 “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin” ilk Cumhurbaşkanı olan MAKARIOS III Başpiskopos olduğu zaman 18 Ekim 1950’de yapılan yemin töreninde “ölümünden önce ENOSIS’i gerçekleştireceğine” dair and içmiştir. 48. MAKARIOS, Cumhurbaşkanlığı için adaylığını 13 Aralık 1959’da açıklarken de “…8 asırdan bu yana ilk defa olarak Ada’nın yönetimi Rumların eline geçmektedir…” demiştir. 49. New York Herald Tribune gazetesi 27 Eylül 1960 günkü nüshasında MAKARIOS’un “ENOSIS davası ölmemiştir. ENOSIS’in unutulduğunu söyleyemem” şeklindeki sözlerini yayınlamıştır. 50. Yine, MAKARIOS, 1960 Andlaşmalarına göre Cumhurbaşkanı olduktan sonra 5 Ocak 1962 tarihinde yaptığı bir konuşmada “Halkın asil mücadelesi asla sona ermeyecektir …..Zürih ve Londra Antlaşmaları mücadelemizin akışı içinde bir dönüm noktasıdır. Bu Antlaşmalar, aynı zamanda, gelecekteki mücadelemiz için bir başlangıç noktası ve kale burcu oluşturmaktadır…” sözlerini dile getirmiştir. 51. MAKARIOS’un “Kıbrıs’ın Yunanistan’la birleşmesi (ENOSIS) bütün Kıbrıslı Rumların kalplerinde besledikleri bir emeldir. Bir Cumhuriyet kurmakla bu emelden vazgeçmek mümkün değildir” şeklindeki beyanı The Times’da çıkmıştır. 52. Rum - Yunan Ortaklığı, 1960 Kıbrıs Antlaşmaları “ENOSIS’i” önleyen hükümler ihtiva ettiği ve tertipler öngördüğü; “işlevsel bir federasyon” olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin çatısı altında Kıbrıs Türk halkı ile Kıbrıs Rum halkı arasında eşit haklar ve eşit toplumsal statü temelinde denge kurduğu; Türkiye ve Yunanistan arasında da Kıbrıs bakımından bir denge meydana getirdiği için önce Anayasa’nın “işlemez” (unworkable) olduğunu öne sürmüşler ve tâdil teşebbüsünde bulunmuşlardır. Buna Devlet’in Türk kanadı kararlılıkla karşı çıkınca, EOKA (Kıbrıs için Mücadele Elen Kuruluşu) kısa adıyla bilinen bir terör örgütünü kullanarak 21 Aralık 1963’den itibaren Kıbrıslı soydaşlarımıza karşı “etnik temizlik” hareketine girişmişlerdir. İnsan haklarının en ağır ihlâllerine sebep olmuşlardır. Katliam yapmışlar ve insanlık suçu işlemişlerdir. 53. Böylece Ada’daki 1960 anayasa düzeni yıkılmıştır. 54. Bu gerçeği, Glafkos KLERİDES, hatıratında şu sözlerle teyit etmiştir: “…..Makarios Kıbrıslı Türklere Londra ve Zürih Antlaşmalarıyla verilmiş olan hakları aşama aşama ortadan kaldırmak ve onları azınlık statüsüne indirmek için, zamansız olarak Anayasa’nın bazı hükümlerinin işlemez olduğu bahanesini öne sürmüş ve Anayasa’nın tadilini gerektirmeyecek pratik çözüm şekillerini reddetmiştir.” 55. Kıbrıs sorununa ilişkin Zürih mutabakatını 11 Şubat 1959’da Türkiye ile beraber ortaya çıkarmış bulunan Yunanistan’ın da aslında 1960 Antlaşmalarını içine sindirmemiş ve ENOSIS emelinden vazgeçmemiş olduğu Yunanistan’ın şimdiki Başbakanı Yorgo PAPANDREOU’nun babası eski Başbakan Andreas PAPANDREOU “Namlunun Ucundaki Demokrasi” isimli kitabından yaptığımız şu alıntıdan anlaşılmaktadır: “1959 Zürih ve Londra anlaşmaları taraflar arasında savunulması imkânsız bir uzlaşma yaratmıştı…..Bu anlaşmalar ‘bağımsız’ Kıbrıs’ın anayasasında Türk azınlığa adanın günlük yönetimini bile olanaksızlaştıran geniş kapsamlı güvenceler ve haklar sağlamıştı. Öte yandan, Türkiye ve Yunanistan’ın ve tabiî ki bir de İngiltere’nin üç garantör devlet olarak adada asker bulundurmalarına yol açmaktaydı. Tüm bunlar, sorunun bilinçli olarak yanlış kavranılışı temeli üzerinde inşa edilmişti. Anlaşmanın temel varsayımı, çözülmesi gereken temel sorunun Rum çoğunluk ile Türk azınlık arasındaki ilişkiler olduğuydu. Aslında 1950’lerin son yıllarına dek iki etnik grup arasındaki ilişkiler gayet iyi gelişmiş, uyum içinde yaşamın yadsınamaz bir örneği olmuştu. Kıbrıs halkının bağımsızlık mücadelesi karşısında Türkleri Rumlara karşı kışkırtma siyaseti bizzat İngilizler tarafından uygulanmış ve İngilizlerin stratejileri sonucu Türk Hükûmeti, ilgili taraflardan biri olarak görüşme masasına oturtulmuştu….. Kıbrıslı Rumlar için ENOSIS büyük bir duygusal çekicilik taşıyordu.” 56. Yunanistan’ın desteğindeki EOKA’nın saldırıları sonunda yüzlerce Kıbrıslı soydaşımız hayatlarını kaybetmiştir. Yaklaşık 30.000 soydaşımız (BM kaynakları 20.000’in üstünde olarak zikretmektedir) yaşayageldikleri 103 köyü terk etmek zorunda kalmışlardır. Ada’nın nüfusunun yaklaşık yüzde 30’una tekabül eden ve toprakların yüzde 30’dan fazlasının tapulu sahibi olan Kıbrıslı Türkler Ada’nın yüzölçümünüm yüzde 3’üne denk gelen ceplerde toplanmışlardır. Buralarda da ekonomik abluka altında tutulmuşlardır. En vazgeçilmez günlük ihtiyaç maddeleri “stratejik maddeler” listesine alınarak, soydaşlarımıza ulaşmaları engellenmiştir. 38 kalemden oluşan bu listede araç lâstiği, bot, ayakkabı bağı, eldiven, uzun konçlu çorap, yün çamaşır ve giyim eşyası, plâstik boru, vs. yer almıştır. 57. Kıbrıslı Türklerin Aralık 1963’den sonra içinde yaşamak zorunda bırakıldıkları şartlar Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin (BMGS) raporlarında “gerçek kuşatma” (veritable seige) olarak nitelenmiştir. 58. BMGS’nin raporları incelendiğinde Kıbrıs Türk mültecilerinin feci durumu hakkında şu ifadelerin de yer aldığı görülür: “Karışıklıklar Aralık 1963’de başlayıp 1964’ün ilk yarısında da devam edince binlerce Kıbrıslı Türk yaya olarak veya vasıtalarıyla taşıyabildiklerini (eşyalarını) yanlarına alıp daha güvenli olduklarını düşündükleri Türk köylerine ve bölgelere iltica etmişlerdir…..Karışıklıkların başında yerlerinden kaçan Kıbrıslı Türklerin sayısı 20.000 olarak tahmin edilmektedir…” “Lefkoşa civarında üç mülteci kampı kurulmuştur. Bu kamplarda 1500 kişi çadırlarda yaşamaktadırlar. Bunların yarısından fazlası çocuktur. Yaz ayları için bunların sağlık durumlarından büyük kaygı duyulmaktadır. Çünkü, sıcaklar yüzünden çocukların ve yaşlıların su kaybına uğramaları kaçınılmazdır.” “….Civardaki yerlerden Erenköy’e (Kokkina) gelmiş olan 600 mülteci mağaralarda, özellikle sağlıklarını kışın tehlikeye düşürecek kötü şartlar içinde yaşamaktadırlar.” 59. Sadece Rumlardan oluşan “Hükûmet” Kıbrıslı soydaşlarımızın Ada sathında hareketlerini de engellemiştir. Bu konuya ilişkin olarak BMGS’nin raporlarında yer alan bazı gözlem ve değerlendirmeler de şöyledir: “Ekonomik sebeplerle şehirler ve civardaki köyler ararsında seyahat etmek zorunda kalan Kıbrıslı Türkler Kıbrıs Rum polisi tarafından kontrole ve aranmaya tâbi tutulmuşlardır ve şahsî güvenlikleri tehlikeye düşürülmüştür.” “Hükûmetin kontrolü altında bulunan bölgelerde Kıbrıslı Türklerin hareket serbestii Hükûmet polislerinin aşırı kontrolleri ve aramaları ve kontrol noktalarında ortaya çıkarılan birçok lüzumsuz engeller ve yaratılan güvensizlik duygusu, tutuklanma ve kaçırılma korkusu yüzünden fiilen engellenmiştir.” 60. Kıbrıslı soydaşlarımız 1964’ün başından 1967 sonuna kadar posta hizmetlerinden mahrum bırakılmışlardır. 61. Kıbrıslı Rumların soydaşlarımıza gelen Kızılay yardımlarını dahi engelledikleri BMGS’nin raporlarında kayıtlıdır. 62. Ada’da Rumların Kıbrıslı soydaşlarımıza karşı silâhlı saldırılara başladıkları dönemde dünya basınında “Kıbrıslı Rumlar soykırım politikasına yönelmiş görünmektedirler” şeklinde yazılar çıkmıştır: 63. Daily Express Gazetesi 28 Aralık 1963 tarihli nüshasında Rene Mac COLL ve Mc CEARCHIE imzalı şu haberi vermiştir: “Bu gece Lefkoşa’nın kuşatma altındaki Türk kesimine geçtik. Burada son beş gün içinde 200 ilâ 300 kişi katledilmiştir. Türk kesimine ilk geçen Batılı gazeteciler biz olduk. Gördüklerimiz yazıya dökülemeyecek kadar korkunçtur…” 64. Londra’da yayınlanan Daily Herald gazetesinin 31 Aralık 1963 günkü nüshasında yer alan haber de şöyledir: “Birkaç gün öncesine kadar, Lefkoşa’nın 13 mil kadar uzağında Girne’nin sahil yolunu kucaklayan bu taştan evlerde 1,000 kişi yaşıyordu. Terör estirilen bir gecede (kadın, erkek, çocuk) 350 kişi birden ortadan kayboldu. Hepsi de Türk’tü.” 
65. 14 Ocak 1964 tarihli Il Giorno gazetesinde de Giorgio BOCCA’nın Lefkoşa’dan geçtiği şu haber yer almıştır: “Londra’da müzakereler başlamaktadır; Kıbrıs’ta ise terör eylemleri devam etmektedir. Şu anda Türklerin köylerinden kütleler halinde göç ettiklerini görüyoruz. Binlerce insan evlerini, topraklarını ve sürülerini terk etmektedirler. Rum terörü acımasız bir hal almıştır. Bu sefer Elenlerin belâgat yeteneği ve Eflâtun’un büstleri barbarca ve vahşice eylemleri örtbas etmeğe yetmeyecektir.” 66. O dönemde ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı olan ve 1964 Kıbrıs bunalımında bölgede yoğun temaslar yapmış bulunan George W. BALL sonradan yayınlanan hatıratında “..Makarios’un esas amacı, Kıbrıslı Türkleri katletmeye güle oynaya devam edebilmek için Türkiye’nin müdahalesini önleyebilmekti…” değerlendirmesini yapmıştır. George W. BALL kitabında şu görüşlere de yer vermiştir: “Makarios, barış gücünü, bu güç görevini tam olarak yerine getirecek kapasitede olmasa bile, asla kabul etmeyecektir. Eğer kabul ederse, bunu, Güvenlik Konseyi’nde Türkiye’nin müdahale hakkını ortadan kaldırma imkânını tamamen yitirmesi üzerine yapacaktır. Kıbrıslı Rumlar Barış Gücü istememektedirler; bütün istedikleri Kıbrıslı Türkleri öldürebilmek için yalnız bırakılmaktır.” 67. MAKARIOS’un 4 Eylül 1962 günü Panaya köyünde yaptığı konuşmada dile getirdiği “Elenizmin korkunç düşmanı olan Türk ırkının parçasını oluşturan bu küçük Türk toplumu Ada’dan uzaklaştırılmadan EOKA kahramanlarının görevleri sona ermiş sayılamaz” şeklindeki sözleri, Kıbrıslı Türklere karşı işledikleri cinayetlerde ve insanlık suçlarında Kıbrıslı Rumlara hakim olmuş bulunan ırkçı zihniyeti ortaya koymaktadır. 68. 1963 Aralık ayında Ada’da Rum saldırılarının başlaması üzerine Türkiye’nin 1960 Andlaşmalarından doğan hak ve yetkilerini kullanarak Ada’ya askerî müdahalede bulunması “dost ve müttefik” ABD tarafından engellenmiştir. 69. 1960 Andlaşmalarına göre Kıbrıs’taki anayasa düzeninin teminatçılarından biri olan Yunanistan, anayasa düzenini korumak için harekete geçmek yerine 1964 Haziran ayında Ada’ya gizlice 20.000 asker sokmuştur. Türkiye’nin Ada’ya müdahale kararı alması üzerine ABD Başkanı JHONSON Başbakan Sayın İsmet İNÖNÜ’ye (CHP ve Bağımsızlardan oluşan koalisyon Hükûmeti) tehditkâr ifadelerle dolu 4 Haziran 1964 tarihli bir mektup göndermiştir. Türkiye müdahaleden vazgeçmiştir. Bununla beraber, Başbakan İNÖNÜ ABD Başkanı’nın mektubunu anlamlı sert ifadelerle cevaplandırmıştır. Türkiye’yi tehdit ederek müdahaleden vazgeçiren ABD, nedense Yunanistan’ın o günlerde deniz yolundan cereyan eden Kıbrıs’a gizli asker sevkiyatını farkedememiştir. 70. O dönemde Yunanistan’da, şimdiki Başbakan Yorgo PAPANDREOU’nun aynı isimdeki dedesi Başbakan bulunuyordu. Oğlu eski Başbakan Andreas PAPANDREOU yukarıda zikrettiğimiz “Namlunun Ucundaki Demokrasi” isimli kitabında Yunanistan’ın Kıbrıs’a asker sevkiyatı hakkında şunları anlatmaktadır: “MAKARIOS ile PAPANDREOU’nun Nisan ayında yaptıkları toplantıda, önemli, gerçekten hayatî bir karar alınmıştı. Kıbrıs Yunanistan’dan oldukça uzaktaydı. Bu nedenle Yunanistan’ın Kıbrıs’a yardım taahhüdü, Türkiye’nin Ada’ya asker çıkarması halinde pek bir şey ifade etmeyecekti. Kıbrıs’ın savunmasına Yunanistan’ın askerî yönden katkıda bulunması, bu katkıyı Türkler saldırmadan önce gerçekleştirmesiyle mümkün olabilirdi. Gerçekten de, Yunanistan Kıbrıs’a el altından silâh ve asker yollayabilirse, bu, Türklerin işini zorlaştıracak ve Ada’ya askerî müdahaleyi önleyecekti. Babam, MAKARIOS’a bu teklifi yaptı; O da kabul etti. Geniş çapta bir yardım harekâtı başladı. Bu yardım gizlice iletiliyordu. Silâh ve asker dolu gemiler geceleri Ada’ya yanaşıyor; sivil elbise giymiş ‘gönüllüler’ Kıbrıs’a çıkarılıyor ve Kıbrıs birliklerine katılıyorlardı. Yardım harekâtı yazın ortalarına dek sürdürüldü. Yirmi binden az olmayan sayıda tam teçhizatlı subay ve er Kıbrıs’a çıkarıldı. Bunlar Türklerin Kıbrıs’ı ‘ziyaret’ etmelerini önleyebilecek kararlı bir savunma kuvveti oluşturdular. Bir yandan da Yunan Hükûmeti’nin Washington ve New York’da pazarlık gücünü yükseltiyorlardı.” 71. Yunanistan’da 21 Nisan 1967’de askerî darbe olduktan sonra kurulan cunta yönetimi Kıbrıs konusunda ENOSIS dışında başka bir hal şekli öngörmediğini belli etmiştir. 