Dünyanın en eski buğday türlerinden biri olan Kavılca, yok olmak üzereyken bir grup gönüllü tarafından bulunup tarıma kazandırılmasaydı Anadolu'dan silinip gidecekti.
Bir söylenceye göre; yıllar, çok yıllar önce kıtlık çeken köylüler ambarlarında ne var ne yok tüketmişler. Öyle ki bir sonraki yıl ekecekleri, tohumluk olarak ayırdıkları tahılları bile yemek zorunda kalmışlar. Açlıktan ne yapacaklarını ne ekeceklerini bilemeyen insanlar doğayı izlerken karıncaları görmüşler. Karıncalar buldukları ne varsa sırtlanıp yuvalarına taşımakta, kendilerine yiyecek stoklamakla meşgullermiş.
Tabiatı izlemekte mahir olan, hayatın sırlarını bilmekte usta olan insanlar karıncaları izlemişler. Bütün yaz çeşit çeşit bitki parçalarını, samanları sapları, böcek artıklarını tek tek yuvalarına taşıyıp istiflemektelermiş. Bu maharetli karıncaların depoları olabilir taşıdıkları arasında tohumlar da olabilir diye düşünmüşler. Başlamışlar karınca yuvalarını kazmaya. Hayvanlara zarar vermeden açtıkları oyuklarda nihayet depolarına ulaşmışlar ve o tohumları kullanarak yeniden yeşeren bahçelerinin daha fazla kıymetini bilmişler.
Günümüzde de insanlığın her gün, her an farklı oranlarda tahrip ettiği doğanın dengeleri bozuldu. Fakat bizim karınca yuvalarındaki tohumlar da masum değil.
Bu gün gelinen noktada ekonomik koşullara mı, yoksa doğal yaşamın kurallarına göre mi uygun davranacağız? Sorgulamadan tüketmeye ve daha çok tüketmek için daha çok üretmeye devam edersek kendimizi ve doğayı yok etme noktasına varmamız kaçınılmaz. Ancak doğanın gerçek bilimine, resmin bütününe bakarak hareket etmeye başlarsak belki sonuç değişebilir.
Bu yüzden buğdayda, domateste, karpuzda, kabakta, salatalıkta… yerli tohuma geçmek zorundayız. Binlerce yıllık hafızası olan yerli tohumu terkedip genleri değiştirilmiş, üreme genleri kırılmış tohumlarla üretim yapmak, gelecek kuşaklara yapılabilecek en büyük kötülüktür.