Sabah ezanı bitiminde kalkmıştı kağıtçı Tahir. Hava zifiri karanlıktı. Nefesinin buharını görünce içi daha bir üşüdü. Sokaklar boş, araçlar ve insanlar tek tük serpilmişti. Onlar da trafiğe takılmamak için uykularından feragat eden çalışanlardandı. 

Tahir, boş sokaklarda dolanmaya başlıyor. Sokağın bitimindeki konteynıra yaklaşıyor yavaş adımlarla. Sokak lambasına tüneyen karganın sesi ile irkiliyor. Ona bir şey söylemek istiyormuş gibi garip sesler çıkartıyor karga. Kafası havada konteynırın dibinde buluyor kendisini. Karga ağzındaki ceviz topunu ona doğru atıp, hızla uzaklaşıyor. Teşekkür ediyor bay kargaya. Cevizi parkasının cebine koyup kapağı kapalı konteynırı açmaya yelteniyor. Kapağı ağır çöp tenekesini güç bela açıyor. Gördükleri karşısında ufak dilini yutmamak için kendisini zorluyor adeta. ‘’Rüyada mıyım yoksa?’’ diye sorguluyor, rüyada olduğunu bilmeden. Konteynırın içi tıka basa erzakla dolu. Pastırma, sucuk, salam, ekmekler, börekler, çörekler, çeşitli kurabiye ve pastalar, kuru yemişler, meyveler, sebzeler, kurutulmuş balık, kızarmış piliç, soslu etler… Reklamlardaki tüm ağız sulandıran yiyeceklerin hepsi mevcut. Ağzının suyu akıyor. Gözlerini ovuşturup uyanık olup olmadığını anlamaya çalışıyor. Öyle gerçek ki her şey, rüya olmasına ihtimal bile vermek istemiyor.  Çevresine bakıyor. Bunun ne olduğunu anlamak istiyor. Aslında istemiyor. Kimsenin görmesini, yemeğine, yaşadıklarına ortak olmasını istemiyor. Onca yiyeceğin orada olma sebebini sorgulamadan arabasına doldurmak, eve bir an evvel götürmek geçiyor aklından. Böyle bereketli ve mucizevî bir güne uyanmış olmaktan tüyleri diken diken oluyor. Ağlamak istiyor. Koca sokaklarda yankılansın istiyor titrek sesi. Sonra “sessiz ol” komutu gönderiyor kendine. “Kimse duymasın!” Ayakuçlarında hareket ediyor, konteynıra gömülüp arabasına transfer etmeye başlıyor yiyecekleri. Tabii her birinin tadına bakmayı da ihmal etmiyor. Hayatında hiç bu denli heyecanlandığını hatırlamıyor. Babasının arada ona yaptığı ufak sürprizleri saymazsa. Konteynırı tamamen boşalttığında epey yorulduğunu fark ediyor. Biraz dinlenmek için çöpün yanına oturmaya yelteniyor ki içinden bir ses bir an evvel eve gitmesi gerektiğini söylüyor. ‘’Ailene sürpriz yap!’’ İç sesini dinliyor. Sokağın başına bir adım kala, köşeyi dönüp ona doğru gelen yaşlı adamla kafa kafaya çarpışıyor. “Dikkat etsene amca” diyor yüzüne bakmadan, telaşla. “Af edersin Tahir” diyor. “Önemli değil” deyip bir an evvel uzamanın planını yaparken kafasını kaldırıp adamın yüzüne bakıyor. “İsmimi?”

Adam gözlerini Tahir’e dikip, sevimli suratıyla gülümsüyor. “İsmini biliyorum Tahir.” “Siz, siz...” “Beni sen çağırdın. Onca işin arasından sırf seni mutlu etmek için geldim. Yeni yıl yaklaşıyor. İşler istiflendi beni bekliyor.” diyor. “Nasıl ya?” Çok soru sorarak durumun büyüsünün bozulmasını istemeyen Tahir kısa kesip: “Çok sevindim Noel Baba” diyor. “Erzakları doldurmuşsun arabana, niye tıka basa yemedin?” “Eve götüreceğim.” “Koca Sabriye hepsini yemesin, dikkat et!” diyor ve ardından kahkahayı patlatıyor. “Yok o kadar da değil, yemez sanırım. Çok teşekkür ederim,” diyor. “Dur nereye?” diye soruyor. “Söyledim ya, soğumadan eve götürmeliyim. Ablalarım da işe gitmeden.” “Diğer çöp kutularına bakmayacak mısın?” “Diğerlerine mi?” “Evet.” “Neden bakayım ki? Ne var onlarda?” “Senin için onca yol geldim. İstediklerini sadece bir konteynıra mı doldurdum sanıyorsun?” “Gerçekten mi?” “Tabi ki.” “Dur sen yorulma, ben konteynırları buraya getireyim, sen de içindekilere bak! Ne dersin?” “Ya ben alışkın değilim bu gibi durumlara. Koskoca Noel Baba’ya hizmet ettiriyorum?” “Olur mu öyle şey? Bu benim vazifem.”

“Ama ben önemli biri değilim ki. Neden beni mutlu etmek istediniz anlayamadım.” “Ne demek önemli değilim. Önemlisin tabi ki. Herkes bizim için önemli.”diyor noel baba kılığındaki adam “Çok mutluyum.” “Ne güzel, sevindim. Diğer hediyeleri görünce daha da mutlu olacağından eminim.” İki elini havaya kaldırıp art arda iki kez alkışlayınca tüm çöp konteynırları sıralanmış vaziyette Tahir’in yanında bitiyor. Sokak baştan sona doluyor. Şaşkınlığı yüzüne o kadar yansıyor ki, arada yanaklarına minik şaplaklar atıp, kendine gelmeye çalışıyor. “Aç bakalım” deyip ekliyor; “Gün ışıyıncaya kadar kullanabilirsin her şeyi” dedikten sonra gözden kayboluyor.

Kapakları teker teker açmaya başlıyor Tahir. Vaktiyle babasının söz verip alamadığı kırmızı bisiklet, zamanında çok moda olan havalı spor ayakkabı, tertemiz güzel kotlar, kazaklar, süveterler, gömlekler, aynalı gözlük, güzel parfümler, yepyeni televizyon, kocaman bir cd çalar, kitaplar, plaklar ve daha sayamadığı onlarca isteği, hepsi burada, ona sunuluyor. Gözleri doluyor. Değil yüzünü tüm bedenini hissetmiyor. Hemen bisiklete biniyor. Bisiklet küçük ama üzerine binince Tahir de küçülüyor. Ardında babası. İtekleyerek öğretmeye çalışıyor. ‘’Başaracaksın, direksiyona hâkim ol’’ sesleri giderek uzaklaşınca, pedalları tek başına çevirdiğini fark edip,  hafif tökezliyor. Babası sıcacık gülüşüyle ‘’başardın oğlum’’ diyor ve kayboluyor. “Baba gitme!” Gidiyor…

Sevda kaçsın çayınıza