İbrahim Güray AYTEKİN ÖZEL HABER ARAŞTIRMA

‘’TÜM SINIRLARIMIZ KAPATILMIŞTI BİR YANDAN KURAKLIK BİR YANDAN 2. DÜNYA SAVAŞI’’  YENİ KURULAN GENÇ TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN ACI DOLU YILLARI…

İkinci Dünya Savaşı sırasında Türkiye, zor da olsa savaş dışında kalmayı başarmıştır. Fakat ülke, ekonomik anlamda büyük sıkıntılar çekmiştir. Savaş dönemine ait uygulamalar halkı zor duruma sokmuş, genç nüfusun askere alınmasıyla da üretim durma seviyesine gerilemiştir. Büyük şehirlerde yaşayan halk, temel gıda ihtiyaçlarını gideremez hale gelmiştir. Savaşı görmeyen halk, açlığı ve yokluğu en şiddetli şekilde yaşamıştır. 

Dönem içerisinde uygulanma imkânı bulan Milli Korunma Kanunu çerçevesinde yürürlüğe giren ekmek karnesi uygulaması, vatandaşı çok az miktarda bir ekmekle yaşayabilmeye mahkûm etmiştir. Maddi durumu iyi olanların pek de etkilenmediği karne ile ekmek dağıtımı uygulaması, daha çok dar gelirlileri zorlamıştır. Devlet, memurunu ve askerini gıda temini konusunda olabildiğince korumaya çalışmıştır. Karaborsacılık en üst seviyelerde kendini göstermiş, kolay yoldan para kazanabilme yolları sıkça kullanılmıştır. 

Fırınlarda  yapılan ekmeklere %6 oranında nohut katılmaktaydı. Fakat nohut fiyatları da artınca devlet tarafından mısır katılması kararlaştırıldı. Değirmenler düzgün çalışmıyordu. Yapılan bazı teftişlerde una kül katıldığı da tespit edilmişti.

Devlet, sıkıntılar karşısında almaya çalıştığı tedbirlerde beklenen başarıyı sağlayamamıştır. Yaşanan sıkıntılar savaşın sona ereceğinin anlaşılmasıyla birlikte bir miktar azalış gösterse de, gıda temini sıkıntısı savaş sonrası dönemde de devam etmiştir. 

Türkiye Cumhuriyeti, kurtuluş ve kuruluş yıllarında ekonomik savaş vermiş, birçok mali problemle boğuşmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren hükümetin öncelikleri arasında kalkınma yer almıştır. Osmanlı’dan devralınan borçlar ve mali sorunlar, 1929 Buhranı’nın etkileri Türkiye’de de hissedilmiş, serbest piyasa ekonomisinin yanında planlı ekonomi modeli de uygulanmıştır. Bu bağlamda atılan adımlar arasında İzmir İktisat Kongresi ve Birinci Beş Yıllık kalkınma planı gösterilebilir. 

Karneli dönemde Avrupa’da totaliter rejimler kurulmuş, yeni bir dünya savaşı hazırlığına girişilmiştir. Sonunda 1 Eylül 1939’da İkinci Dünya Savaşı başlamıştır. Milli şef İsmet İnönü ‘nün büyük diplomasi zaferi olarak değerlendirilen siyasi hamleler ile Türkiye savaş dışında kalmayı başarmıştır. Ancak savaşın dünyadaki ekonomik sonuçları Türkiye’ye yansımıştır. Savaş koşullarında Türkiye Cumhuriyeti devletinin tüm sınırları adeta kapatılmış, ihracat ve ithalatta yaşanan zorluklar, temel ihtiyaç maddelerinin temini ve tüketilmesinde baş gösteren sorunlar karşısında tedbir olarak karne uygulamasına gidilmiştir. Sıkıntıları fırsata dönüştürmek isteyen ticaret çevrelerinin karaborsacılık faaliyetlerinin önüne geçilmesi adına yasalar çıkarılmıştır.

