KIBRIS SORUNUNU ANCAK TÜRKİYE ÇÖZEBİLİR 


Erdoğan, cumhurbaşkanı sıfatıyla ilk yurtdışı ziyaretini KKTC’ye yaptı. Bu ziyaret, toplumlar arası görüşmelerin Rumların ayak sürümesi nedeniyle tıkanma noktasına geldiği bir dönemde, Kıbrıs konusunda ilgili taraflara verilen önemli bir mesajdır. 
2004’te, Annan Planı referandumu aldatmacasıyla, Kıbrıslı Rumların, BM onaylı garantörlük anlaşmalarına ve AB Anayasası’na aykırı olarak, adanın tamamını temsilen AB üyesi yapılmalarını ve bu süreçte dönemin Başbakanı Erdoğan’ın “cömertliklerini” çok eleştirmiştik. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Başbakan Erdoğan’ın yanlışlıklarını gördüğüne inanmak istiyoruz. 
2004’ten bu yana yaşadıklarımız, Rumların da, AB’nin de hak dağıtma konusunda adalet terazisi kullanmadıklarını göstermiştir. Yaşanan iki yüzlülükler ve acı deneyimler sonrasında, KKTC’nin yaşatılmasının, Kıbrıs Türkü için de, Türkiye için de ne kadar önemli olduğu her geçen gün daha net anlaşılmaktadır. 
Türk tarihine bir bayrak, bir devlet armağan eden büyük devlet adamı Cennetmekan Rauf Denktaş, Annan Planı’na şiddetle karşı çıktığı için, Karen Fogg beslemelerinin yürüttükleri propagandalar sonucunda  “anlaşmaların önünü tıkayan adam” ilan edilmişti. Acıdır, ama kendisine bir anıt mezarı bile çok gördüğümüz Denktaş’ın, “Annan Planı Kıbrıs Türkü’nü Rumların içinde eritmeyi amaçlayan bir tuzaktır” saptamasının ne kadar doğru olduğu, gün geçtikçe daha iyi anlaşılmaktadır. 
CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN: “SİYASAL EŞİTLİĞE DAYALI İKİ DEVLETLİ ÇÖZÜMDEN YANAYIZ”
2004’ten 2014’e 10 yıl geçti. Taraflar, kalıcı bir çözüm adına defalarca masaya oturdular. Fakat, BM onaylı Londra ve Zürih anlaşmalarının “Kıbrıs, Türkiye’nin dahil olmadığı bir topluluğa  üye yapılamaz” hükmüne ve “Sınır sorunları olan bir ülke  birliğe alınamaz” diyen AB Anayasası’na rağmen, Rumlar adanın tamamını temsilen AB üyesi yapılmışlardır. Bu nedenle Rumlar, Türklerin haklarını teslim etmeye yanaşmamakta, toplumlararası görüşmelerde hep “havanda su dövülmektedir”.
KKTC Cumhurbaşkanı Dr. Derviş Eroğlu, Rum tarafının katı, ödün vermez tutumundan dolayı toplumlar arası görüşmelerden umutlu değil. Rum tarafında lider değiştikçe bir önceki müzakerelerde varılan uzlaşmaların yeniden ısıtılıp masaya konduğunu ve müzakereye açıldığını vurgulayan Eroğlu, Rumların hiçbir anlaşmaya varmamak için ucu açık müzakerelerle sürekli Türk tarafından ödün koparmak peşinde olduklarını söylüyor ve Rumların tutumunu, “İyi cambazdır onlar” şeklinde özetliyor.
Rumlar, 2004’te, adanın tamamını temsilen AB üyesi yapılmalarından dolayı kazandığı hakları ve üstünlüğü, bugün Kıbrıs Türkleriyle paylaşmaya razı olmadıkları gibi, garantör devlet olan Türkiye’ye, “Attığın imzanın arkasında dur, havaalanlarını ve limanlarını uçaklarımıza ve gemilerimize aç!” diye dikleniyorlar. 