1966 Mart ayında Ada’da AKEL’in aldığı ENOSIS kararından sonra, 26 Haziran 1967’de bu defa Rum Meclisi ENOSIS kararı almıştır. Bu gelişmelerden cesaret bulan Rumlar Yunan Generali GRIVAS komutasında 15-16 Kasım 1967’de Ada’nın Geçitkale ve Boğaziçi köylerine saldırmışlar ve 29 soydaşımızı şehit etmişlerdir. Bu olaylar üzerine Türkiye’de işbaşında bulunan Sayın Süleyman DEMİREL başkanlığındaki Hükûmet Ada’ya askerî müdahalede bulunma kararı almıştır. Bununla beraber, Rumların işgal ettikleri Türk köylerinden hemen çekilmeleri; zarar gören soydaşlarımıza tazminat ödemeği kabul etmeleri üzerine müdahaleden vazgeçilmiştir. ABD’nin ve BMGS’nin araya girmeleriyle yürütülen diplomasi sonucunda Ada’da Antlaşmalar dışında bulunan Yunan kuvvetlerinin NATO’nun gözetiminde Ada’dan geri çekilmesi sağlanmıştır. Yunan generali GRIVAS Ada’dan çıkarılmıştır. Türk köyleri üzerindeki ablukanın kaldırılması temin edilmiştir. Ada’da şartların normale dönmesini sağlayacak tedbirlerin alınacağı açıklanmıştır. 72. Aralık 1967’de “Geçici Kıbrıs Türk Yönetimi” kurulmuştur. Kısa bir süre sonra Yönetimin “geçici” sıfatı kaldırılmıştır. Daha sonra da bu yönetim “Otonom Kıbrıs Türk Yönetimi” adını almıştır. 73. MAKARIOS 1968’in başlarında bir demeç vererek “bundan böyle arzu edilenin değil mümkün olanın elde edilmesi için çalışacaklarını” açıklamıştır. 74. Kıbrıs sorununa çözüm aramak için iki toplum arasında görüşmelerin başlatılması kararlaştırılmıştır. Bu amaçla R. DENKTAŞ ve G. KLERİDES 6 Haziran 1968 tarihinde Beyrut’da buluşmuşlardır. Bu şekilde başlayan bu süreç fasılalarla 1974 yılının Temmuz ayına kadar devam etmiştir. 75 Kıbrıs adası, Yunanistan’ın 15 Temmuz 1974’de yaptığı askerî darbeyle bir kere daha “ENOSIS” girişimine sahne olmuştur. Darbeye hedef olan MAKARIOS kaçabilmiş ve New York’a giderek 19 Temmuz 1974 günü BM Güvenlik Konseyi’nde yaptığı konuşmada. Yunanistan’ı “istilacılık ve işgalcilikle” suçlamış ve “Yunanistan’ın giriştiği darbe sonucunda Ada’da meydana gelen durumda sadece Rumların değil, Kıbrıslı Türklerin de hayatlarının tehlikeye girdiğini” beyan etmiştir. MAKARIOS, uzun konuşmasında, “……..Bize Türkiye’den gelebilecek bir tehlikenin ölçüsünün bunlardan (Yunan askerlerinden) yönelebilecek tehlikeden çok daha küçük olduğunu hep düşünmüşümdür. Korkularımda haklı olduğum böylece ispatlanmış olmaktadır……(Darbede) ölenlerin sayısı yüksektir ve ağır maddî kayba uğramış bulunuyoruz. Darbe Kıbrıslı Rumları iç sorunu olarak değerlendirilebilecek koşullarda gerçekleşmiş değildir. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığının ve egemenliğinin bariz biçimde ihlâl edildiği bir dış saldırı ve istilâ olayıdır” şeklinde ifadeler kullanmıştır. 76. Türkiye’de o dönemde Sayın Bülent ECEVİT’in Başbakan olduğu CHP ve MSP koalisyon Hükûmeti’nin 5 gün içinde askerî müdahale kararı alması ve kahraman Silâhlı Kuvvetlerimizin 20 Temmuz 1974’de Barış Harekâtını gerçekleştirmesi sonucunda ENOSIS teşebbüsü boşa çıkarılmıştır. 77. Türkiye “ENOSIS” i önlemek için 20 Temmuz 1974’de askerî müdahale hakkını ve yetkisini kullanırken kendisinin sebep olmadığı bir savaşın her türlü olumsuz sonuçlarını da göze almıştır. Sonunda bir askerî zafer kazanmıştır. Türkiye bu askerî harekâtında başarısız kalsaydı, Rumların ve Yunanistan’ın ve ayrıca uluslararası toplumun Rum yanlısı belli başlı aktörlerinin, Türkiye’yi cezalandırmak için ağır savaş tazminatı taleplerinde bulunmuş ve hattâ Sevr’i hortlatıp uygulanmasına tevessül etmiş olabilecekleri dahi ihtimal dışı tutulmamalıdır. Şimdi abartılı gelebilecek bu faraziyenin, Barış Harekâtımızdan sonra ABD’nin soğuk savaş şartlarının devam ettiği bir dönemde NATO müttefiki Türkiye’ye 1975-78 arasında üç buçuk yıl süreyle silâh ambargosu uygulamış olduğu vakıası karşısında zeminden yoksun olmadığını düşünüyoruz. 78. Kıbrıs ulusal davamız uğruna 11 yıl boyunca Rumların silâhlı saldırılarına ve insanlık dışı baskı yöntemlerine hayatları pahasına sabır, metanet, cesaret, fedakârlık ve kararlılıkla kahramanca direnmiş ve sonunda kendi bağımsız Devleti’ne kavuşmuş olan Kıbrıslı soydaşlarımızın ve yine aynı uğurda bir savaşın bütün risklerini göze almış bulunan Türkiye’nin Ada’da 1974’den önceki şartların geri gelmesini kesin biçimde önleyen; Ada’nın Rum – Yunan ortaklığının hakimiyeti altına girmesine yol açmayacak olan; Türkiye’nin 1960 Andlaşmalarıyla elde ettiği hak ve yetkilerin, Kıbrıslı Türklere sağladığı etkili ve fiilî garantinin zafiyete uğramadan muhafazasını temin eden; Kıbrıs bakımından Türkiye ve Yunanistan arasında tesis edilmiş olan hassas dengeyi koruyan bir çözümden başka bir çözüm şeklini kabul etmemesinin tarihî yükümlülük olduğu düşüncesindeyiz. 79. 20 Temmuz 1974 Barış Harekâtımız Kıbrıs sorununun gerçekçi ve yaşayabilir bir çözüm şekline kavuşturulması için gerekli parametrelerin ada sathında fiilen oluşmasını sağlamıştır. Nüfus bakımından homojen iki ayrı coğrafî kesimin ortaya çıkması imkânını yaratmıştır. 1963 Aralık ayından sonra Ada’da ayrı varlığını sürdüren Kıbrıs Türk yönetimi, hudutları belli bir coğrafî zemin üzerinde önce 13 Şubat 1975 tarihinde “Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin”, sonra da 15 Kasım 1983 tarihinde “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” nin çatısı altında devlet yapısına kavuşmuştur. 80. “Rum-Yunan Ortaklığı, Yunanistan’ın 1981’de AB’ne üye olmasından ve özellikle de Türkiye’nin 1987’de AB’ne tam üyelik müracaatı yapmasından sonraki dönemde yöneldikleri “ENOSIS”i AB potasında gerçekleştirme hedeflerine ulaşıncaya kadar Kıbrıs konusunda “çözümsüzlük” politikası sürdürmeğe kararlı görünmektedirler. Rum-Yunan ortaklığının stratejisine göre “ENOSIS”in AB potasında tam anlamıyla gerçekleşebilmesi için Türkiye’nin AB dışında kalması gerekmektedir. 24 Nisan 2004 referandumlarında aslında içerik olarak kendi lehlerine olan ANNAN Plânı’nı reddetmiş olmalarının sebebi budur. Şayet 2004’de çözüm olsaydı, Kıbrıslı Rumlarla Kıbrıslı Türkler beraberce AB’ne katılmış, fakat, sorun çözüldüğü için de Rum-Yunan ortaklığı Türkiye’nin AB üyeliğinin uzun vadede de olsa gerçekleşmesini önleme gayretlerinde önemli ölçüde zemin kaybına uğramış olacaktı. Hattâ, Annan Plânı’na göre “Kıbrıs” Türkiye’nin AB üyeliğini destekleme yükümlülüğü altına girecekti. Türkiye de AB’ne üye olduğu takdirde Rum-Yunan Ortaklığının AB potasında “ENOSIS” hülyası boşa çıkacaktır. Çünkü, AB üyesi olarak Türkiye Kıbrıs bakımından Yunanistan’la aynı konuma gelecek ve aynı statüyü elde etmiş olacaktır. Rum – Yunan ortaklığı böyle çarpık bir stratejiyi uygularken, belli başlı AB Devletleri’nin Türkiye’nin tam üyeliğine karşı bir tutum takınmalarından ve cesaret bulduklarını söylemek yanlış olmaz. IV. KIBRIS 1974’DE DEĞİL 1963 SONUNDA BÖLÜNMÜŞTÜR 81. Dış kaynaklarda sürekli olarak Ada’nın 1974’de bölündüğü ileri sürülür. Maalesef Türkiye aleyhindeki propaganda amaçlı bu iddialara, uygun yayınlara, dikkatsizce kullanılan sözler şeklinde de olsa, son dönemlerde Türkiye’de de rastlanılır olmuştur. 82. Bu iddia asılsızdır, temelden yoksundur. Ada’daki 1960 anayasa düzeninin 1963 Aralık ayının sonunda Rumlar tarafından yıkılmasından hemen sonra, coğrafî plânda olmasa bile, siyasî bakımdan iki ayrı yönetim ortaya çıkmıştır. Lefkoşe ikiye bölünmüştür. Kıbrıs’taki bölünmeyi temsil eden ve “yeşil hat” (green line) olarak bilinen çizgi, 1974’de değil, 1963’de çizilmiştir. 83. Rumların Kıbrıs’taki soydaşlarımıza karşı 21 Aralık 1963 tarihinde başlattıkları saldırılar üzerine, çatışmaları önlemek maksadıyla, Türkiye ve Yunanistan’ın 1960 İttifak Andlaşmasına, İngiltere’nin de Tesis Andlaşmasına göre Kıbrıs’ta bulundurdukları kuvvetlerinden müteşekkil bir geçici Barış Gücü’nün kurulması kararlaştırılmıştır. Barış Gücü 30 Aralık 1963 günü göreve başlamıştır. Güç’ün Komutanlığına İngiliz Tümgeneral Peter YOUNG getirilmiştir. Bu geçici Barış Gücü’nün göreve başlamasıyla Lefkoşa iki yönetim halinde fiilen bölünmüştür. Bugün Kıbrıs’taki bölünmeyi temsil eden ve “yeşil hat” olarak bilinen çizgi, böylece 1963 Aralık ayının sonunda ortaya çıkmıştır. Bu çizgiyi General YOUNG harita üzerinde çizmiştir. Çizerken yeşil renkli kalem kullandığı için, bu çizgi Kıbrıs’la ilgili terminolojiye “yeşil hat” olarak girmiştir. 84. 11 yıl sonra, 15 Temmuz 1974 tarihinde Yunanistan’ın Kıbrıs’ta gerçekleştirdiği askerî darbe ve ENOSIS’i ilân teşebbüsü üzerine 19 Temmuz’da toplanan Güvenlik Konseyi’nde konuşan Yunanistan Temsilcisi Panayatacos, diğer hususlar meyanında, Ada’da 11 yıl önce yaşanmış olanları hatırlatmış ve Makarios’un “Zürih’te ortaya çıkan anayasanın 13 hükmünü tadil etme teşebbüsünde bulunmak suretiyle 1963 Aralık ayında feci çatışmaların ortaya çıkmasına ve böylece Ada’nın yeşil hat boyunca fiilen bölünmesine sebep olduğunu” itiraf etmiştir. V. ÇÖZÜMSÜZLÜĞÜN SORUMLUSU TÜRK TARAFI DEĞİLDİR 85. Kıbrıs sorunuyla ilgili gerçeklerden biri de sorunun yarım asırdır çözülemeden kalmasında Kıbrıs Türk Tarafı’nın ve Türkiye’nin sorumluluğunun bulunmadığıdır. Kıbrıs sorununa çözüm aramak ve bulmak sorumluluğunu taşıyan tarafın sadece KKTC ve Türkiye olmadığı da ayrı bir gerçektir. Bu sorumluluk, aynı zamanda ve ölçüde ve hattâ daha fazla olarak sorunun yaratıcısı Rum-Yunan ittifakına da aittir. 86. Kıbrıs sorununa adil ve kalıcı bir çözüm bulunmasını amaçlayan müzakere sürecinin çeşitli aşamalardan geçen akışı içinde, Kıbrıs Türk Tarafı ve Türkiye, çözümsüzlüğe sebep olmakla suçlanmasını objektif kıstaslara göre haklı gösterecek hiçbir tutum ve davranış içinde bulunmamıştır. 87. 42 yıldır süren görüşmelerin her dönemi, müzakerelerde Kıbrıs Rum Tarafının oyalayıcı taktikler uygulaması ve çözüme ilişkin olarak BMGS tarafından ortaya konulan sözlü veya yazılı fikirleri, somut plânları reddetmesi yüzünden kesilmiştir. Müzakere sürecinin yeniden başlaması da, Kıbrıs Türk Liderliği’nin inisiyatif alması üzerine mümkün olabilmiştir. Bunun en son ve çarpıcı örneği Kıbrıslı Rumların ANNAN Plânı’nı 24 Nisan 2004 referandumunda reddetmesi, buna mukabil, Kıbrıs Türk halkının Plân’a büyük çoğunlukla “evet” oyu vermesi; bu sonuçla duran çözüm arayışlarının TALÂT – HRİSTOFYAS arasında 2008 yılında Türk Tarafı’nın açılımları üzerine yeniden başlayabilmiş olmasıdır. A. 1963 Sonuna Kadar Olan Dönem 88. Kıbrıs konusunun Türkiye’nin siyasî gündemine girdiği 1950’li yılların başlarından itibaren, Türkiye, Kıbrıs sorununun Türkiye ile Yunanistan arasında bir savaşa yol açmadan; iki ülke arasındaki stratejik dengenin bozulmasına sebep olmadan; böylece bölgesel barışa ve istikrara ve NATO içindeki tesanüde (dayanışmaya) zarar vermeden barışçı yöntemlerle âdil ve kalıcı bir çözüme ulaştırılması için samimi gayret sarfetmiştir. 89. 1952 yılında Türkiye ile Yunanistan arasında en üst düzeyde ziyaretler peş peşe teati edilmiştir. Türkiye 1953’de Türkiye, Yunanistan ve Yugoslavya arasında Balkan Paktı’nın ortaya çıkmasına ve bu Pakt’ın 1954’de Balkan İttifakı halini almasına öncülük etmiştir. 90. 1960 yılında “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin” kurulması ve 1959 mutabakatlarına ve 1960 antlaşmalar sistemine göre Ada’da kurulan anayasa düzeninin korunması ve yaşatılması Türk diş siyasetinin baş öncelikleri arasında yer almıştır. 91. 11 Şubat 1959 tarihinde Zürih’te Yunanistan Başbakanı KARAMANLIS ile Kıbrıs konusunun çözümünün temel esasları üzerinde mutabakata varmasından sonra Ankara’ya dönen Başbakan Sayın Adnan MENDERES 14 Şubat 1959 günü Anadolu Ajansı’na uzun bir demeç vererek, anlaşmadan duyduğu hoşnutluğu belirtmiş ve Türk-Yunan ilişkilerinin geleceği bakımından büyük ümitler izhar etmiştir. Anlaşma hakkında da “vardığımız bu netice, esas ve ruh itibariyle haklarımız ve millî menfaatlerimizden bir fedakârlıkta bulunmamakla beraber, diğer tarafın da hak ve menfaatlerine riayet etmeyi kalp huzuru ile karşılayan bir zihniyetin eseri olarak telâkki edilmek icap eder ki, bu takdirde galibiyet veya mağlubiyet her iki taraf için de bahis mevzuu olmamak icap eder” şeklinde konuşmuştur. 92. Dışişleri Bakanı Sayın Fatin Rüştü ZORLU Londra’da Kıbrıs Antlaşmalarının imzalanmasından 4 gün sonra İstanbul’a dönüşünde 23 Şubat 1959 günü şu demeci vermiştir: “Artık Kıbrıs için yeni bir istikbal (gelecek) açılmıştır. İki cemaat (toplum) gittikçe samimileşecek bir işbirliği ile vahdete (birliğe) doğru giderken (Kıbrıs konusu).......Türkiye ile Yunanistan arasında bir nifak membaı (geçimsizlik kaynağı) olacak yerde,  tam bir teşriki mesainin (işbirliğinin) sembolü olarak her iki memleket arasında her gün biraz daha kuvvetlenmesini temenni eylediğimiz ahengin (uyumun) tarsinine (sağlamlaştırılmasına) yarayan bir hatta (çizgiye) vasıl olacaktır.” 