Gazetecilik Cağaloğlu, Bab-ı Ali’de başlar, uzanırda uzanır..
İşte bu uzamalar, gelenek görenekten yoksun kalmışları da açığa verir..
Edep, haya vardı önceden..
Terbiye, saygı ve hizan vardı..
Büyük, küçük vardı..
Hatta; bilen bilmeyen ayırt edilirdi..
Kim gazetecilik öğreniyor ve bunu uyguluyor.. Kim öğrenmeden şovmenlik heveslisi, bilinirdi.. Gözden kaçmazdı çalışanla çalışmayan..
Gazeteci olanla olmayan..

Burada kısa bir hikayeyi anlatmakta fayda var..

Yaşlı kadının birisi torununu komşusu olan mahalle demirci ustasına götürür.. “Torunuma meslek öğret, sanaat öğrensin.”  der. Demirci ustası yanına çırak olarak başlayan ‘torun’ 2 gün sonra işe gelmez.
Çırağın işe gelmediğini farkeden demirci ustası, yaşlı komşusunun evinin yolunu tutar.
Kapıyı çalar ve komşu kadına sorar: “Komşu bizim çırak işe gelmedi de, merak ettim, rahatsız falan değil inşallah.’’ der.
Komşu kadın torununun artık işe gelmeyeceğini, çırağının artık TÜKAN (dükkan) açtığını söyler.
Merak içindeki demirci ustası, yarı şaşkın, yarı merakla: “Ne tükanı açtı bizim çırak’’ der.
Komşu yaşlı kadın, “Demirci tükanı” der.
Hayretler içindeki demirci ustası, ‘’ 2 günlük çırak, ne bilirde demirci tükanı açar’’ demeye kalmasın, yaşlı komşu kadın bir hava atma edasıyla; “Ne var ki canım.. İki tık tık.. Bir tak tak, al sana tencere, tava.. Açtık çırağa bir tükan işte” der.
Şaşkınlığını gizleyemeyen demirci ustası kendi kendine fısıltılı bir sesle; “Vay eşek sıpası vay! Ne kadar çabuk sürede öğremiş, hamarat çırak.. Baksana ninesine de öğretmiş.”  demekten kendini alamamış.
İşte bizim gazetecilikte de buna benzer çokça benzer konulara rastlamak mümkün..
Cağaloğlu zamanında, herkes biribirini görür, bilir ve takip ederdi. Şimdilerde İstanbul’un yedi tepesine dağılan gazetecilik, bazılarına meydanları boş görüp cirit atma hevesi verdi zannederim.
Ya da işi öğrenmeden demirci dükkanı açan çırak misali, bazılarında gazeteci olma hevesi oldukça fazla gözüküyor.
Edep kalmadı, iz’an hiç yok, saygı kalkmadı, sevgi hiç yok.. Meslek haysiyeti zaten eskiler kenara çekildikçe azaldıkça azaldı.
Gazeteye geldiğimde, daha da eskilere gidip, başka bir koca çınar olan İsa Ağabeyi..
(Anadolu Basın Birliği kurucularından, Tercüman, Son Havadis, Ortadoğu, Hergün, Belde, Anayurt Gazeteleri yazarı.. Edebiyatın değişik dallarında 126 ayrı kitabı bulunan, 40 bin 350 makalesi, 3 bin 450 ayrı gazete ve dergiye yazı yazan, 28 bin 895 kitap ve dergi bağışında bulunan, PTT Genel Müdürlüğünce ismine ‘’Özel Pulu” basılması talep edilen, Basın-Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü, TRT ve Başbakanlıkta görev yapan, 11 ayrı Bakanın “Basın Danışmanı” olarak çalışan, “Bakanlıklar arası en çalışkan ve başarılı Basın Danışmanı” seçilen, “Basında 25 yılın şeref ödülü” başta olmak üzere, onlarca ödülle 214 plaket 255, onur şeref ve takdir belgesi alan, Defalarca yılın yazarı, yılın edebiyatçısı, yılın şairi ve yılın editörü seçilen..)
İşte Gazeteci budur. Prof. Dr. İsa Kayacan.
İsa Ağabeyi arama gereği duydum.
Bırakın Allah aşkına bu  üstadımızın örneğine ve geçmişine baktığımda kendine gazeteci diyenlere, ‘’ neyin gazetecisiymiş’’ demeyelim de, ne diyelim.

Şimdi gel de iki tanede olamayıp ta kaymağını yiyenden bahsetme..

Daha önceki yazılarımda da bahsettiğim, şu ortalığı karıştıran, üç beş gün sağda solda muhabirlik yapmaya çalışmış (anlatılan ve bilinen gerçek bu) bu kişilere gazeteci denilecekse. Kimler konuşturuyor, kimlerin adına konuşuyor bilmem ama, gazeteciyim demesinde, ne ederse etsin!
Başka bir isim de; Bir türlü camiaya kendini kabul ettiremeyen, her şeyi çok bildiğini zanneden, televizyondan televizyona koşan, sabah başka bir konu başka bir TV, öğlen başka bir konu, başka bir TV, akşam başka bir konu, başka bir TV, o kadar bilgiç ki, hem sosyolog, hem bilim adamı, hem her şeyi bilen.. Oturun bıkmadan seyredin.. Dersiniz ki bu adam bu yaşta ne kadar çok şey biliyor..Ama tek şeyi bilmiyor. Bir şey bilmediğini bilmiyor. Bu isimde Akşam Gazetesi eski Yayın Yönetmeni’nden başkası olamaz tabi ki.. Bakınız şimdi işsiz..

Ben diyorum ki;

İşsiz kalmayı, parasız kalmayı göze almayan adamdan gazeteye yazar olmaz.
Son model arabalara binmek.. Arkalarına medya patronlarını alıp caka satmak, onların dediği çizgide yazmak, çizgiyi aşmamak, şak şaklamak, siyasi parti liderlerinin peşine koşmak ve hoş gözükmek, yurt dışına bol bol gazeteci kimliği gölgesinde parti lideri kovalamak..
Eski yazarlar yazardı.. Şimdi 2 günde yazar olunuyor..Genel Yayın Yönetmeni olunuyor.. Emek yok.. Yemek çok.. Dün geçmişte kötü bir yazımlarıyla muhabir olanlar, bin türlü dalavere ile öyle bir yükselişe geçiyor ki, bir bakıyorsunuz, geçmişini unutmuş, o patronun verdiği koltuğa bir kurulmuş ki, ne gazetecilik, ne de yazarlık edası var.. olmadığı halde CAKA SATIYOR..

Ee.. bunun ata binmesi.. attan inip eşek bile bulamaması var..

Unutmamak gerek ama, rüya tatlı..!
Ödlekliğinizle övünmekten vazgeçin..Yapamıyorsanız bu işi, gidin kendinize uygun bir iş bulun..
Bu gönül işi, gazetecilik ve yazarlık işini bırakın..