YÜZDE 97’Sİ ARAP OLAN MENBİÇ’E KÜRTÇE İSİM VERİLDİ

MENBİÇ NEDEN “MABUK” OLDU?

Bölgemizde, 22 ülkenin siyasi haritasını değiştirmeyi hedefleyen Büyük Ortadoğu Projesi’ni (BOP) hayata geçirme bağlamında çok kapsamlı, çok organize operasyonlar gerçekleştirilmektedir. Bölgesel ve küresel güçler arasında vekalet savaşları şeklinde sürdürülen bu paylaşım çatışmaları, adını koymaktan çekinmiş olsak da, yeni nesil bir dünya savaşıdır. Bölgenin devlet geleneği güçlü olan Rusya, İran ve Türkiye üçlüsü ile küresel sistem arasında yaşanan büyük mücadele, BOP’un en önemli aşaması olan Suriye parselinde kilitlenmiş durumdadır.

Bölgedeki gelişmeleri kuş bakışı değerlendirdiğimizde, Musul’u ve Mebiç’i IŞİD/DEAŞ’tan “kurtarma” operasyonları, Türkiye ile Rusya arasında yaşanan uçak krizi, Nazarbayev’in girişimi ve Erdoğan ile Putin’in gerçekçi yaklaşım sergilemeleri sonucunca Türkiye-Rusya ilişkilerinin normalleşme sürecine girmesi, İran’ın bu yakınlaşmayı desteklemesi, 15 Temmuz darbe girişimi sürecinde Batılı dostlarımızın kuşku ve kaygı yaratan tutumları birbirinden bağımsız olaylar değildir.

IŞİD/DEAŞ’ın emanetine verilmiş olan Membiç’in 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında, Türk ordusunda kahredici bir savrulma yaşandığı bir süreçte “kurtarılması” yalnızca bir rastlantı mıdır? “Kurtarılan” Menbiç halkının göçe zorlanması ve nüfusunun yalnızca yüzde üçü Kürt olan ilçenin adının Mabuk (Kürtçede ölümsüz gelin) olarak değiştirilmesi neyin hazırlığıdır?

Halep’in kapısı dediğimiz Menbiç’in IŞİD/DEAŞ’tan geri alınması operasyonun arkasındaki dinamikleri doğru okuyamadığımızdan, haberi “Menbiç Kurtarıldı” havasında değerlendirdik. 13 Ağustos’ta, Suriye Demokratik Güçleri kamuflajı altındaki CIA destekli PKK/YPG güçlerininin, IŞİD/DEAŞ’ın emanetine verilmiş olan Menbiç’i geri aldığını “müjdelerken”, bu operasyonla kimin kimi kimden kurtardığını sorgulama gereği bile duymadık.

ABD destekli PKK/YPG güçlerinin Türkiye’nin “kırmızı çizgim” dediği Fırat’ın batısına geçmeleri, Menbiç’i IŞİD/DEAŞ’tan teslim almaları, Suriye’de yaşanacak çok önemli gelişmelerin ilk adımlarından biridir.

Menbiç Halep’in kapısıdır.

Menbiç, Halep’in soluk borusudur.

Menbiç’in “kurtarılması”, Türkiye’nin kırmızı çizgi ilan ettiği Afrin ve Ayn el Arap (Kobani) kantonları arasındaki 90 km’lik Mare Hattı’nın giderek anlamını yitirmesi, kantonların birleşmesi, dolayısıyla ABD/İsrail Koridoru’nun bir adım daha Akdeniz’e yaklaşması demektir.

Nüfusunun yalnızca yüzde üçü Kürt olan Menbiç’in adının Kürtçe “ölümsüz gelin” anlamında Mabuk olarak değiştirilmesi, 70 bin kişinin zorla göç ettirilmesi neyin hazırlığıdır? Aynı oyunu ABD desteğindeki PYD, Ayn-el Arap’ı Kobani yaparak, Tel Abyab’ı Gire Spi yaparak sergilemedi mi? Bu, Irak’ın kuzeyinde olduğu gibi, bir özerklik ilanı hazırlığı değil midir?

Suriye’nin kuzeyinde, 2011’den bu yana oluşturulan Kantonların birleştirilmesi, Türkiye’nin 1200 km’lik güney sınırları (Irak+Suriye) boyunca kuşatılması demektir.

