9 Eylül Cumartesi günü Ege’nin incisi güzel İZMİR’in Yunan işgalinden kurtuluşunun 95nci yılını idrak ediyoruz. Yüce ulusuma, aziz milletimize kutlu olsun. Ulu Tanrım bir daha böyle acı ve ızdırap dolu günler göstermesin. 

Malumları 30 Ağustos 1922’de Kahraman Ordumuz Eskişehir-Afyon hattını savunan Yunan Ordusunun Afyon güneyi cephesini yarmış, İzmir’le irtibatını keserek çember içine aldığı kuvvetleri de imha etmişti. Taarruz esnasında İzmir’deki Yunan Küçük Asya Ordu Komutanı General Hacıanesti, Kütahya güneyinde General Diyenis komutasındaki ihtiyat kolordusunu Afyon bölgesine sevketmiş ve bu bölgedeki kuvvetleri 1nci Kolordu Komutanı General Trikopis emrine vermişti. Eskişehir bölgesinde General Sumalis komutasındaki Yunan 3ncü kolordu birlikleri, karşısındaki Türk 2nci Ordusu ile savaşmakta idi. 

30 Ağustos gecesi durum Harita-1 de görüldüğü gibi idi. 

30 Ağustos gecesi genel durum 

Kuzeyde Yunan 3ncü Kolordusu Eskişehir bölgesini savunmakta, güneyde General Trikopis komutasındaki 1nci ve 2nci kolordular kuşatılmış bir durumda, Kızıltaş Vadisi’nden çıkıp yolları aramakta idi. Trikopis grubundan ayrı düşen General Franko komutasındaki 1nci Tümen de, Dumlupınar mevzilerinde tutunamayınca Banaz doğusuna savunma için çekilmekteydi. 

26 Ağustos’ta başlayan eş günlük muharebelerde, Yunan Küçük Asya Ordusunu cephedeki oniki Tümeninden beşi büyük kısmı ile imha edilmişti. Kalanlar da ağır silah ve araçlarını alarak darmadağınık bir şekilde İzmir’e doğru kaçarken asıl amaçları, Türk birlikleri ile aralarındaki mesafeyi olabildiğince açmaktı. 

Türk Batı Cephesi savaşın 6ncı günü yani 31 Ağustos’ta inisiyatifi tamamen eline almıştı. Güneyde 1nci Kolordu ve Süvari Kolordusu ile Trikopis ve Franko gruplarına taarruz ve takip harekâtına devam ederken diğer kolorduları (2, 3, 4 ve 6) İzmir istikametini kapatacak şekilde ileri yanaştırmaktaydı. 

31 Ağustos akşamı Mustafa Kemal Paşa tarihi emrini yayınlamıştı. 

“Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri.”

Bu tarihi emirle 1 Eylül sabahı Franko grubuna taarruz eden 1nci Kolordu kısa sürede Yunan savunmasını çökertmiş, Franko grubu hemen Uşak’ın 50 km batısına çekilmeye başlayınca alev alev yanan Uşak akşama doğru kurtarılmıştı. 

Kuşatılan Trikopis grubunun Murat Dağı’nın kuzeyinden geçip Uşak’ta Franko grubu ile birleşme çabaları, Türk süvarilerinin taarruzları ile akim kalmıştı. Çekilme imkanlarını kaybeden General Trikopis, yolsuz ve geçit vermeyen Murat Dağlarının güneyinde, 2 Eylül günü yanında General Diyenis ile beraber 500 subay ve 5000 askerle çaresiz teslim olmuştu. 

Artık Yunan Küçük Asya Ordusu güneyde İzmir, kuzeyde de Bursa istikametinde iskelet halinde, canlarını kurtarmaktan başka hedefleri olmayan, alev makinaları gibi geçtikleri yerleri yakıp yıkan vahşi bir sürüyü andırıyordu. Nitekim aynı gün kuzeyde de Türk Ordusu Eskişehir’e girmiş, böylece bir yıldır Yunan Ordusunun elinde bulunan Eskişehir-Kütahya-Afyon hattı tamamıyla kontrolümüze geçmişti. 

3 Eylül günü taarruzun dokuzuncu günü idi. İzmir demiryolunun kuzeyinde 1nci, güneyinde 2nci kolordularımız, daha kuzeyde de 5nci Süvari Kolordusu, Franko Grubunu kovalamakta idi. Kuzeyde de İnönü mevzilerini ele geçiren 3ncü Kolordumuz, Bursa istikametine çekilen Sumalis Grubunu takip etmekteydi. 

4 Eylül günü Yunan Ordusunun artık ne belirli bir cephesi ne de bir mukavemeti kalmıştı. Afyon’dan beri geçtiği her yeri köyleri-kasabaları yakıp yıkan, masum insanları katleden zalim Yunan Ordusunun eşkıyadan farkı kalmamıştı. 