Birinci Dünya savaşının ardından ekonomik çöküntüye uğrayan Türkiye, ekonomisini kalkındırmak adına İzmir İktisat kongresi gibi çeşitli faaliyetlerde bulundu. Bu faaliyetlerin oldukça başarılı olmasına rağmen, hedeflenen kalkınmayı ulaşamayan Türkiye, 1930-1939 döneminde korumacı ve devletçi iktisadi politikalarına yönelmiştir. Bu dönemde sanayinin sabit fiyatlarla büyüme hızlarının ortalaması %10.3’tür.  

Elde edilen sonuçları bu zaman aralığı bakımından Türkiye’nin ilk sanayileşme dönemi olarak nitelendirmek uygundur. 1929 yılında başlayan ve 1930’lu yılların sonuna kadar dünyanın birçok yerinde etkisini tüm dünyada  gösteren Büyük Buhran’ın Türkiye ekonomisi üzerindeki olumsuz etkileri, 1930’lu yıllarda ekonominin büyük oranda dışa kapatılması, devlet yardımı ile milli sanayileşme sürecine girilmesi ile aşılmaya çalışıldı. 

1932-1933 yıllarında devletin bütün faaliyet ve yatırımları doğrultusunda  Sovyetler Birliği SSCB’nin yardımıyla Birinci Sanayi Planı oluşturuldu ve 1934’de uygulamaya başlandı. Bu plan kısaca sanayin geliştirilmesi, geleceği öngörülmüş çeşitli sektörlere devlet desteği yapılması ve dengeli yatırım yapılması gibi hedefleri vardı. Nitekim beş yıllık kalkınma planı başarılı oldu. 1923-1929 tarihleri arasında sanai hasılanın artışı %11.3 iken 1930-1939 yılları arası bu rakam %18.0 olmuştur.

 Birinci beş yıllık kalkınma planının başarısı ardından ikinci beş yıllık kalkınma plan oluşturuldu fakat araya İkinci Dünya Savaşı’nın girmesiyle birlikte ikinci kalkınma planı maalesef uygulamaya sokulamadı.

Türkiye için tarım faaliyetleri çok önemli bir yere sahip olduğundan devlet tarımın önünü açmak için sürekli olarak girişimlerde bulunmuştur. 1929 yılın Atatürk’ün ideali olan toprak reformu kanunu çıkmıştır. Bu kanun toprak sahibi olmayan köylülere tarım yapması adına toprak dağıtmayı amaçlıyordu. Fakat, Büyük Buhran’ın araya girmesiyle başarılı şekilde uygulanamamıştır. 1930-1942 yıllarında ekili arazi alanında neredeyse sürekli artış gözlemlenmektedir.

1. Dünya Savaşı öncesi dönemde Türkiye’nin başında Cumhurbaşkanı olarak İsmet İnönü görev alıyordu. Mustafa İsmet İnönü, Birinci Dünya Savaşı’na katılmış, Millî Mücadele’de batı cephesi komutanlığını yürütmüş. 1937 yılına kadar başbakan olarak görevde kalmış Ülkemizin en başarılı siyasetçisi idi. Türkiye’nin savaşa girecek teçhizat ve altyapıya sahip olmadığını en iyi O biliyordu. Fakat Türkiye’nin kendi iradesi dışında savaşa girmesi halinde tedbir olarak büyük bir ordunun hazırda tutulması gerektiği de bir gerçekti. 