Türkiye’nin güney sınırları boyunca kuşatılması demek, Türkiye’nin tarihi ve kültürel bağlarlarla bağlı olduğu Ortadoğu coğrafyasından, Misak-ı Milli sınırları içindeki coğrafyadan soyutlanması, Güneydoğu illerinde 15 Temmuz sonrasında hafifleyen terör olaylarının yeniden alevlenmesi demektir.

15 TEMMUZ SONRASINDA SURİYE NEDEN HAREKETLENDİ?

15 Temmuz darbe girişimi, özellikle de Türkiye ile Rusya ilişkilerinin yeniden normalleşme sürecine girmesi sonrasında, Suriye parselinde sürmekte olan vekalet savaşlarında dikkat çekici bir hareketlenme yaşanmaya başlandı. Ortadoğu siyasi haritasını BOP bağlamında yeniden şekillendirmekte kararlı olan küresel sistem, ABD/İsrail Koridoru’nu biran önce Akdeniz’e uzatabilmek amacıyla, hem Musul’u hem de Halep’in kapısı sayılan Menbiç’i emanet olarak verdiği IŞİD/DEAŞ’tan geri alma operasyonu başlattı.

Menbiç’in “kurtarılmasıyla” Türkiye’nin “kırmızı çizgileri” silinmiş, PKK/YPG Fırat’ın batısına geçmiştir. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, “ABD’nin, bizzat Obama’nın sözü var, PYD’liler tekrar Fırat’ın doğusuna geçecekler” diyor. Olabilir, ABD’nin Irak’tan çekilmesine benzer bir operasyonla, YPG’lilerin Fırat’ın doğusuna geçtiklerine ilişkin birkaç fotoğraf yayınlanır, ama bu görüntüler, Suıriye’nin kuzey bölgesindeki kantonların giderek birbirine yaklaştıkları gerçeğini değiştirmez.

Bölgemizde, 22 ülkenin siyasi haritasını değiştirmeyi hedefleyen Büyük Ortadoğu Projesi’ni (BOP) hayata geçirme bağlamında çok kapsamlı, çok organize operasyonlar gerçekleştirilmektedir. Bölgesel ve küresel güçler arasında vekalet savaşları şeklinde sürdürülen bu paylaşım çatışmaları, adını koymaktan çekinmiş olsak da, yeni nesil bir dünya savaşıdır. Bölgenin devlet geleneği güçlü olan Rusya, İran ve Türkiye üçlüsü ile küresel sistem arasında yaşanan büyük mücadele, BOP’un en önemli aşaması olan Suriye parselinde kilitlenmiş durumdadır.

Bölgedeki gelişmeleri kuş bakışı değerlendirdiğimizde, Musul’u ve Mebiç’i IŞİD/DEAŞ’tan “kurtarma” operasyonları, Türkiye ile Rusya arasında yaşanan uçak krizi, Nazarbayev’in girişimi ve Erdoğan ile Putin’in gerçekçi yaklaşım sergilemeleri sonucunca Türkiye-Rusya ilişkilerinin normalleşme sürecine girmesi, İran’ın bu yakınlaşmayı desteklemesi, 15 Temmuz darbe girişimi sürecinde Batılı dostlarımızın kuşku ve kaygı yaratan tutumları birbirinden bağımsız olaylar değildir.

Küresel sistemin bir üyesi olan Türkiye, Suriye konusunda kendini, çıkarlarının çatıştığı müttefikleriyle değil, bölgesel güçlerle birlikte hareket etme zorunda hissediyor. Bu çelişkili durum da, Türkiye’nin bir dizi sıkıntı yaşamasına neden oluyor.

Menbiç’in IŞİD/DEAŞ emanetinden alınıp PKK/YPG’ye teslim edilmesiyle gelinen noktayı doğru okuyup, doğru değerlendirebilirsek, bundan sonra Suriye merkezli olarak yaşanacak gelişmeleri daha net olarak görebiliriz. Bu aşamada Hakkari ve Şırnak’ın ilçe, Yüksekova ve Cizre il yapılmasının amaçları da çok önemlidir.

