1930’lu yıllar, dünya ülkelerinin için, için kaynayan birer barut fıçısı olarak, dünya savaşı sancıları çektiği yıllardı... (1938-1945) benim neslimin rahatlıkla, en azından hissedebileceği bazı hususlar vardı ki, biz çocuklar için, hayati derecede önemliydi ve şuydu: (Acaba Babalarımızı Askere alacaklar mı?) Çünkü, böyle bir durumda evimiz himayesiz kalacaktı! O yıllarda babaların yeri ayrıydı ve ailenin yegâne hâkimi ve büyüğü, hiç şüphesiz babalardı: Rotayı babalar çizer, analar da Gemiyi yürütürdü, hem de hemen her türlü havaya karşı, canı pahasına mücadele vererek... 
Benim çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım böyle bir ortamda geçmiştir Yeni-Kapu’nun sakinleri, daha ziyade içlerine dönük bir hayat sürmekteydi; bu niçin böyle idi, niçin dışa kapalıydılar hâlâ bilmem bir türlü çözebilmiş değilim?... 
Yeni-Kapu insanı, yekdiğerine karşı samimiydi ama, buna rağmen arada bulunan mesafeyi de hiç kaldırmamıştır. Mezkûr semtin benim dönemimde, başlıca özelliği, Sur içi İstanbul’unun nefis bir mesiresi oluşu idi. 
Sahil boyunun, Kum-Kapu istikametindeki Bizans-Duvarları dibinde kurulu iki nefis çayhane ki, baştaki meşhur Gazinocu Hasan, ikincisi ise, Samatya-Kapu’nun meşhur Gazinocularından Nubar Efendi’nin idi. Nubar Efendi’nin başlıca zevki; Pazar sabahları saat tam 10’da Ermeni Kilisesi ayininden bir bölümü sunan plağı, çalarak, bütün Yeni-Kapu’ya duyurabilmesi idi. Ayrıca, Kale duvarları üzerine yer, yer mıhlanmış büyükçe demir halkalar vardı ki, semt çocuklarının başlıca eğlencelerinden birisi olmaktaydı. Şöyle ki, her iki gazinonun arkasına düşen dar yola geçen çocuklar, mezkur halkaları duvara çarpa, çarpa: (Nubar Dayday çok yaşa! (Dayı) diye bağırarak kaçıştırırlardı... 
Bilhassa civar semtlerden gelen aileler bu her iki Çayhane’ye rağbet eder, temiz iyotlu havayı mutlulukla teneffüs ederlerdi. Mutlulukla diyorum zira, o yıllardaki insanlarımız için böylesi bir imkân, gerçek manada mutlu olabilmeleri için yeterli idi. 
Kum-Kapu istikametine giden veya o istikametten Yeni-Kapu’ya gelen trenleri, Yeni-Kapu sahilinin birer nefis mesire sandalları ile kum ve yemiş maunaların mesailerini zevkle izleyen Çayhane sakinleri için bundan daha büyük bir zevk olamazdı!... 
YENİ-KAPU ODUN DEPOLARI:
Yeni-Kapu girişinde hayli yer kaplayan meşhur “Odun Depoları” öylesine muntazam bir istife haizdi ki, seyrine doyum olmazdı denebilir veya benim çocukluk yıllarımda bana öyle görünmüştür? İstifler o derece muntazam dizil, öylesine muntazam koridorlar meydana getiriliyordu ki, biz çocuklar için bulunmaz bir oyun alanı olmaktaydı. Gerçi herhangi bir kazaya sebebiyet verilmemesi için, odun depolarındaki hizmetkârlar bizleri kovalamaktaydılar ama, yine de vazgeçmez, dayak yememek için de çok dikkatli hareket ederdik. 
Tren İstasyonu’nun kara yönünde, Ermeni Karekin Ağanın Kıraathanesi ve hemen yanında, bir Ermeni Berberin dükkânı, onun yanında da bir Pastane mevcuttu. Hemen yan sokağında Ayakkabı boyacısı Durmuş Usta’nın küçük ama, tam teşekküllü bir Lostra salonu dükkânı vardı. Boyacı Durmuş işinin ehli bir boyacıydı: Hemen her ayakkabı’nın derisinin renginde boya, renk değiştirme malzemesi, uygun cilalar bu dükkân’da komple mevcuttu. Semtin ve semt civarının bütün ayakkabı meraklıları Durmuş Usta’nın devamlı müşterileri idi. Semt sakinleri Durmuş Ustayı kızdırmaktan pek zevk alırlardı ve en ziyade kızdığı sözcük de “Venksin Durmuş” tabiri idi. Bu sözcüğe niçin kızardı, bir türlü öğrenebilmiş değilim? Ama, işinin en sıkı zamanı dahi, köşeden seslenen arkadaşlarının: (Venksin Durmuş!) diye seslenmelerine tahammül edemez, işini bırakıp kapuya çıkar: (Çok pez....siniz!) diye karşılık verirdi. 