93. Türkiye’de 27 Mayıs 1960’da meydana gelen gelişmelerden sonra kurulan Orgeneral Sayın Cemal GÜRSEL Başkanlığındaki Millî Birlik Komitesi Hükûmeti de, MENDERES Hükûmeti gibi, Londra’da mutabık kalınan çözüm şeklinin Kıbrıs’ta kalıcı olacağı; Kıbrıslı soydaşlarımızın geleceklerini teminat altına alacağı ve Türk – Yunan ilişkilerinin daha da kuvvetlenmesine katkıda bulunacağı anlayışında olmuştur ve bu anlayış hükûmet programına yansıtılmıştır. 94. Daha sonra Sayın İsmet İNÖNÜ Başkanlığında kurulan 26. ve 27. Hükûmetlerin programlarında da Türkiye’nin Kıbrıs konusundaki siyaseti aynı çerçeveye oturtulmuştur. 95. Türkiye’nin bu iyi niyetli ve yapıcı bakış açısına ve yaklaşımına karşın, yukarıda da hatırlatıldığı üzere, Ada’daki 1960 düzeni Rum-Yunan ittifakı tarafından ENOSIS amaçlı olarak 1963 sonunda yıkılmıştır. B. 1964 – 1983 Dönemi 96. Kıbrıs sorununa çözüm bulmayı amaçlayan müzakere sürecinin 42 yıllık tarihi içinde Kıbrıs Türk Tarafı ( önce KTFD ve sonra KKTC) ve Türkiye müzakere sürecinin bütün aşamalarında ortak çıkar bilinciyle uyum içinde hareket etmişlerdir. Zaman zaman ortaya çıkmış olan görüş ayrılıklarını aleniyete intikal ettirmeden gidermeyi ve yapıcı makul bir ortak çizgide kalmayı başarabilmişlerdir. 97. 1968’den 2005 yılının Mayıs ayına kadar Kıbrıs Türk Tarafı’nı müzakere sürecinde Sayın Rauf DENKTAŞ temsil etmiştir. DENKTAŞ, çözüm için, sadece kendi halkının ve Devleti’nin değil, Türkiye’nin ve Türk Ulusu’nun çıkarlarını da ön plânda tutarak onyıllarca sebatla çalışmıştır. Müzakerelerde, Türkiye’nin de politikasının esaslarına uygun olarak, 1974’den ve özellikle 1983’den sonra çözümün Ada’da iki halkın egemen eşitliğine ve iki Devlet’in varlığına dayanması; siyasî çözümün ortaya “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin” temelinde yeni bir anayasa düzeni değil, fakat, yeni bir ortaklık Devleti çıkarması gibi tezleri savunmuştur. Oysa, BM zemininde Kıbrıs sorununun çözümü için BM tarafından belirlenmiş olan temel parametreler “Ada’da tek bir ‘Kıbrıs Devleti’ vardır (Kıbrıs Cumhuriyeti)”; “BMGS’nin iyi niyet görevinin hedefi yeni bir devlet kurmak değil, var olan bu Devlet için bu defa federal esasa dayanan yeni bir anayasa hazırlamaktır”; “Ada’da iki halk değil, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin iki toplumu vardır” şeklindeki hukuken ve siyaseten sakat olan ve Ada’daki gerçeklerle de bağdaşmayan anlayışlar üzerine bina edildikleri ve bunların zorla Türk Tarafı’na kabul ettirilmesine çalışıldığı için, BM çevreleri DENKTAŞ’ın tutumuna her defasında tepki göstermişlerdir. DENKTAŞ’ın “BM’nin parametreleri dışında tutum takındığından” şikâyet etmişlerdir. 98. Kıbrıs konusunun gerçeklerini gerektiği ölçüde bilmeyenler veya kabullenmek istemeyenler, konuya çok sathi bakanlar ve özellikle Rauf DENKTAŞ’ın davasının bütün ayrıntılarını bilenlere, davasının haklılığına inananlara ve Türk ulusunun bir davasını savunmanın onurunun bilincine varanlara özgü bir rahatlık ve güven duygusu içinde müzakerelerde kararlı davranmasının altında ezilen dış mihraklar, kasıtlı olarak, DENKTAŞ’ı uzlaşmazlıkla suçlamışlar ve suçlatmışlardır. O’nu Kıbrıs sorunundaki çözümsüzlüğün sorumlusu olarak göstermişlerdir. 99. Ne yazık ki zaman gelmiş KKTC ve Türkiye kamuoyları BM’nin ve etkili dış çevrelerin bu maksatlı ithamlarının etkisi altında kalmışlardır. Özellikle, 2002 Aralık ayındaki AB Kopenhag Zirvesinden önceki aylarda başlayarak ANNAN Plânı üzerindeki müzakereler sırasında 2003’den itibaren yoğunlaşan biçimde Türk basınında Sayın Rauf DENKTAŞ aleyhindeki neşriyat bir kampanya halini almıştır. 100. Kıbrıs sorununa müzakereler yoluyla çözüm arama sürecine ilişkin belgeler incelendiği zaman çözüm arayışlarındaki inisiyatiflerin büyük çoğunluğunun Rauf DENKTAŞ Liderliğindeki Kıbrıs Türk Tarafınca alınmış olduğu görülür. Türkiye de sürekli olarak müzakere sürecini desteklemiştir. 101. DENKTAŞ’ın Türkiye’nin de aktif diplomatik desteğiyle, KLERİDES ile Birleşmiş BMGS’nin gözetiminde Viyana’da 2 Ağustos 1975 tarihinde yaptığı görüşmeler sonunda, Ada’da, Türklerin kuzeyde, Rumların güneyde toplanmasını sağlayacak şekilde nüfus mübadelesi gerçekleştirilmiştir. 102. Kıbrıs sorunu için çözümün temel ilkelerini içeren 12 Şubat 1977 tarihli DENKTAŞ -MAKARIOS Dört-Nokta Anlaşması, Rauf DENKTAŞ’ın 9 Ocak 1977 tarihli mektupla MAKARIOS’u görüşmeye davet etmesi üzerine başlayan görüşmelerde ortaya çıkmıştır. 103. 19 Mayıs 1979 tarihli DENKTAŞ - KYPRIANOU 10-Nokta Anlaşması, Kıbrıs Türk Tarafının BM Genel Sekreteri’ne 13 Nisan 1978 tarihinde Viyana’da sunduğu ve içinde kapalı Maraş bölgesine ve toprak ayarlamalarına ilişkin açılımların da bulunduğu “kapsamlı” ve “hacimli” öneriler üzerine mümkün olmuştur. 104. BMGS’nin ( Waldheim ) taraflarla gerçekleştirdiği yoğun danışmaların neticesinde, her iki Tarafın “Kıbrıs sorununun anayasa veçhesinin federal, toprak veçhesinin de iki kesimli (bi-zonal )” temel üzerinde çözümü için mutabık kaldıkları ve toplumlararası görüşmelerin bu hedef doğrultusunda 15 Eylül 1980 tarihinden itibaren Ada’da başlayacağı BMGS’nin Kıbrıs Özel Temsilcisi Arjantinli Hugo GOBİ tarafından 9 Ağustos 1980 tarihinde Lefkoşa’da açıklanmıştır. Rauf DENKTAŞ, Kıbrıs Türk Tarafı’nın bu formüle olan desteğini hemen teyit etmiş; Türkiye de DENKTAŞ’ı teşvik edip desteklemiştir. Sypiros KYPRIANOU ise, aynı günün akşamı, Rum tarafının “iki-kesimli” bir çözümü kabul etmesinin mümkün olmadığını TV’de dünyaya duyurmuştur. 105. 1980-83 döneminde “iki kesimli federasyon” temelinde başlayan müzakerelerde ve Kıbrıs Türk Tarafı, “toprak” ve “Maraş” konuları dahil, gündemdeki her konuda somut öneriler yapmıştır. 1974’den sonra Rum liderliği her fırsatta “şayet Türk Tarafı toprak konusundaki pozisyonu harita üzerinde somut biçimde ortaya koyarsa anlamlı görüşmeler hemen başlar” şeklinde beyanlarda bulunmuştur. Kıbrıs Türk Tarafı pozisyonunu gösteren bir haritayı Rum Tarafı’na vermiştir. Bu gelişme üzerine müzakere masasında köşeye sıkınış olan Rum Tarafı Kıbrıs sorununun “enternasyonalizasyonu” yönündeki girişimlerine hız vermiştir. 106. BMGS’nin Kıbrıs Özel Temsilcisi Hugo GOBI 18 Kasım 1981 tarihinde, “Değerlendirme Belgesi” (Evaluation Document) olarak adlandırılan belgeyi Taraflara sunmuştur. Türk Tarafı hemen kabul etmiş; Rumlar reddetmiştir. Bu Belgede iki kesimli federasyonun toprak veçhesinin yüzde 30 / 70 nispetine göre halledilmesi öngörülmüştür. C. Rum – Yunan İttifakının Uzlaşmazlığı ve KKTC’nin Kuruluşu 107. O dönemde Yunanistan seçim atmosferine girmişti. PASOK Lideri Andreas PAPANDREOU verdiği demeçlerde “Değerlendirme Belgesi’ni” “emperyalist plânı” olarak nitelemiştir. KYPRIANOU’ya çağrı yaparak “Yunanistan’da iktidar değişikliğinin muhakkak göründüğü bir devrede kendisini sakat çözümlere bağlamamasını” istemiştir. Andreas PAPANDREOU Ekim 1981’de Başbakan olmuş ve Kıbrıs sorununun “enternasyonalizasyonu” için çağrı yapmıştır. Şubat 1982’de GKRY’ni ziyaret etmiştir. Buradaki konuşmasında “Kıbrıs’ın Helenizmin bir parçası” olduğunu söylemiş ve Kıbrıs sorunu ile ilgili bütün tarafların katılacağı bir “uluslararası konferans” toplanması teklifinde bulunmuştur. 108. 1982 başında BMGS olan Pérez de CUELLAR Nisan ayında görüşmeleri canlandırmak için teşebbüsler yapmıştır. Türkiye ve Kıbrıs Türk Federe Devlet’i (KTFD) BMGS’ne destek vermiştir. Bununla beraber, Rumlar süreci yavaşlatma ve durdurma gayreti içinde olmuştur. Temmuz ve Ağustos aylarında hiç görüşme yapılmamıştır. Eylül ayında Rumlar BM Genel Kurul toplantılarını mazeret olarak gösterip görüşmeğe yanaşmamışlardır. 16 Eylül 1982 tarihinde de, görüşmelerin, Rum tarafında Şubat 1983’de yapılacak Başkanlık seçimlerinin ertesine kadar durdurulmasını istemişlerdir. 109. 13 Şubat 1983 tarihinde GKRY’de yapılan başkanlık seçimini yeniden KYPRIANOU kazanmıştır. Bu seçimde AKEL KYPRIANOU’yu desteklemiştir. KYPRIANOU, seçim zaferinden hemen sonra PAPANDREOU ve AKEL ile birlikte bir “enternasyonalizasyon” plânını uygulamaya koymuştur. 110. Rumlar, önce Mart ayının ilk yarsısında Yeni Delhi’de yapılan Bağlantısızlar Zirve Konferansı’nda amaçlarına uygun kuvvetli bir karar elde etmişlerdir. Daha sonra da, AKEL’in desteğiyle Mayıs 1983’de BM Genel Kurulu’na (resumed session) başvurmuşlardır. 111. KTFD ve Türkiye yoğun teşebbüsler yaparak, Rum Tarafı’nın bu dönemde müzakereleri baltalamak için başvurduğu “enternasyonalizasyon” kampanyasının ayrıntılarını ve Rumların BM Genel Kurulu’na başvurmasının müzakereye dayanan çözüm arayışlarına yapabileceği olumsuz etkileri BMGS’nin ve uluslararası toplumun üyelerinin dikkatine getirmişlerdir. 112. BM Genel Kurulu, 13 Mayıs 1983 tarihinde Rumları destekleyen bağlantısız ülkelerin oy çokluğuyla, Kıbrıs’taki iki Lider arasında daha önce çözüm için varılan ilke mutabakatlarıyla bağdaşmayan unsurlardan oluşan bir karar kabul etmiştir (13 Mayıs 1983 tarihli ve 37/253 sayılı karar). Bu karar, o dönemde, Rumların müzakere yoluyla çözüme ulaşılmasından kaçan tutumlarında bardağı taşıran son damla olmuştur. 113. BM Genel Kurulu’nun kararı KTFD’de büyük tepkiyle karşılanmıştır. Rauf DENKTAŞ BM Genel Kurul toplantısı için geldiği New York’tan Lefkoşa’ya dönmek üzere ayrılmış ve uğradığı Londra’da “Rumların görüşmeleri keserek BM Genel Kurulu’na başvurmaları ve kabul edilen tek yanlı karar, Kıbrıs Türk halkının kendi kaderini tayin edecek adımları atmasının artık zamanının geldiğini göstermektedir” mealinde beyanda bulunmuştur. DENKTAŞ Lefkoşa’ya dönüşünde Ercan Havaalanında halk tarafından coşkuyla karşılanmıştır. 114. KTFD Yasama Meclisi 17 Haziran 1983 günü tarihî bir karar almış ve Kıbrıs Türk Halkının “hiçbir şekilde geri alınamaz kendi kaderini kendisinin tayin etme hakkının bulunduğunu” açıklamıştır. 115. BM Genel Kurulu’nun 38. Dönem çalışmalarının açılış toplantılarına katılan Türkiye Dışişleri Bakanı Sayın İlter TÜRKMEN 4 Ekim 1983 günü Genel Kurul’da yaptığı konuşmada “Kıbrıslı Türklerin self-determination haklarının bulunduğunu” vurgulamış ve Kıbrıs’taki gelişmeler hakkında ana noktaları itibariyle şunları ifade etmiştir: -- “….13 Mayıs 1983 tarihinde kabul edilen Kararın tek taraflı, dengesiz, adaletsiz ve gerçeklerle bağdaşmayan mahiyeti sadece Kıbrıs Türk halkının öfkesini arttırmağa hizmet etmiştir. Kıbrıs Türk halkı, haklı olarak, dünya kamuoyuna, Kıbrıslı Rumlar kadar kendilerinin de self-determination hakkını kullanma hakkına sahip olduklarını hatırlatmıştır. Kıbrıs Türk halkı, bu vakte kadar bu hakkı iki toplum arasında federal devlet çerçevesinde bir ortaklığın kurulabilmesine katkıda bulunmak amacıyla kullanmayı tercih etmiştir. Bununla beraber, diğer Taraf ortaklığı reddederse, kendi kaderlerine şekil vermekten başka çareleri kalmayacaktır.” --“Sadece birkaç gün önce Cumhurbaşkanı Rauf DENKTAŞ BMGS’ne Kıbrıs Türk Tarafı’nın toplumlararası görüşmelerin, üzerinde karşılıklı mutabakata varılmış mevcut çerçevesinde erken bir zamanda başlatılmasını istediğini bildirmiştir. DENKTAŞ, toplumlararası görüşmelerde ilerleme sağlanabilmesi için kendisiyle KYPRIANOU arasında yeni bir Zirve toplantısının BMGS’nin gözetiminde düzenlenmesini telkin etmiştir. Kıbrıs Türk Tarafı’nın bu yapıcı tutumu müzakereye dayanan bir çözüme ulaşmak için tarihî bir fırsat olarak değerlendirilmelidir.” --“Maalesef Yunan Hükûmeti olumsuz bir tavır takınmaktadır. Daha birkaç gün önce Yunanistan Dışişleri Bakanı bu kürsüden Kıbrıs sorununa siyasî çözüm bulmanın hemen hemen imkânsız olduğunu beyan etmiştir. (Bakan) BMGS’nin gözetimindeki görüşme sürecinin temelini reddetmektedir. Bunu yaparken de Türkiye’yi itham etmektedir.” -- “Açıkça ifade edeyim ki 1963’den bu yana Kıbrıs’ta olmuş olanların tarihî sorumluluğu düpedüz Yunanistan’a aittir…..” D. KKTC Gerçeği 116. Kısaca özetlemeğe çalıştığımız bu tarihî gelişmeler üzerine Rauf DENKTAŞ’ın Liderliğindeki Kıbrıs Türk Halkı, kendi kaderlerine sahip çıkmak için 15 Kasım 1983 Salı günü Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni (KKTC) bağımsız ve egemen bir Devlet olarak ilân etmiştir. 