Almanların Yunanistan’ı işgal etmesiyle iki ülke arasındaki sınır Meriç Nehri oldu. 22 Haziran 1941’de Almanya’nın SSCB’ye girmesiyle Türkiye, Almanya ve SSCB arasında kaldı. Savaşın Ortadoğu’ya inmesi ihtimali bulunuyordu. Türkiye sınırlarında bir milyon mevcutlu ordu tutmakta idi. Ordu mevcudunun bu denli yüksek olması iş gücünde ciddi bir düşüş yaşatmış üretim oldukça düşmüştür. Ülkemizin savaşa girmesi Birinci dünya savaşı ve kurtuluş savaşları ile ayrıca çetelerle ve eşkıya ile yapılan mücadelelerde erkek savaşçılarının %35 ini kaybetmiş bir ülke için intihar olacaktı. Ayrıca savaş ekonomisini kaldıracak genç Türkiye Cumhuriyeti devletinin gücü yoktu… 

Türkiye savaşa girmediği halde savaş ekonomisinin koşullarını tüm ağırlığıyla yaşadı. Yetişkin nüfusun büyük bir bölümünün askere alınması ile üretim gücü büyük ölçüde yitirildi, Bu durum hayat pahalılığı, temel gıda ve tüketim maddelerinde darlık ve savaş öncesi yapılan sanayileşme planlarının ertelenmesi gibi çeşitli sorunları da beraberinde getirdi.

Refik Saydam hükümeti 2. Dünya Savaşı sürecinde yaşanan ekonomik sıkıntıların önüne geçmek doğrultusunda Ocak 1940’da Milli Koruma Kanunu’nu çıkardı. Bu kanun doğrultusunda çıkan kararnameler savaş ekonomisini doğrudan yönlendirdi. Milli Korunma Kanunu hükümete fiyatları saptamak, ürünlere el koymak hatta zorunlu çalışma yükümlülüğü getirebilmek gibi sınırsız yetkiler tanınmıştı. Hükümet, Milli Korunma Kanunu’na dayanarak ilk olarak enflasyon ve karaborsacılığı önlemek için narh uygulaması ve fiyat mukabelesi gerçekleştirdi. İkinci olarak bazı ekmek gibi temel malların karneyle dağıtılmasına geçildi.

Ekmek karnesi uygulamasına geçmeden önce yine hububat konusunda yapılmış olan İzmir, Ankara ve İstanbul’da uygulanmış tek tip ekmek uygulamasından bahsedebiliriz. Bu uygulama, bütün fırınların aynı standartta ekmek üretmesini zorunlu kılan uygulamadır. Bu uygulama doğrultusunda ekmek üretiminde tasarruf yapılması için una %15 oranına kadar arpa unu karıştırılması belirtilmiştir. Bu rakamlar sonradan %20 arpa ve %30 çavdar olarak değiştirilmiştir. 

Ancak Tek tip ekmek uygulaması bir miktar tasarruf sağlamış olsa da un ve hububat kıtlığının önüne geçmek pek mümkün olmamıştır. Bu sebepten ötürü ekmek karnesi uygulamasına geçiş yapılmıştır.

17 Kasım 1941 tarihinden itibaren, hane halkındakilerin sayısı, yaş, cinsiyet ve meslek bilgilerinin yer alacağı beyannamelerin polisler tarafından evlere dağıtılacağının açıklanması yakında karne döneminin başlayacağı konusunda kuvvetli bir işaret olmuştur. Bu beyannamelerin bir haftada doldurulması istenilmekteydi. 

Aralık ayı ortalarında basında ekmek karnesi haberleri çıkmaya başladı. Basında yazan bu bilgilere göre ekmek karnesi uygulaması ilk olarak Ankara, İstanbul ve İzmir gibi büyük şehirlerde uygulanacaktı. Karne siteminin başarı ile uygulanması gerekiyordu bu da ancak halkın iktidara güvenmesi ile mümkün olmaktaydı. 19 Aralık 1941’de TBMM’de gerçekleştirilen görüşme ve Milli Koruma Kanununda yapılan değişiklikler ile un tüketiminin kontrol altına alınması adına, ekmek karnesi uygulamasının başlatılması kararlaştırıldı.  