2004’te, Annan Planı’na verdiği destek nedeniyle Rumların adanın tamamını temsilen AB üyesi yapılmamalarının önünü açan Başbakan Erdoğan’ın, 2014’te Cumhurbaşkanı sıfatıyla gittiği KKTC’de “Siyasi eşitliğe dayalı ve iki devletli bir çözüm”den söz etmesi, önemli ve sevindirici bir gelişmedir, ama kendilerini adanın tek sahibi sayan Rumlar üzerinde ne ölçüde etkili olacaktır? Kıbrıs Türkü’nün devletini ve bayrağını korumada yeterli olabilecek midir?
KIRIM’IN İLHAKINDAN SONRA, KIBRIS’TA ÇÖZÜM KONUSUNDA BASKILAR DAHA DA ARTTI
Çıkarları ve kültürel bağları nedeniyle, düne kadar, Rumların arkasında yalnızca AB ülkeleri vardı. Kıbrıs’ın güneyindeki 12. Afrodit parselinde zengin doğalgaz yataklarının keşfedilmesinden sonra, ABD ve İsrail de Rumları destekleyenler arasına katıldı; “Biran önce anlaşın” baskısı yapıyorlar. Kırım’ın Ruslar tarafından ilhak edilmesinden ve Putin’in Doğu Avrupa ülkelerini “ABD’nin yaptırım girişimlerine destek verirseniz doğalgazınızı keserim” tehdidinden sonra bu baskılar daha da arttı. 
ABD, Doğu Avrupa ülkelerini Rusya’nın doğalgazına bağımlı olmaktan kurtaracak tek kaynağın Kıbrıs’ın güneyindeki doğalgaz yatakları olduğunu keşfetti. O nedenle, Kıbrıs’a gönderdiği özel temsilcilerle yakından izlediği toplumlar arası görüşmeleri yönlendirmeye ve kendi çıkarlarına uygun olarak sonlandırmaya çalışıyor.
ABD’nin Kıbrıs’ta halkları barıştırıp mutlu etmek gibi bir kaygısı yok. ABD ve İsrail’in derdi, Kıbrıs’ı tek devlet çatısı altında toplamak ve imzalanacak anlaşma üzerinden Afrodit parselindeki doğalgaz rezervlerine el koymak ve Noble şirketine biran önce işbaşı yaptırabilmek. 
ABD ve İsrail açısından Kıbrıs’ın güneyindeki doğalgaz rezervlerinin ve Karpaz açıklarındaki petrol yataklarının kontrolü çok önemli. Doğu Akdeniz ve Ortadoğu hidrokarbon yataklarını kontrol edecek olan İsrail bölgenin en önemli enerji terminali olurken, ABD de, Afrodit parselinden çıkarılacak doğalgazı Türkiye üzerinden Doğu Avrupa ülkelerine pompalayacak ve bu ülkeleri Rusya’ya bağımlı olmaktan kurtaracak. 
ARTIK DÜNYANIN ANLADIĞI DİLLE KONUŞMANIN ZAMANI GELMİŞTİR
Rumlar, hiç hakları olmadığı halde ele geçirdikleri “adanın tek sahibi” sıfatını Türklerle paylaşmaya yanaşmıyorlar. KKTC’yi tanımak, eşit haklara sahip iki devletten oluşan bir konfederasyon kurmak akıllarından bile geçmiyor. O nedenle, önümüzde zorluklar var, ama küresel konjonktürden yararlanarak, Kıbrıs sorununu çıkarlarımız doğrultusunda bir çözüme kavuşturabilme şansımız da var.
Erdoğan, cumhurbaşkanı sıfatıyla Kıbrıs’ı ziyareti sırasında yaptığı konuşmada, “siyasal eşitliğe dayalı iki devletli çözüm” konusunda ısrarlı olacağımızı vurguladı. 60’lı yıllarda olduğu gibi, milletçe bu sözün arkasında durmamız gerekir. Yarınlarda Kıbrıs’ta “Kanlı Noeller”in, Srebrenitza’ların, Filistinlerin yaşanmasını istemiyorsak, eşit haklara sahip, iki kesimli, iki devletli bir konfederasyon çözümünde ısrarcı olmamız gerekir. 
