Yiğitler kan döker, bayrak solmaya, 

Anadolu başlar, vatan olmaya... 

Kızılelma'ya hey... Kızılelma'ya!

En güzel marşını vurmadan mehter 

Ya Allah...Bismillah... Allahuekber!*

Metehan'dan Selçkulular'a oradan da Osmanlı'ya geçen Kızıl Elma Ülküsü'nün" Türkiye Cumhuriyeti'ne geçişini "Zeytin Dalı" operasyonu kapsamında Afrin'e giden Kahraman Mehmetçik muhteşem bir şekilde dile getirmiştir. Mehmetçiğe; "nereye gidiyorsun?" diye sorulduğunda "Kızıl Elma'ya" cevabını vermişti. Kahraman askerimizin Türk Milleti’ni duygulandıran bu cevabı sonrası eminim ki herkes "Kızıl Elma neresi?" diye merak etmeye başlamıştır! 

"Kızıl Elma Ülküsü'nün" ilk kez Orta Asya Türkleri arasında doğduğu; Ergenekon Destan'ında Ergenekon’dan dışarıya çıkma ve kaybedilmiş eski yurdu geri alma idealini simgelediği kabul edilir.. Türkistan'dan Hazar Denizi'nin doğusuna gelen Oğuzların ise Hazar Kağanı'nın ipek çadırının üzerinde hakimiyetinin ifadesi olarak bulunan altın topu yani "Kızıl Elma'yı" ele geçirmeyi ülkü edindikleri düşünülür. "Kızıl Elma Ülküsü" özellikle yeniçeriler arasında yaygınlaştırılmış ve onların savaşma azmini yüksek tutmak için kullanılmış; Ziya Gökalp, bu imgeyi Turan Ülküsü ile birleştirerek ona yeni bir anlam kazandırmış.

Türk milliyetçiliğinin önemli sembollerinden birisi olan "Kızıl Elma Ülküsü," Türk devletleri için bir hedefi ve amacı simgeler. Ulaşılması gereken bir yeri, fethedilmesi gereken bir beldeyi ifade ettiği gibi kimi zaman bir devlet kurma idealini, kimi zaman cihan hakimiyeti idealini, kimi zaman da Türk birliği idealini ifade etmiştir.

Türk Milleti dünyanın üç kıtasında tarihin en büyük imparatorluklarından biri olan Osmanlı Devleti’ni kurmadan önce bile; o muhteşem devleti millî vicdanlarında kurmuşlardır. Hatta Anadolu’daki ana vatanlarını her tarafından genişletmek için bu ülkü uğruna âdeta manevî bir harita hazırlamışlardır. Gönüllere giren bu vicdanî haritanın çeşitli yönlerindeki büyük merkezlerine hep “Kızıl Alma / Kızıl Elma” adını vermişlerdir.

Anadolu’nun etrafında uzak, yakın birçok "Kızıl Elmalar" vardır. Eski Türk efsanelerine dayanan bu güzel sembol ordunun gideceği hedefleri gösterir. Yorulmak bilmeyen eski Türk atılımları işte bu "Kızıl Elma’lara" doğru atıldıkça yüzyıllara göğüs gerecek muazzam bir imparatorluk kurulmuş ve her sefer biz zafer getirmiştir, dolaysıyla sınırları alabilmeğine genişlemişedir... İslam nuru ile yoğrulan Türk’ün “Ayasofya-Kostantiniyye- Kızıl Elması Ülküsü'ne" kavuşacağı inancı ise Hz. Muhammed(a.s)’in; “Konstantiniyye (İstanbul) elbet feth olunacaktır.  Onu feth eden kumandan ne güzel kumandan, feth eden asker, ne güzel askerdir.”  Hadis-i Şerifi ile daha da kuvvetleniyordu. 

Çünkü Türkler’in dünya mülkü için kullandığı “Kızıl Elma” idi. 1453 yılından önce "Kızıl Elma’nın" Ayasofya’nın önündeki dev İmparator Jüstinyen heykelinin sağ elinde bulunan küre olduğuna inanılırdı. Heykelin o gün yıkılmasıyla, birlikte küre batıya hareket ederek Osmanlı’nın yeni hedefini simgelemeye başladı. Roma kenti. 

Fatih’in üç kuşak sonraki torunu Muhteşem Süleyman’ın ağzından ‘’Roma’ya! Roma’ya’’ nidası hiç eksik olmazdı. Daha sonraki sultanlar için "Kızıl Elma," Habsburg Kutsal Roma İmparatorları’nın başkenti Viyana idi. Osmanlı ihtirasının bir rakibi, bulunmuyordu. Karşılaştırıldığı zaman İran Şah’ı çekingen, Fransa Kralı mütevazı ve Kutsal Roma İmparatoru taşralı kalıyordu.  Roma’nın "Kızıl Elma" için hedef olmasının sebebi de Vatikan’daki Sen Piyer Kilisesi’nin kubbesindedir. 