5 Eylül günü; Franko Grubu Alaşehir hattını boşaltarak Salihli’ye çekilmiş, kuzeyde de Bozüyük’ü kurtaran 3ncü Kolordumuz Bursa istikametinde ileri harekata devam etmekte idi. 5 ve 6 Eylül’de cephelerde kovalama sürerken, bir kısım kaçak askerlerle ihanet içindeki yerli Rum ve Ermeniler İzmir’e akın ediyor, Yunan Ordusunda firar ve kaçak, soygun ve katliam önlenemiyordu. 

Yunan askerleri bir düzen içinde çekilmiyor hızla kaçıyordu. Türk Ordusu ile aradaki mesafe 50 km’yi bulmuş, bir taraftan da deniz yolu ile tahliyeye başlanmıştı. 

7 ve 8 Eylül günleri de Türk Ordusunun ileri harekatı, Yunan askerlerinin de kaçışı devam etti. 8 Eylül’de Süvarilerimiz Manisa’ya kurtarmıştı. Bu arada İzmir’in işgalinden beri bölgedeki mukavemet harekâtı icra eden Demirci Kaymakamı İbrahim Ethem Bey de milisleri ile birlikte ve cephe komutanlığı ile koordine ederek, 4 Eylül’de Bigadiç’i, 6 Eylül’de de Balıkesir’i zalim düşmandan kurtarmıştı. 

Onbeş gündür at sırtında düşmanın yakasını bırakmayan süvari kolordumuz 1nci ve 2nci Tümenlerin müşterek harekatı ile karşılarına çıkan mukavemeti kırdıktan sonra 9 Eylül saat 09:00’da Bornova’ya ulaşmıştı.

Şehre saat 10:00’da giren Kahraman Mehmetçik, saat 10:30’da Hükümet Konağına, saat  13:00’te de Kadifekale’ye törenlerle şanlı bayraklarımızı astılar. 

Mehmetçik gelmiş İzmir kurtulmuştu. 

Gelincik tarlasına dönen İzmir coşku ile anlatılamaz bir sevinçle, gururla kurtuluşu kutluyordu. 

Başkomutan Mustafa Kemal Paşa da 9 Eylül’de Belkahve’deydi. Ertesi gün saat 14:00’te yanında Fevzi ve İsmet Paşalarla halkın büyük coşku ve tezahüratı arasında İzmir Hükümet Konağına geldi. 

İzmir Türk bayrakları ile bezenmiş her tarafta sevinç çığlıkları, çılgın ve içten tezahüratla Paşa’sını karşılıyordu. 

Akşam Mustafa Kemal Paşa aşağıdaki bildiriyi yayınladı: 

“Büyük ve Asil Türk Milleti, 

Ordularımız 9 Eylül 1922 sabahı İzmir’imizi 10 Eylül 1922 akşamı Bursa’mızı muzafferen kurtardılar. 

Akdeniz askerlerimizin terâneleriyle dalgalanıyor. 

....

Millet Orduları, ondört gün zarfında büyük bir düşman ordusunu imha ettiler. Dörtyüz kilometrelik fasılasız bir takip yaptılar. 

Bu büyük Zafer münhasıran senin eserindir. 

Büyük ve necip Türk Milleti. 

Anadolu’nun Kurtuluş Zaferini tebrik ederken sana İzmir’den Akdeniz ufuklarından, Ordularının selamını da takdim ediyorum.” 

Türk Ordusunun bu muhteşem başarısı, içte çok büyük bir coşku ile, İtilaf Devletlerinde de şaşkınlıkla karşılandı. Zafer sadece Türk Milleti tarafından değil başarıya susamış İslam alemini de sevindirmişti. 

26 Ağustos’ta başlayan taarruz ve gelişen durumlar Türk Başkomutanlığı tarafından başlangıçta basına, halka açıklanmamıştı. Bu nedenle İstanbul’da Rumlar, Türklerin taarruzunun Yunan Ordusu’nun çelik kayasına çarptığını hatta Mustafa Kemal Paşa ve karargahının esir olduğunu yayıyordu. 

İlk açıklamaya kadar sokağa bile çıkamayan Türklerin ağzını bıçak açmıyordu. Hatta Büyük Ada’da Rumlar Mustafa Kemal Paşa’nın esir olmasına şerefine şampanya patlatıp, Türklere de zorla içirmeye çalışıyorlardı. 

Falih Rıfkı o günleri şöyle anlatıyor: 

“İlk vapurun en görünmez köşesine sığınarak iki büklüm köprüye indik. 

Bütün Türkleri yas içinde bulacağımı sanıyordum... 

