…… KIBRIS DOSYASI ……

(BM ve AB tarih sürecinden yansımalarıyla)

          

“Geçmişi ne kadar çok unutursak, geleceği korumak o kadar zor olur…”

(Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK)

Değerli okur; 

1960’lı yıllardan bu güne devam eden Kıbrıs sorunu, aslında 20 Temmuz 1974 tarihinde çözülmüştür.   

Ancak gerçek olan şudur ki! Bu adanın stratejik konumu itibariyle tarih boyunca emperyalist güçlerin eli kulağı bir şekilde bu adada olmuş ve olmaya devam etmektedir.

Ülkemize 65 km mesafede olan bu önemli ada; Türkiye için de hem tarihi, hem de stratejik yönden çok önemlidir. 307 yıl boyunca adanın hâkimi olan atalarımızdan, Osmanlı’dan sonra geçen uzun yıllar boyunca; adanın hâkimiyeti üzerinde pek çok oyunlar oynanmış ama hiçbir dönemde; ne Türkiye, ne de Kıbrıs Türk Halkı bu oyunlara geçit vermemiştir. 

Ada da; şu anda mevcut durum itibariyle iki kesimli, iki ayrı devlet temelinde oluşan, 44 yıldır devam eden bir barış, çatışmasızlık dönemi vardır.

Kıbrıs Türk Halkı 1983 yılında kurmuş olduğu, ona anasının ak sütü gibi helal olan, K.K.T.C’inde anavatan Türkiye’nin de desteği ile giderek güçlenmekte, kendi iradeleri doğrultusunda seçmiş oldukları hükümet temsilcilerinin yönetiminde özgür ve egemen olarak yaşamaktadır.

Adanın yarı buçuğunu temsil eden Rum’lar da Güney Kıbrıs’ta aynı tercih ile yaşamaya devam etmektedirler.

Ancak 50’li yıllardan beri ada tarihinde Kıbrıs Türk’ünün yaşadığı onca acılı yılları görmezden gelen uluslararası camia ne yazık ki, bu ada parçasında yaşanan tarihi ve hukuki gerçekleri görmezden gelmeye devam etmekte; adada adaletli bir çözümün sağlanabilmesi için atılacak her adımı Türkiye ve Kıbrıs Türk Halkından beklemektedir!

Çünkü Kıbrıs’ta mevcut durumun asıl müsebbibi olan Rum tarafı ve ardındaki güç Yunanistan; gayrı yasal da olsa 1963 yılından, bugüne değin adada istediği her şeyi elde etmiş, hedefinde adanın tamamını ele geçirmek vardır!

Kıbrıs Dosyası adı verdiğim bu yazımda:

Türk Milletinin, “Kıbrıs Milli Davamız” adını vermiş olduğu bu gerçeğin uluslararası camiada nasıl görüldüğünü, yakın tarihimizde adada yaşanan olayları; Kıbrıs konusuyla ilgili bilgilerim çerçevesinde, ardımda kalan 44 yılda yaşadıklarım/gördüklerim/tanıklığını yaptığım gerçeklerin sesiyle anlatmaya çalışacağım. 

Şimdi aralayalım Kıbrıs Dosyasının kapağını ve tarihin sesi anlatmaya başlasın o günleri:

‘Kıbrıs Milli Davamızın’, BM ve AB Sürecinden Tarihsel Yansımalar..!

2009 yılında; ülkemizin ve K.K.T.C’nin geleceğini ilgilendiren hayati öneme haiz meselelerin tartışıldığı, bizleri ve dünyayı hala etkisi altında tutmaya devam eden ekonomik krizin her iki ülkede de yoğun bir şekilde hissedildiği bu dönemde; 64’üncü Dönem Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu toplantıları da yapılmıştı.

22-25 Eylül 2009 tarihleri arasında yapılan bu toplantılar kapsamında New York’ta bulunan Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Başbakanı Tayyip Erdoğan; 24 Eylül 2009 tarihinde, nükleer silahsızlanma konusunun görüşüldüğü ve ABD Başkanı Obama’nın başkanlık yaptığı Güvenlik konseyinin liderler zirvesinde bir konuşma önemli bir konuşma yapmış;  genel kurula hitap eden Başbakan Erdoğan’ın konuşma metninin içeriğinde değinilen en önemli nokta Kıbrıs konusu olmuştu! 

Başbakan Erdoğan, Kıbrıs konusunda BM çatısı altında varılacak çözümün en geç 2010 bahar aylarında referanduma götürülmesi gerektiğini açıklayarak, şunları ifade etmişti:

“Bu yılsonuna kadar kapsamlı çözüme ulaşılması mümkündür. Tarafların uzlaşamadığı noktalarda BM Genel Sekreteri’nin devreye girmesi gerekir. Hedefimiz; varılacak çözümü en geç 2010 yılı bahar aylarında referanduma götürmek olmalıdır. Ancak yine Rum uzlaşmazlığı yüzünden çözüm bulunamazsa, KKTC’nin uluslararası alandaki statüsünün normalleştirilmesi artık engellenemez”

Ancak, bu konuşmanın üzerinden geçen 9 yıllık bir sürece rağmen; ne Rum tarafının uzlaşmaz durumu değişti! Ne uluslararası toplum, çözüm adına hakkaniyetli bir plan üretti! Ne de, Türkiye, K.K.T.C’nin uluslararası arenada tanınması yönünde bir girişimde bulundu!

Türkiye’nin AB ile müzakerelere başladığı ilk günden bugüne kadar, yürütmüş olduğu Kıbrıs politikalarına, iktidarda bulunan AKP’nin ve liderlerinin açıklamalarına baktığımızda; önümüzde ki dönemde adada; Annan planına benzer yeni bir referandum sürecinin yaşanacağı, ya da; garantör ülkelerin katılımıyla BM gözetiminde yeni bir uzlaşmanın temellerinin atılacağı söylenebilir.

Bunun yanı sıra, 2008 yılından buyana devam eden müzakereler sürecinde Türkiye’nin tüm iyi niyetli çabalarına rağmen, Rum tarafının adanın tek sahibi, yasal hükümeti gibi davranması, Yunanistan’ın her dönemde, Rum tarafını bu yönde cesaretlendirmesi, BM ve AB’nin de bu gayrı yasal zemini desteklemesi; ne yazık ki, bu konuda çözümün önündeki en büyük engel olmaya devam etmektedir.

Şurası da unutulmamalıdır ki! Kıbrıs konusunda, ‘Annan Planı’ döneminde ülkemizin ‘bana göre yapmış olduğu stratejik -  politik hatalar’,  BM genel sekreterinin anlaşılamayan konularda sürece dâhil olması çağrısı! 

24 Nisan 2004 tarihinde yapılan referandum öncesinde, Kıbrıs Türk Halkına yaşatılan ama bir türlü yerine getirilmeyen o pembe hayaller; günümüzde yürütülen Kıbrıs politikaları için unutulmaması gereken derslerle doludur!