13 Ocak 1942’de ekmek karnesi uygulaması yürürlüğe girdi. Karneler aylık dağıtıldı ve her karnede ayı oluşturan gün sayısı adetinde karne bulunuyordu. Dağıtım haneye göre değil şahıslar esas alarak yapıldı. Dağıtımdan belediyeler sorumluydu. Ekmeklerin kaç gram olarak verileceği ülkenin güncel durumuna göre değişiklik göstermekteydi. Başlangıçta kişi başına tahsis edilen ekmek miktarı 375 gramdı. 7 yaşına kadar olan çocuklara bunun yarısı 187,5 gram, ağır işçiler için de bir misli ekmek verilecekti 750 gram. 

Bir süre sonra 375 gram ekmek yerine 125 gram gluten ekmeği verilmesine de olanak verilmiştir. Şubat ayında alınan bir kararla pazartesi günleri ekmek yerine un verilecekti bu durumda; 750 gram ekmeğe karşılık 531 gram un 11 kuruş, 375 gram ekmeğe karşı 265 gram un 6 kuruş olacaktı. Karneler 15 Kasım 1942 tarihinde İstanbul’da 16 Kasım tarihinde ise Ankara’da halk karneleri ve memur karneleri olarak iki tipte dağıtılacaktı bu durumda ekmek alımı için miktar ve fiyatlar şu şekildeydi; Memur karneleri:


Ağır işçiler için; 600 gram ekmek 17 kuruş Büyükler için; 300 gram ekmek 8,5 kuruş Çocuklar için; 150 gram ekmek 4,25 kuruş
Halk karneleri:Ekmek karnesi uygulamasının İstanbul ve Ankara’nın ardında kısa sürede başlatılmış olduğu şehirler şunlar olmuştur; Amasya, Bursa, Diyarbakır, Çanakkale,
Ağır işçiler için; 600 gram ekmek 27,5 kuruş Büyükler için; 300 gram ekmek 13,75 kuruş Çocuklar için; 150 gram ekmek 7 kuruş

Edirne, İzmir, Kayseri, Malatya, Ordu, Samsun, Sivas, Tokat, Trabzon, Zonguldak. Diğer illerde ise yine farklı zamanlarda uygulama başlatılmıştır.Ekmeğin iki farklı fiyat ve karneyle satılmış olması memurlara ayrıcalık sağlanması olarak anlaşıldı bu durum halk içinde huzursuzluk yarattı. Memur karnesiyle ekmek almak isteyenler bazı fırınlarda fırıncıların memur ve halk karnesini ayırt edememesinden ötürü sorun yaşadılar. Bu durumda yetkililer memur karnelerinin yeşil, halk karnelerinin ise gri renk olduğunu ve fırıncıların bu ayrımları yapmak zorunda olduklarını bir kez daha vurguladılar. 

Hükümet ve yetkililerin aldığı önlemlere rağmen karne uygulamasında sahte karne yapılması ve karnesiz ekmek satılması gibi çeşitli sorunlar baş göstermiş, çoğu zaman kesin bir çözüm uygulanamamıştır. Bunun dışında ekmeğin kalitesiyle ilgili çeşitli sorunlar yaşanmıştır.

Bu dönemde milli korunma kanunu kapsamına giren suçlara bakmak ve sonuçlandırmak adına sekiz adet milli korunma mahkemesi kurulmuştur. Bu mahkemeler mesaisinin büyük bir kısmını ekmek karnesi hususuna adamıştır.

Ekmeğe gelen zam dönem içerisinde artış gösterirken bazı esnaflar, ellerindeki ekmeklerin bir kısmını fiyatın arttığı zamanlarda satmak üzere saklamaktaydı. bu durum fiyatları nedensiz yere kabartıyordu. Bu resmen Karaborsacılıktı  bazı vatandaşlar ise karnelerini kaybettiklerini beyan ederek  bir  karne daha alıyorlardı. Uygulamada düzensizlikler meydana geliyordu.

İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasının ardından savaş koşullarına göre ekonomi politikalarının stratejisini eksene oturtmak için Milli Korunma Kanunu çıkartılmıştır. Bu kanuna dayandırılarak undan tasarruf yapmak adına devlet, tek tip ekmek uygulaması ve hububatın bir kısmına el koyulması gibi çeşitli müdahalelerde bulunmuştur. Fakat bu uygulamalar, karaborsa faaliyetinin önüne geçemediği gibi pratikte beklenen neticeyi tam manası ile sağlayamamıştır.

Türkiye savaşa girmese bile her an oluşabilecek bir tehdide karşı hazır bulunmak zorundaydı. Durumun böyle olması Türkiye’yi savaş ekonomisine girmeye zorunlu kıldı ve bu durumda Ekmek Karnesi uygulaması kaçınılmaz bir tedbir haline geldi. Ekmek Karnesinin uygulanışında çıkan aksiliklere rağmen halk kitlesel bir açlık riskinden kurtulmuştur ve ekmek karnesi ile en temel gıdalardan biri olan ekmeğe iyi ya da kötü ulaşabilmiştir.

Savaşın sonlarına doğru ekmek karnesinin akıbeti ile ilgili haberler basında yer edinmeye başladı. 26 Mart 1945 tarihli bir gazete haberinde ekmek karnesiyle ilgili gelişmeler şu şekilde yeraldı.

“İlgililerin yaptıkları incelemelerden öğrenildiğine göre son zamanlarda ekmek işleri normal duruma girmiş, simit, tatlı, börek gibi undan yapılan maddelerin serbest olarak satılması ekmek satışını azaltmıştır. Birçok kimselerin günlük istihkaklarını bile tamamen almadıkları görülmektedir. Bunun bir sebebi de hükümetin sık sık vatandaşlara nüfus başına muayyen bir miktarda un dağıtmasıdır. Yapılan incelemeler müspet netice verdiği takdirde ekmeğin kartla satışı kaldırılarak serbest bırakılması, ekmek bürosu teşkilâtının da lağvedilmesi muhtemeldir. Ekmek Bürosu teşkilâtının lağvı ile bütçede mühim bir tasarruf da temin edilmiş olacaktır.’’

Fakat, ekmek karnesinin uygulamadan kaldırılması ile ilgili haberler kısa sürede gerçekleşmemiştir. 6 Eylül 1945 tarihinde yayınlanan bir başka haberde ise ekmek karnesinin yakın zamanda kalkacağı ile ilgili haberlerin doğru olmadığı belirtilmiştir. Avrupa’daki savaşın bitmesine rağmen Türkiye’nin savaş psikolojisinden çıkamaması uygulamanın kaldırılmasını geciktirmiştir. Ekmek karnesi uygulaması İstanbul, İzmir ve Ankara dışındaki illerde 19 Temmuz 1946’da kaldırılmıştır fakat, bazı yerel yetkililer uygulamanın kendi bölgelerinde kalkmasını, değerlendirmeleri sonucu geciktirmiştir. Ekmek karnesi uygulamasının tamamen sona ermesi 9 Eylül 1946 tarihinde gerçekleşmiştir. 

Küresel ısınma işçilerin hem sağlıklarını hem de gelirlerini tehdit ediyor Küresel ısınma işçilerin hem sağlıklarını hem de gelirlerini tehdit ediyor

1942-1946 yılları arasında Ekmek Karnesi uygulaması uygulanmıştır. Eşit koşullarda ekmek tüketimini hedefleyen uygulama suistimaller, karaborsacılık, evrakta sahtecilik gibi adli hadiseler ile karşılaşmıştır. Bu gibi suçları cezalandırmada Milli Korunma Kanunu kapsamına giren bütün suçları yargılamak adına kurulan Milli korunma mahkemeleri zamanının büyük bir kısmını bu hususa harcamıştır.

Halk, çektiği yoklukların temel nedeni olarak iktidarda bulunan Cumhuriyet Halk Partisi’ni görmüş ve 1950 yılında yapılan seçimlerle bu partiyi iktidardan uzaklaştırmıştır.