20 Temmuz 1974 unutulmaz bir gündü. Rahmetli Ecevit’in radyodaki o sözleri unutulmazdı. ‘’Türkiye garantör devlet olarak Kıbrıs’a müdahale etme hakkını kullanmıştır’’ cümlesiyle başlayan sözü ‘’Bu bir barış harekâtıdır, adadaki bütün insanlara barış getirecektir’’ bitiyordu. Evet, Kıbrıs Barış Harekâtı adaya barış getirdi, EOKA çetelerinden Enosis işgal planından, katliamlardan kurtardı, Kuzey Kıbrıs Cumhuriyeti ilan edildi ama 41 yıl oldu hala ambargoda ve tanınmıyor. 
İstanbul fethi sonrası İmparator Dragezes ailesinde iki kardeş Mora’ya gönderildiler ve Mora’daki Despot yönetimleri alabildiğine acımasız oldu ve de Mora halkı Fatih’te yardım istediler gittik. Rum halkını kurtardık. İkinci dünya Savaşı’nda Yunanistan Alman işgalinde aç kaldı “Kurtuluş Vapuru “ ile yardım gönderdik, Rum halkı günlerce Kurtuluş Vapuru gelse de karnımız doysa diye dualar ettiler. Helal olsun, onları doyurduk. Oysa bugün aç kalan Yunanistan’a kendi dindaşları ve de soydaşları yardım etmemek için bin bahane buluyorlar. Dahası bugünler de bizim insanımız acaba biz mi yardım etsek diye çırpınıp duruyor. Çünkü inancımız o dur ki “komşusu aç iken tok yatan bizden değildir(Hz.Muhammed).  Rumlar 1963 yılının son günlerinde Türk köylerini basıp vahşice insanlarımızı katlettiler 1964’te yine insanlık adına gittik. Yani biz hiçbir zaman Yunanistan veya Kıbrıslı Rumlarla sebepsiz yere ister barış ister savaş olsun karşı karşıya kalmadık.
Kıbrıs Barış Harekâtı Türk Milleti’nin deyimiyle “Kıbrıs Savaşı” Türk Milleti’nin yaptığı son savaştır. İnşallah da en son savaş olur. Bu zaferle ilgili birçok birçok enteresan ve ilginç savaş hikâyeleri anlatılır.  İşte bugün sizlere bu zaferin 41 yıldönümü olması nedeniyle hikâyelerden sadece birisini anlatacağım;
“Bunlardan birisi vardır ki; dünya Savaş Tarihi’ne “örnek olay” tanımlamasıyla geçmiştir. Bu olay bir tankın, hiçbir yolu ve geçidi olmayan, tümüyle kayalık tepelerden oluşan yüksek bir dağın tepesine çıkarılması olayıdır. 2 Ağustos 1974 tarihinde, Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında, Onbaşı Gürler Erdağ, Er Abdulkadir Kurt ve Er Recep Doğanyiğit adlı üç Mehmetçik tarafından gerçekleştirilmiştir.  Kimselerin çıkamayacağını bildikleri Beşparmak Dağları’nın en üst noktasını kendilerine siper seçerek, dağın eteklerindeki Türk birliklerine bomba yağdıran Rum askerlerinin ateşini, bu üç Mehmetçik’in çıkardıkları tankın açtığı ateş söndürebilmişti. Rum askerlerin ateşi söndürüldükten sonra Türk birlikleri Beşparmak Dağları’ndan daha kolaylıkla geçebilmişler, Kıbrıs’ın iç kesimlerine daha kısa sürede gidebilmişlerdi.
Tank Birliği Komutanı Mahmut Şanlıtürk, bir tankın Beşparmak Dağları’nın tepesine çıktığını duyunca bu habere önce inanamamış, belirtilen yere daha sonra kendi çıkınca, inanılmaz olayla karşılaşmıştı. Dağın en yüksek noktasında birliğinin tonlarca ağırlıkta tanklarından biri duruyor, yanında da üç Mehmetçik hazır ol konumunda, komutanları karşısında selam duruyordu. Yalnızca hayretini gidermek için sordu komutan:
-Evladım, bu tankı buraya nasıl çıkardınız? Üç askerin en kıdemlisi olan Onbaşı Gürler Erdağ yanıt verdi:
-Komutanım, o anda gözlerimin önünde engelsiz, dümdüz bir yol göründü. Rumlar kaçıyordu; ben de ateş ede, ede onları kovalıyordum. Kovaladım, kovaladım, sonra baktım, buraya değin gelmişiz. 
Komutan Mahmut Şanlıtürk, yerine getirilmesinin olanaksız olduğunu bile, bile, Onbaşı Gürler Erdağ’a emretti:
-Hadi şimdi imdir bakalım o tankı...
Onbaşı Gürler Erdağ, çevresindeki kayalıklara baktı ve şunları söyledi:
-Yol yok ki çevrede, komutanım. Hangi yoldan indireyim?
Komutan gülmesini belli etmemeye çalışarak sesini yine yükseltti:
-Buraya hangi yoldan çıkarttıysan, yine aynı yoldan aşağıya indir.
Onbaşı etrafına, sağına soluna bakındı:
-O yolu görmeden nasıl indireyim komutanım?
Komutan yine dudaklarını ısırarak konuştu:
-Bir gün önce koskoca tankın geçebildiği, koskoca yol, bir gün içinde yok mu oldu evladım? Hani nerede bu tankı çıkardığınız yol?
Komutan fazla üstelemedi: Ortada, ortada değil, tepede, bir gün önce yazılmış bir destan vardı. O destanın kanıtı ise, işte şimdi dağın tepesinde, karşılarındaydı.
Komutan, onbaşı ve iki er, başlarını zaman, zaman arkalarına çevirip, dağın tepesinde bıraktıkları tanka bakarak yürüyorlardı dağdan aşağı... Bugün o tankın üzerindeki levhada şunlar yazılıdır; “Bu tank, Türk’e has atılganlık ve cüretkârlığın anıtlaşmış bir örneği ve simgesidir.”
Bu anlatılan olay efsane de olsa; verilen şehitler cennetlik, dökülen kanlar mübarek, kazanılan toprak kutsal ve ZAFER gerçektir. En önemlisi ise Kıbrıs da bir devletimiz var. Kısacası Kıbrıs Barış Harekâtı insan yaşamı için dahası, “Türk ve Rum Toplumu” için verilmiş kutsal bir mücadeledir. Zaferin 41. Yıldönümü kutlu olsun. Selam olsun bu destanı yazanlara. Selam olsun bu destan yazılırken can verenlere!...