“Birleşik Kıbrıs – AB’ye üyelik’’ çağrılarının/hayallerinin havada uçuştuğu, ata yadigârı Kıbrıs adasının 1974 Barış harekâtıyla, özgürlüğe ve bağımsızlığa kavuştuğu Kıbrıs Türk Halkının yaşadığı ‘O Gazi Topraklara’ gelince! 

 O zaman kesitinde, Annan Tuzak Planında yaşananları hatırlamak adına o sürece baktığımızda:

 2003 yılında K.K.T.C’de ülke yönetimini devr alan CTP-BG iktidarının biz yenilikçiyiz sloganı ile hedeflerinin ‘Birleşik Kıbrıs’olduğunu açıklayan Sn. Talat;  Kıbrıs Milli Davamızda son 60 yılda elde edilen tüm kazanımlarımızı, müzakere masasında görüşmekten hiç çekinmemişti!

Gerçek o dur ki! 2009 yılının son ayları ile 2010 yılının baharında, Kıbrıs Türk Halkı için ada da var olup olamayacaklarının belirleneceği bir dönem yaşanmıştı!

O dönem; ya Rum’ların ağırlıklı olarak yönetim sorumluluğu olan, Kıbrıs Türk Halkının ‘Halk’ statüsünden ‘Toplum’ statüsüne indirildiği bir çözümü getirecekti!

Ya da, Kıbrıs Türk Halk’ının 19 Nisan 2009 tarihinde ortaya koymuş olduğu iradesine uygun olarak 1983 yılından beri var olan KKTC’nin, sonsuza kadar yaşayacağı ve uluslararası arenada tanınmanın önünü açacak yeni bir dönemi başlatacaktı…

Geride kalan bu süreçten, günümüze baktığımızda:

Kıbrıs konusunu ‘’Birleşik Kıbrıs, Tek Halk, Tek Egemenlik’’ zemininde çözmek adına o dönemde uygulanan politikaları, yapılan müzakereleri, bu konuda sivil toplum kuruluşlarının yapmış olduğu açıklamaları, kimi teslimiyetleri, adada Rum tarafı ile kol, kola yapılan etkilikleri, kimi uluslararası kuruluşların açıklamalarını, ABD ve İngiltere adına taleplerde bulunan siyasi liderlerinin ortaya koyduğu arabuluculuk faaliyetleri değerlendirdiğimizde;

Adada kalıcı bir çözüm adına ve Kıbrıs Türk Halkı için elde edilebilen hiçbir politik başarı yoktur.

Çünkü Rum tarafının Kıbrıs konusunda ortak çözüm bulmak adına bir tercihi yoktur! Güney Rum kesimi Kıbrıs adasında elde edebileceği her şeyi elde etmiştir.

Son adım olarak Kıbrıs’ta, Kıbrıs Türk Halkını nasıl azınlık statüsüne indirebilirim, Türkiye’nin garantörlük hakkına nasıl son verebilirimin peşindedir!

Bu son iki hedefe ulaştıktan sonra yapacağı tek bir şey vardır! O da son bir hamle ile adanın Yunanistan’a bağlanmasıdır! Bu ulusal amaçlarından hiçbir zaman vazgeçmemişlerdir, hiçbir neden uğruna vazgeçmeyeceklerdir..!

Günümüzün uluslararası politik gelişimini, Ortadoğu’da yaşanan olayları, adanın çevresinde bulunan petrol ve zengin doğal gaz yataklarının varlığını, bölgedeki enerji boru hatlarının İskenderun körfezinde düğümlendiğini, adanın aynı zamanda Akdeniz’de adeta bir uçak gemisi gibi ABD ve İngiltere tarafından bir askeri üs olarak kullanıldığını ve Ortadoğu’yu kontrol ettiğini değerlendirdiğimizde; 

Kıbrıs adasının, Türkiye ve adada kurulan son ‘Türk Devleti K.K.T.C’ için ne kadar önemli olduğu daha iyi anlaşılacaktır.

Kıbrıs adasının tarihsel yapısı içerinde 307 yıl kalan atalarımızın, yüzyıllar öncesinden bu adayı elinde bulunduran tarafa, Akdeniz’de ve Ortadoğu’da sağlayacağı stratejik üstünlüğü bilerek hareket etmeleri, bugün içinde aynı tercih içinde olmamızı gösteren tarihsel bir gerçektir.

Unutulmamalıdır ki, Kıbrıs adasında tarihsel, hukuksal ve coğrafi yönden haklarımız vardır. Bu haklarımızı savunmak Türkiye ve K.K.T.C’de yönetimde bulunan iktidarlara düşmektedir.

Türk Milletinin ‘’Milli Davamız’’ dediği Kıbrıs konusu bugünde aynı özelliği taşımakta, adada yaşayan Kıbrıs Türk Halkı, göndere çekilen milli ve devlet bayrakları, şehitliklerimizde yatan kahramanlar, çözüm adına teslimiyetin değil, bu haklı davamızda tüm kazanımlarımızın bulunacağı bir çözümü istemekte ve bu davanın türbedarlığını yapmaktadırlar… 

Pekiyi, 1968 yılından bu yana Kıbrıs’ta çözümün odaklandığı BM süreçleri ve bu sürece (olmaması gerektiği halde!) 2004 yılında dâhil olan AB’nin konuya bakış açısı nasıldır?

Kıbrıs konusunda, BM ve AB sürecinden yansımalar:

K.K.T.C’nin BM ve AB ile ilişkilerinin tarihsel sürecine bakacak olursak; bu ilişkilerin her safhası, A.B.D’nin ve İngiltere’nin katkıları ile hazırlanmış tuzak planlar ile doludur. Kurulan bu tuzakların temel stratejisi Kıbrıs Türk’ünün adada ki bağımsızlığının ve hürriyetinin elinden alınarak Rum’a yamanması, Türkiye’nin Garantörlük sıfatının ortadan kaldırılarak Türk askerinin Kıbrıs’tan çıkarılması vardır!

Kıbrıs Milli Davamızın uluslararası platformdaki görüşmeler sürecinde özellikle 17 Kasım 2002 Tarihinden sonra yeni bir oluşumun insiyatif alarak bu sürece dâhil olduğu görülecektir. Aslında hiç olmaması gereken bu oluşumun adı AB’dir. 

İşte, bu yazımın içeriğinde;

Özellikle bu birliğin Kıbrıs konusuna nasıl baktığı ve ada da ki Türk varlığı ile ilgili uygulamalarının neler olduğu incelenmiştir.

Ayrıca bu sürecin her defasında BM platformunda olması iddiasında olanlara da, ‘BM’in Kıbrıs Konusunun nasıl çözülmesini’ istediği anlatılmaktadır. 

Kıbrıs Milli Davamızın çözümü adına yürütülen müzakereler sürecinde; Kıbrıs Türk’üne hiç bir zaman sen ne istiyorsun diye sorulmamış! Sadece Rum’un istedikleri bunlardır, sen de bu isteklere uyacaksın denilmiştir..!