ABD İLE TÜRKİYE’NİN HEDEFLERİ ÇOK BAŞKA

Hatırlanacağı gibi, Suriye krizinin başladığı 2011’den bu yana, ABD/İsrail Koridoru önündeki en büyük engel olarak görülen Halep’te, bölgesel ve küresel güçler arasında çok kapsamlı, çok karmaşık vekalet savaşları yaşanıyor. Krizin patlamasıyla birlikte ABD, İngiltere, Suudi Arabistan ve Türkiye’nin destek verdikleri muhalif cephe Halep’i kuşattı. Hareket ortak olsa da, her devletin hedefi başkaydı. Suudi Arabistan, Irak’ta önünü kesemediği Şii İran’ın Suriye’de de bayrak göstermesini istemiyordu. Türkiye, yüzlerce yıllık bir Türk yerleşim birimi olan Halep’teki Türk varlığını, dolayısıyla bölgedeki stratejik derinliğini korumak, fırsat oluşursa, Misak-ı Milli sınırları içindeki Halep’i tapu kaydına geçirmek, Türkiye sınırı ile Halep arasındaki koridoru kontrol altında tutmak istiyordu.

Rusya, Suriye’deki askeri ve siyasi kazanımlarını korumak adına Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunuyor, kendisini Ortadoğu denkleminin dışına savuracak olan ABD/İsrail Koridoru’nun Akdeniz’e uzanmasına İran’la birlikte karşı çıkıyordu.

ABD’nin derdi başkaydı. ABD/İsrail Koridoru önündeki en önemli engel olarak gördüğü Halep’i, bütün gücüyle desteklediği muhalif cephe üzerinden kontrol altına alma hesapları yapıyordu. BOP’un başarısı, “Kürt Koridoru” görünümlü ABD/İsrail Koridoru’nun Akdeniz’e uzanmasına bağlıydı.

Rusya da, İran da ve Türkiye de ABD/İsrail Koridoru’nun Akdeniz’e uzatılmasına karşıydı. Bu oluşum Suriye’nin parçalanmasına, bölgenin kan gölüne dönüşmesine neden olabilirdi. Özellikle TSK, Türkiye’yi Ortadoğu coğrafyasında soyutlayacak böyle bir oluşuma şiddetle karşı çıkıyordu.

Suriye konusunda, Türkiye-ABD ilişkilerinde çok garip bir durum yaşanıyordu. ABD ile Türkiye Halep’te Esat’a karşı birlikte savaşıyorlardı, ama Türkiye, Suriye’nin kuzey parselindeki Kürt kantonlarının birleştirilmesine ve ABD/İsrail Koridoru’nun Halep üzerinden Akdeniz’e bağlanmasına şiddetle karşıydı.

BURAYA DİKKAT!

Buraya dikkat! Sonradan, “Türk ordusuna kumpas” olarak değerlendirilen Ergenekon, Balyoz, Ay Işığı ve casusluk davalarıyla Türk ordusunun Atatürkçü, Avrasyacı kanadı törpülendi, yerine Fetöcü bir kadro monte edildi. Bu değişiklikler rağmen Türkiye PKK uzantısı saydığı PYD’nin vurucu gücü YPG’nin Fırat’ın batısına geçmesine razı olmuyor, kantonların birleştirilmesine asla sıcak bakmıyordu. 15 Temmuz sonrasında kantonlar adım adım birleşiyor, ABD/İsrail Koridoru adım adım Akdeniz’e yaklaşıyor.

15 Temmuz darbe girişimini yaşadık. Bu, bildiğimiz askeri darbe girişimlerinden, ordunun yönetime el koymasından farklı bir olaydı; bu bir işgal girişimiydi. Bazı gazeteler suskun kalmayı tercih ederken, Yeni Şafak, günler boyu yaptığı yayınlarla, “darbe girişiminde” ABD’nin rolü olduğunu savundu. Darbe girişiminin arkasında bir üst akıl var, ama bu üst akıl bir devlet midir, devletler topluluğu mudur? Öğrenmemiz biraz zaman alacak gibi görünüyor.

Yine de sormak istiyoruz:

IŞİD/DEAŞ’ın emanetine verilmiş olan Membiç’in 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında, Türk ordusunda kahredici bir savrulma yaşandığı bir süreçte “kurtarılması” yalnızca bir rastlantı mıdır? “Kurtarılan” Menbiç halkının göçe zorlanması ve nüfusunun yalnızca yüzde üçü Kürt olan ilçenin adının Mabuk (Kürtçede ölümsüz gelin) olarak değiştirilmesi neyin hazırlığıdır?