Bu yazıyı Amerika’da iyi bir onkolog olmamda çok büyük rolü olan, hem bir doktor, hem bir anne, hem de bir eş olarak örnek aldığım Dr. Mari Escalon’un sözlerinden çeviri yaparak yazıyorum.

“Kansere yakalanmış bir yakınınıza hastalığını herhangi bir yolla iyileştirebileceğinizi söylediğinizde o kişide hangi duyguları istemeden uyandırıyorsunuz bir gözatalım. Hem de bu önerileriniz ispatlanmamış, çok basit ve harika öneriler olsa bile…

İlk önce, bu aslında hakir gören bir davranış olabiliyor. Eğer gerçekten limon suyu kanseri iyileştirseydi, sizce hepimiz limon ağaçlarının etrafında dans ediyor olmazmıydık? O sihirli limon suyu herhalde büyük borsalarda oynanırdı. Daha da önemlisi, birisi aylardır yıllardır kanserle mücadele ediyorsa, doktor randevularında ve hastanelerde onlarca zaman harcarken, bu hastalıktan kurtulmak için en ciddi ve bilimsel yaklaşımı haketmiyor mu?

Diyebilirsiniz ki, ‘ Biz kansere yakalanan kişiye yardım etmeye çalışıyoruz ve elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz. Psikologlar buna karşı: Eğer stres altında olan birisine yardım etmeye çalışıyorsanız, o kişinin tuvaletini açın veya evini boyayın veya yemek götürün. Hasta kişiye ne yapması gerektiğini söylemeyin, çünkü bu aslında kendi ölüm korkunuzla mücadele ettiğinizin göstergesidir. Psikologlara göre hasta kişiye şu mesaj gidiyor: Senin başına gelenlerin benim başıma da gelmesine izin vermeyeceğim.

Son olarak, kansere yakalanmış birisine akıl vermeniz, onu önceden yapmadığı şeyler için suçluyorsunuz anlamına da geliyor. Örneğin, sağlıklı yeseydim kansere yakalanmazdım, limon suyu içseydim bunlar olmazdı, keşke sigara içmeseydim gibi duygular pişmanlık, depresyon ve ölüm korkusunu pekiştiriyor. Kansere yakalanan kişilere karşı ahlaki sorumluluklarımızdan birisi de onların moralini yüksek tutmak, onlara hasta olduklarını hatırlatmamak, ve yaptıklarından ötürü pişmanlık dersi vermemek.

Sevgi ve huzur almanız ve vermeniz dileğiyle…