Mezkûr soğancılar sokağının hemen karşısında yer alan “Hisar-Dibi” girişinde bulunan o yılların en meşhur “Halka Fırını” tüm çocukların aklından çıkmazdı. Günümüzde, “Ekmek Fırını” olmuştur: (2014). 
Yeni-Kapu semtinin bir ayakkabı boyacısı daha vardı; “Mustafa Reis veya Pehlivan Mustafa” olarak tanınan bu şahısın bir kaza neticesi sağ ayağı sakatlanmış ve bu sebeple topal kalmıştı. Lakin, onu anarkan hiç kimse “Topal Mustafa” tabirini kullanmaz. Daha ziyade “Pehlivan Mustafa veya Reis” tabirlerini tercih ederlerdi. Zira, bilhassa Yeni-Kapulu’ların ona saygısı büyüktü. Çünkü, Reis Birinci Cihan Harbi’nin “İşgal yıllarında” hayli Fransız ve İngiliz Subayı terletmiş. Tek kelime ile merhum Reis, Yeni-Kapulu’ların Birinci Cihan Harbi kahramanlarındandı. 
Pehlivan Reis’in dört mahdumu vardı, bir kız ve üç erkek. Erkek olanları: “Hüseyin, Hasan ve Cafer” benim yakın arkadaşlarımdı. Yeni-Kapu meydan çeşmesi’nin hemen karşısında, yani Deniz tarafında meşhur Ermeni Kahveci Kevork Ağa’nın Kıraathanesi vardı. Sol tarafında içkili bir Gazino, sağında ise yine içkili bir Gazino ve onun yanında ise, bir zamanlar hayli isim yapmış iki katlı bir yapı olan ve ayrıca salaş iskele bölümü ile bir bütün teşkil eden meşhur “MAVİ TUNA” içkili gazinosu ve hemen yanında büyük kısmı salaş olan ve devrinin en meşhur içkili Gazinosu, “M.ÇAKIR” ve hemen onun yanında da bizim tarihi Bahçemizde; “Mehmet Raif”in içkili gazinosu bulunmaktaydı ki, bilahare Gazinocu Mehmet Çakır Bey kiralamış ve daha sonra, “Bahçe Çayhane ve Yazlık Sinema” şeklinde istimlak hareketine kadar, bu şekilde hizmet vermiştir. En ziyade kullandığı isim: “Göksu Aile Çay Bahçe ve Sineması” olmuştur. 
Yeni-Kapu’nun sıhhi olmayan bir yapılaşması vardı ve şuydu: Salaş Gazinoların altlarında ikametgahlar mevcuttu ve “Gece Kondu” tabiriyle bilinen bu gayrı sıhhi barınaklar, son derece fakir kimselerin barınmasını sağlamaktaydı ki, sıhhi olmayan bu kondular istimlak hareketine kadar varlıklarını sürdürebilmişlerdir. 
Bir ayrı, yazlık sinema bahçesi de Göksu Sineması’nın hemen soluna düşen ve tarihi bir hamamın enkazı üzerinde kurulmuş bulunan; “Havuzlu Bahçe Sineması” idi. Bahçeyi işletenler, Cumartesi akşamları Açıkhava tiyatrosu sunmakta, semt sakinlerine değişik bir program sunarak, onları memnun kılabilmek için, ellerinden gelen her ne var ise, değerlendirmekteydiler. Tiyatro sunulan geceleri Bahçenin giriş kapusu’nun önü; renk, renk süslemeler renk, renk ampuller ve renk, renk balonlarla süslemeler meydana getirirler ve ayrıca, küçük çapta bir bando’ya muhtelif marşlar çaldırarak, müşterileri cezp etmekteydiler. Ancak, adeta bayram yerine dönen bu mahallin zevkini en ziyade semtin çocukları tatmaktaydı. Şöyle ki; o yıllarda askerlik mesleği en popüler unsur olarak değerlendirildiğinden, bilhassa çocuklar için, biçilmiş kaftandı. Dolayısıyla; oyuncak tüfek, tabanca ve olmayanda ise, tahta tüfek, tabanca ve kılıç kapan çocuklar, Sinema Bahçesinin kapusu’na gelerek, Bandonun marş nağmelerine uyum sağlayıp, askeri yürüyüşle yukarı, aşağı gidip gelirlerdi. Sizin anlayacağınız; orası tam bir bayram yerine dönerdi... 