117. Türkiye KKTC’ni ilân edildiği gün tanımış ve diplomatik ilişki kurmuştur. Bu konuda Dışişleri Bakanı İlter TÜRKMEN tarafından okunan Hükûmet açıklamasında şu noktalar belirtilmiştir: -- “Hükûmetimiz Kıbrıs sorununun çözümüne ilişkin görüşlerini daha önce açıklamıştı. Sayın Denktaş’a görüşlerimizi etraflı bir şekilde izah etmiştik.” -- “Bugünkü aşamaya gelinmeden, toplumlararası müzakereler yoluyla âdil ve sürekli bir çözüm şekli bulunmasını kuşkusuz tercih ederdik. Bunu yeniden vurgulamak istiyoruz.” -- “9 yıldır müzakerelerde bir sonuca varılamamış olmasından Kıbrıs Türk tarafını sorumlu tutmak olanaksızdır.” -- “1960’da Kıbrıs Devleti’nin kurulmasına temel teşkil eden esaslar ve BM Yasası’na hakim olan prensipler ışığında Kıbrıs Türk halkının Kıbrıs Rum halkı gibi kendi kaderini tayin hakkına sahip olduğu tartışılamaz.” -- “Kıbrıs Türk halkı kendi kaderini tayin hakkına dayanarak ve millî iradesi ile bağımsızlığını ilân etmiştir.” -- “Bunu yaparken, barışçı ve uzlaşıcı tutumunu özellikle vurgulamakta, bağımsızlığın Kıbrıs adasında ebedi bir bölünme anlamına gelmediğini ve Kıbrıs’ta Rumlarla federasyon kurma dışında başka herhangi bir Devlet’le birleşmemeye kararlı olduğunu belirtmektedir.” -- “Belirttiğim bu noktaları gözönünde tutan Hükûmetimiz bugün öğleden sonra yaptığı ayrıntılı bir değerlendirme sonucunda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanımaya karar vermiştir.” 118. Türkiye’de yayınlanan gazeteler bu tarihî olayın haberini “Millî Kıbrıs Davası” anlayışı içinde coşkuyla vermiş ve Türk Milleti’nin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün kurumlarının KKTC’ne olan desteğini manşette yansıtmışlardır. Bazı manşetler şunlardır: “GURUR GÜNÜ” (Hürriyet); “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilân edildi – Çözüm için zorunlu karar” (Cumhuriyet); “Mutlu Son” (Güneş); “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kuruldu – KUTLU OLSUN” (Milliyet). E. Gerçek Federasyon 119. Kıbrıs Türk Halkı’nın Bağımsızlık Demeci’nin 22. Maddesinde “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ilânı, iki eşit halkın ve onların kurdukları yönetimlerin, gerçek bir federasyon çatısı altında yeniden bir ortaklık kurmalarını engellemez” ifadesine yer verilerek kapı “iki kesimli federal çözüm” şekli için açık bırakılmıştır. Bağımsızlık Demeci’nde seçilerek kullanıldığı kuşkusuz olan “gerçek federasyon” (genuine federation) kavramının üzerinde durmak lâzımdır. “Gerçek federasyon”, ANNAN Plânı’nda Kıbrıs için öngörülmüş olan anayasa düzeni değildir. Halen Ada’da devam etmekte olan müzakere sürecinde, daha önce 2008 yılında TALÂT – HRİSTOFYAS arasında mutabık kalınmış olduğu üzere, BM kararlarında tarif edilen “siyasî eşitlik” kavramı esas alınarak sözde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin anayasasının tadili suretiyle ortaya çıkarılması hedeflenen federal yapı da değildir. “Gerçek federasyon”, Kıbrıs’taki iki Devlet’in, müzakere sürecine eşit statüde katıldıkları, kurulmasına egemen iradeleriyle karar verdikleri ve içinde “eşit egemen” federe devletler olarak var oldukları; egemen yetkilerinin, üzerinde mutabık kaldıkları bir bölümünü, federal Hükûmete devrettikleri yeni bir ortak yapıdır; yeni bir ortaklık devletidir. F. 1984 – 1986 Müzakere Süreci ve 17 Ocak 1985 Denktaş – Kyprianou New York Zirvesi 120. KKTC’nin ilânından hemen sonra Türk Tarafı 18 Kasım 1983’de ve 2 Ocak 1984’de karşılıklı iyi niyet ortamını yaratmak için kapsamlı somut teklifler yapmıştır. 121. Kıbrıs Rum Tarafı KKTC’nin ilânı geri alınmadan Kıbrıslı Türklerle çözüm arayışına girmeyeceğini açıklamıştır. Bununla beraber, BMGS’nin ve uluslararası siyasetin belli başlı aktörlerinin ağırlıklarını koymaları üzerine yeni bir görüşme sürecinin başlamasına razı olmuştur. 122. BMGS’nin 1984 yaz aylarında başlattığı dolaylı müzakere sürecinin 1984 Kasım ayındaki döneminde KKTC inisiyatif üstünlüğü göstermiş ve Türkiye’nin de teşvik ve desteğiyle, Kıbrıs sorununun bütün veçheleri üzerinde anlaşma sağlanması şartıyla toprak konusunda yüzde “29+” nispetini kabul edebileceğinin işaretlerini vermiştir. ABD, KKTC’ne ve Türkiye’ye ulaştırdığı bir muhtıra ile, Denktaş’ın atabileceği “böyle cesur bir adımla müzakere sürecinde kendisine düşen bütün sorumlulukları yerine getirmiş, uzlaşma yönünde yolun kendisine ait bölümünü yürümüş ve uluslararası toplumda çok olumlu bir izlenim bırakmış olacağını; bu durumda, Kyprianou’nun Kıbrıs Türk Tarafı’nın beklentilerini tam olarak karşılama sorumluluğu altına gireceğini; Rum Tarafı’nın olumsuz bir tutum takınması halinde ise, bundan Türk Tarafı’nın lehine sonuçlar çıkacağını” açık bir dille bildirmiştir. 123. DENKTAŞ 27 Kasım 1984 günü BMGS Perez de CUELLAR’ın Taraflara sunduğu Çerçeve Anlaşma Taslağını bütünüyle kabul etmiş, KYPRIANOU ise kabul beyanında bulunmaktan kaçınmıştır. Bu gerçeği BMGS 12 Aralık 1984 tarihinde BM Güvenlik Konseyi’ne sunduğu raporunda şu ifadelerle açıklamıştır: “…Ortak bir yüksek düzey anlaşması için bir ön taslak metni Taraflara sundum ve (metni) birleşik bir bütün halinde kendileriyle görüştüm…..Görüşmeler süratle Kıbrıs sorununun kapsamlı çözümünün özü olarak adlandırılabilecek merkezî konular üzerinde yoğunlaştı. Kıbrıs Türk Tarafı sunuşumun bütün unsurları hakkında olumlu görüşler bildirdi. Müzakerelerin çok kritik bir aşamasında bulunduğumuzu dikkate alarak, bir düşünme arası telkin ettim. Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Kyprianou Lefkoşa’ya gitmek üzere New York’dan ayrıldı….Bildirmem gerekir ki, hem anayasa konusunda, hem (sorunun) toprak veçhesinde Kıbrıs Türk Tarafı daha önceki yıllardaki pozisyonlarına göre özlü biçimde gelişmiş bir pozisyon ortaya koymuştur….” 124. BMGS, aynı Çerçeve Anlaşma Taslağını 17 Ocak 1985 tarihinde New York’ta yapılan Denktaş-Kyprianou Zirvesi’nde masaya koymuş ve yine DENKTAŞ’ın kabul etmesine karşılık KYRIANOU bu defa belgeyi açıkça reddetmiştir. 125. Kasım 1984’de ve Ocak 1985’de çözüm arama sürecinde meydana gelen bu gelişmeler üzerine BMGS, uluslararası siyasetin başaktörleri ve dünya basını Sayın Rauf DENKTAŞ’ın tutumunu “devlet adamlığına yaraşır” olarak nitelemişler; Kyprianou’yu ise ağır bir dille kınamışlardır. Verilen demeçlerde ve yapılan yorumlarda “Kıbrıs sorununun çözümü yolunda son dönemde meydana gelen ümit verici hızlı gelişmelerin Kıbrıs Türk Lideri Rauf Denktaş’ın toprak ve anayasa konularında önemli ödünler ortaya koyması sayesinde gerçekleştiği; bu barışçı tutumun Rum tarafını savunmada bıraktığı; Kyprianou’nun olumlu karşılık verememesi yüzünden de anlaşmanın sonuçsuz kaldığı” vurgulanmıştır. Cyprus Mail Gazetesi Rum Yönetimi’nin eski Dışişleri Bakanı Nicos ROLANDIS’e atfen “Kyprianou’nun federal bir çözümü hiçbir zaman istemediğini” yazmıştır. İngiliz The Times gazetesi şu yorumu yapmıştır: “Kıbrıs’ın bölünmüşlüğünü sona erdirmek için sürdürülen gayretlerdeki diplomatik kördüğümü çözebilecek dramatik bir çıkış yapan Kıbrıs Türk Toplumu önemli tavizler ortaya koymuş ve topu fiilen Kıbrıslı Rumların sahasına bırakmıştır. Kıbrıs Türk Toplumu’nun Lideri Rauf DENKTAŞ Birleşmiş Milletler Genel Sekreter’i Javier Pérez de CUELLAR’ın ortaya koyduğu barış plânının tamamını kabul ettiğini Perşembe günü açıklamıştır.” Avrupa Ajansı’nın (Brüksel) bülteni “Kıbrıs Türk Toplumunun Lideri görüşmeler sırasında BMGS’nin yaptığı bütün teklifleri kabul etmiştir…” haberini geçmiştir. ECONOMIST Dergisinde çıkan makalede “DENKTAŞ Pérez de CUELLAR’ın barış tekliflerini tamamen kabul ettiğini 29 Kasım’da açıklamıştır…DENKTAŞ’ın hiçbir şekilde kaybetmez bir duruma geldiği bellidir, oysa birçok gözlemcinin fikrine göre KYPRIANOU şimdiki teklifleri reddettiği takdirde önünde bir daha bu kadar uygun teklifler bulamayacaktır.” İngiliz The Times gazetesi “BM resmî görevlileri Kyprianou’nun görüşmelerde iki kesimlilik ve eşit siyasî statü gibi Kıbrıslı Türklerle uzlaşmanın en temel unsurlarını ve ilkelerini sorguladığını açıkladılar” demiştir. 126. BMGS, çözüm girişimlerini 1986 yılı içinde de sürdürmüş ve bir yıl önceki çözüm plânını çoğu Rum Tarafı’nın taleplerini karşılayan değişikliklerle 29 Mart 1986 tarihinde Taraflara sunmuştur. Plânı Türk Tarafı kabul ederken, Rum Tarafı yine reddetmiştir. 127. Bu gelişmeyi BMGS 11 Haziran 1986 tarihli raporunda açıklarken şu ifadeleri kullanmıştır: “….Esefle kaydetmem gerekir ki Taraflardan biri (Rum Tarafı) 29 Mart 1986 tarihli Çerçeve Anlaşma taslağını kabul etme durumunda olmadığı cihetle kapsamlı çözüm yönünde önerdiğim müzakereleri başlatmam için yol açılmış değildir. Bu şartlar altında mevcut durumun taşıdığı tehlikeler beni endişeye sevketmektedir….” G. Fikirler Dizisi Temelinde 1992 New York Müzakereleri 128. Kıbrıs sorununun kapsamlı çözümüne yönelik girişimler çerçevesinde BMGS’nin 1990 - 1992 döneminde Taraflarla yaptığı yoğun temas ve görüşmelerden sonra adına “Fikirler Dizisi” denen ve 100 maddeden oluşan, kapsamlı bir çözüm plânı ortaya çıkmıştır. Bu Plân üzerindeki müzakereler BMGS Boutros GHALI’nin de katılımıyla DENKTAŞ - VASSILIOU arasında dolaylı ve doğrudan şekilde 1992 Haziran – Kasım aylarında New York’da cereyan etmiştir. DENKTAŞ “Fikirler Dizisi’nin” 91 paragrafını kabul etmiştir. Rum Lider Vassiliou ise 100 paragrafın her birine çekince koymuş, hiçbirine “evet” dememiştir. 129. “Fikirler Dizisi’nde” “egemenliğin iki toplumdan kaynaklanacağı” ve “AB üyeliği konusunun çözümden sonra iki Taraf arasında görüşülüp karara bağlanacağı ve iki ayrı referanduma sunulacağı” gibi hükümler de yer almıştır. 130. Müzakereler Kıbrıs Türk Tarafı bakımından çetin şartlarda cereyan etmiştir. BMGS, DENKTAŞ toprak konusunda özlü tavizler vermediği ve pozisyonunu harita üzerinde somut olarak göstermediği takdirde gündemde Kıbrıs Türk Tarafı’nın önem ve öncelik verdiği Anayasa konularının müzakeresine geçilemeyeceğini beyan etmiş ve bu pozisyonunda uzun süre ısrar etmiştir. BMGS VASSILIOU’yu masaya davet etmeden temaslarını günlerce sadece DENKTAŞ’la sürdürmüştür. Türk Tarafı’na baskı uygulamak için DENKTAŞ ile BM Güvenlik Konseyi’nin 5 Daimî üyesi arasında toplantı düzenlemiştir. Daimî üyeler, özellikle, İngiltere’nin Daimî Temsilcisi Büyükelçi David HANNAY, DENKTAŞ’tan taviz koparmak ve O’na sakat bir çözümün unsurlarını kabul ettirmek maksadıyla ayrı ayrı ve toplu olarak baskı uygulamağa çalışmışlardır. Cumhurbaşkanı Rauf DENKTAŞ sahip olduğu üstün vasıflarla diplomasinin bütün inceliklerini ve müzakerenin en etkili tekniklerini kullanarak, gereken hallerde hesaplı esneklikler göstererek bütün baskılara sabırla ve soğukkanlılıkla karşı koymuştur. İngilizceye vukufunu kendisini karakterize eden belâgati ile birleştirerek etkileyici beyanlarda bulunmuştur. KKTC’nin ve Türkiye’nin çıkarlarına zarar verecek durumların ortaya çıkmasını önlemiştir. Sonunda müzakere sürecinde diğer konuların da görüşülmesine geçilmesini sağlamıştır. Müzakereler boyunca Türkiye, Cumhurbaşkanı DENKTAŞ’a sürekli olarak tam destek vermiştir. Türk basını “millî dava” anlayışıyla Kıbrıs konusuna ve DENKTAŞ’a sahip çıkmış; kendisine yapılan baskıları kamuoyuna yansıtmış ve tutumunun isabetine ve haklılığına işaret etmiştir. Rumların ortaya koyduğu olumsuzlukları ve BMGS’nin Rumlardan yana tutumunu kamuoyunun dikkatine getirmiştir. 131. 1992 döneminde cereyan eden müzakere süreci de, 2002’den sonra DENKTAŞ’ı uzlaşmazlıkla suçlayan ve yarım asırdır halledilememiş olan Kıbrıs sorunundaki çözümsüzlüğün sorumluğunu DENKTAŞ’a yüklemeğe teşebbüs eden iç ve dış çevrelerin iddialarını mesnetsiz kılan örnek olaylarla doludur. 132. O dönemde Türkiye’de çıkan belli başlı gazetelerde Kıbrıs müzakereleri hakkında yer alan bazı başlıkları aşağıda kaydediyoruz: --“Kıbrıs’ta zorlama ile çözüm olmaz” – “Çetin: ‘Ver Kurtul’ söz konusu olamaz”- “İnönü Denktaş’ı Savundu” - Milliyet, 24.07.1992 -- “Demirel’den Denktaş’a tam destek”- Cumhuriyet, 25.07.1992 -- “Denktaş’a acımasız baskı kampanyası” – “Denktaş’a Güzelyurt’u bırakması için baskılar sürüyor”- Hürriyet – 26.07.1992 -- “Denktaş’tan millî bir mücadele” – Tercüman – 26.07.1992 --“Çetin’den mesaj: ‘Kıbrıs Türk tarafı toprak konusunda özlü bir ileri adım atmıştır” – Cumhuriyet – 28.07.1992 -- “Çetin’den Baker’e mektup: Denktaş’a baskı yapamayız” – 28.07.1992 -- “Denktaş’a sahip çıkalım” – Tercüman – 28.07. 