‘İnsan topluluklarını millet hâline getiren dildir.’
Prof. Dr. TAMİLLA ABBASHANLI ALİYEVA ile Türkçemizin Meselelerini Konuştuk.

Oğuz Çetinoğlu: İnsan topluluklarının ‘millet’ hâline gelmesinde dilin rolü nedir?

Prof. Dr. Tamilla Aliyeva: Bahtiyar Vahabzade Lâtince hakkında diyor ki: ‘Ölü dil. Halk yoktursa dili de ölmüştür.’ Buradan hareketle; ‘Dil ölürse, o dili konuşan millet de ölür.’ Hakîkatine ulaşılır. Dil ve milleti bir birinden ayırmak olmaz. Millet kendini yaşatmak için dilini koruyacak.  Dilin elden giderse,  sen de yok olacaksın… Milletin dilini al veya milleti öldür… Fark etmez. İkisi de aynı kapıya çıkar. Diyorlar ki: ‘Bir milleti târih sahnesinden silmek istiyorsan, dilini yasakla. Millet tedricen eriyip yok olacaktır. Evet, İnsan topluluklarını millet hâline getiren dildir.’

Çetinoğlu: “Dil, ‘statik’ (durağan) değil, ‘dinamik’ (değişken) bir yapıya sâhiptir.” Deniliyor. Değişiklikler nasıl, hangi şartlarla olmalı?

Prof. Aliyeva: Dili bir göle benzetmek olar. Bu göle dillerden kelimeler dâhil olacak, bu göl başka dillere kelime verecek. Dil daima gelişmede olacak, ama bu dil kendi özelliklerine göre dili geliştirecek, başka     halkların bu hakta fikirlerini, yolunu taklit ederse kendi dilini kayıp edecek. Demin dediğimiz gibi dil bir göl ise  onun suyunun kokmaması için kendi kelime üretecek, kelime alacak, kelime verecek. Bu göl daima çırpınışta olacaktır.

Çetinoğlu: Türkiye Türkçesinin ‘problemli bir dil’ olduğu iddialarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Prof. Aliyeva: Oturmuş, yerleşmiş milletin bütün insanlarının bildiği kelimeleri atıp yerine başka milletlerin dillerinden kelime almak veya dil bilgisi kaidelerine aykırı olarak kelime türetmek suretiyle Türkçenin problemli hâle getirildiğini söyleyebilirim. Kelime uydurmak gibi zararlı faaliyetlerin önünü kesmek lâzım.  

Bir edebî, tertemiz dil vardır, bir de çeşitli yörelerin, etnik grupların dili vardır. Bunların dilde yaşamasına imkân verilmeli. Bazen yazarlar da dili tahrif ediyorlar. Lehçe söz kahramanların dilinde olacak, itirazımız yok. Lehçeyi öğreten ilim sahası var: ‘Diaektologiya’ deniliyor. Lehçe de dili geliştirir, ona canlılık verir, ama esas edebî dildir. Bizi dünyada lehçeye göre değil, edebî dilimize göre tanıyorlar. Edebî dilimizi derinden öğreneceksin bu dili ders derken, konuşma yaparken… Özellikle, üst düzey insanlar. Cumhur Başkanı, Bakanlar, Millet Vekilleri, Öğretim Üyeleri, Öğretmenler, Hukuksünaslar,  Doktor vs… Bâzı sözleri hiç anlamıyorum. ‘Geli ver’ deniliyor. Bizde ‘gelir misin’ yerine kullanmaktadır. Birincisi emir kipindedir. İkincisinde nezâket, zerâfet, nezâhet ve incelik vardır.

Türkiye Türkçesi problemli bir dil değil. Kötü maksatla veya farkında olmaksızın onu problemli hâle getiriyorlar. Dil hassasiyeti olanlar bu gidişi önlemeye çalışıyorlar. Onların söylediklerine kulak vermek, dikkate almak faydalı olur.

Çetinoğlu: Türkiye Türkçesinde, ‘sâdeleştirme’ adı altında başlatılan cereyan, günümüzde ‘öz Türkçe’ adı altında yeni bir dil oluşturma gayretlerine dönüştü. Birçok kelime, Arapçadan, Farsçadan geldiği için kullanımdan kaldırılıyor, yerine batı kökenli kelimeler ikame ediliyor veya Türk dilbilgisi kaidelerine aykırı kelimeler uyduruluyor.
Bu hususlardaki düşüncelerinizi okuyucularımız için lütfeder misiniz?