2004’te Kıbrıs Türkü’ne verilen sözlerin hiçbirinin tutulmadığını gördük.  Artık dünyanın anladığı dille konuşmanın zamanı gelmiştir. “Kıbrıs konusu, Türkiye’nin en haklı olduğu davalardan biridir.”
ABD, küresel liderliğini sürdürebilme adına, okyanus ötelerinden gelip Ortadoğu’nun kaynaklarını yağmalarken, bizim, tarihin hiçbir döneminde Helen toprağı olmamış Kıbrıs’ı, elimizdeki garantörlük haklarına rağmen kaptırmamız, tarihin affetmeyeceği bir hata olur. Türkiye’nin bölgesel aktörlüğünü sürdürmesi açısından, Kıbrıs sorunun çözümü çok önemli bir sınavdır ve bizim bu sınavı kazanmak gibi bir zorunluluğumuz vardır. 

BİZ DE KKTC’NİN GÜVENLİĞİNDEN SORUMLUYUZ
ABD kendini nasıl İsrail’in güvenliğinden birinci derecede sorumlu görüyorsa, Cumhurbaşkanı’nın Kıbrıs’ı ziyaretinde vurguladığı gibi, Türkiye de kendini KKTC’nin ve Kıbrıs Türkü’nün haklarının korunmasından birinci derecede sorumlu görmektedir. Ayrıca Türkiye, Rumların iddia ettikleri gibi işgalci bir devlet değil, BM onaylı Londra ve Zürih anlaşmalarına dayanarak, Kıbrıs Türkü’nü katliamdan korumak üzere Ada’ya çıkmış garantör bir devlettir. 
ABD, küresel liderliğini sürdürebilmek açısından, bölgedeki gelişmelerin kendi çıkarları doğrultusunda ilerlemesini arzulayabilir. Köklü bir devlet geleneği olan Türkiye de, varlığını ve Kıbrıs Türklerinin haklarını koruyabilmek ve sürdürebilmek açısından, gelişmeleri kendi çıkarı doğrultusunda kanalize etmek zorundadır. 
Kıbrıs sorunu artık küresel bir sorun ve Kıbrıs sorunun çözümü, yukarda anlattığımız nedenlerden dolayı, Türkiye’den geçiyor. ABD Ortadoğu’da güçlü bir Türkiye istemiyor olabilir, ama Türkiye, bütün hatalarına rağmen, tarihi ve kültürel bağlarının kazandırdığı stratejik derinlik nedeniyle, Ortadoğu sorunlarının çözümünde hala kilit ülkedir. Ve Kıbrıs, daha doğrusu KKTC, stratejik konumu, tarihi ve kültürel bağlarımız nedeniyle, Türkiye’nin güvenliği açısından hayati öneme sahip bir devlettir. 
ABD’nin, Doğu Avrupa ülkelerini Rusya’ya bağımlı olmaktan kurtarabilmesi için, öncelikle Kıbrıs’ın güneyindeki Afrodit parselinde keşfedilen doğalgazı gün yüzüne çıkarması gerekiyor. Bunun için de Kıbrıs’la bir anlaşma imzalaması, çıkardığı doğalgazı da Doğu Avrupa ülkelerine ulaştırması gerekiyor. Esad’a destek vererek BOP’un Suriye parselinde tıkanmasına neden olan Rusya’ya ABD, Ukrayna’yı karıştırarak karşılık vermişti. Putin de Amerika’nın bu atağına, Kırım’ı ilhak ederek yanıt vermiş ve Doğu Avrupa ülkelerini doğalgazsız bırakmakla tehdit etmişti. ABD’nin Kıbrıs’ın güneyindeki doğalgaz rezervlerine olan ilgisi bu gelişmelerden sonra daha da artmıştı. Doğu Avrupa ülkelerini Rusya’ya bağımlı olmaktan kurtarmanın tek yolu, Afrodit parselinden çıkarılacak doğalgazı, biran önce Türkiye üzerinden bu ülkelere ulaştırmaktı. 
