30 Ocak 1996 yılında Yunanistan ile Türkiye arasında yaşanan Kardak krizinin 21. yıl dönümünde Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar bölgeye sürpriz bir ziyaret yaptı.  Sabah saatlerinde sürpriz bir program ile Bodrum'a gelen Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar, hücum botuna binip peşindeki iki hücum bot ile birlikte 21 yıl önce krize neden olan Kardak Adası'na gitti. Turgut Reis ve Ortakent sahillerinde incelemelerde bulunan Orgeneral Akar, gemi yanaşma iskelesine gelerek buradan karaya çıktı. Daha sonra bölgede hazır bekleyen 2 helikopterden birine binen Orgeneral Akar, sahil ve Kardak civarını bir süre de havadan kontrol ettikten sonra bölgeden ayrıldı(31 Ocak 2017- Gazeteler). 

Genel kurmay Başkanı Hulusi Akar'ın Kardak krizinin 21’inci yılı nedeniyle Kardak kayalıklarına savaş gemisi ile düzenlediği ziyaretin ardından bir ziyaret de Yunanistan'dan geldi. Yunanistan Savunma Bakanı Panos Kamenos, sabah erken saatlerde Kardak  adası üzerinden helikopterle uçarak, 21 yıl önce hayatını kaybeden 3 Yunan subay için denize çelenk attı. Yunan Bakan  Panos Kamenos’a Yunan Hava kuvvetleri Komutanı Hristos Hristodulu eşlik etti. Uçuş yerel saatle 08.20’de gerçekleşti. Panos Kamenos, bakan olarak göreve başladığında yine 3 subay için Kardak adası üzerinden helikopterle uçmuş ve havadan denize çelenk atmıştır(01.02.2017-Gazetler)

Hani Kardak Adası bazılarının basit olarak gördüğü gibi keçi Adası idiyse neden Yunanistan bu kadar önem veriyor!

Peki, Kardak Adası’nın önemi nedir ki, 21 yıl önce neler yaşanmıştı ve tarihte buna benzer olaylar var mıydı?

Evet yıl 1996 aylardan Ocak ayı idi. Yunanistan ile Türkiye arasında Figen Akat isimli Türk bandıralı bir geminin Kardak Kayalıkları'nda karaya oturması sonucu Türk ve Yunan kurtarma ekipleri arasında çıkan anlaşmazlık sonucu patlayan krizdir ve iki ülkeyi savaşın eşiğine getirmiştir. Olayı 20 Ocak 1996 tarihinde ilk kez Yunan Gramma gazetesi kamuoyuna duyurmuştur.

Figen Akat isimli Türk gemisi 25 Aralık 1995 tarihinde Ege Denizi'ndeki Bodrum'un 3,8 mil uzaklığındaki “sadece keçilerin yaşadığı” Kardak Kayalıkları'nda karaya oturdu. Bu olaydan sonra Yunanistan, deniz kazasının kendi karasularında olduğunu ileri sürdü. Türkiye ise söz konusu adaların kendisine ait olduğunu belirtti. Yunanistan Ordusu, bir süre sonra doğudaki adacığa asker çıkarıp bayrak dikti. Bunun üzerine iki ülkenin deniz kuvvetleri adanın çevresinde konuşlandı.

Dönemin başbakanı Tansu Çiller: “O bayrak inecek, o asker gidecek” diyerek Türk Silahlı Kuvvetleri’nin savaşa hazır olduğunu belirtti. Ve 30 Ocak 1996 gecesi adaya asker çıkarılmasını istedi. Türk SAT ve SAS komandoları Doğu Kardak’ı kuşatmış olan Yunan donanmasının arasından geçerek hemen yandaki ikinci adaya (Batı Kardak) gece operasyonu ile çıkıp Türk bayrağını diktiler. Daha sonra Bill Clinton'un telefonu ve Amerikan delegesi Richard Holbrooke ile NATO Genel Sekreteri Javier Solana girişimleriyle tansiyon düşürülmüş ve kriz öncesi duruma dönülmüştür. Yani bu ada ıssızdır, sadece keçiler yaşıyor ne işimize yarar denilmeyip vatanın vazgeçilmez bir parçası olduğu kabul edilerek savaşın eşiğine gelinmesinde asla geri dönülemeyeceği dünya kamuoyuna ilan edilmiştir. 