Roma’dagüneş doğarken güneşinin ışıklarındakilisenin kubbesinin görüntüsünün “Kızıl bir elma” görünümünden olması efsanevi yönünü kuvvetlendirmektedir. Bu manevî sembolü maddileştirerek izah etmek kolaylık gören Osmanlı yazarları “Altın Top,” “Altın Hokka” ve “Kür-re-i lâal (Yakut Top)” gibi elma şeklinde birtakım kızıl kürelerden söz etmişler ve eski Türklerin “Kızıl Elma” adını taktıkları şehirlerin hepsinde ya en büyük kilise kubbesinin veyahut bir saray damının kubbesidir. İşte böyle bir parlak topla göz kamaştırdığına ait birtakım tafsilata bile girişmişlerdir! Mesela Evliya Çelebi Budin Sarayı’ndan bahs ederken:

Her kasrın kubbelerinde birer altıntop asılı olduğundan, adına “Kızıl Alma” sarayı derlerdi, diye Macaristan’ın başkentine Türkler’in “Kızıl Elma” dediklerini anlatır. İslâmiyet’in gaza ve cihat esasları ile uyumlu olarak fethedilmiş veyahut edilememiş birçok Kızıl - Elma’lar vardır. Bunların en mühimleri şöyle sıralanabilir: 

Ayasofya - Kostantiniyye- Kızıl Elması: İstanbul, 

Rim-Papa Kızıl Elması: Roma, 

Engürüs (Macar) Kızıl Elması: Budin, 

Orta - Macar Kızıl Elması: Estergon, 

Beç Kızıl Elması: Viyana. Bunlar gibi daha birçok eski Türk Kızıl - Elmaları vardır. 

Bunların en mühimi olan Kostantiniyye "Kızıl Elması" Ayasofya demektir ve bu ad fetihten çok önce kararlaşmıştır. 

Millî ve dinî gayelerin birer kilise şeklinde tasavvur ve tasvir ettiği bütün bu müşterek hedeflerinin camiye tahvili eski Türk’ün en kutsal ülküsüdür. Yüzyıllar boyunca bütün şehitlerimiz işte bu millî ve dinî gaye uğrunda kan döküp can vermişlerdir. “Ayasofya Camii” yalnız bir İslâm mabedi değil, aynı zamanda Türk fethinin en büyük millî ve tarihî abidesidir.  Ayasofya 1453 İstanbul’un fethinde usulden olduğu üzere şehrin büyük kilisesi olarak camiye çevrildi. Tursun Bey’in ifadesine göre kubbeye kadar çıkan Fatih Sultan Mehmet binanın ve çevresinin harap görüntüsü karşısında Sadî’nin şu meşhur Farsça beytini söylediğini rivayet eder: 

“Perde-dârî mî küned der tâk-ı kisrâ ankebût. 

Bûm-i nevbet mî zened der kal’a-ı Efrâsiyâb” 

Yani; “Örümcek Kisrâ’nın penceresinde perdedarlık yapıyor. Baykuş Efrasiyab’ın kalesinde nöbet bekliyor.” Fatih fetih sonrası Ayasofya’nın tahribini önlemiş, burada müezzinlerinden birine ezan okumasını emretmiş, müezzin ezan okuduktan sonra maiyeti ile beraber ilk namazı kıldıktan sonra camiyi kendi hayratının ilk eseri olarak vakf etmiştir. Fatih daha sonra Roma’daki “Kızıl Elma Ülküsü’ne” kavuşmak için 1480 yılında İtalya’ya deniz yolu ile  gönderdiği Gedik Ahmet Paşa Otranto’ya çıktı. Kendisi de daha sonra karadan gidecekti. Yahya Kemal de:

“Çıkdı Otranto’ya pür velvele Ahmet Paşa,

Tuğlar varsa gerektir Kızıl Elma’ya kadar.” Diyerek Kızı Elma Ülküsü’nün İstanbul’dan sonra Roma olduğunu ifade eder. 

Sonuçta; Osmanlı’nın  “Kızıl Elma Ülküsü” tek tek gerçekleşti.  “Kızıl Elma” askerlere göre “ Padişahın atının gittiği yerdir.” Orası neresidir. Orası ne Hint, ne Sint, ne Çin, ne Maçin, ne Viyana, ne de Roma’ydı. Aslında  Kanuni Sultan Süleyman “Kızıl Elma'yı” “Hakkın beni gönderdiği yer” olarak diye tarif eder. Nitekim bu Padişah arada bir askerlerin kışlalarını ziyaret edip şerbetlerini içer, sonra bardakları para ile doldurur, ayrılırken “Kızıl Elma'da görüşürüz” derdi. Yeniçeriler de; “destiye kurşun atar, keçeye kılıç çalarız, padişahım seninle biz, ‘Kızıl Elma’ya’ dek gideriz” derdi.  

Kısacası: “Kızıl Elma”  bu gün neden, barış için ve “Hakkın rızası için Mehmetçiğin gittiği yer” olmasın ki!.. 

Allah Kahraman Türk Ordusu’nun yardımcısı olsun!

*N.Y.Gençosmanoğlu: Malazgirt Zaferi şiiri