En çok Kasım ayını severim dedi. Çünkü sen üşümeye başlarsın. Benim de tek amacım seni ısıtabilmektir.

                                              *

Kırılmaktan ve kırmaktan korktuğum kadar korkmadım hiçbir şeyden. Ancak şunu anladım ki, kırıldıkça yen içinde kaldıkça, hayat seninle dalga geçtikçe ve sen tutunabildiğin, kırıp kanırtabildiğin ölçüde insanlık mertebesinde kıdemin artıyormuş. Ne acı! 

                                              *

''Mavi benim huyum!'' yazılıydı vapurun güvertesinde. Kim yazmıştı, ne zaman yazmıştı, niye yazmıştı ve nasıl yazmıştı. İçinde türlü fırtınalar mı kopuyordu yazarken, yoksa yıkım ardındaki süt liman koyu sessizlik mi hâkimdi bedenine? Her şeyin, her ihtimalin olasılıklarını bir kenara iterek, sadece yazıya odaklanmıştım. Mavi bir gök vardı üstümüzde. Şanslıydım. Bu mevsimde bu şehir genelde gri olurdu. Kasvetli bir gök üzerimizde nöbet tutardı. Geceyi gündüze devreder, mevsimleri peşi sıra sıralar; tüm bu oluşum içinde genelde rengini gri tutmayı yeğlerdi. Bu şehir gri rengi çok severdi. Evleri, yolları, köprüleri hep griydi. Ve gri havalarda o canım deniz de griye dönerdi. 

Şehri baştan aşağıya canlandıran, tekrar hayat veren sarı sıcak güneşti bugün içimi ısıtan. Ve kim bilir, kim ve ne zaman belki yine böyle sıcak bir günde vapurun güvertesine yaslanıp yazmıştı bu yazıyı. Yanından geçen garsonun tepsisinden buharı üzerinde sıcak bir çay almış, ''kaç şeker?'' sorusuna belki bir, iki demiş ya da kullanmıyorum şeklinde elinin tersiyle işaret etmişti. Çayını yudumlarken bu defa yanından geçen simitçinin tepsisinden bir tane almış, parasını kuruşu kuruşuna verip bir parçasını ağzına atmıştı.

Martılar... Bu gri şehrin en harikulade şeyleri... Onlara hayvan demek olmaz! Dünyanın renklerinden biri onlar. Kanat çırpışlarıyla, bakışlarıyla, iri cüsseleriyle uçan melekler. Biri ya da bir kaçı vapura eşlik edip denize atılan simit parçalarını havada kapma telaşıyla hızlı şekilde kanat çırpıyorlardı. Bir parçasını kopardığı simidin kalanını da yemeye hazırlanırken, martı elinden kapıp kız kulesi istikametine yöneldi. Havada asılı kalan elini tekrar cebine soktu. Son kuruşunu az önce simitçiye verdiğini hatırladı. Gülümsedi o anda belki de. Çantasından kalemi çıkardı ve bu yazıyı yazdı belki de. Cebinde sigarası dahi kalmamıştı. Burnuna gelen dumanı içine çekti. Martıların afiyetle simitleri yiyişini seyretti. Belki içinde türlü küfürler uçuşuyordu, yalıların yanından geçerken. Bir an sırtını denize çevirdi. Yazdığı yazıya gözü ilişti. Ve tekrar gülümsedi. Mavi bir denizde, mavi bir göğün altında mavi huylu bu adam, maviliklere daldı…

Sevda kaçsın çayınıza.

                                                                                Meldazirek