Önce kendinle bir yüzleş! Yüzleş bir kendinle dostum...

Eğer bir insana bu cümle ile biten bir konuşma yapmışsanız yani siz bir insanın gözlerinin içine baka baka  ona kendinle bir yüzleş demişseniz bu sözü söylediğiniz kişi tüm ruhuyla karşınızdadır. Hatalarını, defoları, pişmanlıklarını anlatmış muhtemelen  size içini  açmıştır olanca çıplaklığıyla ya da sürekli kendini kusursuz bulmuş, derdine, sıkıntısına,sorunlarına sebep gördüğü kişileri yerden yere vurmuş, her zaman  kendini haklı bulmuş, sizi vicdan terazinizin kefesinin dengesi bozulmasın diye önce kendinle bir yüzleş,bir aynaya bak, kendini sorgula diyecek kadar zıvanadan çıkarmış da olabilir...

Siz bu sözü başkasından duyduysanız şayet  ruhunuzun pencerelerini ardına kadar o kişiye açmışsınızdır demektir...

Önce kendinle bir yüzleş!denilen kişi bazen hep mağdurdur. Kaderin sillesini yemiş, ezilmiş kendince hor görülmüş ya da hakkı hep yenilmiş.Ya da hep o haklıdır davasında. Herkes dalavereci, herkes kaypak, herkes riyakar, sözünde durmaz, iş bilmez, şirazesi, şakülü kaymış hep düzenin, en dobra o, ‘suskunluğu da hep asaletinden zaten’… Hep bi samimiyetsizdir zaten insanlar, gülümseyişleri sahte,bir öz çekim anı kadar kısadır gülümseyişler... O bay ya da bayan doğrudur.

Geride kim varsa hep yanlış olandır...

Ahh! şu benliğimizi, Ahh! bir türlü şu egomuzu yerlere göklere sığdıramamış olan insanlığımız yok mu. Kimseleri beğenmiyoruz.

Beğenemiyoruz...

En doğru, en tastamam, en adaletli, en, en, en, en...

O, en (!) olan şey her  neyse işte, o  hep biziz...

Oysa ki; Yalanlarımız, maskelerimiz, zaaflarımız, bahanelerimiz, yetersizliklerimiz, bencilliklerimiz, kuşkularımız, sadakatsizliğimiz, kaypaklığımız ile insanız hepimiz. Kusurlarımızla, kötülüklerimizle insanız hepimiz...

Bir türlü aynaya bakmayan, eksikliklerini fark etmeyen, hatalarıyla yüz yüze gelmeyen insanız işte  nihayetinde hepimiz...

Şayet bir insan size, ‘git aynaya bir bak, kendinle bir yüzleş önce’ diyorsa; şanslısınız demektir.

Şanslısınız ki açık sözlü bir değerlendirme yapan, yaşadıklarınızın kaynağının başkası değil aslında sadece siz olduğunu  anlatmaya çalışan biri var hala etrafınızda demektir.

Yüzünle değil, ruhunla bir yüzleş! demek istemiştir size. 

Ayna? Ayna bir simge sadece....

Kendinle yüzleşmek demek: olduğun kişiyle hesaplaş, muhasebe yap demektir.

Ruhundaki kaosa ancak gerçek bir hesaplaşmayla son verebilirsin...

Ayıp değil  ki kendinin bilançosunu gözünün önüne getirmen,

Hesap kitap yapman, eksiklikleri gidermen, fazlalıklarını çıkarman...

Nihayetinde karşındaki kişi yabancı değil, her sabah aynaya baktığında yıllardır gördüğün suretin.

Elbette kolay da değil bir insanın kendisiyle yüzleşmesi.

Anneannem söylerdi bu sözü sıklıkla şimdi anımsadım.

''İnsan kendini beğenmezse çatlarmış...''

Kendimizi beğenmezsek çatlarmıyız bilmem ama başkalarına yükledikçe hataların tümünü  bir kuş gibi hafifleyemediğimiz  daha da ağırlaştığımız ortada...

Yük taşıyoruz omuzlarımızda...

Ağır bir yük...

Yoran, öfkelendiren, kafamızı lüzumsuz işgal eden bir düşünce bulutu nereye gitsek bizimleyken yani içimizdeyken, zihnimizdeyken...

Kimimiz dokunsalar ağlayacak...

Kimimiz dokunsalar öfkesinden patlayacak...

Dikkat ediyorum da; Aşk, evlilik, iş hayatı, arkadaşlık, en yakın aile ilişkileri, komşuluk her neyse o ilişkinin yakınlık derecesi önemi yok çoğumuz hep bir kişisel haklılık manifestosu yazıyoruz profil duvarlarına. Ezber, ezber...

Mesela herhangi birinin  sosyal medya profiline şöyle bir göz gezdirin, bir kaç tanıdığınızın bakın bir neler neler ile karşılaşacaksınız..

Misal: ''Bazen gülüp geçmek en iyisidir'' 

Niye ki? 

Kendi kendine durduk yere gülene buralarda ne derler?

Biliyosun..

Kendi kendine gülüp geçme.

Ciddi ol. 

Anlat ...

Rahatla...

Ve öyle geç...