Tıpkı binyıllar öncesi Hun Devleti ve Tung-Hu devleti arasında geçen toprak meselesi ve yüzyıl öncesi Filistin meselesinde Sultan Abdülhamit’in; Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır. İnancı ile davranması gibi olmuştur.   

Birinci ibret verici örnek; Mete Han, Hun hükümdarı olunca Tung-Hu'lar Hunlarla savaşmak için bahane aradılar. Tung-Hu'lar; Önce Mete'nin “atını” istediler. Mete Han kan dökülmesini istemediği için “atını” verdi. Sonra; Mete'nin eşlerinden birisini istediler. Kurultay'ın onaylanmamasına rağmen Mete Han kişisel değerlerimdir, diyerek bunu da kabul etti. 

(Çünkü gönderdi eş aslında babasının Çin asıllı eski eşi Yen-şi adındaki hatundu. Peki, nasıl olur da Mete Han babasının eşi ile -bugünkü anlamda-  nikâhlanır derseniz! Hun geleneğine göre hükümdar ölünce babanın eski eşleri koruma altına alınırdı. Yani bir nevi başkasıyla evlenmesine engel olunurdu. Böylece hükümdar ailesinin içi yapısı bozulmayıp korunmuş olurdu. İşte Yen-şi hatunda onlardan birisiydi.  Ayrıca Yen-şi Mete Han’ın babası Teoman’la evlendirilirken, Çin İmparatoru’nun kızı olarak gönderilmişse de aslında sıradan bir Çin ailesine mensup olduğu sonradan anlaşılmıştır. Çünkü Çin yöneticiler Türk Devletleri’ne karşı zorda kalınca barışı temin etmek için bu evlilik yolunu hep tercih etmişlerdir. Bunu yaparken de çoğu zaman sahte prenseslerinde Türk Hükümdarlarına göndermişlerdir). 

Tung-Hular bununla da yetinmeyip daha sonra, iki devletin sınırında işe yaramaz bir toprak parçasını istediler. Fakat bu defa Mete razı olmadı:

“Toprak mı? Milletin malı ve yurdun temeli olan toprağı vermek ha? Asla!”  “Kıraç bir toprak da olsa, bir yurt parçasını vermektense kanlı bir savaşa girmekten çekinmem; çünkü o benim değil milletindir,” diyordu. Evet, vatanın her parçası kutsaldır velev ki, bir karış veya çorak verimsiz olsa bile bu düstur bin yıllardır; Türk Milleti için vazgeçilmez yaşam ilkesidir.

İkinci ibret verici örnek; Yahudi örgütü Filistin'de bir Yahudi Devleti kurmak için Dr. Theodar Herzl'in vasıtasıyla II. Abdülhamit'e parayla satın almak istediler. Hatta Osmanlı Devleti'nin Duyün-u Umumiye’ye olan borçlarını bile ödemeyi kabul ettiler. Tıpkı 2117 yıl önce Mete Han'ın verdiği cevap gibi II. Abdülhamit de şöyle diyordu:

“Ben bir karış dahi olsa toprak satamam zira bu vatan bana değil milletime aittir. Bu topraklar üzerinde binlerce Müslüman Türk'ün şehit cesetleri ve kanları vardır. Bizim cesetlerimiz taksim edilebilir. Ama ben canlı bir beden üzerine ameliyat yapılmasına, müsaade edemem.”

Günümüz Türkiye'sinde 1996 yılında Ege Denizi’ndeki sadece keçilerin yaşadığı Kardak Adası’ndaki bayrak krizini hele bir düşünün; neredeyse Yunanistan ile savaşa girmeyecek miydik?  Mete Han’ın ve II. Abdülhamit’in toprak meselesini, tarih öğretmenleriniz derslerde anlattığı zaman çoğumuz bu olaylar geride kaldı dememiş miydik?

Keşke 1936 yılında Şükrü Kaya’nın bu adalara asker çıkartalım dediğ zaman Fevzi Paşa karşı çıkmasaydı da bugünleri yaşamasaydık. Neyse tarih bir ibretler hazinesidir. Ve bu hazinenin değerini anlayanlar ve bilenler her zaman kazanmıştır. Güzel olan şudur ki, bugün kardak bizim ordunun denetiminde ve Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetimindedir.

Kısacası: Kardak bir küçük ada; ama büyük bir vatandır!