1992 --“Olayların ardındaki gerçek ‘Karşı Taraf !’” – Cumhuriyet – 29.07.1992 -- “Kıbrıs Türkleri tek yumruk” – ZAMAN – 31.07.1992 -- “Kıbrıs hepimizin namusudur” – Millî Gazete – 02.08.1992 -- “Denktaş, bütün oyunları bozmakta kararlı” – 02.08.1992 -- “Kıbrıs’ı Bosna-Hersek’e çevirmek istiyorlar” – Millî Gazete – 05.08.1992 -- “Milletçe görev başına” – Türkiye – 06.08.1992 --“Butros Gali KKTC’ni satacak”- MEYDAN – 06.08.1992 -- “Gali Yunan Hayranı” – Sabah – 06.08.1992 --“Şimdi de Rumlar düşünmeye başladı” – Tercüman – 11.08.1992 --“Yüzyüze görüşmeler Denktaş’ın sabrıyla sürüyor” “Vasiliu yan çiziyor” – “Denktaş’ın iyi niyetli ve uzlaşmacı tutumuna karşı görüşmelerin başından bu yana katı bir tavır alan Rum lideri Vasiliu, federasyon oluşumunda Türklere yaşam hakkı tanıyacak fikirleri tartışmaya bile yanaşmıyor”- MEYDAN – 15.08.1992 --“Vasiliu masadan kaçtı” – Milliyet – 15.08.1992 --“Vasiliu gerçek yüzünü gösterdi” – “Kıbrıs Rum Yönetimi Lideri Yorgo Vasiliu’nun Türklere Federasyon içinde hayat hakkı tanıyan tüm fikirleri reddettiği bildirildi” – Millî Gazete – 15.08.1992 --“Vasiliu eli boş döndü – Rum lider Türklere hayat hakkı tanıyan hiçbir konuya ‘evet’ demiyor”- “Vasilu’ya göre Kıbrıs, Rum adası”- ZAMAN – 15.08.1992 --“Kıbrıs görüşmeleri ertelendi” – “Kıbrıs pazarlığına, tarafların 31 günlük görüşme maratonu nedeniyle yorgun düşmeleri ve Vasiliu’nun itirazları yüzünden ara verildi” – Hürriyet – 15.08.1992 --“Denktaş’tan diplomasi dersi” – Milliyet – 17.08.1992 133.. O dönemde Türk basınının önde gelen bazı kalemlerinin Kıbrıs sorunu ve Denktaş hakkında yaptıkları yorumların bazı bölümlerini hatırlatıyoruz: Sedat ERGİN, Hürriyet, 27 Temmuz 1992, “Denktaş’ın BM’deki tarihî konuşması Yer BM. KKKTC Cumhurbaşkanı Rauf DENKTAŞ, Güzelyurt bölgesinin Rumlara verilmesini isteyen BM Güvenlik Konseyi’nin 5 Daimî üyesinin önünde şöyle diyor: “Kabul etmem için önüme koyduğunuz harita 40 bin Kıbrıslı Türk’ü mülteci durumuna sokuyor. Eğer bu haritayı 40 bin insanın mülteci durumuna düşeceğini bilmeden hazırladıysanız bu büyük bir hatadır. Durumun düzeltileceğine inanıyorum. Yok eğer bu haritayı 40 bin insanı mülteci yapacağınızı bile bile hazırladıysanız, sizi ayıplıyorum, kınıyorum. Denktaş geçen Cuma günü Güvenlik Konseyi’nin 5 devinin karşısına beklemedikleri bir yaklaşımla çıktı. Daha önceleri “geçmişte kalmakla, tarih anlatmakla” eleştirilen Denktaş, bu çizgisini terk ederek, bugünün ve geleceğin zaman boyutları ve kavramlarıyla konuştu.” Hasan Cemal, Sabah, 28 Temmuz 1992 “Kıbrıs’ta tarihsel fırsat heba edilmese ….Görüşmelerin ilk iki haftası KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş’a yönelik baskıyla geçti. Rum Yönetimi lideri Vasiliu pek ortalıkta görülmedi. İstenen, toprak konusunda Denktaş’ı yüzde 30’un altına çekmek mümkün olabilirse BM Genel Sekreteri Gali’nin öngördüğü yüzde 28.2’ye gelinmekti. Sonunda Denktaş Ankara’nın da telkinleriyle yüzde 30’un altına indi……BM Genel Sekreter’i Güzelyurt’a saplanıp kalırsa, bu hata olur. Denktaş’ın yüzde 29.9 da olsa, yüzde 30’un altına ineceğini açıklaması önemli bir adımdır. Hem BM Genel Sekreter’inin, hem de başta ABD olmak üzere Güvenlik Konseyi üyelerinin bu esnekliği iyi değerlendirmeleri gerekir. Artık Vasiliu’da masaya çağrılmalı ve sıra Rum tarafının vereceğine gelmelidir. BM’nin Sayın Genel Sekreter’i, hakkaniyete uymayan, hakçalıktan uzak çözümlerin, kalıcı olmayacağını, barış ve huzur getirmeyeceğini, deneyimli bir diplomat ve özellikle Ortadoğu uzmanı olarak herhalde biliyordur. Onun için Kıbrıs Türk davasının yılmaz savunucusu Sayın Rauf Denktaş’ın bugün gelmiş olduğu noktayı iyi değerlendirmesi gerekir BM Genel Sekreter’inin, çünkü kolay olmamıştır bu…..Bu nedenlerle Butros Gali’nin Denktaş’ı ver, kurtul noktasına getirmeyi düşlediğine ihtimal dahi vermek istemiyoruz. Türkiye’de değişik odaklar, iktidar ve muhalefet çevreleri, şimdiye kadar hiç bu denli aynı çizgide ve çözüme yakın bir yörüngede olmamışlardı…” Hasan PULUR, Milliyet, 3 Ağustos 1992 “Denktaş’ın Dramı Hani bazıları nerdeyse Rauf Denktaş’ı “istenmeyen adam” ilân edecekler. Niye? Rumların, Amerikalıların ve Rusya dahil diğerlerinin Birleşmiş Milletler Genel Sekreter’inin istediklerini vermiyor diye …. Nedir onların istedikleri? “Ver de kurtul!” Sanki verilecek olan vatan parçası değildir de birkaç sandık portakaldır. Adamı bir otelin odasına kapatmışlar, biri gidiyor, biri geliyor, ver de ver! Bu adam, bir ömür boyu, vatanını, sırasında elinde silâh, sırasında elinde kalem savunan Rauf Denktaş’tır” Hasan CEMAL, Sabah, 5 Ağustos 1992 “Ankara’da Kıbrıs Tedirginliği …..Müzakere sürecinin işlemesini sadece Güzelyurt’a bağlamak gerçekçi bir tutum olmaz. Denktaş yüzde “29 artı” formülünü kabul ettiğini açıklamakla önemli bir adım atmıştır. Artık Kıbrıs Rum Tarafı’nın da masaya davet edilmesinin zamanı gelmiş bulunuyor. Onların elindeki kartların görülmesiyle birlikte toprak konusun yeniden ele alınabilir…..Şimdi Yorgo Vassiliou’yu da masaya oturtabilecek diplomatik becerinin, BM gibi bir zeminde sergilenmesi her halde zor olmaz. Genel Sekreter Ghali Rum Tarafını mindere çekebilecek bir diplomasiyi bir an önce uygulamalı.Yoksa Kıbrıs konusunda ön yargılı damgası yemekten kurtulamayacak BM Genel Sekreteri.” Derya SAZAK, Milliyet, 6 Ağustos 1992 “Bosna’daki katliam ve Kıbrıs …..Denktaş, New York’ta ağır baskı altında tutulmaktadır. Ver kurtul’cular, KKTC Cumhurbaşkanı’na “aman ipleri koparma, biraz daha kal, toprak meselesini büyütme” diye telkinde bulunurken, Kıbrıs için “dörtlü zirve”nin plânlamasını yapıyorlar. Hattâ, Türkiye ve Yunanistan’ın masaya, Güvenlik Konseyi’nin beş daimî üyesiyle birlikte oturulmasına dönük, 9’lu toplantının atmosferi hazırlanıyor. Böyle olursa, Denktaş masadan kalkamayacaktır. Türk tarafı zorla da olsa “federasyon”a razı edilecektir. Oysa yapay birleşmelerin feci sonu, Yugoslavya federasyonunun bugün içine düştüğü kanlı manzara ile bir kez daha gözler önüne serilmiştir. Bosna Hersek’teki Sırp katliamına seyirci kalan Batı’nın, Kıbrıs’ta Rumlarla Türkleri barış içersinde bir arada yaşatabileceklerine inanabilmek hayli güçtür. Kıbrıs’taki anlaşma dayatması karşısında kalıcı bir çözüm için iyimser olmak istiyoruz ama gözümüzün önüne katliama kurban giden çocuklar geliyor.” M. Ali BİRAND, Sabah, 8 Ağustos 1992 “Batı, Avrupa’da yeni Müslüman devlet istemiyor …..Bir süredir yeni bir akım görünmeğe başladı….Müslümanlardan duyulan rahatsızlık….Bosna-Hersek olaylarına Batı’nın yaklaşımı, Avrupa’da yeni bir müslüman ülke doğmasının istenmediğini gösteriyor….Diğer bir örnek Kıbrıs’tır. Kıbrıs’ta iki toplumu yine bir arada yaşatma telaşının altında biz, küçük de olsa müslüman devletçiğin oluşmaması istemini kokluyoruz. Başka bir mantık bulamıyoruz.” Rauf TAMER, Hürriyet, 9 Ağustos 1992 “Çetin Ceviz …Bütün dünya gördü ki, Rauf Denktaş, sırtı asla yere getirilemeyen müthiş bir Türk. Davasını bu kadar güzel savunmak haklılıktan geliyor olsa bile, kâinatın karşısına tek başına dikilmek, her babayiğidin harcı değil. Kaldı ki yanında Ankara bile yok.” Ferai TINÇ, Hürriyet, 16 Ağustos 1992 “Yugoslavya ve Kıbrıs …..Kıbrıs’ta ise Denktaş yine başardı. Ankara’nın da çabasıyla müthiş bir satrançla dayanıklılığını ispat etti. Teslim olmadan bazı tavizler verilebileceğini, aleyhte rüzgârların sabırlı bir inatla geri çevrilebileceğini gösterdi…..Denktaş’ın başarısı ‘Güvenlik Konseyi” korkusunu her şeyin üstünde tutmaya çalışanları yalanlıyor…” M. Ali BİRAND, Sabah,17 Ağustos 1992, Denktaş’ın müzakere taktiği doğruydu ….Siz bir mal almak istediğiniz zaman ne yaparsınız? Konunun hemen her yönünü pazarlığa katarsınız. Alacağınız evin bahçesinin büyüklüğünden, parasını ödeme koşullarından en ince ayrıntısına kadar konuşursunuz. Her noktada vereceğiniz ödün, bir diğerinde elde edeceğiniz ödüne göre hesaplanmaz mı? İşte Denktaş’ın yaptığı da bu olmuştur……Denktaş’a BM Genel Sekreteri’nin kabul ettirmeğe çalıştığı müzakere formülü öncelikle ne kadar toprak vereceğini açıkça söylemesi, daha doğrusu yüzde 28,2 oranını kabullenmesi, ardından göçmenler konusunda anlaşmaya varması ve en sonunda da Anayasa maddelerine geçilmesiydi. İşte çarpıklık da bundan kaynaklanmıştır. Denktaş elindeki en önemli kozu pazarlığın hemen başında verecek ve ardından topraktan da önemli sayılan Anayasa ve göçmenler sorununa geçilecek. Olur mu böyle şey? Rumlar toprağı aldıktan sonra ‘Anayasada hiçbir istediğinizi kabul etmeyiz’ deseler ne olacaktı? Denktaş verdiği ile kalmayacak mıydı?.......Rauf Denktaş ‘pazarlığın tüm unsurlarını görmeden bir şeyi kabul etmem’ demiştir. Haklıdır…..” M. Ali BİRAND, Sabah, 27 Ekim 1992 Kıbrıs’ta çözüm 1993’e kalır “…..Rumlar iki ayrı Kıbrıs fikrini içlerine sindirebildikleri oranda sonuca daha yakınlaşılacak…” H. GYÖ Paketinin Müzakeresi 134. 1993 – 1994 döneminde karşılıklı güven ortamı yaratılması amacıyla hazırlanan “Güven Yaratıcı Önlemler Paketi”ni (GYÖ) DENKTAŞ’ın kabul etmesiyle birlikte, KLERİDES reddettiğini açıklamıştır. 135. Güvenlik Konseyi 889 sayılı Kararında GYÖ sürecine verdiği destek için Türkiye’ye “takdir” ifade etmiş ve “aynı tutumun Yunanistan tarafından gösterilmesi dileğinde” bulunmuştur. BMGS, aynı dönemde yayınladığı raporunda, Rumların Kıbrıslı Türklerle temaslarda bulunmayı istemediklerini belirtmiş ve Rumlara hakim olan havayı “paranoya” olarak nitelemiştir. 136. Ada’da iki Taraf arasında karşılıklı güven ortamının yaratılmasına çalışıldığı bir dönemde, Rum Yönetimi KKTC’nin narenciye, patates ve konfeksiyon ihracatını baltalamak için yargı yoluna başvurmuştur. Avrupa Birliği Adalet Divanı 5 Temmuz 1994 tarihinde aldığı kararla Rum iddialarına arka çıkmış ve KKTC’nin ihracatı büyük bir darbe yemiştir. 137. Kasım 1994’de de Rumlar Yunanistan’la “Ortak Savunma Doktrini” ve “Ortak Savunma Alanı” üzerinde anlaşma yapmıştır. Böylece 1998 yılında Ada’da yaşanmış olan S-300 füzeleri krizinin temeli atılmıştır. Bu krizin yaşanmasında Rusya’nın da rolü olmuştur. 138. KKTC Cumhurbaşkanı DENKTAŞ 6 Haziran 1993 tarihinde TBMM Genel Kurulu’na hitap etmiş ve 1992 yılında Fikirler Dizisi üzerinde cereyan eden müzakereler ve 1993’de GYÖ Paketi üzerindeki New York görüşmeleri hakkında bilgi vermiştir. Aynı oturumda TBMM Kıbrıs konusunda bir Deklarasyon metnini kabul etmiştir. Deklarasyonda, diğer hususlar meyanında, “Türkiye Büyük Millet Meclisi, Kıbrıs Türk halkının, Cumhurbaşkanı Sayın Denktaş’ın liderliğinde yürüttüğü barışçı çabaları takdirle karşılamaktadır” ifadesine yer verilmiştir. Ayrıca, “ulusumuzun Kıbrıs Türk Halkının razı olmayacağı bir çözümü kabul etmeyeceği” vurgulanmıştır. I. 2001’den Sonraki Müzakere Süreci 139. BMGS Kofi Annan’ın 11 Kasım 2002 tarihinde Taraflara ANNAN Plânı olarak bilinen “Kıbrıs Sorununun Kapsamlı Çözümü Hakkındaki Anlaşma İçin Temel” başlıklı hacimli Belgeyi sunduğu süreç de, KKTC Cumhurbaşkanı Rauf DENKTAŞ’ın 8 Kasım 2001’de KLERİDES’e bir mektup göndererek aldığı inisiyatif üzerine başlamıştır. DENKTAŞ, mektubunda, KLERİDES’i yüz yüze görüşmeğe davet etmiştir. 140. O dönemde cereyan eden müzakerelerde KKTC her zamanki olumlu ve yapıcı yaklaşımını sürdürmüştür. Dışişleri eski Bakanlarından Sayın İlter TÜRKMEN 12 Ocak 2002 tarihinde Hürriyet’te yayınlanan “16 Ocak öncesi” başlıklı yazısında şöyle demiştir: ”16 Ocak Türkiye ve KKTC için önemli bir tarih. O gün Cumhurbaşkanı Denktaş kendi basiretli ve yaratıcı atılımı ile başlayan müzakere süreci çerçevesinde Klerides ile ilk özlü toplantıyı yapacak.” 141. TÜRKMEN, 25 Mayıs 2002’de yine Hürriyet’te çıkan ve o dönemde devam etmekte olan müzakere süreci hakkındaki bazı gözlemlerini içeren “Kıbrıs Düğümü” başlıklı yazısında da, DENKTAŞ’ın tutumu hakkında “Denktaş'ın, yabancı gözlemcilerin algılamalarının aksine, görüşmelerde şimdiye kadar Klerides’inkinden daha esnek ve yapıcı bir müzakere pozisyonu geliştirdiği de gittikçe daha iyi anlaşılmaktadır” değerlendirmesini yapmış ve “Denktaş bu bağlamda yürütme, yasama ve bir ölçüde yargı yetkisine sahip bir ‘Ortaklık Devleti’ kurulmasını kabul ediyor. Yeni devletin, Türkiye ve Yunanistan'ın Ada ile ilişkilerindeki denge korunmak şartı ile, AB'ye çözümden hemen sonra üye olmasını destekliyor. AB ile ilişkilerin ortak devletin sorumluluğu altında olmasını da öngörüyor” demiştir. 142. KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Rauf DENKTAŞ 6 Mart 2003 tarihinde TBMM’ne hitap etmiştir. Hitaptan sonra TBMM bir Deklarasyon yayınlamıştır. Deklarasyonda DENKTAŞ’ın “hitabının takdir ve saygıyla karşılandığı” vurgulanmış ve diğer hususlar meyanında “Türkiye Büyük Millet Meclisinin 21 Ocak 1997 ve 15 Temmuz 1999 tarihlerinde aldığı kararlara atıfta bulunarak, bu millî davada Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Türk Milletinin tam bir birlik ve beraberlik içinde bulunduğu gerçeğini bütün dünyaya bir kere daha ilan eder. Kıbrıs meselesine adil ve kalıcı bir çözüm bulunması için, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin sarf ettiği çabaları içtenlikle destekler” ifadelerine yer verilmiştir. 