Hatta bir zaman sonra gerçekten gül ve geç.

İyi de gelir yani.

''Yapmacık olma kendin ol!'' eee? şimdi  ortaya karışık ızgara, bir de çoban salata, misali yazmışın da kime diyorsun? 

Diyorsan da niye o kişileri 

''takip ediyorsun?''

Ben kapıyı da kapadım ,mevzuyuda.. 

Amman! Millet kapına kuyruk mu olmuş ?

Hayırdır? Sana yağı mı, Şeker mi, ekmek kuyruğu mu ?

diyeceğim; lakin çok şükür, geçtik  o devirleri...

Bir de şu modeller var ki: Allahım. Sürekli mutlu, nasıl mutlu, en mutlu, en sosyal, en trendy...

En kültürlü o! Kahvenin yanına çikolata bir de ''Kürk Mantolu Madonna kitabını koyup fotoğrafını çekmiş oradan anladım...

Okuyor...

Çok okuyor ama uygulamada var bir sıkıntı.

Çözecek Frida'm zaar...

Mutluysam demek.Perşembe TBT 'nin dibi demek.

Ahh!dünya çok zalımsın valla, çoluk, çocuk, çömbelek hep aç! deyip  vicdani paylaşımlarla gönül telinide arada titretmek de gerek...

Dedim ya insan egosu işte. İnsanlara hiç bir insani yardım etmeden, Beş Tl vermeden, oturduğun yerden acının fotoğraflarını paylaşmak kolay.

Fakat aynı duyarlılık içinde yok. Özünde yok. Gerçek yaşamında yok.

Hazindir...

Diyorum ya hep biz haklıyız.. Aşkta ve savaşta... Zenginlikte ve yoksullukta... İnsanın insanla arasında geçen (af buyrunuz) lüzumsuz tüm  sidik yarışlarında...

Şimdilerde hasedi, gıybeti, gideri, fitne fücuru, kıskananlar çatlasını, eğlenceli anıları, merhameti velhasıl insana dair her şeyi dost meclislerinde değil, sosyal ortamlarda, herkese açık olan kişisel ve dijital günlüklerimizde  paylaşıyoruz. Söyle Sebastian! Söyle  artık hükümsüzdür. İnsanlar lafını,kelamını diyeceğini ortaya koyuyor, birilerine bir şeyleri ima ediyor, sonra o  kişinin beş dakika sonra yeni bir fotoğrafına hoş anlamında kalp atıyor,ne biliim işte doğum gününü filan kutluyor. Nasıl olsa beş yüz kişi var tanıdık tanımadık kime denk geldiyse artık diye mi düşünülüyor?

Herkes fil kini mi biriktirmiş acaba Toplumca ? 

Genelin vaziyeti bu malesef.

Birbirinin yüzüne açıkça, direkt, dürüstçe düşüncesini söyleyemeyen insanların er meydanı sosyal medya.

Herkes hep kusursuz, hep haklı, hep bir kendinden yana...

Dedim ya kendinle muhasebe yapmak zor olandır. Maneviyatı, fikriyatı, temeli, harcı sağlam olan insanlar yapar bunu ancak. Ezen mi? Ezilen mi? Unutan mı? unutulan mı?Sevilen mi, nefret edilen mi? Dost mu, düşman mı, mağrur mu, yüzsüz mü, sadakatsiz mi, sadık mı, beklenti içinde olan mı, beklenen mi, ünlüsü, ünsüzü, okumuşu, cahili, pek fark etmiyor çoğumuz kendimizle yüzleşmiyor, hatalarımızdan tecrübe denilen öğretiyi çıkarmıyor, yaşama,insani ilişkilere geniş bir açıdan bakıp, değerlendirme yapamıyoruz. Bu sebeple yalın olmayan bir iletişim biçimini yani İma etmeyi, göndermeler yapmayı, suçlamayı, ortaya konuşmayı ve hep kendi egomuzu beslemeyi seçiyor, empati yapmayı ve kişiliğimizi geliştirmeyi tercih etmiyoruz.

Kim bilir belki de bizim için böylesi daha kolay sanıyoruz. Oysa ki biz bir aynayız ve karşımızdaki kişi bize davranışlarımızı yansıtıyor.

Onu kendimizden daha değerli gördüğümüzde bize yansıyan onun sizi kendinden daha değerli ve üstün görmesi. Kıskanıyorsak, gıpta ile bakıyorsak ona ve yaşamında olan her yeni şeye, değişikliğe ve bunu belli ediyorsak, bir de, o farkındaysa daha da renkli ve parlak bir ambalaja bürüyor her şeyi kendisiyle ilgili ve size bunu satıyor. Biri hep evet mi bekliyor sizden? Siz ona hiç hayır dediniz mi?

Boş verelim ima etmeyi, ortaya konuşmayı, yük biriktirmeyi, önce kendimizde arayalım sorunun kaynağını...

Sonra? Sonrası bir hafiflik, bir esenlik, bir başına buyrukluk, bir kendini ve hayatı seviş, bir gereksiz huyları, takıntıları terkediş, bir yaşamsal yenileniş ki; bunun lezzetini sormayın gitsin...

Haftaya görüşünceye dek Sevgiyle ve Sağlıkla...