Prof. Aliyeva:  Evet! Geldik esas meseleye. Türkiye'de biz Azerbaycan Türklerinin konuşması için şöyle derler: ‘Allah’ım, ne güzel Türkçe, sanki bulak (pınar) sesi... Has Türkçedir Azerbaycan Türkçesi…’ Nerden oldu has Türkçe? Bizim dilimiz Arap ve Fars kelimeleriyle dolu. Türkiye’de ise bu kelimeler, Türkçeden atıldı. Eğer bunlar yabancı kelime diyerek kenara atıldıysa… o zaman Batıdan gelen asıl yabancı olan kelimeler neden tercih ediliyor? Anlamak mümkün değil. Yabancı kelimelere katiyetle ‘Hayır’ diyorum. Ya karşılığını tercümesini bulup kullanacaksın, ya da onu karşılayacak kelime üreteceksin. Veyahut da yabancı kelimeyi Türkçenin kaidelerine uygun telaffuz edeceksin. Böyle düşünüyorum.

Biz tren demiyoruz, ‘katar’ diyoruz. Ard arda sıra ile giden anlamında… Diyorlar ya ‘Turna katarı geldi.’ Yâni sırayla art arda… ‘Bravo…’ Diyenler var. Azerbaycan Türkçesinde ‘ehsen’ deniliyor. Türkiye Türkçesinde ‘tebrikler…’ Büyükler küçüklere, öğretmenler öğrencilere ‘aferin’ diyorlar. ‘Bravo’ kelimesine hiç ihtiyaç yok. Câhil özentisinden başka bir sebep göremiyorum.

Bir de ‘pardon’ kelimesi var. Türkiye’de de, Azerbaycan’da da  ‘pardon’ kelimesinin yerine kullanılabilecek çok güzel, sıcak ve samîmi kelimelerimiz var: ‘Bağışlayın’, ‘Özür dilerim’, ‘Afedersiniz’ veya ‘müsaadenizle…’, ‘müsaade eder misiniz?’, ‘izninizle…’ gibi… Bakınız! Bir ‘pardon’ kelimesi, güzel ve zengin Türkçemizden kaç tâne güzel kelimeyi, ince ifâdeleri kaldırıp atıyor.  Dilimizi fakirleştiriyor.

Böyle örnekler, Türkiye’de de Azerbaycan’da da maalesef çok fazla.

Rahmetli Ebülfez Elçibey döneminde güzel bir kaide konuldu: ‘Kim Rusça bir kelime kullanırsa ceza ödeyecek...’ O zaman insanlar Rus ve yabancı kelimeler kullanmaktan kaçındılar. 

Çetinoğlu: Türkiye Türkçesine sokuşturulan uydurma kelimeler, Azerbaycan Türkçesine de girme eğiliminde. Nasıl karşılıyorsunuz?

Prof. Aliyeva: Evet! Maalesef Türkiye Türkçesinden Azerbaycan Türkçesine uydurma kelimeler girmekte. Esasen küçük yaşlı çocuklarda çok görünür. Çocuklar Sovyet döneminde Rus televizyonlarında çizgi film seyrediyorlardı. Bugün ise hep Türkiye televizyonlarındaki çizgi filmleri seyrediyorlar ve Türkiye Türkçesi konuşuyorlar. Büyükler de Türkiye’de hazırlanan dizi filmleri seyrediyorlar. Onların da dilinde uydurulmuş Türkçe kelimeler var.

Cumhur Başkanımız karar çıkardı: ‘Türkiye’den gelen filmler Azerbaycan Türkçesine çevrilecek.’ Dedi ki, ‘Dilimiz kaybolup gidiyor.’

Çetinoğlu: Faydası oldu mu?
 
Prof. Aliyeva: Çevrildiyse de faydası yok. Herkes uydu aracılığıyla Türk filmlerini Türkiye Türkçesi ile seyrediyor. Sadece onu bilmek lazım: Azerbaycan Türkleri Türkiye Türkçesini çok seviyorlar. Sovyet dağılan dönemlerde 1989 yılında Rusya Çalıkuşu filmini Rusçaya cevirdi, bütün Sovyetler Birliği’nde gösterdi. Azerbaycanlılar filme bakarken arka planda kısık sesle verilen Türkiye Türkçesini dinliyorlardı. Rusçayı değil.

Çetinoğlu: Azerbaycan’da konuşulan Türkçeyi ‘Azerbaycanca’ olarak isimlendirenler var. Ne dersiniz?

