Herkes şikâyetçi, hepimiz sitemkâr...

Öğretmen memnun değil...

Öğrenci mutlu değil...

Polis halinden şikâyetçi...

Esnafından tut, profesörüne...

Psikoloğundan tut, psikolojik tedavi görenine kadar...

Başkanından tut, bürokratından çık...

Herkes muzdarip halinden...

Bir dokun, bin ah işit...

"Ben mutluyum, halimden memnunum" diyenler o kadar azınlıkta ki...

Onları da bulmak, samanlıkta iğne aramak misali...

Aza kanaat etmeyi bırakın, çoğa dahi kanaat etmiyoruz.

Kadınlarımız, gençlerimiz, hatta birçoğumuz dizilerde, filmlerde gördüğümüz hayatı yaşamak istiyoruz.

Herkes kısa yoldan "nasıl zengin olurumun" peşinde...

Sosyal medyada gördüklerimize ulaşmadan ölmej istemiyoruz.

Ölümü aklımıza dahi getirmeye üşeniyoruz.

Toprağa ait olduğumuzu her geçen gün daha ziyade unutuyoruz.

Halimize şükretsek...

Var olanı fark etsek...

Eksikleri büyütmesek...

Bir hikâye ekledim yazıma.

Buyrun okuyun.

Meksikalı bir köylü, göl kenarında balık tutarken yanına gelen bir Amerikalı iş adamı sormuş;

- Sen ne yapıyorsun burada?

- Balık tutuyorum, demiş balıkçı.

- Neden daha büyük işler yapmıyorsun?

Mesela bir iş kurmuyorsun, tuttuğun balıklar çok lezzetli ve güzel görünüyor, küçük bir işyeri kurabilirsin.

- İş kurduktan sonra ne olacak, demiş balıkçı.

- Para kazanırsın, zamanla işleri büyütürsün. Yanında bir çok insan çalışır. İhracat yaparsın. Hatta New York'ta ofis tutarsın.

- Sonra?

- Çok zengin olursun! Aklın alamayacağı kadar para kazanırsın.

- Sonra?

- Dergilere çıkarsın, ödüller alırsın, iyi bir işadamı olarak...

- Daha sonra...

- Yaşlanıncada emekli olup, Meksika'da göl kenarında bir ev alıp, balık tutarak hayatını yaşarsın demiş Amerikalı.

Meksikalı cevap vermiş;

- Ben zaten onu yapıyorum, göl kenarında balık tutuyorum.

Huzuru yakalamak için bu kadar eziyete ve zahmete ne gerek var, o zaten bizim yanımızda. Sadece kafamızı kumdan çıkartıp bakmamız yeterli…