Bahçede bulunan hamamın soğukluk havuzu ki, kenar işlemeleri pek nefisti, bahçenin çaycısı tarafından “Gazoz ve su soğutma” aracı olarak kullanılmaktaydı. Hamamın sağlam kalabilmiş küçük bir bölümü ise; bilet gişesi ve sinema makinesinin mahalli olarak değerlendirilmekteydi. Sinema’nın Makinisti Mehmet Efendi ise, bilhassa semt çocukları tarafından pek sevilirdi zira, onlara Pazartesi günü, evinin küçük bahçesinde beyaz bir perde gererek, hakiki sinema oynatır, hemen bir çoğunu sevindirirdi. 
Makinist Mehmet’in refikası Marika adında bir Rum kızı idi ve iki oğlu vardı, “Niko ve Koço”. Marika’nın ablası Evdoksiya ise aynı evin ikinci katında ikamet eden, evli ve ırkına has cilvelerle etrafına gülücükler saçan bir dilberdi. 
Marika’nın küçük oğlu, Koço kalbinden rahatsızdı ve o tarihlerdeki şartlara göre, şifa bulabilmesine imkan yoktu. Gayet hassas ve insan sever bir yaradılışı vardı. Bir gün, bir uğur-böceğini eline almış rum şivesiyle Türkçe: (Uç, Uç Boceğim, sana pabuç alayım!) diyerek onu uçurmaya çalışıyordu ki, bu onu son görüşüm ve son oyun oynamamız olmuştur. Ne denir; Hz.Allah’ın rahmeti üzerinden eksik olmasın! 
YENİ-KAPU’NUN İKİ ENTERESAN SEMBOLÜ VARDI:
Birincisi, Erenköylü Necati Gürdal, ikincisi ise, Çınarcıklı Fuat Bora idi. Necati Gürdal’ın aile efradı, “Eğinli” idi. Yeni-Kapu’da Odun Depoları vardı ve Necati Ağabey Deponun sorumlusu olarak görev yapmaktaydı. Mezkûr semtin hemen her fakiri, onun yardımları ile nice kışları, huzurla geçirebilmiştir. Yeni-Kapu’da “Kral Necati” lakabıyla bilinen Necati ağabey, benim yakın arkadaşımdı. Hemen her kış, Cumartesi geceleri, depolarının açıklık alanında ateş yakıp, çay içerek, sabahlara kadar sohbet ederdik. 
1969 senesinin son ayında “Soma’da görev yaparken” şehit edildiğini duyduğumda, adeta beynimden vurulmuşa dönmüştüm?!.. 
Merhum Necati Ağabey’imden tanıdığım Çınarcıklı Fuat Bora’nın da Yeni-Kapu’da odun deposu vardı. Tam bir İstanbul Beyefendisi olan Fuat Bey, Necati Ağabey’imin vefat ettiğini öğrendiğimde, hayli üzülmüş ve 1971 yılında da Fuat Ağabeyim vefat etmişti. Her iki Ağabeyim de nur içinde yatsınlar! (Amin!). 
Yeni-Kapu ve civar halının “KONTENLER” adıyla andıkları bir dizi özel Alman Buz-Dolapları vardı ve hemen her birisi, bir Gece-Kondu büyüklüğünde birer Buz-Dolabı azmanı sayılabilirdi. İkinci Cihan Harbi yıllarında Türkiye’den Almanya’ya balık ihraç edildiğinde kullanılmışlar ve harpten sonra bunların bir kısmı İstanbul’da kalmış ve ihraç merkezi Kum-Kapu Tren Garı civarı olduğu için, bırakılanlar, Hisar-Dibi cihetindeki kör-raylar üzerine çekilerek, çürümeye terk edilmişlerdi. Bu kondular, zaman içinde semt civarı; “Kumarbaz ve esrarkeşlerin” uğrak yeri olmuş, geceleri barınmak isteyen bazı talihsizlerin de ecel teknesi olmuştu... 
Ne enteresandır ki, bizim özetle sunmaya çalıştığımız bu istisnai semtin, en azından bizimki kadar bir özetle İstanbul meraklılarına sunulduğu, günümüze kadar görülmemiştir!... 
İstisnai bir semt tanıtımıyla geçmemizin başlıca sebebi; Vicdan sahibi bir Padişah’ın, Kara-Gümrük ve Edirne-Kapu Ermenileri için, denizi doldurtarak meydana getirmiş olmasından dolayı kullandığımız bir tabir olmuştur. 
Ve Osmanlı Ermenilerini sevindiren Padişah’ımıza rahmet okurken, bu tarihi semti gözlerden uzak tutmak isteyenleri de Hz.Allah’a havale etmeyi tercih etmekteyiz efendim. 
<Devam edecek>

Saygıdeğer okuyucularım yeni bölümde buluşabilmek dileğimle cümlenize hayırlı yarınlar diliyorum efendim. Saygılarımla. 
Not: Yazıdan herhangi bir pasaj alınması halinde gazetemize müracaat edilmesi gerekmektedir.