Bir zamanlar Hürriyet / Özgürlük; divanelik / delilik ve mecnunlukla yâdedilir / anılırdı.
     Bir vakitler itidal / ifrat ve tefrit yâni ileri geri aşırılıklar arasındaki orta hâl ve istikamet / doğruluk ve doğru yön; irtica / gericilik / eskiye hasret ve özlem duyma ile iltibas olunur / birbirine karıştırılırdı.
     Meşrutiyette / hükümdar ve millet meclisiyle idare olunan devlet sisteminde; 1908 ve sonrasında maalesef Meşrutiyet'e yakışmayan ve bu sistemle bağdaşmayan şiddetli istibdat / zulüm, baskı ve tahakküm vardı.
     İstibdat zamanında akla husumet ve düşmanlık edilirdi. Meşrutiyet'te ise, Meşrutiyet'in ruhuna zıt olarak hayatlar tehlike içindeydi.
     Şayet hükümetler böyle bir tutum içinde olacaklarsa; Bediüzzaman'ın dediği gibi “Yaşasın cünun (delilik), yaşasın mevt (ölüm)! Zalimler için de yaşasın cehennem!”
     İşte bugün dört elle sarılmamız icap eden ve kıymetini çok iyi anlamamız gereken Demokratik ortama ve Demokrasiye böylesi mayınlı bir alandan geçerek, nice canlar vererek ulaştık. Kıymetini de o nispette idrak etmemiz, değerini çok iyi bilmemiz lâzım.
     Ta ki Demokrasi'yi lekeden, Demokrasi'yi İslâm'a aykırı sananları da bu yersiz şek ve şüpheden uzak tutarak; Demokrasiye daha sıkı sarılmalarını sağlıyalım. Onları ümitsizlikten kurtaralım.
     “Tebeddül-ü esma ile hakaik tebeddül etmez.” / “İsimler değişmekle gerçekler değişmez.” Zira meşveret, şura, istişare, müşavere, seçme, seçilme, meclis gibi mefhum ve kavramları ihtiva eden / içeren Meşrutiyet, Demokrasi ve Cumhuriyet'in içi, özü Kur'an'dandır. Kur'anîdir. Kur'an'a aykırı değildir. Bunların mahiyetlerinin Kur'anî olduklarına dair dört mezhepden delil getirilebilir diyor Bediüzzaman.
     Nitekim “Meşrutiyet (hükümdar ve millet meclisiyle idare olunan devlet sistemi) şeriata (İslâm prensip, düstur ve ilkelerine) müstenittir (dayanır).”
     Çünkü diyor: “Şeriat (Din); sebeb-i saadet (saadetin sebebi) ve adalet-i mahz (sırf adalet) ve fazilet (ve erdemlilik)tir.” Nitekim “Cumhuriyet fazilettir.” denmiştir.
     İnsanımız; Demokrasiye sahip çıkmakla duruma müdrik olduğunu göstermiş; tarih nazarında cehil ve cünunla itham edilmekten kendini âzâde etmesini bilmiş; gerçeklerin üzerinin evham ve vehimlerle örtülmesini engellemiştir.

     Türk Milleti 15 Temmuz 2016 günü ve gecesinde gösterdiği ve göstermeye devam ettiği Demokrasi'ye olan bağlılığı ve sahipliği ile “Hürriyet”e lâfızdan ibaret kuru bir kelime olarak bakmadığını bütün dünyaya göstermiş; tarihî kimliğini dosta düşmana bir kere daha hatırlatmış; bu tavrıyla dostu sevindirmiş; düşmana ayağını denk almasını ihtar etmiştir.
     Türk Milleti şanına yakışır bir şekilde “Mazlumiyetle (mazlum olarak, zulme uğramış şekilde) ölmek, zalimiyetle (zâlimce, zulüm yaparak) yaşamaktan daha hayırlıdır.” hükmünü benimsediğini ve ancak bu hüküm ve karar doğrultusunda yaşamayı seçtiğine dünya âlemi şâhit tutmuştur.
     Evet, dün Meşrutiyet'le yüzünü gösteren İslâmdaki siyasî umdelerin yavaş yavaş hayata geçirilmesi, bugün Cumhuriyet ve Demokrasi imkânlarıyla bir kat daha hız kazanmış ve kazandırılmıştır.
     Çünkü bu kavramların içerikleri  -emîn olun ki-  hakikî adalet ve şer'î meşveretten yâni danışma ve karşılıklı fikir alış verişinden başka bir şey değildir. Bunu böyle görmek, böyle kabul etmek ve ciddî şekilde muhafazasına çalışmak lâzımdır.
     Zira, dünyevî / dünyaya ait saadet ve mutluluğumuz Demokrasi ve Cumhuriyeti  benimsememize ve onları iyice sindirmemize ve içselleştirmemize bağlıdır. Nitekim istibdat; kim yaparsa yapsın, kimden gelirse gelsin  -geçmişte olduğu gibi-  her çeşidiyle milletin aleyhine ve zararınadır.
     Velhasıl gafletimizle yeni ve sinsi istibdatlara yol açmayalım. Özellikle “Nemelâzım”cılıktan uzak durarak, gafletin kapısını aralamayalım.