‘’Kıyıda köşede gülüşün kaybolmuş/Ne olur terk etme/Yalnızlık çok acı/Bu renksiz dünyayı sevmiştik birlikte/Sen... Kadınım, kadınım, kadınım…’’ (Tanju Okan)

Bu dizeleriyle yorumlamıştı kadınlarımızın değerini, onlarsız bir yaşamın hiçbir şey ifade etmeyeceğini büyük müzisyen, eşsiz yorumcu Tanju Okan usta…

Kadınımızı, kadınlarımızı yitirdiğimizde yokluğunun, onsuzluğun ne demek olduğunu; o unutulmaz şarkısının aşağıdaki dizleriyle beyinlerimize, yüreklerimize kazımıştı:

‘’Bana bıraktığın bütün bu hayatın/Yaşanan aşkların değeri yok artık/Ben sensiz olamam artık anlıyorum/Sen... Kadınım, kadınım, kadınım…

Kadınımız, kadınlarımız…

Onlarsız olamadığımız, yapamadığımız, hayatın her evresinde onlarla var olup, onlarla yaşadığımız, sıcacık gülümsemeleriyle neşe bulduğumuz en önemli varlıklarımız…

Bizlere ana olan;  doğurdukları ilk günden, o son güne kadar koruyup kollayan, gerektiğinde canımıza can katan, hayatlarını bizler için harcayan, yaşamlarını bir an bile düşünmeden bizler uğruna feda eden kadınlarımız…

Günü geldiğinde sevgimizi, aşkımızı haykırdığımız yaşam kaynağımız; sevdiğimiz, sevdiceğimiz, aşkımız, hayat arkadaşımız. Ne zaman dara düşsek ona koştuğumuz, yardımıyla yeniden hayat bulduğumuz dert ortağımız;

Kadınımız, kadınlarımız…

Türk Milletinin geleneksel aile yapısının temel direği,

Yüreğinde hiçbir zaman eksilmeyen sevgisi,

Kimi zaman sırtında bebesiyle, elinde çapasıyla azgın güneşin altında, tüm uğraşısı; aile bütçesine katkı, eşine destek, amacı ekmek parası…

Kimi zaman gıcırdayan kağnısıyla, o koskocaman yüreğiyle cepheye taşıdığı vatan sevdasıyla; tarih sayfalarımızın Halide Edip’i, Nene Hatun’u, Ayşe Çavuş’u;

Kadınımız, kadınlarımız…

Çocuklarımızın anası, atalarımızın en önemli mirası; anamız, avradımız, kıymetlimiz, en değerli varlığımız. An gelince gözümüzden bile sakındığımız; gerektiğinde uğruna savaştığımız, can alıp can verdiğimiz kadınlarımız. 

Sevgilimiz, sevdalımız, biricik aşkımız.

Yaşamımızın her anına güç veren, sevgileriyle geleceğimize umut katan can yoldaşlarımız. Namusumuz, şerefimiz, gururumuz; vazgeçilmez varlıklarıyla erkeğine gerektiğinde kul köle olan kadınlarımız…

Pekiyi ya günümüz Türkiye’sinde yaşanan gerçekler? Canımızdan aziz bildiğimiz kadınlarımıza reva gördüğümüz onca kötü muameleler! Acımasızca uygulanan şiddetler!

Binlercesi katledilenler;  kimisi sokak ortasında, kimisi  evlatlarının yanında..!

Ya yüzlercesine yapılan tecavüzler?  Hele ki son dönemde gazetelere, televizyon haberlerine manşet olan onca hakaretler, tacizler…

Bu utanç tablosu neden? Bu ayıplar mı olmalıdır kadınlarımıza reva görülen?

Nedir bu hezeyan?

2000’li yılların Türkiye’si, böylesine ayıplı görüntülere layık mı? Ülkemiz her doğan yeni güne bu utanç dolu haberlerle mi uyanmalı?

Kimisine; ‘kıyafet dayağı’, kimisine ‘sen sus konuşma’, kimisine ‘yüksek sesle kahkaha atma’, kimisine ‘otur evinde sokağa çıkma’ yasağı, kimisine ‘kadın evinde olmalı,  çalışmamalı ’ baskısı. Kimisine ‘kürtaj olma/olamazsın’ dayatması..!

Neden? Nedir bu kadınlarımızın yaşadıkları, çektikleri günümüzün erkek egemenliğinden?

Sadece bu yılın Temmuz ayında kadınlarımıza yönelik şiddet vakası: 59…

28’i Kadın ölümlü, 23’ü kadınımıza cinsel şiddet uygulaması, 8’i kadınımızın yaşam tarzına saldırı… Tüm bu ayıpların yanı sıra; 27 çocuğumuza da cinsel istismar vakası. Toplamda 86 şiddet olayı!