Bunun içinde ABD’nin, Kıbrıs’ta sürdürülmekte olan görüşmelerin en kısa sürede bir çözüme kavuşturulmasını sağlaması, yeni kurulacak yönetimle Münhasır Ekonomik Bölge anlaşması imzalaması, NOBLE şirketinin çıkaracağı doğalgazı Türkiye üzerinden Doğu Avrupa ülkelerine ulaştırması, Rusya’nın bu konudaki karşı ataklarını boşa çıkarması gerekiyor. Görüldüğü gibi, Kıbrıs sorunu artık bölgesel sorun olmaktan çıkmış, bir küresel soruna dönüşmüştür. Bu sorunun çözümünde de kilit ülke Türkiye’dir. 
Milletçe arkasında durursak ve  “siyasi eşitliğe dayalı iki devlet” tezimizden ödün vermezsek, Kıbrıs’ta sürdürülmekte olan toplumlar arası görüşmelerin, Kıbrıs Türkü’nün haklarını sonsuza dek garanti altına alacak bir anlaşmayla sonuçlandırılmasını sağlayabiliriz. Bütün olumsuzluklara rağmen, küresel konjonktür hala Türkiye’nin lehinedir. 
Önemli Not:
Unutmayalım, bize garantörlük hakları sağlayan 1959-60 tarihli Londra ve Zürih anlaşmaları, Kıbrıs’ın tamamen elden çıktığı bir dönemde, Hürriyet gazetesinin sahibi rahmetli Sedat Simavi’nin önderlik ettiği “Kıbrıs Türktür” kampanyasının milletçe benimsenmesi ve Cennetmekan Başbakan Adnan Menderes’in ve Dışişleri Bakanı Cennetmekan Fatin Rüştü Zorlu’nun kararlılığı sayesinde imzalanmıştı.  


KIBRIS’IN DOĞALGAZI ABD/İSRAİL KADAR RUSYA İÇİN DE ÖNEMLİ 
Doğu Akdeniz kıyıları boyunca uzanan şeritte, Lübnan, Filistin ve İsrail açıklarında da önemli doğalgaz rezervleri var. 
Fakat, Kıbrıs’ın güneyindeki oldukça zengin doğalgaz rezervlerinin Rusya’nın kontrolüne geçmesi, hem ABD’nin küresel liderliği, hem ekonomisi, hem de doların saygınlığı açısından çok büyük bir tehdit oluşturacaktır. Bilindiği gibi, Batılıların Ortadoğu’ya ilişkin siyasetleri, “Rusya’yı Akdeniz’den uzak tutmak” ilkesi üzerine kurulmuştur. 
Ortadoğu enerji kaynakları ve dağıtım yolları üzerindeki kontrolünü sürdürebilmesi, ABD açısından hayati önemdedir. ABD’nin, küresel liderliğini sürdürebilmesinin yanı sıra, Doğu Avrupa ülkelerinde etkili olabilmesi, İsrail’in Ortadoğu’nun en önemli enerji terminaline, Akdeniz’in bir Batı Gölü’ne dönüştürülebilmesi açısından, Kıbrıs’ta toplumlar arasında sürdürülmekte olan görüşmelerin Amerikan emperyalizmi doğrultusunda sonlandırılması gerekmektedir. Kıbrıs’taki görüşme masasında, Türk tarafının tepesinde Demokles’in kılıcı gibi sallanmakta olan “Anlaşın artık” tehdidinin arkasındaki gerçek budur. Plan bu, ama  planın hayata geçirilebilmesi için Kıbrıs Türkü’nün ve Türkiye’nin bu plana “evet” demesi gerekiyor. Zaman zaman Batı basınında yayınlanan Türk ekonomisinin kırılgan olduğuna ilişkin yazılar da, bu konuda Türkiye’yi hedef alan dolaylı baskıların, tehditlerin gazete sayfalarına  yansımasıdır.