Prof. Aliyeva:  Ben buna başlangıçta itiraz ettim. Azerbaycan’ın tanınmış dilcileri de itiraz ettiler. Fakat Haydar Aliyev dedi ki: ‘Doğrudur, bizim Türkçe ümüm Türkçenin bir koludur. Biz Türklükten uzaklaşmıyoruz, dilimiz Azerbaycan Türkçesidir.’ Ben Haydar Aliyev’in, ‘Azerbaycan’da Dil Siyaseti’ isimli kitabını Türkiye Türkçesine çevirdim, Eskişehir’de yayımladım.

Çetinoğlu: Sizin çalışma sâhanıza gelelim: ‘Karşılaştırmalı Edebiyat’ dersi okutuyorsunuz. Dersin mâhiyeti hakkında bilgi verir misiniz?

Prof. Aliyeva:  Karşılaştırmalı Edebiyat, bildiğiniz gibi 1930’lu yıllarda ortaya çıkmıştır. Bir kaç türü vardır: 1-Edebî İlişkiler. 2-Etkilenmeler 3-Çeviriler ve Karşılaştırma… vs. Batı edebiyatı ve kültürü araştırmacıları, ünlü filozlar dünya kültürünün beşiği olarak Antik Yunan ve Antik Roma’yı kabul ediyorlar. Karşılaştırmalı edebiyat çalışanları, bu fikrin doğru olmadığını ortaya koydular ve dediler ki: ‘Hayır, dünya kültürünün beşiği İki nehir arasıdır. Yâni Dicle ve Fırat…’ Ve bu konuda dünyaca tanınmış ilim insanı Yahudi Kramer (1897-1990), ‘Târih Sümerlerden Başlar’ isimli kitabını yazmış. Asıl adı Simxa.. ‘Sevinç’ mânâsını veriyor. Ukrayna’nın başşehri Kiev civârında doğmuştur. 1905 yılında Amerika’ya göçmüştür. Amerika’da ismi Samuel olmuştur. O, bu kitabında neden bu fikre geldiğini bölümler hâlinde anlatmaktadır. Okul, eğitim, beynelhalk ilişkiler, siyâsî sistem, parlamento, sosyal islahatlar, adliye, tababet, ziraat, bağcılık, tabiat felsefesi, ahlâk, atasözleri, masallar Ezop'un adına çıkan temsiller, disputlar, Cennet, Nuh, Âhiret, Elegiya, Gilgamıs destanı, epik edebiyat, kahramanlık destanları,  harita, sulh, hemreylik vs… Karşılaştırmalı edebiyatla uğraşanları bildikten sonra Antik Yunan ve Roma edebiyatı üzerinde araştırma yaptılar.  Gördüler ki, Antik Yunan’da ne varsa çoğu iki nehir arası kültüründen alınmıştır. Meselâ, Gilgamış Destanı’ndan etkilenen; M.Ö. 9. yüzyılda yaşamış olan Homeros, İliada ve Odisey isimli Yunan kahramanlık destanlarını yazmış. Bizim Kitab-ı Dede Korkut’ta Antik Yunan edebiyatının etkisi vardır. Karının Kocası için ölüme gitmesi konusu aynen Antik Yunan edebiyatında Alkesta eserinde vardır.  Veya Odisey destanındaki Polifem, Dede Korkut’taki Tepegöz’dür. Bu karşılaştırmayı oluşturan yönlerden biri seyyar-gezer konulardır. Orta Çağ İskandinav destanlarında da bizim masal ve destan kahramanlarımız, örf âdetlerimiz vardır. Bütün bunları araştırdıkça dünya edebiyatının kökünü araştırmış oluruz.  Kimsenin hırsızlık yapmasına izin verilmiyor ve yeni edebî keşifler ortaya çıkıyor.  Bu araştırmaların dünya halklarının kültürüne çok faydası oldu. Meselâ İngilizler, Kolumb’un (1451-1506) keşfettigi okyanusun ötesinde yaşayan halklara soykırım yaptılar, hem onları hem de onların maddî medeniyet âbideleri mahvettiler, dilleriyle beraber, izlerini yeryüzünden sildiler. Tek tük kaldı. Hâlbuki araştırmalar gösterir ki, onlar Sibirya Türkü, Şaman idiler.  Karşılaştırmalı edebiyat bu meseleleri ortaya koymaktadır.

Karşılaştırmalı Edebiyat hakkında ilk teorik kitabı yazan Prof. Dr. Gürsel Aytaç, (doğumu: Eskişehir, 1940) ‘Karşılaştırmalı Edebiyat’ isimli eserinde geniş teorik bilgi vermekte ve örnekler göstermektedir. Meselâ, Orhan Pamuk (d: 1952) ve Thomas Mann’ın (1875-1955) yazdığı ‘Buddenbrooklar / Bir Ailenin Çöküşü’ isimli romanın karşılaştırılması. Gürsel Aytac’a göre, Orhan Pamuk bu eserden etkilenmiştir. Etkilenme normal, etkilenme olmazsa edebiyat gelişmez. Fakat etkilenme fotokopi veya hırsızlık / intihal şeklinde olmamalı. Bir eserden etkilenip kendi örf âdetine millî özelliklerine, târihine, kültürüne uygun eser yazacaksın.