Ne oldu bize? Neler oluyor toplumsal yaşam özgürlüğümüze?

Nedenlerini, nasıllarını sorgulamak yeterli mi? Ya hukuksal önemleri, caydırıcı yöntemleri?

Nedenlerle yürüyüp giden zaman! 

Ama yine aynı şiddet! Yine aynı nefret..!

Neden?

Sevgileriyle bizleri sarıp sarmalayan kadınlarımıza yönelik bu şiddet mutlaka durmalı, durdurulmalıdır.

Adaletin sesi, hukukun mutlak iradesi ‘kadınlarımıza uygulanan tüm şiddet eylemlerinin’ kesinlikle önünü kesmeli, cezasız bırakmamalıdır…

Unutulmayalım ki! ‘’İnsan kendi kaderinin değil, kendi aklının esiridir.’’ Onun için bu şiddeti önlemenin yolu da, akıldan geçmektedir.

21’nci yüzyıla koşar adım giden dünyamızda; hiçbir kadınımız yaşadıkları bu şiddete, tecavüze, cinsel ayrımcılığa layık değildir, muhatap da olmamalıdır. Günümüz Türkiye’sinde yaşanan bu ayıplar kadınlarımızın kaderi de olamaz.

O nedenle ülke yönetimini elinde bulunduranların, içimizi dağlayan kadına şiddetin önlenebilmesi için acilen yeterli tedbirleri alması, gerekiyorsa yasaları yeniden düzenlemesi, kaçınılmaz görevidir.

Cumhuriyetimizin kuruluşuyla birlikte Türk kadınına yaşam özgürlüğünü, her türlü fırsat eşitliğini tanıyan Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk; aşağıdaki veciz konuşmasıyla; kadınlarımızın önemini ne de güzel ifade etmiştir: 

‘’Kadınlarımız için asıl mücadele alanı, asıl zafer kazanılması gereken alan biçim ve kılıkta başarıdan çok; ışıkla, bilgi ve kültürle, gerçek faziletle süslenip donanmaktır! Ben muhterem hanımlarımızın Avrupa kadınlarının aşağısında kalmayacağı aksine pek çok yönden onların üstüne çıkacak ışıkla, bilgi ve kültürle donanacaklarından asla şüphe etmeyen ve buna kesinlikle emin olanlardanım…’’

İşte asıl mücadele bu noktadadır!

Ama ne yazık ki;

Her eğitim, öğretim yılında uygulanan eğitim sisteminin değiştiği, 

Hala kız çocuklarımızın pek çoğunun belli yörelerimizde ilköğretime dahi gönderilmediği,

Kimilerinin küçücük yaşlarda gelin olduğu/yapıldığı,

Hala toplumumuzun büyük bir kesiminde kız çocuklarının başlık parası uğruna, bir eşya gibi alınıp, verildiği,

Baba sıfatını taşıyan kimilerince; evlatları arasında ‘erkek evladım, kız çocuğum’ ayrımının yapıldığı ülkemizin bu gerçeklerine;

Daha birkaç ay önce mevcut hükümet tarafından meclise getirilen,  ancak kamuoyunun tepkisi nedeniyle geri çekilen; ‘cinsel istismarcıyla evlenme yasası’ diye bilinen tasarı paketine baktığımızda!

Kadınlarımızın karşı karşıya kaldıkları erkek egemen şiddetini durdurmanın yegâne yolu; onlara çocuk yaşlarından itibaren çağdaş, aydınlık bir eğitim verebilmekten geçmektedir.

Atatürk’ün ifade etmiş olduğu gibi; kadınlarımızı ışıkla, bilgiyle, kültürle donatmak, esas olmalıdır.    

İşte o zaman kadınlarımız yaşadıkları bu utanç tablolarından kurtulmuş olacaktır.

Ve onlarsız geçen her anımızda geriye sadece; Tanju Okan ustanın söylediği şarkıda olduğu gibi, şu gerçekler kalacaktır: 

‘’Sönmüş bak ışıklar ev nasıl karanlık/O aydınlık yuvamız soğumuş/Geceler bitmiyor/Ağlıyorum artık/Sen, kadınım…’’

Evet;

Kimi zaman sevgiyle kucakladığımız, kimi zaman sevgisizliğimle hırpaladığımız,

Kimi zaman nadide bir çiçek gibi özenle koruyup kolladığımız; kimi zamansa o nadide çiçeği dalından koparıp attığımız… 

Canımıza can katan sevdalımız, sevdamız; doğduğumuz günden son nefese, öpüp kokladığımız anamız, bacımız hayat arkadaşımız; yaşamımızın hiçbir döneminde onlarsız yapamadığımız; 

Kadınımız, kadınlarımız…