Meğer bütün karargahı ile Başkomutan Mustafa Kemal değil Yunan Başkomutanı Trikopis esir olmuş. 

...

Bir çocuk gibi sıçramaya başladım. 

Yunan Ordusunu yok etmişiz ve İzmir’e iniyormuşuz. 

Ben ömrümde hiçbir edebi eserde, Ordulara ilk hedeflerinin Akdeniz olduğunu bildiren günlük emri okurken duyduğum zevki duymadım. Ne olmuştuk, biliyor musunuz? Kurtulmuştuk.”

Bu sevinç bütün yurdu sarmıştı. Hiç işgal görmemiş, üçbuçuk yıl küstah ve zalim Yunan çizmeleri altında inim inim inleyen Anadolu Türkleri Kurtuluş’u kutluyordu. Nasıl kutlamasınlardı? İşgal ettikleri her yeri soyup soğana çevirmiş, işbirlikçi mahalli Rum ve Ermenilerle Türk halkına yapmadıklarını bırakmamışlardı. Küstah ve zalim Yunan Ordusu sadece işgal zamanı değil bozguna uğrayıp İzmir’e doğru kaçarken; bir alev makinası gibi evleri, köyleri, kasabaları, harmanları, yiyecekleri yakmışlar, insanları katledip kuyulara atmışlar, hayvanları sürüp götürmüşler, su kuyularını ve kaynaklarını tahrip edip kapatmışlar, kadın ve kızların ırzlarına geçmişlerdi. 

Yunan Ordusu bünyesinde Yangın Bölükleri kurulmuştu. Bu bölükler; köy, kasaba ve şehirleri yağmaladıktan sonra, harmanları ve kullanmadıkları yiyecek ve erzakları bölgeyi terk etmeden yakıyorlardı. 

Yunan Ordusunun hemen ardından Uşak’a giren birliklerimiz, halkın da yardımı ile yangınları söndürmeye uğramışlarsa da 1785 ev, 636 dükkan ve 12 cami ve mescit’in kül olmasını önleyememişlerdi. 

Garp Cephesi Komutanı İsmet Paşa da şahit olduğu Uşak yangınını şöyle anlatıyordu:

“Uşak’tayız, İzmir’e devam edeceğiz. Her taraf yanıyor. Topları ile tüfekleri ile düşman kıtaları uğradıkları yerleri ber şey bırakmaksızın yakıyorlar. Halk canını dağlara atarak, köylerin şehirlerin dışına kaçarak kurtarabiliyor.” 

İsmet Paşa yangını çıkaran Yunan Tümeninin esir olan komutanına bu vahşetin hesabını sordu. Tümen Komutanı “Söz dinletemiyoruz, ordu da düzen disiplin kalmadı, çok özür dilerim.” cevabını vermiş. 

Yine Gediz-Uşak istikametinde çekilen Yunan birlikleri de rastladıkları Gümüşköyü ve Değirmen Köyü’nü yakmışlar köyde sağ buldukları 150 kadını da beraberlerinde götürmüşler. Daha sonra hiçbir haber alınamayan bu kadınlar köylerine de dönmemişler. 

Yerli Rum ve Ermeni çeteleri de bu cinayet ve katliama katılıp yardımcı oluyorlardı. 

4 Eylül’de Uşak-İzmir demiryoluna yaklaşan 1nci Süvari Tümeninin 21nci Süvari Alay Komutanı bölgedeki Dorasilli köyünde, yakılmak üzere birkaç eve doldurulan köy halkını kurtarmış, uzakta da yanmakta olan Alaşehir Kasabasının dumanlarını fark etmiş. Meğer düşman köyde sadece iki ev yakabilmiş, diğer üç evi yakmaya fırsat bulamamış. 

4500 mamur, oturulabilir evleri, binaları olan Alaşehir’in ise evleri, camileri, dükkanları, bağları, bahçeleri bir uçtan bir uca kül olmuştu. Alaşehir’de kendini yanmaktan kurtarabilen, sadece 27 ev, evet sadece yirmiyedi ev kalmıştı. Alaşehir yanarken yerli Rumlar ve Yunan askerleri şehri son akçesine kadar soymuşlar, 600 Türk’ü de süngü ile katletmişlerdi. 

Yangından Turgutlu ve civar köyler de nasibini almış. Güzelim Anadolu alev alev yanıyor. 

İzmir bu furyadan kurtulabilir mi? 

İzmir de yandı. 13 Eylül’de Ermeni mahallesinde başlayan yangın bütün şehri etkisi altına almıştı. Üç günde kontrol altına alınabilen yangında 20-25 bin ev-dükkan yanmış binlerce insan işsiz aç ve açıkta kalmıştı. 