Yâni karşılaştırmanın edebiyatların gelişime faydası çoktur, yeter ki, araştıranın derin edebî bilgisi olsun, kimin kimden etkilendiğini ve bu etkinin yeni meydana getirilen esere faydasını öğrensin. Reşat Nuri Güntekin’in (1889-1956) Çalıkuşu isimli romanında 19. yüzyıl romantik İngiliz edebiyatının tanınmış yazarı Charlotte Bronte’nin (1816-1855) yazdığı Ceyn Eyr isimli eserinin etkisini görmekteyiz. 19. yüzyıl Amerikan şâiri Henry Wadsworth Longfellow (1807-1882) İngiltere’de çalışmış, orada eline Köroğlu destanı geçmiş, okumuş, çok beğenmiş, bir mesnevî yazmış, ismini ‘Rovşen Beyin Atlanışı’ koymuş. Amerika’ya dönmüş bu destanın etkisiyle Kızılderililerin kahramanı Hayavata hakkında destan eserini yazmış. William Shakespeare (1564-1616) Romeo Julyet’i yazarken Azerbaycan Türklerinden Nizâmî Gencevî’nin (1141-1209) ‘Leylâ ile Mecnun’ mesnevîsinden etkilenmiş. Shakespeare’in fâni dünya konulu soneleri Yunus Emre’nin (1240-1320) ‘fâni dünya’ konulu şiirleriyle aynıdır. 15. asır İngiliz şâirleri mezar edebiyatı adlı şiirler yazarken Yunus Emre’nin mezar, âhiret, fâni dünya konulu şiirlerinden etkilenmişler. Moliere (1622-1673) Cimri isimli eserini yazarken Antik Roma tiyatro yazarı Plavt’ın (M.Ö. 3. yüzyıl) ‘Hazine’ isimli eserinden etkilenmiştir. Bu etki sonucunda Reşat Nuri Güntekin’in eseri edebiyat târihinde iz bıraktı, herkesin sevdiği eser oldu. Azerbaycan ozanı Âşık Elesger’in (1821-1926) şiirlerinin çoğu Karacaoğlan’ın (1606-1679) şiirleyle aynıdır. Halbuki ayrı ayrı cografiya… farklı dönem... Örnekler çoookkk..

Karşılaştırmalı edebiyatta edebî ilişkilerin de çok önemi var. Bir ülkenin edebiyatını araştırıp öz ülkesinin malı etmek güzel bir ilim türüdür. Yâni bunu yapmak hem o ülkenin edebiyatını araştırıp kendi milletinin haberdar olmasını sağlıyorsun. Oradan yeni konular, yeni edebî bilgiler, o ülkenin edebiyatını, kültürünü, örf âdetini, folklorunu öğrenmiş olursan, halkını da bilgilendirmiş oluyorsun… Edebiyat çevrileri de çok önemlidir.

Çetinoğlu: Çok teşekkür ederim. Hazine değerinde derin ve geniş bilgiler lütfettiniz.

Türkistan Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlığına kavuştuğu 27 yıldan beri, ‘ortak dil’ veya ‘ortak iletişim dili’ ile ‘ortak alfabe’ oluşturulamamış olmasının sebepleri hususundaki görüşlerinizi lûtfeder misiniz?

Prof. Aliyeva: Bu hakta çoklu diskusiyalar oldu (yâni fikir tartışmaları)  ben medyada çok okudum. Bir yazı hâlâ yadımda yâni hatırımdadır. Azerbaycan Yazarlar Birliği Başkanı Anar Rızayev (d: 1938) dedi ki: ‘Ortak İletişim Dili Anadolu, Türkiye Türkçesi olsun.

Ortak Alfabeye geldiğinde bu barede bir yazıya rast gelmedim. Azerbaycan Ekim inkılâbına kadar Latinca kullandığı için, o severek Latin alfabesine geçti ve sağ olsun Cumhur Başkanımızı petrolün parasıyla devlet kütüphanesindeki Kiril Alfabesiyle olan kitapları Latin harflerine çevirttirdi. Ama diğer Cumhuriyetler bu yükün altına girmediler. Bence onlar hâlâ Kiril alfabesi kullanırlar. Çünkü onlar Rusya’dan uzaklaşmak fikrinde değiller. Bu ise Rusya’nın işine gelmektedir. Onlar ne kadar ki Rusya’ya bağlı kalacaklar, Kiril alfabesini de değişmeyecekler.  
 