143. Kıbrıs konusunda genel görüşme açılması konusunda verilen bir önerge üzerinde 17 Şubat 2004 günü TBMM’de yapılan ön görüşmede konuşan Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Sayın Abdullah GÜL o dönemde BMGS ANNAN tarafından ortaya konulan belge üzerinde cereyan etmekte olan temaslar ve görüşmelerde Sayın DENKTAŞ’ın oynadığı rolü “tarihî” olarak nitelemiş ve şunları ifade etmiştir: “….Tabiî, işler bitmemiştir. Şimdi, aslında, işlerin daha zor tarafı Ada'da başlamaktadır; bu, müzakere safhasıdır. Planın üzerinde kabul edebileceğimiz değişikliklerin yapılıp yapılmayacağı bu süre içerisinde ortaya çıkacaktır. Bu süre içerisinde, şüphesiz ki, yine, sabırlı, bilinçli, bilgili; ama, kararlı bir çalışma olacaktır. Bütün bu çalışmalar yapılırken, Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş, tarihî bir rol oynamıştır, bütün toplantılarda önderlik yapmıştır; hem Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini düşünmüştür hem Türkiye'yi düşünmüştür ve böyle, büyük bir sorumluluk içerisinde hareket etmiştir. Aslında, Sayın Denktaş'ın New York'taki hareket tarzıdır ki, Rum kesimini şaşırtmıştır, uluslararası camiayı da şaşırtmıştır. Şimdi, aynı dikkat, Türk heyetinin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin müşterek çalışmaları Ada'da aynen devam edecektir….” 144. ANNAN Plânı üzerindeki temasların ve müzakerelerin devam ettiği dönemde BMGS’nin Lahey’de 10 Mart 2003 günü Kıbrıs’taki iki Liderle ayrı ayrı yaptığı görüşmelerde Sayın DENKTAŞ’ın takındığı tutum basınımızda spekülasyon ve eleştiri konusu olmuştur. “DENKTAŞ BMGS’ne olumlu cevap verip Plânı kabul etseydi PAPADOPULOS reddedecekti ve böylece Rumlar AB’ne üye olarak katılamayacaktı” şeklinde yorumlar yapılmıştır. PAPADOPULOS ve KLERİDES, DENKTAŞ aleyhindeki havayı körüklemek için sonradan verdikleri demeçlerde, Rum Tarafı’nın, DENKTAŞ’ın ANNAN Plânı’nı kabul etmediğini ortaya koymasından istifade ettiğine dair açıklamalar yapmışlardır. 145. Bu nokta ile ilgili olarak gerçek odur ki, Rum Tarafı Plânı kabul etmediğini Lahey’de açıkça ifade etmiş olsaydı dahi, “Kıbrıs’ın” AB üyelik sürecine ilişkin teknik sebeplerle Rumlar yine de 16 Nisan 2003’de Atina’da katılım anlaşmasını imza etmeğe davet edileceklerdi. Çünkü, daha Aralık 10-11 Aralık 1999 Helsinki Zirvesi’nin Bildirisi’nin 9 (b) maddesine göre, “Kıbrıs’ta çözüm elde edilememiş olsa dahi ‘Kıbrıs’ın’ AB’ne üye kabul edilmesi” hükme bağlanmış bulunuyordu. Ayrıca, ANNAN Plânı’nın Taraflara sunulmasından sadece bir ay sonra 12-13 Aralık 2002’de toplanan AB Kopenhag Zirvesi’nin Bildirisi’nde de “…Kıbrıs’la katılım müzakereleri tamamlanmıştır, Kıbrıs yeni üye olarak AB’ne kabul edilecektir” hükmüne yer verilmiştir. Hatırlanmalıdır ki, Rumlar 24 Nisan 2004 referandumunda ANNAN Plânı’nı reddetmişler ve bir hafta sonra da sanki bu tarihî olumsuzluğu göstermemişler gibi âlâyişle AB’deki masaya tam üye olarak oturmuşlardır. Halkının büyük çoğunluğu ANNAN Plânı’na “evet” demiş olan KKTC üzerindeki ambargolarla birlikte AB dışında kalmıştır. AB “Kıbrıslı Türklere” verdiği sözleri dahi yerine getirememiştir. Çünkü, uluslararası siyasetin başaktörleri on yıllardır âdeta Rum-Yunan ortaklığının tutsağı halindedir. Rum-Yunan ortaklığı şimdi de Kıbrıs sorunu ve Türkiye’nin AB üyelik süreci bakımından AB’ni rehine almış bulunmaktadır. 146. BMGS’nin 1 Nisan 2003 tarihli raporundan PAPADOPULOS’un, Lahey’de, Plân’ı referanduma sunma hususunda açık bir kabul beyanında bulunmadığı anlaşılmaktadır. Gerçekten, BMGS, raporunda, Plânı referanduma sunmak için Rum Lider’in ortaya koyduğu şartlara işaret etmiştir. Bu şartlardan biri de Türkiye ile Yunanistan’ın Plân’ın “güvenlik” ile ilgili hükümlerini yerine getireceklerine dair referandumdan önce resmen taahhütte bulunmalarıdır. BMGS, bu nokta hakkında “Türkiye, daha önce hiç bahsetmedikleri anayasal sebepler ileri sürerek, Plân’ın garantör ülkelerden istediği taahhüdü yapmaya muktedir olmadığını teyit etmiştir” ifadesine yer vermiştir. 147. Görüleceği üzere, Rum Tarafı Lahey’de açık bir kabul beyanında bulunmak yerine, kabul etmek için yerine getirilmesini istediği ön şartları zikretmiştir. PAPADOPULOS’un, Türkiye’den yerine getirmesini istediği şartın kabulü elbette mümkün olamazdı. Henüz referanduma sunulmamış; kabul edilip Antlaşma haline gelmemiş ve TBMM tarafından onaylanması uygun bulunmamış bir taslak metindeki hükme dayanarak Türk Hükûmeti’nin peşinen taahhütte bulunması şüphesiz düşünülemezdi. DENKTAŞ kabul beyanından kaçınmakla Türkiye ile uyum halinde hareket etmiş olmaktadır. 148. 24 Nisan 2004 referandumunda Türk Tarafı kabul ederken Rumların ANNAN Plânı’nı reddetmiş olmaları, “çözümsüzlük politikasını”, Kıbrıs Türk Tarafı’nın değil, Kıbrıs Rum Tarafı’nın uyguladığı gerçeğini bir kere daha ve her zamankinden daha çarpıcı biçimde gözler önüne sermiştir. 149. BMGS Referandumlardan sonra yayınladığı raporunda “Rumların sadece bir metni değil, fakat çözümün kendisini reddetmişlerdir” demiş ve Plân’ın “uğradığı akıbet uzun zamandan beri çözülemeden duran bu soruna çözüm bulunmasındaki zorlukları kuvvetli biçimde göstermiştir” ifadesine yer vermiştir. 150. AB’nin etkisiyle, BM Güvenlik Konseyi’nin, 1996’dan sonra Kıbrıs konusunda kabul ettiği kararlara “AB’nin Kıbrıs ile katılım müzakerelerine başlama kararını almış olması kapsamlı çözümü kolaylaştıracak önemli yeni bir gelişmedir” şeklinde bir hüküm konulmuştur. Bu varsayımının ne kadar yanlış olduğunu, 2004’de çözümün Rumlar tarafından reddedilmesi açıkça göstermiştir. 151. Bu bahsi kapatmadan önce belirtmeliyiz ki, Dışişleri Bakanlığımızın internet Sitesi’nde Kıbrıs müzakere sürecinin tarihçesi olarak verilen olgulara dayalı bilgilerde de Sayın DENKTAŞ’ın tutumu hakkında “Denktaş, uzlaşmacı tavrını ve çözüm yönündeki iradesini bir kez daha göstererek…”, “Sayın Denktaş, ileriye dönük yapıcı bir vizyon ortaya koymuş….” gibi sitayişkâr nitelemeler yer almaktadır. VI. ÇÖZÜMSÜZLÜĞÜN GERÇEK SEBEPLERİ 152. Kıbrıs sorunundaki çözümsüzlüğün Türk Tarafı’nın tutumundan kaynaklandığına dair kasıtlı veya yeterli bilgi sahibi olmamaktan kaynaklanan iddiaları belgelere dayanarak bir tebliğin sınırlı çerçevesi içinde çürütmeğe çalıştık. Şimdi de bize göre çözümsüzlüğün temel sebeplerini satır başları halinde zikredelim. 153. Kıbrıs’ta 1960 düzeninin Rumlar tarafından yıkılmasından sonra BM Güvenlik Konseyi, 1964’den bugüne kadar Kıbrıs hakkında 123 karar kabul etmiştir. Birçok Başkanlık bildirisi yayınlamıştır. Kıbrıs sorununun çözümü gayretlerinde Taraflara yardımcı olabilmesi için BMGS’ne “iyi niyet” görevi vermiştir. Çözüm arayışları için Ada’da Taraflar arasında sükûnet ortamını yaratmak ve idamesine katkıda bulunmak amacıyla Kıbrıs’ta BM Barış Gücü konuşlandırmıştır. Çözümün ana parametreleri belirlenmiştir. 1963 Aralık ayından bu yana 47 yıl geçmesine rağmen yine de anlaşmaya dayanan siyasî bir çözüm ortaya çıkmamıştır. Bu neden böyle olmuştur? 154. Çözümsüzlüğün başlıca sebebi, Rum – Yunan ortaklığının, değişmez ülküleri “enosis” dışında başka bir çözüm şekline razı olma ihtiyacını duyamamasıdır. 155. Bir diğer sebep de, BM’in çözüm için tespit ettiği parametrelerin Ada’da Türkiye’nin gördüğü “gerçeklere” değil, Rum-Yunan ortaklığının “enosis” emellerini yansıtan tezlerine uygun düşen “varsayımlara” dayanmasıdır. Diğer bir deyişle, parametrelerin, Türkiye’nin ve KTFD’nin (sonra KKTC’nin) 1974’deki gelişmelerin ertesinde Kıbrıs konusunda tespit ettiği “iki kesimli federal yeni bir ortaklık devleti” kurulmasına yönelik politikalarının hedefleriyle özde bağdaşmamakta olmasıdır. Uluslararası toplumun belli başlı aktörleri de - özellikle AB – BM’nin “varsayımlara” dayalı parametrelerine arka çıkmaktadırlar. 156. BM Güvenlik Konseyi’nin Kıbrıs sorunu hakkında kabul ettiği ilk karar olan 4 Mart 1964 tarihli ve 186 sayılı karar, Ada’da Aralık 1963’den sonra yıkılmış olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin iki unsurundan biri olan sadece Kıbrıslı Rumlardan oluşan bir yönetimi, iki toplumlu Kıbrıs Cumhuriyeti’nin hükûmeti olduğunu varsaymıştır. BM Güvenlik Konseyi, böylece, Kıbrıs sorununu yaratmış olan Tarafı ödüllendirmiştir. 157. Makarios, 186 sayılı kararı “ENOSIS dışında elde edilebilecek en iyi sonuç” (the next thing to ENOSIS) sözleriyle değerlendirmiştir. 158. 1964 yılında Güvenlik Konseyi tarafından Ada’da tek egemen güç olarak kabul edilen ve 1960 yılında iki toplumun siyasî eşitliği temelinde kurulan “Kıbrıs Cumhuriyeti” sanki anayasasına uygun biçimde yaşıyormuş gibi Devlet’in “hükûmeti” olma ve Kıbrıslı Türkleri de temsil etme yetkisini, haksız da olsa, tek başına elde etmiş bulunan Kıbrıslı Rumların Türklerle “siyasî statü eşitliği” temelinde bir ortaklık devletinde yeniden bir araya gelmeyi istemesi beklenebilir mi? 159. Uluslararası toplumun belli başlı aktörleri, geçen 45 yıl içinde, kendileriyle ilgili sebep ve saiklerle - örneğin ABD Yönetimi ve Kongresi ülkesindeki Rum ve Ermeni lobilerine şirin görünme kaygısıyla - Kıbrıs sorununa ilişkin diplomaside, bu vakte kadar, ağırlıklarını, Rum tarafını çözüme zorlamak, Rum Tarafı’nı çözüme ihtiyaç duyar hale getirmek ve bu suretle Ada'daki gerçeklere uygun bir çözüm sağlamak için değil, Türk tarafına baskı yaparak "Kıbrıs Cumhuriyeti'nin" temelinde bir çözüme varmak için kullanmışlardır. Halen de yapmakta oldukları budur. 160. AB, KKTC'nin ve Türkiye'nin yazılı ve sözlü itirazlarına karşın, Kıbrıs Rum Yönetimi'nin AB tam üyeliği için yaptığı müracaatı "Kıbrıs Cumhuriyeti" adına yapılmış kabul edip işleme koymuş ve tam üyeliğin gerçekleştiği noktaya kadar yürütmüştür. 161. Bunlar ve bunlara benzere faktörler, Kıbrıs Rum tarafını çözüme ihtiyaç duymaz ve çözümsüzlükten rahatsız olmaz duruma getirmiştir. Çözümü Rumlar için tamamıyla anlamsız kılmıştır. 162. BM zeminindeki çözüm arayışları tarihinin en düzenli, en kapsamlı, en sonuca yönelik ve uluslararası camianın en geniş ölçüde dikkatini çekmiş ve desteğine sahip olmuş çözüm teşebbüsünün de, ortaya çıkan Antlaşma metnini 2004’de Rum Tarafı’nın reddetmesi üzerine sonuçsuz kalmış bulunması, bu gerçeklerin etkisiyle olmuştur. 163. Papadopulos’un 24 Nisan 2004 referandumlarından önce 7 Nisan 2004 günü TV’de yaptığı konuşmada “AB’ne katılmak suretiyle siyasî ağırlığının tam daha da arttığı bir zamanda uluslararası plânda tanınmış Devletimizden vazgeçemeyiz” diyerek Rumlara ANNAN Plânı’nı “ses getiren bir hayır oyu ile reddetmeleri” çağrısında bulunması, Rum Tarafı’na hakim olmuş bulunan zihniyete ışık tutmaktadır. 164. Rum-Yunan ortaklığının, Kıbrıs Türk tarafının ve Türkiye'nin, AB'ye katılabilmek için Annan Planı çerçevesinde katlanılan fedakârlıklardan daha fazlasına katlanabilecekleri zehabında olduklarını söylemek de yanlış olmaz. Karşı tarafta böyle bir kanaatin uyanmasına, Türk Tarafı’nın 2003-2004 döneminde “Kıbrıs sorunu mutlaka çözülmelidir” zihniyetiyle uyguladığı politikanın sebep olduğunu düşünüyoruz. Kıbrıslı Rumların Annan Planı'nı büyük bir ekseriyetle reddetmiş olmalarının temel sebebi budur. Rumlar, BM'nin parametrelerinin, kendileri için en kötü ihtimalle Annan Planı çerçevesindeki gibi bir çözümü ortaya çıkarabileceğinin ve şimdi AB üyesi olarak Yunanistan’la birlikte güttükleri hedeflere daha uygun bir çözüm elde edebileceklerinin bilinci ve rahatlığı içinde görünmektedirler. 165. Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğünün sebepleri çerçevesindeki bir başka gerçek de, Ada’nın stratejik önemi ve değeri sebebiyle, Kıbrıs sorununa aranan çözüm şeklinin dünyadaki belli başlı güçlerin, özellikle, Kıbrıs’ta garantörlerden biri olan İngiltere ile ABD, AB ve Rusya’nın çıkarlarına belirli ölçülerde cevap vermesi gereğidir. Bu gerçek, Kıbrıs sorununun tarihi içinde ve 1968’den bu yana yürütülmekte olan müzakere sürecinde, özellikle BM Güvenlik Konseyi’nin Daimî üyelerinin diplomatik bir dille açıkladıkları görüşlerde ve takındıkları tutumlarda kendini belli etmiştir. Nitekim, ANNAN Plânı üzerindeki 24 Nisan 2004 Referandumundan 3 gün önce Antlaşmanın yürürlüğe girmesi halinde BM’de yapılması gereken işlemlere dair İngiltere ve ABD karar tasarısı Rusya tarafından “veto” edilmiştir. Bu, Rusya Federasyonu’nun kuruluşundan sonra Konsey’de kullandığı ilk “veto” olmuştur. Ayrıca, referandumun bilinen sonuçlarından sonra BMGS Kofi Annan’ın hazırladığı 28 Mayıs 2004 tarihli raporun Güvenlik Konseyi’nde ele alınması da yine Rusya tarafından engellemiştir. Çünkü, Rusya, - daha önce de Sovyetler Birliği - Kıbrıs’ta Batı mutfaklarında pişirilip kotarılan çözüm şekillerine karşı olagelmişlerdir. 166. Ayrıca, Soğuk savaş döneminde Bağlantısızlık Hareketi’nin temelini teşkil eden ilkelerin de çözümün şekillendirilmesinde etkili kılınması için geçmişte teşebbüsler olmuştur. 