 BM ve AB’nin;

‘Onlara göre ‘Kıbrıs Sorununa,’ bize göre ‘Kıbrıs Milli Davamıza’ ve Kıbrıs Türk Halkının adada ki varlığına bakışı:

 1988 yılından beri AB tarafından açıklanan tüm ilerleme raporlarında aşağıda sıralayacağım şu maddeler ortaktır:

Türkiye 1974’den beri Kuzey Kıbrıs’ı işgal altında tutmakta ve yaklaşık 35.000 kişilik bir askeri güç bulundurmaktadır.

AB tarafından işgal altında olduğu iddia edilen bu topraklarda Kıbrıs Türk’ü bağımsız bir Cumhuriyet ilan etmiştir. Ancak kurulan bu devleti, Türkiye dışında uluslararası toplum tanımamıştır.

AB ve BM muhtelif tarihlerde almış oldukları kararlar ile Kıbrıs’ın Türkiye tarafından işgalini ve işgal altında olduğu belirtilen bu topraklarda kurulan Cumhuriyetin tek taraflı ilanını kınayarak; mevcut durumun kabul edilemez olduğunu açıklamıştır. Adanın yasal hükümeti olarak da; bu unvanı 1963 yılında çalan Rum’ların temsil ettiğini savundukları Güney Rum kesimini; adanın yasal temsilcileri olarak kabul etmişlerdir. 

Kıbrıs’ta tarihi gerçekleri görmezden gelerek yukarıdaki 3 madde de vurgulamış olduğum bu açıklamaların sahipleri, 1950’li yıllardan beri Kıbrıs Türk Halkının yaşadığı ekonomik ve siyasi baskıları, toplu soykırımları, mezalimleri, göçleri hiç yaşanmamış gibi kabul etmişler; 1960 yılında kurulan ve ‘Kıbrıs Cumhuriyetinin’ Anayasal ortağı olan Kıbrıs Türk’ünün 1963 yılında Rumlar ve temsilcileri Başpapaz Makarios tarafından tek taraflı olarak bu cumhuriyetten atılmalarını sadece izlemekle yetinmişlerdir! 

BM’in ve Avrupa Topluluğu üyelerinin ( AB’nin ) Kıbrıs Türk’ü ile olan ilişkilerinde, 1950’li yıllardan beri bu temel mantık vardır. Onlara göre Kıbrıs adasının yasal hükümeti Rum’lardır..!

AB’nin ve BM’in yukarıda sıralamış olduğum bu hukuk kurallarını hiçe sayan uygulamaları, her seferinde tekrarlanarak devam etmiştir! 

 

Pekiyi, tüm bu uygulamalar karşısında ve AB sürecinde, Kıbrıs Türk’ü neler yaşamıştır? Bu süreci yönetenler nelerle karşılaşmış, hangi siyasi tercihlerde bulunmuşlardır?

         

13 Şubat 1975 de Kıbrıs Türk Federe Devletinin ilanından 3 Kasım 2002 tarihine kadar geçen süreçte Yavru Vatan Kıbrıs’ta, ‘Kıbrıs Milli Davamızın’ lideri ve K.K.T.C’nin kurucu Cumhurbaşkanı Sayın Rauf R. Denktaş’ın yönetiminde geçmiştir.

Bu dönemde: 

Gerek T.C Hükümetleri ve gerekse Sn. Denktaş’ın görevlendirdiği tüm K.K.T.C hükümetleri, Rum’a karşı Kıbrıs Milli Davamızdan asla taviz vermemişler ve uygulanan, politikaların ortak bir kırmızıçizgisi olmuştur.

Bu kırmızıçizgiler halen de T.B.M.M’nin onayladığı şekliyle durmaktadır. Bu dönemlerde Anavatan - Yavruvatan birlikteliğinin en güçlü örnekleri verilmiştir. AB ilişkilerinde ortaya konulan tüm çözüm önerilerinde; Rum – Yunan ikilisine, Avrupa’ya, ABD’ye ve İngiltere’ye avantaj sağlayacak hiç bir tuzak plana geçiş verilmemiştir. 

Ancak ne olduysa 3 Kasım 2002 tarihinden sonra yaşanmaya başlanmıştır! Bu tarihte Türkiye’de göreve gelen yeni hükümet; 14 Aralık 2003 tarihinde de K.K.T.C de değişen hükümet, AB ilişkilerinde yepyeni bir siyaset başlatmışlardır!

Biz yenilikçiyiz denerek ortaya konulan bu siyasetin adı ‘’ Ver- Kurtul ‘’ ve ‘’Rum’lardan Bir Adım Önde olmak “politikasıdır!

Ama o dönemden bu güne baktığımızda; ortaya konulan bu yenilikçi zihniyet iflas etmiştir. AB tarafından Kıbrıs’ta Türk’lere verilen vaatlerin, sözlerin hepsi birer balon çıkmış ve bu balonların tamamı patlamıştır. 

Bu durum tespiti K.K.T.C de ‘’ Birleşik Kıbrıs Hayalperestleri ‘’içinde aynıdır! ’’Birileri gelir sizi Kıbrıs’tan kuzu, kuzu çıkarırlar’’ diyenler için de geçerlidir. Bu söylem ve eylemleri savunan siyasilerin Kıbrıs politikaları iflas etmiştir! 

Uygulanan bu politikalar, Kıbrıs Türk’üne hiçbir yarar sağlamadığı gibi Kıbrıs Milli Davamızda verilen tavizler sonucunda haklı ve kuvvetli olduğumuz pek çok hususta aşınmalar yaşanmış, bir adım önde olma mantığı ile uygulanan her hamle, kendi kalemize attığımız altın gollerle sonuçlanmıştır!

AB ile yürütülen bu ilişkilerin o döneme rastlayan en acı yanı, Türkiye’nin Gümrük Birliği anlaşmasını imzalamasından sonra 29 Temmuz 2005 tarihinde; Ek-protokol’ü imzalamasıyla ortaya çıkmıştır!

Çünkü Kıbrıs Türk Halkı; neredeyse AB’ye feda edilme durumu ile karşı, karşıya kalmış ve K.K.T.C’nin AB önündeki kozlarının büyük bir bölümü yok edilmiştir! 

Yani o dönemde, ‘AB’ye giden yolda tren kazası olmasın’ denerek, AB treninden atılan Kıbrıs Türk’ü olmuştur!

K.K.T.C’nin;

AB ile olan ilişkilerini, iç politikalarındaki gelişmeler ile birlikte, 3 Kasım 2002 (Türkiye’de AKP’nin iktidara gelişi) ve 14 Aralık 2003 (CTP’nin K.K.T.C’de iktidara gelişi…) tarihlerinden itibaren değerlendirecek olursak; aşağıda yapacağım tespitler ile karşılaşırız:

      

Bu ilişkilerin AB müzakerelerinin yol haritasında, K.K.T.C’nin yaşaması ve uluslararası arenada tanıtılmasına yönelik değil! Tam tersine, ‘Birleşik Kıbrıs’ yaratma hedefine yönelik olduğunu görürüz!   