Yunanistan’ın Küçük Asya Ordusunun imhası Yunanistan’ı da karıştırdı. İhtilal olmuş, Kral tahtan çekilmiş, 3 Ekim’de de Mudanya Ate=kes Antlaşması başlamıştı. 

Malumları 11 Ekim’de Ateşkes Antlaşması imzalanarak, Kurtuluş Savaşı, dolayısı ile Birinci Dünya Savaşı da sona ermiş, onbeş gün içinde Yunanistan’ın Trakya’yı boşaltması temin edilmişti. Ve Mudanya4da hudutları da tesbit edilen yeni bağmışız Türk devleti ile Birinci Cihan Savaşı galipleri arasında barış müzakereleri kararlaştırıldı. 

Değerli okurlarım, 

9 Eylül 1922 Kahraman Ordumuzun İzmir’e girerek şeklen de olsa Kurtuluş Savaşı’nın ve dolayısı ile Birinci Dünya Savaşı’nın sonlandırıldığı, ülkemizi adeta tabi bir devlet haline getiren Sevr dayatması gündemden düşürüldüğü, 30 Ağustos Zaferi’nin taçlandırıldığı gündür. 

95nci yılını kutluyoruz. 

Ne kadar övünsek azdır. 

Değerli okurlarım, 

30 Ağustos Zaferi’ne kadar Ordumuzun taarruzu pek beceremediği kanaati, en olumsuz koşullarda kazanılan bu Muhteşem Zafer’le tamamen çürütülmüş ve yeni kazanımları ile Ordumuz dünyanın sayılı orduları arasında çok önemli bir yer edinmiştir. 

Yaklaşık yüzüncü yılında Cumhuriyetimizin bu nedenle dostlarına güven ve itimat telkin eden, bölgesinde söz sahibi bir konumundadır. Bu konum Kıbrıs Barış Harekatı ile daha da dikkat çeken bir duruma ulaşmıştır. 

1922’de ordusu, parası ve devleti de olmayan Mustafa Kemal Paşa, Yunanistan’ın tarihinde çıkardığı en güçlü Orduyu beş gün gibi kısa sürede mağlup etmiş, günün her türlü teknik ve aracına sahip Yunan Ordusunun ensesinde, İzmir’e kadar 10 gün durup dinlenmeden takip etmiştir. Üstelik İzmir’e doğru hem demiryolu hem de motorlu araç kullanan Yunan Ordusu en acil ihtiyaçları bile karşılanamayan Türk ordusu tarafından takip edilmiştir. 

30 Ağustos Zaferi, mevzi savaşlarının icra edildiği Birinci Dünya Savaşı’nın kesin sonuçlu bir İmha Muharebesi, İzmir Takip Harekâtı da tam bir Motorsuz Yıldırım Harbi’dir.

Bu motorsuz yıldırım harbinde Türk Ordusu hiç motorlu vasıtası ve demiryolu kullanmadan aralıksız 10 gün 400 km savaşarak düşmanın yakasını hiç bırakmamıştır. 

Günümüzde zırhlı ve motorlu birliklerin kullanıldığı 1967 Arap-İsrail Harbinde, İsrail Ordusunun, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’nda da Ordumuzun takip performansı aşağı yukarı aynıdır. 

Ayrıca Yunan Ordusunun Anadolu’da sergilediği vahşet, katliam, yakma, yıkma, soygun ve tecavüz olayları Cenevre Sözleşmesi ile yasaklanmıştır. Yunanistan gibi gelenekleri oluşmamış ülkeler harp hukukunu da hiçe saymakta, BM ve uluslararası bütün kuruluşlar da sergilenen vahşeti seyretmektedirler. Kıbrıs’ta, Kıbrıs Rumları da Kıbrıs Türklerine karşı Yunan Ordusunun Anadolu’da sergilediği vahşeti, katliamı, yakma, yıkma, soygun ve tecavüz olaylarını eksiksiz uygulamışlardır. Biz bu olayları yakından bilmemize rağmen, Kıbrıs Barış Harekâtı’nda harp hukukuna ve Cenevre Sözleşmesi’ne aykırı hiçbir olaya asla tevessül etmedik. 

Bunun en bariz kanıtı kuzeyden güneye geçen onbinlerce Rum’un bizzat kendileridir. 

Ebediyen semalarında şanlı bayrağımızın dalgalanacağı, minarelerinde ezanların okunacağı Güzel İzmir’in Kurtuluşunun 95nci yılını kutluyorum. Başta ebedi Başkomutanımız Ulu Önderimiz Atatürk olmak üzere kahraman silah arkadaşlarının, Kahraman şehitlerimiz ve Mehmetçiklerin hatıraları önünde yüksek bir saygı ile eğiliyorum. 

Mekanları cennet, Ulu Tanrı’nın rahmeti üzerlerine olsun.