Çetinoğlu: Azerbaycan edebiyatındaki gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz, Genceli Nizâmî, Ahmed Cevad Ahundov, Samet Vurgun, Elmas Yıldırım ve Bahtiyar Vahapzâde seviyesinde şâirlere duyulan hasretlikler son bulabilecek mi?

Prof. Aliyeva:  Güzel soru… İsimlerini söylediğiniz şairler isimlerini kültür, sanat târihine, özellikle şiir târihine altın harflerle yazdılar. Şimdi her kes beyaz şiir (serbest şiir) yazıyor. Olsun, beyaz şiirin de özellikleri, güzellikleri var. Azerbaycan’da (Anar Bey’in babası) Resul Rıza (1910-1982) serbest şiir yazıyordu, güçlü şâir idi, serbest şiirin özüne göre hecmi, kafiyesi var. Bir de şiirde mânâ çok önemli. Diyeceğim o ki, Azerbaycan’da genç ve iyi şâirler var. Belki şöhret olup isimlerini duyuramamışlardır. Zamana ihtiyaçları var. Ayrıca her şeyde olduğu gibi şiir ve edebiyatın diğer sâhalarında değişimler yaşanıyor. Romantizm tercih edilir akım olmaktan çıktı. Ona tekrar dönüş olacağını düşünüyorum.

Çetinoğlu: Sorularla sınırlı kaldığınız için açıklayamadığınız mesajınız varsı, söz sizin efendim, buyurunuz.

Prof. Aliyeva: Teşekkür ederim. Başka bir röportajda inşallah…

Çetinoğlu: Zaman ayırdınız. Alâka ve zahmetleriniz için çok teşekkür ederim. Hamişa hoşbaht olasınız.


Prof. Dr. TAMİLLA ABBASHANLI ALİYEVA                                                                         

Azerbaycan’ın Beylegan şehrinde doğdu. Bakü Devlet Üniversitesi İletişim Fakültesinden mezun oldu. 1987–1990 yılları arasında Batı Avrupa, Amerika, Avustralya ülkelerinin edebiyatları üzerine doktora eğitimi aldı. 1992 yılında ‘Azerbaycan-Amerika Edebî İlişkileri’ konusunda doktora tezini savunarak Moskova Ali Attestasyon Komisyonu tarafından doktora, 1998 yılında doçent unvanını kazandı. 1998 yılında Eskişehir Osmangazi Üniversitesi’nde çalışmaya başladı. Hâlen Muş Alparslan Üniversitesi’nde Üniversitesi Bölüm Başkanı olarak Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü öğretim üyesidir. Şimdiye kadar on kitabı, on bir çeviri kitabı, 200 ilmî makalesi yayımlanmıştır. Altmıştan fazla milletlerarası ilmî kongre, bilgi şöleni, konferansa katılmış ve Türkiye, ABD, Almanya, İsveç, Rusya,  Azerbaycan, Bulgaristan, Makedonya, Kıbrıs’ta ilmî makaleleri yayımlanmıştır, milletlerarası ve millî kuruluşlar tarafından verilmiş ödülleri vardır. Azerbaycan Yazarlar ve Gazeteciler Birliği Üyesidir.
2013 yılında Eskişehir Osmangazi Üniversitesinde Profesör unvanını almıştır. 2012 ve 2016 yıllarında Eskişehir Şâirler Derneği’ne yapmış olduğu hizmet sebebiyle ‘Şiire Hizmet Ödülü’, 2011 yılında Azerbaycan Büyük Elçiliği tarafından Türkiye Üniversitelerinde çalışan Azerbaycanlı hocalar arasında ‘Yılın En İyi Öğretmen’ ödülünü kazanmıştır.
Türkiye ve Azerbaycan’da basılan birçok derginin danışma kurulu üyesidir.  2012 yılında Almanya’da faaliyet gösteren Nizami Gencevî Azerbaycan Medeniyet Merkezi’nin Kültüre Hizmet ödülüne layık görülmüştür. ‘Çıngı’, ‘Kümbet’ (Türkiye), ‘Yâda Düştü’ (Azerbaycan) dergilerinin yürütme kurulu üyeliğini yapmaktadır. Milletlerarası ‘Vektör’ Bilim Merkezinden ‘Türk Edebiyatına ve Kültürüne Hizmet Armağanı’na lâyık görülmüştür.