Bu hedefe ulaşılması için oynanan oyunların senaryosu, her seferinde olduğu gibi İngiltere ve ABD tarafından yazılmış,  daima Rum- Yunan ikilisinin isteklerine uygun bir oyun sergilenmiştir! Son dönemde ise bu oyuna yeni bir oyuncu daha katılmıştır! Bu oyuncunun adı AB’dir! 

Tüm bu oyunlar oynanırken; K.K.T.C’de o dönemde mevcut iktidarın, Anavatan Türkiye’deki hükümetin bu senaryolara yaklaşımı, BM arabuluculuğunda ve müzakereler sürecinde bu sorunun çözülmesine odaklanmıştır. 

Ancak bu süreç; son dönemde BM zemininden, olmaması gereken AB zeminine kaymıştır! 

AB ise her ilerleme raporu öncesinde Türkiye ile olan görüşmeleri ve müzakere başlıklarını; Türkiye’nin Kıbrıs’ta vermesi gereken bir dizi tavizlere bağlamış, bu güne kadar da hep aynı politikanın ısrarcısı olmuş ve olmaya devam etmektedir!

Özellikle 24 Nisan 2004 tarihinde İngiltere’nin tezgâhladığı ve dönemin BM Genel Sekreteri’nin adını taşıyan Annan planı öncesinde, K.K.T.C’de yaşananların neler olduğu artık herkesçe bilinmektedir!

O dönemi bir tek cümle ile izah etmek gerekir ise psikolojik savaşın tüm kurallarının uygulandığı bir hezeyan dönemidir! 

Ve ne yazık ki, Kıbrıs Türk Halkı kandırılmış ona vaad edilen herşeyin içi boş çıkmıştır! Ortalığın toz duman olduğu o teslimiyet döneminde, insanın en çok içini acıtan şey ise Şehitlerimizin isimlerini taşıyan cadde ve sokaklarda ne idiğü belirsiz bez parçalarının ‘bayrak’ diye sallanmaları olmuştur! Tüm bu hezeyanlar yaşanırken ne yazık ki! Adada mevcut hükümetin temsilcileri de, Kıbrıs Türk’üne AB ye girişin anahtarını ve pasaportlarını vaat etmiştir!

Ama sonuç tam bir fiyasko olmuştur!

Dünya tarihinde ilk defa; kendi kurduğu devletinin ortadan kalkması adına referandum sandığı dayatması ile karşı karşıya kalan Kıbrıs Türk Halkının % 65’i, içeriği dahi bilinmeyen bu 19.000 sayfalık tuzak plana ‘Evet’ demiş!

Ancak Rum tarafı ise ezici bir çoğunluk ile Hayır diyerek; bir anlamda K.K.T.C’nin varlığının devamına onay vermiştir!

Annan planı;

İngiliz lordu David Hanney’in güney Rum kesimi anayasasını esas alarak hazırladığı ve hedefinde; zamana yayılmış bir şekilde Türk Askerinin adadan ayrılması, Türkiye’nin garantörlüğünün sona ermesi, 1974 sonrası Kıbrıs’a yerleşen vatandaşlarımızın Kıbrıs’tan gönderilmeleri, Rum’ların 1974 öncesi tüm mal varlıklarına ve evlerine kavuşmaları, sonuç olarak; Kıbrıs Türk’ünün tekrar göçmen ve kısa bir süre sonra da Rum’a yama olması vardı!

Kıbrıs Türk Halkı’na dayatılan bu tuzak planı bile yeterli bulmayan Rum tarafının, ‘Hayır’ demesinin tek bir nedeni vardı:

Çünkü bu plan, Enosis’e giden yolu bir hayli uzatmaktaydı! Bu plandan sonra yine Kıbrıs Türk’ünün karşısına ‘Fin’ marka başka bir tuzak plan çıkarılmışsa da; bu plan da çıktığı yerde kala kalmıştır!

2004 yılından günümüze kadar geçen süreçte, Kıbrıs Milli Davamız; ne yazık ki Türkiyenin AB ile yapmış olduğu müzakerelerde ve her defasında ülkemizin önüne çıkarılan ‘’çöz de gel’’ engeli haline getirilmiştir!

 Annan Planı referandumundan sonra 29. Temmuz. 2005 tarihinde Türkiye’deki hükümet, imzaladığı ek-protokol ile Rum yönetimini, 12 Eylül 1963 tarihinde imzalanan ve Türkiye ile ‘Avrupa Ekonomi Topluluğu’ arasında ortaklık yaratan ‘Ankara Anlaşmasına’ dâhil etmiştir! 

Bu imza töreninin ardından her ne kadar Türkiye’de iktidarda bulunan hükümet; atılan bu imzaya ve varılan mutabakata rağmen; K.K.T.C üzerindeki ekonomik ambarolar kaldırılmadan, Türkiye’nin hava ve deniz limanlarını Rum uçak ve gemilerine açmayacağını açıklamış olsa bile! 

O dönemde AB’nin genişlemeden sorumlu ‘başkomseri’, böyle bir açıklamanın imzalanan mutakabatı bağlamadığını; sadece Türk hükümetinin kendi kamuoyunu yatıştırmaya yönelik olduğunun açıklamasını yaparak, adeta ilgililere uluslararası konularda ders vermiştir…

BM Güvenlik Konseyinin 1960 yılından beri Kıbrıs konusunda almış olduğu kararlar ve analizi…

BM’in Kıbrıs konusu ile ilgili çalışmalarının temelinde Güvenlik Konseyi kararları, AB’nin Kıbrıs konusunda kurmuş olduğu tuzakların temelinde ise K.K.T.C’nin yok edilmesi vardır! 

Zaten Güney Rum kesiminin yöneticisi ve Sn. Talat’ın yol arkadaşı olan yoldaş Hristofyas zaman, zaman BM Güvenlik Konseyi kararlarını gündeme getirerek; çözümün ancak bu zemin esas alınırsa gerçekleşebileceğinin altını çizmektedir! Peki, nedir bu Güvenlik Konseyi kararları?

Tarihsel süreci esas alınarak sıralanan ve içeriği itibariyle Güvenlik Konseyinde görüşülen Kıbrıs Konusunun en önemli kararları aşağıya çıkarılmıştır:

    

BM Güvenlik Konseyinin 155 sayılı kararı:(24 Ağustos 1960)

Güvenlik konseyinin bu oturumunda alınan karar gereğince Kıbrıs Cumhuriyeti’nin BM Genel Kuruluna üye olabileceği karar altına alınmıştır.(Bu karar 11 daimi üyenin kabul oyu ve oy birliği ile alınmıştır)

BM Güvenlik Konseyinin 186 sayılı kararı:(4 Mart 1964)

BM Güvenlik konseyinin bu toplantısında, İngiltere, Kıbrıs Cumhuriyeti,Türkiye Cumhuriyeti ve Yunanistan hükümetlerine danışılarak Kıbrıs adası üzerinde bir BM Barış Gücü’nün kurulması kararı verildi.Ayrıca Türkiye’ye yönelik olarak kararın 1’inci maddesinde ‘uluslararası barışı tehlikeye sokacak herhangi bir harekatın yapılmaması istendi! İngiltere, Türkiye ve Yunanistan arasında arabuluculuk yapmak amacıyla bir özel temsici atanması kararı alındı.(Konsey bu kararı; Rum’ların Kıbrıs Türk’ünü topyekun ortadan kaldırmak amacıyla kurmuş oldukları E.O.K.A çetelerinin 21.Aralık.1963 Noel katliamını yapmalarından ve Makarios’un Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasını tek taraflı olarak yırtıp atmasından sonra alıyordu!.Ama bu arada hiç utanmadan,Türkiye’ye yönelik olarak da sakın ola ki barışı tehlikeye sokacak bir askeri harekat yapmayasın diyebiliyordu!..) (Karar 11 üyenin oy birliği ile alınmıştır..)

