Hz. Muhammed, ümmî idi / okur-yazar değildi. Bununla beraber kudsî / kutsal hakikatler getirmiştir. Yeni, benzeri görülmemiş, yüksek ilimler ortaya koymuştur.

Allahı bilme ve tanıma demek olan İlahî marifet dersini keşfedip bulmuştur. Bu derslerle ve bu bilgileri öğretmesiyle, ilim mertebelerinde en yüksek makamlara çıkanlar olmuştur.

Bu konularda milyonlarca müdakkik / araştırıcı asfiya / âlim ve bilginler; ittifakla bu zâtın en temel, en esas dâvâsı olan vahdaniyeti / Allahın birliği dâvâsını; kuvvetli bürhan, delil ve kanıtlarla ispat ve tasdik etmiş ve onaylamışlardır.

Yine mümin ve inanmış filozofların dâhileri de, bu zâtın asıl dâvâsı olan vahdaniyeti; güçlü delil ve kanıtlarla ittifak / görüş birliği içinde; peygamberliğini ispat ve tasdik ederek onaylamışlardır.

Böylece bu ekber / en büyük muallim / en büyük öğretmen, en büyük üstad olan Hz. Muhammed’in hakkaniyetine ve sözlerinin hakikat ve gerçek olduğuna; yine ittifakla / görüş birliği içinde şehadet ve tanıklık etmişlerdir.

Evet, onların şehadetleri, gündüz güneşi gösterdiği gibi, Hz. Muhammed’in risaletinin hücceti ve onun sâdıkıyetinin birer emare ve işaretleridir.

Peygamber Efendimiz’in mübarek soyundan gelenlerden olan Âl ve Hz.Peygamberi gören ve onunla konuşan Müslümanlardan olan Ashâb; kısaca Âl ve Ashâb denilen kimseler; enbiya ve nebîlerden sonra ferasette / seziş ve dirayette / kararlılıkta, kemalât ve olgunlukta; insanların en meşhur / en ünlü, en muhterem, en saygın, en namlı, en dindar, en keskin nazarlı, azîm / büyük bir taifesi, topluluğudur.

İşte bu güzide / seçkin zümre / grup; tam bir merakla, çok dikkatli bir şekilde ve son derece ciddiyetle; Hz. Muhammed’in tüm gizli ve âşikâr hâllerini, fikirlerini ve durumlarını incelemişler. Teftiş ve tetkik etmişlerdir.

Bu ince eleyip sık dokumalar sonunda; Hz. Muhammed’in dünyada en sâdık, en yüksek, en haklı ve hakikatli olduğuna; ittifak ve icma / fikir ve görüş birliği içinde karar kılmışlar. Onu sarsılmaz bir surette tasdik ve kabul edip onaylamışlardır. Güneşin ışığına delalet ve işaret eden gündüz gibi, kuvvetli iman ve inançları ile, onun Peygamber / Resûl ve Elçi olduğunu idrâk edip algılamışlar. Onun nübüvvetini görmüş, bilmiş, anlamış ve kabul ederek onaylamışlardır. Kâinat kitabının açıklayıcısı olan Hz. Muhammed’den ilham alanların belirttikleri gibi:

Bu kâinat / evren; kendini icat, idare, tertip eden, tasvir, takdir ve tedbir ile icat eden Allah tarafından bir saray gibi yaratılmıştır.

Bu kâinat, bir kitap gibi yazılmıştır.

Bu kâinat, bir sergi gibi gözler önüne konmuştur.

Bu kâinat, bir seyir ve gezinti yeri, yâni temaşagâh olarak düzenlenmiştir.

Bunlar gibi çeşitli İlahî tasarruf ve kullanımlara açık olan kâinat; bu hâliyle Sâniine / Sanatkâr Yaratıcısına, Kâtibine / İlahî Yazıcısına ve kâinatı nakış nakış işleyen İlahî Nakkaşına / Nakşedicisine delalet ve işaret etmektedir.

Bu durumda, kâinatın hilkat ve yaratılışındaki İlahî maksatları bilecek, bildirecek biri lâzım.

Bu durumda, kâinat ve evrenin bir hâlden diğer hâle geçmesi ve değişmesindeki Rabbanî hikmet, gaye ve amaçları öğretecek biri lâzım.

Bu durumda, kâinat ve evrenin vazifeli ve görevli olarak yaptığı hareketlerindeki netice ve sonuçları ders verecek biri lâzım.

Bu durumda, kâinat ve evrenin mahiyet ve içyüzündeki kıymet ve değerini ilan edecek, haber verecek biri lâzım.

Bu durumda, kâinattaki varlıkların mükemmel ve tamlığını belirtecek; o kâinat denen büyük kitabın mânâ ve anlamlarını ifade edip söyleyecek biri lâzım.

İşte o zât, yüksek bir dellâl / bildirici, doğru bir keşşâf / keşfedici, tahkîk ehli bir üstad, sâdık bir öğretici olan Hz. Muhammed Mustafâ’dan başkası değildir.