167. Günümüzde de, aranan çözüm şeklinin AB’nin temelini oluşturan ilkelere ve AB’de geçerli olan normlara uygun olması gereği üzerinde durulmaktadır. AB’nin, bulunacak çözüm şeklinin AB’nin üzerine bina edildiği temel ilkelere uygun olması gerektiği tezi, Kıbrıslı Rumların ve Yunanistan’ın amaçladıkları çözüm şekline zemin kazandırmaktadır. AB’nin bu tezi, aynı zamanda, BM zemininde on yıllardır süren arayışlardan sonra çözüm şekline ilişkin olarak oluşturulmuş bulunan parametrelerin, çözümü kalıcı kılacak şekilde uygulanmasına engel olacak mahiyettedir. 168. Varılacak çözümün hukukî kesinliğinin ve devamlılığının sağlanması için, çözümün parametrelerinin AB’nin birincil hukuk kaynağı haline getirilmesi, örneğin, “iki kesimlilik” ve “güvenlik ve garantilerle” ilgili parametrelerin, AB müktesebatına derogasyonlar getirilmesi suretiyle teminat altına alınması zorunludur. Bununla beraber, AB’nin, ANNAN Plânı ile ilgili gelişmelerin seyri içinde böyle bir tutumu benimsemekten uzak olduğu açıkça görülmüştür. 169. Her biri farklı saiklerle ortaya çıkan dış diplomatik müdahaleler, Ada’daki çözümsüzlüğün temel etkenlerinden biri olmağa devam etmektedir. 170. Türkiye’nin, Kıbrıs sorununa bulunacak çözümü Doğu Akdeniz’de istikrarlı bir barış ve güvenlik alanı kurulmasının temel faktörlerinden biri olarak gördüğü bilinmektedir. Kıbrıs’ta çözümün bu amaca hizmet edebilmesi için çözümün iki Taraf arasındaki iç dengesinin sağlanması kadar, Türkiye ile Yunanistan arasındaki hassas dış dengesinin de kurulmuş olması gerektiği izahtan varestedir. Oysa, Yunanistan’ın ve “Güney Kıbrıs’ın” AB tam üyesi olmaları vakıası ve BM’nin mevcut parametrelerine göre çözümle birlikte “Kuzey Kıbrıs’ın” da “Kıbrıs Cumhuriyeti’ne” yamanarak AB’ne katılacak olması çözümün dış dengesinin kurulmasını imkânsız hale getirmektedir. 171. Kıbrıs sorununun on yıllardır çözülemeden kalan tek uluslararası sorun olmadığını da bu çerçevede belirtmek istiyoruz. Orta Doğu’daki Durum, Filistin Sorunu ve Keşmir Sorunu BM Güvenlik Konseyi’nin gündemine 1947 ve 1948 yıllarında girmişler ve Küresel Güçlerin çıkarlarını yakından ilgilendiren sorunlar olma niteliğini taşıdıkları için de, günümüzde de uluslararası toplumu meşgul eden konular olarak gündemde kalmağa devam etmişlerdir. Çünkü, bu sorunlara sahne olan bölgeler, küresel güçler arasındaki rekabetin cereyan ettiği alanlardır. VII. BM PARAMETRELERİ NASIL BİR ÇÖZÜM ŞEKLİ ORTAYA ÇIKARIR 172. Türk kamuoyu ilgili resmî çevrelerin yaptığı açıklamalarda Kıbrıs sorununa ilişkin sürecin “BM parametreleri temelinde yürütülmesinden” ve “BM parametrelerine sahip çıkılmasından” söz edildiğine şahit olmaktadır. Kıbrıs’taki iki Taraf arasında çözüm için varılabilecek bir mutabakat, sonunda, referandum yoluyla KKTC halkının onayına sunulacağı ve Türkiye’de de kamuoyunun çözüm şeklini içine sindirmesi gerektiği için, BM parametrelerinin nasıl bir çözüm şekline elverdiğini önceden bilmesi gerektiğini düşünüyoruz. 173. BM zemininde oluşmuş bulunan Kıbrıs sorununun çözümüne ilişkin parametrelerin temeli, daha doğru bir deyimle “anası”, Konsey’in 186 sayılı kararında ifadesini bulan “Kıbrıs Hükûmeti” kavramıdır. Türkiye ve KKTC, BM Güvenlik Konseyi’nin içinde “Kıbrıs Hükûmeti” kavramının yer aldığı bütün kararlara karşı çıkagelmiştir. Türkiye 1962’den sonra ilk defa olarak 2009’un başından bu yana BM Güvenlik Konseyi’nde üye olarak görev yapmaktadır. 29 Mayıs 2009 günü Güvenlik Konseyi’nde Kıbrıs’taki Barış Gücü’nün görev süresinin uzatılmasına ilişkin karara tasarısı üzerinde oylama cereyan etmiştir. Böylece Türkiye Kıbrıs sorununun tarihinde ilk defa olarak Kıbrıs konusundaki bir karar tasarısı hakkında oy kullanmıştır. Karar tasarısı içinde sözde “Kıbrıs Hükûmeti” kavramı yer aldığı için Daimî Temsilcimiz tasarıya red oyu vermiştir. Konsey’in diğer 14 üyesi olumlu oy kullanmışlardır. Türkiye karar tasarısına red oyu kullanmakla ilkelere dayalı geleneksel tutumumuza uygun hareket etmiştir. Türkiye Konsey’de 14 Aralık 2009 ve 15 Haziran 2010 tarihlerinde aynı konuda benzer bir karar tasarılarına da aynı mülâhaza ve gerekçelerle olumsuz oy vermiştir. 174. BM parametrelerinin nasıl bir çözüm şekli ortaya koyduğuna dair gerçekleri BM kaynaklarından alıntılar da yaparak aşağıda görelim: A. BMGS’nin İyi Niyet Görevinin Tarifi 175. BM resmî kaynaklarında BMGS’nin Kıbrıs konusundaki “iyi niyet” görevi şu şekilde tarif edilmiştir: (BMGS Perez de Cuellar 8 Mart 1990 tarihli ve S/21183 sayılı raporunun 11 inci paragrafı) “…Güvenlik Konseyi BMGS’nin Kıbrıs hakkındaki iyi niyet görevine ilişkin talimatı düzenlerken iki toplum ihtiva eden bir ( one ) Kıbrıs Devleti’nin mevcudiyetine dayalı çözüm öngörmüştür.” (…in drawing up its mandate for the Secretary-General’s good offices on Cyprus, the Security Council had thus posited a solution based on the existence of one State of Cyprus comprising two communities.) Görüleceği üzere “bir Kıbrıs Devleti” ibaresinde baş harfler büyük harfle yazılmıştır. “Bir Kıbrıs Devleti” kavramıyla kastedilen iki toplumlu 1960 “Kıbrıs Cumhuriyeti’dir”. 176. Yine BM’nin resmî kaynaklarında şu hususlar yer almaktadır (BMGS aynı raporunun 12 inci paragrafı): “…..iyi niyet görevinin ifasında güdülen hedef, Kıbrıs Devleti için, Kıbrıs’taki iki toplum arasındaki ilişkileri federal, iki toplumlu ve iki kesimli temel üzerinde düzenleyecek yeni bir anayasadır. Bu çalışmaya her toplum eşit düzeyde katılacaktır…” (…..the objective of the exercise of good offices is a new constitution for the State of Cyprus that would regulate the relations between the two communities in Cyprus on a federal, bi-communal and bi-zonal basis. In this effort each community would participate on an equal footing….) 177. Görüleceği üzere, BMGS, iyi niyet göreviyle ilgili anlayışını ortaya koyarken, açık ve seçik olarak, “Ortada tek bir Kıbrıs Devleti vardır. Güvenlik Konseyi bana iki toplumdan oluşan bu Kıbrıs Devleti’ne dayalı bir çözüm aranması için görev vermiştir. İyi niyet görevimi ifa ederken, var olan bu Kıbrıs Devlet’i için iki toplum arasındaki ilişkilerin bu defa federal, iki toplumlu ve iki kesimli temel üzerinde düzenlenmesini sağlayacak yeni bir anayasa hedefini gütmekteyiz” demektedir. B. Siyasî Eşitlik 178. BMGS’nin anılan raporunun EK:I’inde BMGS’nin “iki toplumun siyasî eşitliği” kavramı hakkındaki tarifi de yer almaktadır. Bu tarif şöyledir: “İki toplumun siyasî eşitliği ve federasyonun iki toplumlu şekli kabul edilmelidir. Siyasî eşitlik federal hükûmetin organlarına ve idaresine sayısal eşitlikle katılım anlamına gelmemekle birlikte, siyasî eşitlik çeşitli şekillerde yansıtılmalıdır: Kıbrıs Devleti’nin (State of Cyprus) federal anayasasının iki toplum tarafından onaylaması ve tadil edilmesi gereği; her iki toplumun federal hükûmetin bütün organlarına ve kararlarına etkili (fiilî/effective) katılımı; federal hükûmetin bir toplumun çıkarları aleyhine karar alabilecek yetkiye sahip olmamasını sağlayacak güvencelerin bulunması ve iki federe devletin eşit ve aynı yetkilere ve işlevlere sahip olmaları.” ( The political equality of the two communities in and the bi-communal nature of the federation need to be acknowledged. While political equality does not mean equal numerical participation in all federal government branches and administration, it should be reflected inter alia in various ways: in the requirement that the federal constitution of the State of Cyprus be approved or ammended with the concurrence of both communities; in the effective participation of both communities in all organs and decisions of the federal Government; in safeguards to ensure that the federal Government will not be empovered to adopt any measures against the interests of one community; and in the equality and identical powers and functions of the two federated States.) C. BM Güvenlik Konseyi’nin 716 Sayılı Kararı 179. BMGS’nin yukarıda kaydettiğimiz iyi niyet görevinin hedefine, görev talimatına, çözüm şekline ve iki toplumun siyasî eşitliğine dair anlayışlarını ve tariflerini BM Güvenlik Konseyi 11 Ekim 1991 tarihli ve 716 sayılı kararıyla benimsemiştir ( 4 üncü işlem paragrafı). 716 sayılı kararın 3 üncü işlem paragrafında da Kıbrıs sorunu için aranan çözümün temel ilkeleri şu şekilde ifade edilmiştir: “…..Kıbrıs (sorununun) çözümünün temel ilkeleri, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenliğinin, bağımsızlığının, toprak bütünlüğünün ve bağlantısızlığının (korunması) ve bütün olarak veya kısmen herhangi bir ülkeyle birleşmesinin ve taksiminin her şeklinin veya ayrılmanın (önlenmesi) ve Kıbrıs’ta Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk toplumlarının refah ve güvenliğini iki toplumlu ve iki kesimli federasyon içinde sağlayacak yeni bir anayasa düzeninin kurulmasıdır.” (….that the fundamental principles of a Cyprus settlement are the sovereignty, independence, territorial integrity and non-alignment of the Republic of Cyprus, the exclusion of union in whole or in part with any other country and of any form of partition or secession and the establishment of a new constitutional arrangement for Cyprus that would ensure the well-being and security of the Greek Cypriot and Turkish Cypriot communities in a bi-communal and bi-zonal federation;” 716 sayılı kararın yukarıdaki hükmü de çok açıktır. Güvenlik Konseyi, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenliğinin, bağımsızlığının, toprak bütünlüğünün ve bağlantısızlığının korunmasını ve Kıbrıs Cumhuriyeti için iki toplumlu ve iki kesimli yeni bir federal anayasa düzeninin kurulmasını, Kıbrıs sorununun çözümünün temel ilkeleri olarak saptamış bulunmaktadır. D. BM Güvenlik Konseyi’nin 750 Sayılı Kararı 180. Daha sonra kabul edilen 10 Nisan 1992 tarihli ve 750 sayılı Güvenlik Konseyi kararı, 716 sayılı kararın yukarıda zikredilen hükümlerini teyit etmiştir. 750 sayılı karar, ayrıca, varolan Kıbrıs Devleti’nin temelinde bulunacak çözümde Devlet’in “tek egemenliğinin” (single sovereignty), “tek uluslararası kişiliğinin” (single international personality) bulunacağını ve bu Devlet içinde “tek vatandaşlığın” (single citizenship) olacağını hükme bağlamıştır. Yukarıdaki bütün anlayışlar, tarifler ve unsurlar daha sonraki 774, 789, 939, 1092, 1117, 1146, 1179 ve 1251 ( ve başkaları) sayılı Konsey kararlarında ya aynen ya da atıf yoluyla yer almışlardır.   E. BM’nin İki Kesimlilik Anlayışı 181. Diğer taraftan BM’nin anlayışına göre, "iki kesimlilik" kavramı, nüfusun etnik yapısı bakımından hojen iki bölge yaratılması demek değildir. Mülkiyet hakkı bakımından da durum böyledir. "İki kesimlilik, bir toplum tarafından yönetilecek bir federe devletin kendi kesiminde nüfus ve mülkiyet bakımından açık bir çoğunluğa sahip bulunması" anlamına gelir. ( The bi-zonality of the federation should be clearly brought out by the fact that each federated State will be administered by one community which will be firmly guaranteed a clear majority of the population and of the land ownership in its area.) Yani, bu anlayış, Kıbrıs Türk Kesimi’ne Rumların da yerleşmesine kapıyı açık bırakmıştır. 182. Yukarıda zikredilen belgeler ve bu belgelerden yapılan alıntılar, BM zemininde cereyan etmekte olan Kıbrıs sorununa çözüm arama sürecinin BM Güvenlik Konseyi kararlarıyla tespit edilmiş olan tek hedefinin, Ada’da egemen ve bağımsız olarak var olduğu kabul edilen ve iki toplumu ihtiva eden tek bir Kıbrıs Devleti, yani, “Kıbrıs Cumhuriyeti” için iki toplumlu ve iki kesimli federal esasa göre yeni bir anayasa düzeni kurmak olduğunu ortaya koymaktadır. Ada’da yeni bir Ortaklık Devlet yaratmak anlayışı BM Güvenlik Konseyi kararlarında yoktur. 183. “Kıbrıs Cumhuriyeti” yeni bir anayasa ile devam ederken KKTC’nin varlığı sona erecektir. F. AB’nin 10 Numaralı Protokolü 184. Bu sebepledir ki, Avrupa Birliği (AB) de, güney Kıbrıs’taki yönetimin AB’ne tam üyelik için yaptığı başvuruyu “1960 Kıbrıs Cumhuriyeti” adına yapılmış olarak değerlendirmiş ve kabul etmiştir. "Kıbrıs'ın" 2003’deki AB'ye Katılım Anlaşması'nın 10 Numaralı Protokolü'ne göre, Kıbrıs Cumhuriyeti "bütün olarak AB'ye tam üye kabul edilmiş" bulunmaktadır. AB'nin resmi kaynaklarında yer alan ifadeyle, "Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümeti'nin fiilî kontrolü altında bulunmayan Ada’nın kuzey bölümünde AB müktesebatının uygulanması askıya alınmıştır. Bunun anlamı, diğer hususlar meyanında, bu bölgelerin AB'nin gümrük ve mali yetki alanının dışında kaldığıdır. Müktesebatın askıya alınmış olması yalnızca toprak bakımından sonuç doğurmakta olup, (bu durum) AB üyesi bir devlet olan Kıbrıs Cumhuriyeti'nin vatandaşları olarak kabul edildikleri için aynı zamanda AB vatandaşı olan Kıbrıslı Türklerin kişisel haklarını etkilememektedir". 