BM Güvenlik Konseyinin 353 sayılı kararı: (20 Temmuz 1974)

(Kıbrıs Türk Halk’ının ada da Rumlar tarafından topyekûn ortadan kaldırılmasını önlemek amacıyla Türkiye’nin 20 Temmuz 1974 tarihinde başlatmış olduğu askeri harekatın durdurulması isteğidir..)

20 Temmuz 1974 tarihinde, 1779 numaralı BM. Güvenlik Konseyi toplantısında,Türkiye’nin Kıbrıs’ta harekata girişmesi nedeniyle 186 sayılı karar hatırlatılmış ve tüm yabancı askeri personelin adayı terk etmesi istenmiştir.Tüm BM üyelerine Kıbrıs Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğüne saygı gösterilmesi çağrısında bulunulmuştur.(Karar 15 üyenin kabul oyu ve oy birliği ile kabul edilmiştir..)

BM Güvenlik Konseyinin 383 sayılı kararı: (13 Aralık 1975)

Bu karar gereğince Kıbrıs’ta ki BM Barış Gücü’nün ateş kes ortamında barışçıl bir çözüm bulunana kadar ada üzerinde görevine devam etmesi gerektiği belirtilir.( Karar 14 Kabul oyu ile ve oy birliği ile alındı…)

BM Güvenlik Konseyinin 541 sayılı kararı: (18 Kasım 1983)

Konsey bu toplantısında, Kıbrıs Cumhuriyeti Dış İşleri Bakanı ve BM genel sekreterinin açıklamaları göz önüne alınarak 365 ve 367 sayılı kararların uygulamaları istenerek, bütün ülkelerin Kıbrıs Cumhuriyeti’nden başka bir devlet tanımaması istenmiştir!.Kıbrıs Türk’lerinin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini kurduklarını ilan edip, bağımsızlık deklerasyonu yayınladığından deklerasyonun geçersiz olduğunu ve geri alınması gerektiğini belirtmiştir!..( Oylamada Pakistan karşı, Ürdün çekimser diğer 13 üye ise kabul oyu kullanmışlardır.)

BM Güvenlik Konseyinin 544 sayılı kararı: (15 Aralık 1983)

BM Genel sekreterinin BM Kıbrıs Barış Gücünün 6 aylık bir süre daha ada üzerinde konuşlandırılması hakkında ki önerisi ve Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümeti’nin 15.12.1983’den sonra BG’nün ada üzerinde var olması düşüncesi yüzünden, BM Barış Gücünün 15 Haziran 1984 tarihine kadar ada üzerinde faaliyetlerde bulunma süresi uzatılmıştır.( Karar, tüm üyelerin kabul oyu ve oy birliği ile alınmıştır!) 

BM Güvenlik Konseyi’nin 550 sayılı kararı: (11 Mayıs 1984)

Güvenlik konseyi bu kararında; ‘’Tüm ülkelere ayrılıkçı hareketlerle kurulan sözde’Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devletini tanımamaları çağrılarını yineler ve tüm ülkelere bahse konu olan ayrılıkçı topluluğa yardım edilmemesi ya da herhengi bir şekilde desteklenmemesi çağrısında bulunur!..’’

“Türkiye ve Kıbrıs Türk Liderliği arasında sözde karşılıklı ‘Büyükelçi’ ataması gibi ayrılıkçı kararı yasadışı ilan eder ve bunların acilen geri alınması çağrısında bulunur.’’

‘’Tüm ülkeleri, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenliğine, bağımsızlığına, toprak bütünlüğüne, birlik ve tarafsızlığına saygı göstermeye çağırır..’’

“Maraş’ın herhangi bir bölümüne kendi sakini dışındaki insanların yerleştirilmesi çabaları kabul edilemez olarak nitelendirilir ve bu bölgenin BM yönetimine devredilmesi çağrısında bulunur.’’

(Bu Karar: 13 olumlu,1 olumsuz ( Pakistan ) ve bir çekimser ( ABD ) oyla kabul edilmiştir..)

BM Güvenlik Konseyinin 1873 sayılı kararı: (29 Mayıs 2009)

BM Genel Sekreterinin BM Kıbrıs Barış Gücünün 6 aylık bir süre daha ada üzerinde konuşlandırılması önerisi ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 15 Aralık 1983’ten sonra Barış Gücü’nün ada üzerinde var olması gerektiği düşüncesi yüzünden BM Barış Gücü’nün 15.Aralık.2009 tarihine kadar ada üzerinde faaliyetlerde bulunma süresi uzatılmıştır..(Karar:Türkiye’ye karşı(ülkemiz bu dönemde güvenlik konseyi üyesidir..) diğer 14 üyenin kabul oyu ile alınmıştır..

BM Güvenlik Konseyi üyesi olan Türkiye’nin daimi temsilcisi, Baki İlkin bu kararın ardından yapmış olduğu açıklamada: “Karar tasarısında kullanılan dile karşı olduklarını, çünkü kararın Kıbrıs Cumhuriyeti’nden bahsettiğini; bunun da aslında Rum kesimini kastetmesi yüzünden karşı oy kullandıklarını söylemiştir..

Kıbrıs konusu ile ilgili olarak BM Genel Sekreterinin ve Güvenlik Konseyinin yukarıda açıklamış olduğum bu önemli kararlarının dışında alınmış olan aşağıdaki kararları da mevcuttur. 

Bu kararlar:

BM. Genel Sereter’liğinin S/16519 sayılı raporu ile

Güvenlik Konseyinin; 360/1974, 364/1974, 365/1974, 367/1974, 370/1974 sayılı kararları ise özellikle 20.Temmuz.1974 Kıbrıs Barış Harekâtının 1 ve 2’nci safhaları içerisindeki ateşkes uygulamalarının çağrılarını kapsamaktadır.

   

BM Güvenlik Konseyinin almış olduğu kararlarla ada’da saklanmak istenen, göz ardı edilen gerçekler: 

       

BM Güvenlik Konseyinde, Kıbrıs ile ilgili alınan tüm kararlar incelendiğinde; 

Bu kararların içeriğinde, Kıbrıs Türk Halkı’nın 1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin iki kurucu ortağından biri olduğu, egemenliğin iki toplumdan birisine değil her ikisine de devrededildiği, 1960 yılında sömürge yönetiminden kazanılan bu bağımsızlık ve egemenlikte Kıbrıs Türk Halkının da eşit ortak olduğu nedense hep göz ardı edilmiştir!

Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 1960 Kuruluş ve Garanti antlaşmaları Kıbrıs Türk ve Rum taraflarının imzalarını taşımaktadır. 

Ancak bu gerçeğin göz ardı edilmesi, uluslararası hukuka aykırılığın en çarpıcı örneği değil de nedir? Hem de adına BM denen yer kürede yaşayan milletlerin neredeyse tamamına yakının katılımı ile oluşan ve dünya’ya hukuk dersleri veren ve uluslararası camianın tamamını temsil eden bu yasal kuruluşta!

Kaldıki, 1960 da kurulan Kıbrıs Cumhuriyetinin Anayasasını ortadan kaldıran ve kurucu ortağı olan Kıbrıs Türk tarafını bu ortaklıktan zorla kopararak dışlayan Rum tarafının sözde Cumhurbaşkanı Makarios’un ta kendisidir!

Bu gayrı yasal durumu gözardı ederek; adada yaşam mücadelesi veren Kıbrıs Türk Halkının kazanılmış tüm haklarını yok saymak ne kadar doğru ve hukuka uygun olabilir?

1975 Helsinki Nihai Senedi’nin 8’inci maddesine göre; tüm halklar iç politika statülerini hiçbir dış müdahaleye uğramaksızın belirlemek hürriyetine sahiptirler. Kıbrıs Türk Halkı da bu hakkını kullanmıştır.

BM Güvenlik Konseyi’nin 186, 353, 541 ve 550 sayılı kararları incelendiğinde; 

Kıbrıs’ta yasal ortağı olduğu Kıbrıs Cumhuriyetinden atılan ve anayasal ortaklık statüsü görmezden gelinen Kıbrıs Türk’ünün, Rum’lar tarafından topyekûn ortadan kaldırılmalarını önleyen ve hem de yasal Garantörlük sıfatıyla önleyen Türkiye’ye; bu insanlık ayıbını önlediği için BM’de teşekkür edileceği yerde, işgalcilik damgası vurularak tam tersine adayı derhal terk etmesi istenmiştir!

Ama o dönemde RMM (Rum Milli Muhafız) ordusuna emir komuta eden Yunan’lı subayların varlığı ve Yunanistan’dan adaya gizlice sokulan 2-3 bin civarında ki Yunan Silahlı Kuvvetlerine ait personel ve çeşitli silah gücünün varlığı, BM de ki bu aklı evveller için önemli değildir! 

Çünkü bu illegal güçler, Hristiyan âleminin ‘Haçlı zihniyetini’ korumak için adada bulunmaktadırlar!

Bu nedenle de onlara yabancı askerler denemezdi! Tıpkı günümüzde de denmediği gibi! Böylesine ikiyüzlülük ve böylesine hukukun gözardı edildiği bir uygulama olabilir miydi? Hem de Milletler camiasının temsil edildiği böyle bir kuruluşta!

Konu Türkiye olunca maalesef oluyordu! Savaş meydanlarında ki muzafferiyetimiz, uluslararası görüş masasının üzerine getirildiğinde ne yazık ki savaş sonrasında Hristiyan Lobisinin o bilinen oyunları ile karşı, karşıya kalıveriyordu!

Bunun da ötesinde yüzlerce köyü Rum’larca yakılıp, yıkılır ve binlerce Kıbrıs Türk’ü Rum’un acımasız E.O.K.A terör örgütü mensuplarınca diri, diri topraklara gömülüp öldürülürken; bu katiller çetesini kurduran’ın Kıbrıs Cumhurbaşkanı Başpapaz Makarios’un olduğunu ve bu acımasız uygulamaların; Yunanistan’da ki Cunta idaresi ile birlikte koordineli olarak yürütüldüğünü dünya âlem bilirken!

BM. Güvenlik Konseyi; bu insanlık ayıplarının yaşandığı her dönemde kendisine yasal muhatap olarak daima güney Rum kesiminin yönetimini almıştır!

Bu konseyin daimi üyeleri, ne yazık ki, her defasında Kıbrıs Türk Halkı’nın 1975 Helsinki nihai senedinin 8’inci maddesine göre kendi statülerini belirleme hakkını görmezden gelmiş ve Kıbrıs Türk Halkının kendi özgür iradesi ile seçmiş olduğu yönetimini daima illegal olarak tanımlamıştır!

İşte asıl çifte standart ve insanlık ayıbı olan da bu uygulamaydı…Tarihin hiç bir döneminde Kıbrıs Türk’ü Rum’un idaresinde yaşamamıştır..Ancak Kıbrıs Türk Halkının Ata’ları Kıbrıs adasında tam 307 yıl boyunca hakkın adaletin ve medeniyetin temsilcileri olmuştur.

Asıl kabul edilemeyen gerçekte bu değil midir?

Güvenlik Konseyinin göz ardı ettiği bu önemli gerçeklerin analizini bitirmeden, 550 sayılı kararın içerisinde bahse konu olan Maraş’ın herhangi bölümüne kendi sakinlerinin dışında ki insanların yerleştirilmemesi konusuna da değinmek istiyorum. 

Hemen şu hususun altını çizmek gerekirse, Maraş bölgesinin büyük bir bölümü Osmanlı Vakıflarına aittir. ( Lala Mustafa Paşa ve Aptullah Paşa Vakıfları ) Uluslararası hukuk vakıf arazilerinin hiçbir nedenle bir başka hükmi şahsiyete ve millete devredilemeyeceğine amirdir. 

Ancak, 1878 Yılında Osmanlı’nın adayı İngiltereye kiralaması ve sonra ki dönemde gelişen olaylar, İngiltere’nin bilinen o tarihsel oyunu sonucunda ada’yı ilhak etmesiyle gelişen süreç, Rum’ların tapu kayıtları ile oynamaları ve bu duruma göz yumulması sonucunda; Osmanlı vakıflarına ait olan bu arazilerin büyük bir bölümüne Rum’lar tarafından el konulmuştur!

Yine bu kararın içerisinde geçen ve Maraş bölgesinin BM yönetimine terk edilmesinin istenmesinin önemli diğer bir nedeni de; Maraş’ta ki turizm yatırımlarının büyük bir bölümünün BM’lere üye olan ülkelere ait olmasından kaynaklanmaktadır!

Gerçekten de 16 Ağustos 1974 tarihinde Maraş bölgesi ele geçirildiğinde bu bölgede ki turistik tesisler, göz kamaştıracak zenginliklere sahipti…

BM ve Güvenlik Konseyinin almış olduğu kararlar neyi ifade ederse etsin! Sonuç olarak K.K.T.C Kuzey Kıbrıs’ta bağımsız ve egemen bir devlettir.

Bu devlet, Kıbrıs Türk halkının kendi kendini yönetme hakkını kullanması ile oluşturulmuştur. Devletlerarası hukukun “devlet’’ ve ‘’tanıma’’ ile ilgili tüm normları ortaya konulmuştur. 

