Her zaman, her yerde ve her kişide az veya çok, bilerek-bilmeyerek, farkında olarak-olmayarak istibdat, baskı kurma ve tahakküm etme vasfı vardır.

     Sevgimiz bazen bizleri; sevdiklerimize karşı istibdat etmeye, üstünde baskı yapmaya, ona tahakküm etmeye zorlar.

     Akla kapı açmakla yetinmemek, karşımızdakinin isteğini yerine getirmesine fırsat vermemek. Herhangi bir konuda; meselâ yemek hususunda, tercih ve seçme işinde, kabul edip etmemekte ve hattâ sevip sevmemek hakkında olabilir. Bu gibi sayısız durumlarda kendini gösterebilir ki çok yanlıştır.

     Hiç doğru değildir. Yakınlaşmaya engel olur. Uzaklaştırır insanı birbirinden. Soğutur insanı yekdiğerinden. Karşılaşmayı istemez hâle getirir onunla. Teklif yapamaz duruma düşürür insanı.

     Çünkü müstebit, baskı kurucu ve tahakküm edici vasıf ve nitelik sahibi kimseler; ne kadar iyi niyetli olurlarsa olsunlar; insanları kendilerinden kaçırırlar.

     Çünkü karşısındakinin hürriyetine tasallut etmiş oluyor. Âdeta hürriyetini kısıtlamış, hattâ hürriyetini elinden almış oluyor. Karşısındakinin seçme isteğine fırsat vermiyor. Muhatabının his ve  duygularına bile müdahale etmiş ve karışmış oluyor.

     Burada şu düstur çiğnenmiş oluyor: “Mübalâğa ihtilâlcidir.” Çünkü aşırı istek ve arzular reddedilmeyi sonuç verir. İsteksizliği doğurur. Tabii ve doğal olarak olanın; hiç olmamasına yol açar. Pirince giderken bulgurdan eder. “Çok naz âşık usandırır.” hükmünce, muhatabın sabrını taşırır. Büsbütün terkedişe, tamamen bırakışa sebep olur.

     İstibdat, baskı ve tahakküm etme vasfımız; fena ve kötü bir vasıf ve niteliktir. Hayatın her ânında ve her safhasında kendini gösterebilir. Çocuklarımızın her şeyine yerli yersiz, zamanlı zamansız karışmamız istibdadın fenalığının göstergesidir.

     Eşimize olur olmaz karışmamız istibdat, tahakküm ve baskının kötülüğünün somut örneklerinden biridir.

     İstibdat, baskı ve tahakküm etme vasfı varsa kişide. İşi, mesleği ve görevi ne olursa olsun. Kişinin söz, davranış ve hareketlerinde kendini gösterir. Ona rengini verir. O kişinin konumu ne olursa olsun; sevilmemesine, insanlarca soğuk karşılanmasına sebep olur. Âdeta o kimseyi bütün becerisine, kabiliyet ve üstün meziyetlerine rağmen, içinde bulunduğu toplumdan soyutlar, yalnızlığa iter, dostsuz kalmasını sağlar.

     Evet istibdat, baskı ve tahakküm; kişinin tasarrufunda, idaresinde ve hâkimiyetinde aşırılığa kaçması demektir. Lüzumundan fazla ileri giderek, kişisel hak ve hukuka bir bakıma tecavüz etmesidir. Özel hayata yersiz, zamansız ve haksız olarak girmesi ve karışmasıdır. Kısaca haddini bilmemektir. Boyunu aşmaktır. Mahremiyete, harim-i ismete nüfuz etmeye, sızmaya çalışmaktır.

     Bu tipler; insanları sevmezliğe, hoşnudsuzluğa, istemeyişe, soğuk karşılamaya sevkeder. 

     Başkalarının istibdat, baskı ve tahakkümünden şikayet edenler; önce kendilerinde bu menfî hasletler olup olmadığına bakmalı. Önce kendi iç âlemlerini iyice kontrol etmeli. Yani önce iğneyi kendilerine batırmalılar ki, başkalarının; arzuları doğrultusunda hareket etmesi isteminde haklı olabilsinler.

     Herhangi bir konuda ısrar etmek, herhangi bir hususta inat etmek de istibdattır. Bu ikisi hepimizin sık sık düştüğü bir hatâdır. Israr etmeyi; sevmekliğimizin bir gereği olarak görür ve çok doğal karşılarız bunu.

     Oysa böyle yapmakla; karşımızdakini bîzar ettiğimizi, sıkıntıya soktuğumuzu hiç mi hiç düşünmeyiz.

     İstibdat, baskı ve tahakküme son derken; ciddiyeti giderici, vekara gölge düşürücü, disiplini bozucu gevşeklik ve ilgisizliğe düşmemeye de dikkat etmeli.

     Tatlı-sert olmanın gereğini yerine getirmeli. İfrat ve tefritten uzak durmalı. Ne büsbütün ipin ucunu kaçırmalı. Ne de tamamen sıkı tutmalı. Nerede nasıl davranacağını iyi bilmeli. Nerede sıkı tutmalı, nerede tolerans ve müsamaha içinde olmalı. Bütün bunları birbirine karıştırmadan yerinde ve kıvamında tutmanın sırrına ermeli.

     Nitekim kişinin evindeki tavrı ile ofis ve bürosundaki tavrı farklı olmalı. Ofisindeki tavrı, evinde sergilerse tahakküm yerine geçer. Evindeki aşırı hoşgörü ve müsamahayı; dairesinde gösterirse, gevşekliğe yol açar. Âdeta ata et, ite ot vermiş gibi olur. Evdeki tavrı işde gösterirse; işdeki ciddiyetine halel gelir. Verimini azaltır. Gevşekliğe fırsat verir. İşdeki tavrı, evde takınırsa; soğuk duş etkisi yapar. Resmiyete sebep olur. Aile saâdetini zedeler.

     Gerçi istibdat; şeklen, maddeten ve bir realite olarak tarihe gömüldü. Geçmişte kaldı. Artık bu asırda istibdat muhal ve imkânsız. Fakat böyle görünüyorsa da, istibdat mânası her devirde, her zeminde, her kurumda ve her insanda az veya çok var.

     Yani bedensel olarak yoksa da, ruhsal olarak mevcut. İstibdat mânası, şahs-ı mânevî olarak yaşıyor ve içimizde barınıyor. Sinsi şekilde başka adlarla, tavır ve hareketlerimize sızarak; onlara istibdat rengini verebiliyor.

     Bizleri müstebit kılabiliyor. İşte bu hususa çok dikkat etmeli. Kendimize çeki düzen verirken; bu menhus / uğursuz rûhun içimize sızmasına imkân ve fırsat vermemeliyiz.