185. Görüleceği üzere, AB'nin anlayışına göre KKTC'nin toprakları sözde "Kıbrıs Cumhuriyeti'nin" parçasını oluşturmakta; KKTC’nin vatandaşları da “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin” vatandaşları sayılmaktadır. 186. BM parametrelerini temel alan bir çözüm arayışının ana hedefi, iki toplumdan oluşan 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Devlet’inin temelinde ve çatısı altında bu Devlet için bu defa federal esasa göre yeni bir anayasa hazırlanmasından ibarettir. Kurulacak yeni anayasa düzeninde Devlet’in tek egemenliği, tek uluslararası şahsiyeti ve tek vatandaşlığı olacaktır. 187. TALÂT – HRISTOFYAS arasında varılan 23 Mayıs ve 1 Temmuz 2008 mutabakatlarıyla böyle bir çözüm çerçevesi ortaya çıkmıştır. 188. Bu çerçeve, Türkiye’nin ve KKTC’nin benimsemediği ve reddettiği BM Güvenlik Konseyi kararları üzerine bina edilmiştir. Buna rağmen Türkiye’nin Sayın TALÂT’ın müzakerelerdeki pozisyonuna destek ifade etmesi Türkiye’nin 2008 içinde çözüm şekli hakkında açıkladığı “Ada’daki gerçekleri temel alan” pozisyonu ile çeliştiği gibi, Türkiye’nin Güvenlik Konseyi’nde “Kıbrıs Hükûmeti” kavramının zikredildiği karar tasarısına olumsuz oy verme tutumu ile de bağdaşmamaktadır. 189. BM parametrelerinde, Türkiye’nin “Ada’daki gerçekler temelinde çözüm” anlayışı yoktur. 190. BM parametrelerinde “Ada’daki iki halk” ve “iki Devlet” anlayışına da yer yoktur. 191. Türkiye’nin dile getirdiği “siyasî eşitlik” BM parametrelerinde farklı biçimde ifadesini bulmaktadır. “Siyasî eşitlik” çözüme ulaşılınca iki toplum düzeyinde ortaya çıkabilecektir. 192. BM parametresi olarak “iki kesimlilik”, Kıbrıs Türk kesimine, oradaki Türk nüfustan fazla olmayan sayıda Rum yerleşmesi ve mülkiyet bakımından da çoğunluğun Türklerde olması demektir. Oysa Türkiye’nin “iki kesimlilikten” anlayışı, müzakere sürecinin 1974’den sonra başlamasından bu yana böyle olmamıştır. 193. Ayrıca, Kıbrıs sorununun siyasî çözüme ulaştırılmasıyla birlikte Ada’nın tamamı AB’ne katılmış olacağı için, AB hukukunun gereği olarak “iki kesimlilik” uzun olmayan bir zaman içinde ortadan kalkmış olacaktır. ANNAN Plânı üzerindeki gelişmeler, AB’nin Kıbrıs’ta varılacak anlaşmayla ilgili derogasyonları benimseme niyetinde olmadığını ortaya koymuştur. 194. Tekrar vurgulayalım ki, BM parametrelerinde yeni bir “ortaklık devleti” kurulması anlayışı da yoktur. 195. Türkiye’nin “BM parametreleri temelinde çözümü” vurgulamasının sebebinin çözüm arayışlarının AB içine çekilmesi ve AB normlarına göre çözüm aranması kaygısı olduğunu biliyoruz. Bununla beraber bu kaygının sadece “BMGS’nin gözetimindeki müzakerelerle çözüm” şeklinde bir söylemle de karşılanabileceğini düşünüyoruz. G. İki Devletli mi? İki Eyaletli mi? 196. ANNAN Plânı’nda kullanılmış olan “Greek Cypriot State – Turkish Cypriot State” kavramlarında geçen “State” kelimesi Türkçede “devlet” değil, “”eyalet” veya “federe devlet” veya “kanton” anlamında kullanılmıştır. 197. TALÂT – HRISTOFYAS mutabakatında geçen “constituent state” kavramı Türkçeye “kurucu devlet” şeklinde tercüme edilerek kamuoyuna sunulmuştur. Oysa “constituent state” kavramının Türkçeye doğru tercümesi “oluşturucu eyalet” şeklinde olmalıdır. 198. Kıbrıs konusunda oluşan terminolojide “kurucu” kavramının İngilizce karşılığı “founding” veya “founder” kelimeleridir. Nitekim, ANNAN Plânı’nın daha birinci paragrafında “…we were co-founders of the Republic established in 1960” (..bizler 1960’da tesis edilmiş olan Cumhuriyet’in ortak kurucularıydık ) şeklinde yer alan ifadede geçen “co-founders” kavramının Türkçe karşılığı “ortak kurucudur”. Ayrıca, ANNAN Plânı’nın bir parçasını oluşturan “Foundation Agreement” kavramı da Türkçeye “Kuruluş Anlaşması” olarak tercüme edilmiş bulunmaktadır. H. Referandum Sorusu 199. Kanaatimizce ANNAN Plânı üzerinde yapılan referandum için hazırlanan oy pusulasında yer alan“Kıbrıs Türk Devleti” kavramının halkı yanıltan biçimde yanlış kullanılmış olduğu görüşündeyim. Doğrusu olan “Kıbrıs Türk Eyaleti” ibaresi kullanılmış olmalıydı. Oy pusulasında yazılı ibare şöyledir: “Kıbrıs’ın Avrupa Birliğine birleşik olarak gireceği yeni düzeni hayata geçirecek Kuruluş Anlaşması ve tüm Eklerini; Kıbrıs Rum / Kıbrıs Türk Devleti’nin Anayasasını ve yürürlükte olacak yasalara ilişkin hükümleri onaylıyor musunuz?” 200. ANNAN Plânı’na dayalı “Andlaşma” yürürlüğe girseydi, iddia edildiğinin aksine ortaya “iki devletli” değil, “iki eyaletli” bir çözüm şekli çıkacaktı. Gerçekten “Kuruluş Anlaşması’nın” 2. Maddesinde “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’nin statüsü ve O’nun Federal Hükûmeti ile oluşturucu eyaletleri (constituent States) arasındaki ilişkileri İsviçre’nin statüsü ve O’nun federal hükûmeti ve kantonları ile olan ilişkilerinin modeline göre düzenlenmiştir” şeklinde bir hüküm yer almıştır. İsviçre’de “kantonların” kamuoyumuzun anladığı anlamda bağımsız devlet statüsünde olmadığı bilinmektedir. İsviçre’deki “kanton” sayısını zikrederek İsviçre’de federasyonu “26 Devletli” olarak nitelemek mümkün değildir. ABD Federasyonu’nu oluşturan birimler için de “state” (Devlet) kelimesi kullanılmaktadır. Ama, anayasal statüleri dikkate alınarak bu birimlere Türkçe’de “eyalet” denilmektedir. I. Devletçik ? 201. KKTC ve Türkiye basınında ANNAN Plânı çerçevesinde ve 2008’de başlayan müzakere sürecinde Kıbrıs’ta oluşturulması öngörülen federal yapı hakkında zamanında çıkmış olan haberlerde, federasyonun birimleri için “devlet” değil, “devletçik” deyimi kullanılmıştır. Devletler hukukunda “devletçik” kavramı yer almadığına göre, bu kavramın kullanılması basın mensuplarının ANNAN Plânı’nda öngörülmüş olan birimlerin “devlet” niteliği taşımadığının farkında olduklarına işaret etmektedir. “Hristofyas: Müzakereler iki toplum lideri arasında yürütülüyor” başlığını taşıyan 19.12.2008 tarihli ve Anadolu Ajansı mahreçli haberde de HRİSTOFYAS’ın “anlaşmanın sonucunda federasyonun iki oluşturucu eyalet-devletçiği, bunların da geniş otonomisi ve eşit yetkileri olacak” şeklindeki sözlerine yer verilmektedir. J. Kıbrıs’ın AB Üyeliği Çözümü Kolaylaştırır Varsayımı 202. AB’nin etkisiyle, BM Güvenlik Konseyi’nin, 1996’dan sonra Kıbrıs konusunda kabul ettiği kararlara “AB’nin Kıbrıs ile katılım müzakerelerine başlama kararını almış olması kapsamlı çözümü kolaylaştıracak önemli yeni bir gelişmedir” şeklinde bir hüküm konulmuştur. Bu varsayımının ne kadar yanlış olduğunu, 2004’de çözümün Rumlar tarafından reddedilmesi açıkça göstermiştir. K. Kıbrıs Sorununun Türkiye’nin AB Sürecini Engellediği İddiası 203. Ayrıca, AB çevreleri yıllardır Kıbrıs sorunundaki çözümsüzlüğün AB üyeliği yolunda Türkiye’nin önünde duran en büyük engel olduğunu söyleye gelmişlerdir. Kıbrıs Türk Tarafı’nın Kıbrıs sorununa çözüm arayışlarında yapıcı davranmasını istemişlerdir. Türkiye’nin de çözüm gayretlerini gözle görülür biçimde desteklemesi gereği üzerinde durmuşlardır. ANNAN Plânı üzerindeki ayrı referandumların sonuçları gerçeği ortaya çıkarmıştır. Bu gerçek de Kıbrıs konusunun belirli siyasî maksatlarla Türkiye’nin önünde bir engelmiş gibi gösterilmekte olduğudur 2004’de AB Kıbrıs Türk halkına yönelik olarak yürüttüğü etkileme kampanyasında “ANNAN Plânı’na olumlu oy verirseniz hem uluslararası toplumda statünüzü yükseltirsiniz, izolasyonlardan kurtulursunuz, hem de Anavatanınız Türkiye’nin AB sürecinde önünü açmış olusunuz” telkinlerde bulunmuşlardır. Bu telkinler istikametinde hareket etmek Kıbrıs Türk halkına ve Türkiye’ye elle tutulur hiçbir somut kazanç getirmemiştir. Kıbrıslı soydaşlarımız üzerinden ambargolar kalkmamıştır. AB yolunda Türkiye’nin önü açılmamış, aksine engellemeler yoğunlaşarak devam etmiştir. 204. ANNAN Plânı’na ilişkin süreç boyunca Türkiye’nin verdiği gözle görülür desteğe ve referandumun sonuçlarının ortaya koyduğu çarpıcı gerçeklere rağmen, yine de, AB, Türkiye’den Kıbrıs konusunda açılımlar yapmasını talep etmeği sürdürmektedir. 2004’den sonra da, AB Konseyi’nin Bildirilerinde, Ekim 2005’de Türkiye için hazırlanan Müzakere Çerçeve Belgesinde, Türkiye ile ilgili yıllık İlerleme Raporlarında, Kıbrıs konusuna ve Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunlara ilişkin koşulların müzakere sürecinde Türkiye’nin önüne konulmasına devam olunmaktadır. AB, Türkiye’den, Kıbrıs konusunda, ancak, âdil ve kalıcı bir nihai siyasî çözümden sonra atılması düşünülebilecek adımları peşinen atmasını talep etmektedir. 2006 Kasım ayında Türkiye’nin müzakere sürecinde 8 başlığın, daha sonra da başkaca başlıkların, Türkiye’nin Kopenhag kriterlerine uyma bakımından karşılaştığı herhangi bir zorluk yüzünden değil, Kıbrıs konusuyla bağlantılı olarak askıya alındığını da bu meyanda hatırlatmak isteriz. 205. AB üyeliğine ehil olma bakımından, Türkiye’nin coğrafî konumu bile, bugün, Avrupa’da bazı siyasetçiler tarafından tartışma konusu yapılmaktadır. Oysa, Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin 70 km güneyinde bulunan, Ankara’dan geçen boylamın doğusunda kalan ve Suriye’den sadece 90 km mesafede yer alan Kıbrıs’ın coğrafî konumu, AB üyeliğine ehliyet bakımından sorgulanmış değildir. Aksine, Kıbrıs’ın üyelik müracaatı hakkında AB Komisyonu’nun 1993’de verdiği olumlu mütalâada, Ada’yı üyeliğe ehil yapan faktörler arasında en başta “Kıbrıs’ın coğrafî konumunun” zikredildiği görülür. VIII. SONUÇ 206. AB Kıbrıs sorunu çözülmeden Kıbrıslı Rumları AB’ne üye kabul etmekle yaptığı büyük hatanın farkındadır. Şimdi Kıbrıs Türk halkına ve Türkiye’ye Kıbrıs’ta sakat bir çözümü kabul ettirmeğe çalışarak, yapmış olduğu hatadan kurtulmağa çalışmaktadır. 207. Kıbrıs Türk halkının Türkiye de AB’ne tam üye olmadan AB’ne şu veya bu şekilde katılması “millî Kıbrıs Davamızın” kaybedilmesine sebep olacaktır. 208. Kıbrıs Türk halkının kendi Devletine sahip çıkması ve KKTC’ni azimle yaşatma iradesini göstermesi Ada’da gerçeklere dayalı yaşayabilir bir çözümün kapısını açacaktır. Bugün Rum – Yunan ortaklığı ve onları destekleyen çevreler için en büyük kaygı, KKTC’nin Türkiye’den başka Devletler tarafından tanınması ihtimalidir. Kıbrıs Türk halkı kendi Devletini yaşatma kararlılığını inandırıcı ölçüde ortaya koyabildiği takdirde bu ihtimal artacaktır. 209. Yarım asırdır gündemde duran Kıbrıs sorununun kalıcı çözümü için yapılacak en faydalı katkının, Kıbrıs Rum Tarafını çözüm şekline ihtiyaç duyar hale getirecek adımların atılması olduğuna inanmaktayız. Bunun için de Kıbrıs’ta iki halkın, iki demokrasinin, iki Devlet’in varlığından oluşan gerçeklerin görülmesinin ve bu gerçeklere uygun eylemler içine girilmesinin gerekli olduğunu düşünüyorum. Bu yöndeki işaretlerin, halen sürmekte olan çözüm arayışının anlaşmayla sonuçlanmasına yardımcı olacağı görüşündeyiz. 210. Uluslararası Adalet Divanı’nın (UAD) Kosova’nın bağımsızlık ilânı hakkında BM Genel Kurulu’na verdiği 22 Temmuz 2010 tarihli istişarî mütalâada, Kosova’nın statüsünü belirleme amaçlı “müzakerelerin sonuçsuz kalmış olması” UAD tarafından Kosova’nın bağımsızlığının ilânı için haklı bir gerekçe kabul edilmiştir. BMGS’nin Kosova Özel Temsilcisi sadece 1 yıl kadar süren bir görüşme sürecinden sonra müzakerelerin sonuç verme ihtimalinin tükendiğini; bu durumda tek seçeneğin Kosova’nın bağımsızlık ilân etmesi olduğunu ifade edebilmiştir. Kıbrıs sorununa çözüm bulmayı amaçlayan müzakereler 1968’den beri devam etmektedir. Çözüm arayışları sürekli olarak Rumlar tarafından engellenmiştir. Buna rağmen, BMGS, henüz, “Ada’daki status quo’nun iki devletli olarak yasallaştırmasının zamanı gelmiştir” şeklinde bir değerlendirme yapma gerçekçiliğini gösterememiştir. Rumların 2004’de, BMGS’nin ifadesiyle, “çözümün kendisini reddetmiş olmaları” olgusu dahi bunu sağlayamamıştır. 211. Çözüm şekli önümüzdeki dönemde bir kere daha sonuçsuz kalırsa, ister bu durum Kıbrıs Türk halkının vereceği red oylarıyla ortaya çıksın, ister çözümü Rumlar reddetsin, 1968’den ve özellikle 1980’den bu yana sahnede kalan Kıbrıs sorununa müzakereler yoluyla gerçeklere değil, varsayımlara dayalı sun’i bir çözüm şekli arama oyununda perdenin Türk Tarafınca nihai olarak kapatılacağını ümit ve temenni etmek istiyoruz. 212. “Ulusal konularda tek sesliliği sağlama, ortak tutum geliştirme ve uygulama” amacı da güden Kongre’nin böyle kararlı bir tutumun oluşmasına katkıda bulunacağına inanıyoruz. --------------------------------------------------------------------------