K.K.T.C’yi diğer devletlerin tanıyıp tanımamalarına bakılmaksızın devletlerarası hukukta ve uluslararası ilişkilerde bir devlet olarak K.K.T.C vardır, bir devlet olarak da işlem görmek hakkına sahiptir.

Ancak bu hak ve hukuku, ne yazık ki, bu güne kadar Türkiye dışında gören, tanıyan bir başka ülke olmamıştır!

Rum tarafının hamisi ve Kıbrıs’ın diğer garantörü Yunanistan’ın Dış İşleri Bakanlarından Bayan Dora Bakoyanni bir dönemde, Alman Der Tagesspegel dergisi ile yapmış olduğu söyleşide; Türkiye’nin AB nezdindeki yükümlülüklerinin Kıbrıs’ı da kapsadığını söyleyerek Türkiye’yi Rumları tanımaya çağırmıştı! 

Yunanistan’da hangi siyasi yönetim, iktidara gelirse, bu politikanın dışında bir uygulama beklenmemelidir!

Türkiye’nin AB ile müzakerelere resmen başlamış olduğu 17 Aralık 2004 tarihi ile birlikte Kıbrıs konusu, hiç olmaması gereken AB ile yapılan müzakereler zeminine taşınmıştır! 

Ülkemizin AB ile yapmış olduğu görüşmelerin son 14 yıllık tarihsel sürecine bakıldığında ve açıklanan her ilerleme raporunun odağında, güney Kıbrıs Rum kesimini tanıyın baskısı gelmiştir! 

Bu baskı; tüm AB üyelerine ama özellikle Yunanistan ve bu birliğin içinde olmaması gereken güney Rum kesimine aittir!

Kıbrıs konusunun çözümünün BM zemininde gerçekleşmesi gerekliliğinin iki de bir gündeme getirilmesi de bir çözüm sağlamayacaktır. Bunun nedeni ise yukarıda tarihsel sürecini belirtmiş olduğum Güvenlik Konseyi kararları ile net bir şekilde ortaya konulmuştur.    

BM. ve AB’nin Kıbrıs konusunu çözüme kavuşturabilmesi için Rum tarafının dayatmış olduğu ve ‘Rum Ulusal Konseyinin’ 65 yıldır değişmeyen tüm taleplerinin Kıbrıs Türk Halkı tarafından kabul edilmesi gerekliliği vardır!

Bu gerekliliğin hedefindeyse; Kıbrıs’ın bir Yunan adası olması, yani sonucunda Enosis vardır!

Ancak, böyle bir sonucu; ne Kıbrıs Türk Halk’ı, ne de Türk Millet’i asla onaylamayacaktır.

İşte Kıbrıs Milli Davamızın 68 yıllık BM, 14 yıllık AB süreci; yukarıda özetlemeye çalıştığım bu gerçeklerden ibarettir!

SONUÇ:

1950’li yıllardan günümüze kadar geçen süreçte:

Kıbrıs sorunun BM ve AB zemininde çözümüne yönelik pekçok öneriler, pekçok planlar ve taraflar arasında yürütülen pekçok müzakereler yaşanmıştır. 

Bu görüşmelerin tamamında ve ada da yaşanan tarihsel olayların 68 yıllık geçmişinde daima mağdur olan Kıbrıs Türk Halkı olmuştur.

Ortaya konulan tüm uluslararası çözüm paketlerinin içeriği, Rum’un istediklerine uygun olarak hazırlanmış ve Kıbrıs Türk tarafına bu talepleri kabul edeceksin denilmiştir! 

1955-1974 yılları arasında yaşanan o acılı yıllar, Rum’lar tarafından köyleri yakılıp yıkılan, topluca katledilen ve kendi topraklarından sürülerek yıllarca göçmen çadırlarında yaşayan Kıbrıs Türk’lerine uygulanan bu insanlık ayıbı ve kendi topraklarındaki yaşam haklarının gasp edilmesi nasıl göz ardı edilebilir?

Uluslararası camianın temsil edildiği böylesine büyük kuruluşlarda, bu kadar haksız bir uygulama olabilir mi?

İnsan haklarının savunulduğu güçlü platformların bu insanlık ayıbına olan tepkisizliği nasıl izah edilebilir? 

İnsanlık değerlerinin ölçüsü, sadece onların tekelinde midir? 

Kıbrıs Türk’ü; 20 Temmuz 1974 tarihinden bu yana, ada da barış içerisinde hür ve egemen bir hayat sürmektedir.

Kıbrıs Türk’ü; Anavatan Türkiye’nin desteğiyle 44 yıl önce kavuşmuş olduğu hürriyetin ve egemenliğinin, 35 yıl önce kurmuş olduğu devletinin bedelini kanı ve canı ile ödemiştir.

Bu devletin hiç kimseye verilecek ne bir karış toprağı vardır, ne de bir borcu. 

Bu nedenlerden dolayı;

Kıbrıs Türk Halkının kendi topraklarında ve kendi iradeleri ile kurmuş oldukları K.K.T.C’de:

Yaşam hakkının yasallığının ve kutsiyetinin gözardı edilmesinin ısrarcılığını halen sürdüren bu iki kuruluşun almış olduğu dayatmacı ve Rum’a teslim olun kararları, bu kararların uygulanması yönünde oynadıkları rol ve arabuluculuk gayretleri, kahraman ‘Kıbrıs Türk Halkının’ vatan sevgisi ve özgür iradeleri karşısında yok olup gitmeye mahkûmdur.

Kıbrıs Türk’ü; 1878 yılından beri Ata’larından devr almış olduğu emanete asla ihanet etmemiştir.

‘Türklüğün Serdarlığını’, ‘Şüheda’nın Türbedar’lığını’ yaparak, kendi istiklal savaşını vermiş; binlerce can bedeli ödeyerek, 1974’te Mehmetçik ile kucaklaşmış ve kendisine anasının ak sütü gibi helal olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devletini kurmuştur.

35 yıldır, bu devletin tüm ortak değerleri ile yaşayan Kıbrıs Türk Halkı; bu güne kadar Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Hükümetleri ne dediyse onu yapmıştır. 

Türk Millet’inin ayrılmaz bir parçası olmanın sadakatinden asla ödün vermemiştir. Özellikle son dönemde K.K.T.C de yaşayan Rum işbirlikçilerinin; bilinen dış güçlerin dolar ve avroları ile sulanan bu ayrık otlarının varlığı, bu ‘Gazi Topraklar’ da hiç bir şey ifade etmemektedir.

Annan planı dönemini iyi bilen Kıbrıs Türk Halkı,  devletinin varlığı ve yaşatılması konusunda kararlıdır.

Hiç şüphesiz; Anavatan Türkiye’nin adada ki yaşam şartlarının yükselmesi amacıyla vermiş olduğu ekonomik desteğin sağladığı avantaj ve son dönemde bu yolda ortaya konulan büyük ve başarılı yatırımlar ile büyüyen K.K.T.C ekonomisinde, bu ekonomiye katkı koyan özel sektör kanalıyla uluslararası ilişkiler yönünden de önemli adımlar atılmaktadır.

Ancak 65 yıldır BM’lerde alınan kararlar ve son 10 yıldır da AB süreci ile ilgili olarak yapmış olduğum yukarıdaki değerlendirmelerim ışığında; 8 Eylül 2008 tarihinden beri devam eden Kıbrıs müzakerelerinin bu gün gelmiş olduğu noktaya baktığımızda:

Bir tarafta, Liderler arasındaki varılan mutabakatların kendisine neler kaybettirdiğini bilememenin endişesini yaşayan Kıbrıs Türk Halkı. 

Diğer tarafta ise AB’ye alınmanın rahatlığı ve küstahlığı ile hareket eden Rum’lar vardır! 

Bu güne kadar seçilmiş hiç bir Rum liderin hayır demediği/diyemediği Rum Ulusal konseyinin her dönemde açıklamış olduğu kararlar etrafında, Rum’lar topyekûn bir biçimde kenetlenmişlerdir. 

Konseyin yapmış olduğu her açıklama sonrasında; davanın lideri rahmetli Sn Denktaş her defasında ne demiştir?

“Rum Ulusal Konseyi, açıklamış olduğu bu kararlarla, Türkiye ve K.K.T.C’ye adeta meydan okumaktadır!’’ 

 Bugün de değişen bir şey yoktur! 

 Kıbrıs adasının AB’ye alınan güneydeki bu buçuk tarafı, 24.Nisan.2004 tarihinden beri meydan okumaktadır! AB’ye üye olduğu tarihten beri bu açıklamaları yapmaktadır! 

 Önemli olan adanın yarı buçuğunu temsil eden Güney Rum kesimine; onların anlayacağı diplomatik üslupla hak ettikleri yanıtı verebilmek, bu yanıtın içeriğini müzakere masasında da savunabilmektir. 

İşte, Rum Ulusal Konseyinin yapmış oldukları bu açıklamaların özeti ve Güney Rum kesiminin çözüm için öngördükleri ve onlar için olmazsa olmazları:

BM de alınan kararların öngördüğü şekilde iki toplumlu-iki kesimli federasyon temelinde tek devlete, tek egemenliğe, tek halka, tek vatandaşlığa, tek temsiliyete, tek ekonomiye dayalı olacak bir çözüm şekli kabul görecektir!

AB’ye üye olan bir ülkede, garantörlere ihtiyaç yoktur! Dolayısı ile garantörlük ve ittifak antlaşmaları feshedilmelidir!

Mevcut çözüm: AB ve BM üyesi olan sözde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin devamını ve anayasasının değiştirilmesi suretiyle iki eyaletli ve merkezi yanı güçlü bir federasyona dönüşmesini; bu çerçevede ülkenin, halkın, ekonominin ve kurumların yeniden birleşmesini öngörmelidir.

Varılacak çözüm, BM kararlarına ve sözleşmesine AB ilke ve değerlerine, AB hukukuna, insan hakları sözleşmelerine uygun olmalıdır.( Tüm Rum göçmenler geri dönme ve eski mülklerini elde etme hakkına sahip olmalıdır!)

Rum Ulusal Konseyinin almış olduğu bu kararlar; Rum Ortodoks Kilisesi ve Yunanistan tarafından da desteklenmektedir.

Ve ne yazık ki, uluslararası camia da, bir şekilde bu önerilerin gerçekleşmesi yönünde Türkiye ve K.K.T.C’ye baskılarını sürdürmektedir!     

Yazımın son bölümünde,

Sevgili Kıbrıs Türk Halk’ına ve özellikle Sevgili Gençlere seslenmek istiyorum:

  

Bugüne kadar Kıbrıs konusunda yaşanan ve yaşatılan gerçekler, daima senin adadaki yaşam hakkın ve geleceğin üzerine kurgulanan oyunlar ile sürdürülmüştür!

Gün gelmiş bu oyunlar, oynayanların ayağına dolanarak bozulmuş,

Gün gelmiş bu oyunlar, senin o yılmaz mücadele azmin ve vatanseverliğin ile önlenmiş,

Ve öyle bir gün gelmişki! Ata’larının emanetine sadakatle bağlı kalarak; Türk Milletinin bir parçası olmanın gururunu yaşadığın ‘O Gazi Topraklarda’:

Bu bağlılıktan asla vazgeçmeyen ana’lar, baba’lar, eşler ve çocuklar sayesinde; ecdadının sayesinde kendi devletini kurma onur ve gururuna ulaşılmıştır.

Bu gurur ve onur tablosunun adı: ’Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devletidir.’

Bir gün; senin için bedelini kanın ve canın ile ödeyerek kurmuş olduğun bu devletten vazgeçerek, sonu Rum’a teslimiyetle bitecek, azınlık haklarını içeren yeni bir süreç önüne geldiğinde,

Bir gün;  sana el, ele; gönül, gönüle vererek göndere çekmiş olduğumuz Ay Yıldız’lı Bayraklarımızı, o şan ve şeref burçlarından indireceksin denildiğinde,

Bir gün; sana, asırlardan beri Türbedar’lığını yaptığın, Şühedanın kanı ile canı ile ‘Vatan’ yaptığı bu topraklar için sonucu, ‘Rum’a teslimiyete giden’ yeni bir plan önüne konulduğunda!

Son söz senin…

Böylesine bir teslimiyetle karşı, karşıya kaldığında;

Andımız olsun ki, bu topraklar bizimdir diyerek Ata’larının vasiyetine ve emanetine sadık kal.

Özgür iraden, Türk Milletinin bir parçası olmanın gururu, şanlı tarihine olan borcun ve ecdadının mirası; senden sadece bu kararı beklemektedir.

Vereceğin karar; ya sana çoktan hak ettiğin uluslararası arenadaki tanınmayı, ya da içi kimi süslü beyanlarla bezeli, “Birleşik Kıbrıs” sürecini getirecektir

 Bu da ne yazık ki:

Tek devlet çatısı altına alınmış, egemenliği olmayan, tek halk kavramıyla yok edilmiş, anavatan Türkiye’nin garantörlüğünün ve Türk askerinin olmayacağı bir son olacaktır.

 Kıbrıs adasında hür ve bağımsız, millet ve devlet kavramıyla yaşayabilmek için:

 Ata’larından sana miras kalan örfüne, geleneğine, diline, dinine, bayrağına, vatanına ve ‘Türk Millet’inin’ ayrılmaz bir parçası olarak kalabilmenin bu değişmez niteliklerine sıkı, sıkıya sarıl ve bağlı kal.

 Sabırlı, azimli, inançlı ve kararlı ol. O topraklarda, ‘Türk olarak yaşamanın ve Millet olmanın’ bedeli budur.

 Bu bedel:

 ‘Tarihten Gelen Çığlıklar’ ve ‘Şehitlerimizin’ kanı ile ödenmiş olup; hiç bir neden uğruna senin ne Rum’a, ne de onların işbirlikçilerine ödeyeceğin bir borcun yoktur.

“Tarihin akışını tersine çevirmeye hiç kimsenin gücü yetmez. Çevirmeye çalışanlar, başlarını tarihe çarparlar…”